• bu akşamki konuğu 35. sanat yılını dolduran zülfü livaneli olan program.

    zülfü livaneli yıllardır halkın dilinde yer edinmiş olan harika parçalarını seslendiriyor.stüdyo konuklarının da "coşkuyla" ona eşlik ettiğini görüyoruz ekrandan.genç, güzel, bakımlı, makyajlı hanımlar ve delikanlılar coşkuyla şarkılara eşlik ediyor, tempo tutuyor, onlara göre "slow" parçalarda çakmaklarını ateşliyorlar..şimdi müsaadenizle söylenen birkaç parça üzerinden bu görüntülerin biraz incelemesini yapmak istiyorum:

    zülfü livaneli o çok sevdiğimiz leylim ley parçasını seslendiriyor ve stüdyodaki insanlar da eşlik ediyorlar bu güzel esere, alkışlarıyla neşeli biçimde tempo tutuyorlar.ama acaba kaç tanesi bu parçanın sözlerinin sahibi sabahattin ali'nin yıllarca "düşünmek", "yazmak" gibi basit(!) suçlardan dolayı sinop cezaevinde yattıktan sonra yurt dışına kaçmaya çalışırken esrarengiz bir biçimde sınırda katledildiğini biliyorlar?pek yüksek bir sayı olduğunu sanmıyorum..büyük olasılıkla çoğu bu parçayı ibrahim tatlıses'in arada korodan gelen "leylim leeeeey leylim leeeey leylim ley" nidaları eşliğinde her sokak düğününde çalınan müthiş "remix"inden biliyorlar ve bir pop eseri gibi eşlik edip geçiyorlar..sanmıyorum ki "yedi yıldır uğramadım yurduma/dert ortağı aramadım derdime/geleceksen bir gün düşüp ardıma/kula değil yüreğine sor beni" gibi güzel sözlere gereken değeri verebilsinler..sanmıyorum ki o sözlerin yazıldığı, bestenin yapıldığı dönemin koşullarını bilsinler, anlasınlar..

    karlı kayın ormanını söylüyor livaneli.hemen çakmaklar çıkıyor, eller havaya kalkıp ağır tempoda sallanıyor, dudaklar o bildik sözlere eşlik ediyor.burda da düşündüğüm şu: acaba kaç kişi program sırasında şarkıyla ilgili ferhat göçer'in de söylediği şeyleri tam anlayabiliyor?hadi orda programda şarkının tek kanal trt zamanında denetleme kurulundan geçtiği halde zülfü livaneli'nin arkadaşı timur selçuk tarafından sansürlendiğini ve televizyonda söylenmesinin yasaklandığını öğrendi diyelim de, kaçı bunun o zamanın şartlarında neler ifade ettiğini kavrayabiliyor??şarkının sözlerinin nazım hikmet'e ait olması konusunu açmıyorum bile..

    gelelim dikkatimi çeken son parçaya: haydar haydar...zülfü livaneli söylüyor, kalabalık da coşkuyla, el çırparak, sallanarak, arada "haydar haydar" kısmına eşlik ederek dinliyor.o sırada bir genç kız dikkatimi çekiyor 20sinden fazla göstermeyen.ağzıyla arada "haydar haydar" diyor, ellerini "leylek tarzı" diyebileceğimiz şekilde birbirine vurarak müziğe uyuyor, omuzlarını sallıyor, aşırı makyajlı güzelliğini sergiliyor..merak ediyorum, bu genç kızımız daha önce hiç bu türküyü işitmiş midir?bir fikri var mıdır ki habire adı geçen bu "haydar" kimdir?bir fikri var mıdır ki geçtiğimiz yıl yitirdiğimiz ali ekber çiçek kimdir?yanılmış olmayı yürekten isterdim, ama bana öyle geliyor ki bu genç kızımız yaz sıcağında öylesine bir müzik eğlence programına katılmıştır, orda da çalan şarkı neyse neşeyle ona eşlik etmektedir...
    *******
    gecenin bir yarısı bu entryyi yazmakla kimseyi yargılamak, suçlamak, kötülemek gibi bir niyetim yok.insanların bu programa katılmalarını, şarkılara eşlik etmelerini, programı televizyondan izlemelerini falanı filanı bunların hiçbirini eleştirmiyorum.programın sunucularına ve konuklarına da tek bir şey söylemiyorum.ayrıca yukarıda çoğunluk olarak bahsettiğim birçok insan benim düşündüğümün tam tersi olan özelliklere sahip de olabilir, yanılma payını baştan kabul ediyorum.ama sadece izlediklerime, gördüklerime göre bu yargılara vardım, onları yazdım.değinmek istediğim tek şey, oradaki birçok genç insanın geçmişimiz hakkında yetersiz bilgiye sahip olması, hatta neredeyse hiç bilgiye sahip olmaması, ve popüler kültürün getirdikleri nedeniyle dinledikleri müzikler, sözler ve hepsinden önemlisi tüm bunları yaratan sanatçılar hakkında da pek bir şey bilmemeleridir.

    işte bu sarı sıcak yaz gününde canımı sıkıp beni bu entryyi yazmaya sevk eden de budur..
    *******
    entryyi okuyup da siz de tam bilmiyorsanız lütfen;
    (bkz: sabahattin ali)
    (bkz: ali ekber çiçek)
    (bkz: leylim ley)
    (bkz: karlı kayın ormanı)
    (bkz: haydar haydar)
    (bkz: zülfü livaneli)

    not: haydar, hz. ali'dir.

    düzeltme: programda söylenen türkü ali ekber çiçek'in "haydar haydar"ı değil..bi an ben karıştırmışım..ama yine de yukarıyı bozmak istemedim..
    programda söylenen ise ötme bülbül ötme olarak bilinen türküdür.düzeltir, özür dilerim.
  • yirmi iki ayrı hikayeden meydana gelen ve anadolu'da yoklukla ve doğa şartlarıyla savaşan halkı anlatan yaşar kemal kitabı.
  • birisinin acilen çıkıp, ferhat göçer 'e, bağırmakla tenor olunmaz, demesi gereken, taverna programı.
    ayrıca da;

    (bkz: mikrofonu titreterek vibrato yapmak)
  • gece boyu eski kız arkadaşımın kameraman tarafından defalarca kez çekildiği program olmustur. programın konusu aşk acısı, gurbet ve ayrılıklar olunca ve kız arkadaşımla ayrılalı da 1 ay olunca bana koymustur o ayrı. her şeyi geçtim de kamerada kıza neden zoom yapıyorsun be kardeşim onu anlayamadım. ferhat göçer beyfendinin programın devamında kıza gül vermiş olması da olaya tuz biber ekmiştir. zaten ayrıyız kızı görmek koyacak ne var ki kameraya çekiyorsunuz. hadi 1-2 çektiniz diyelim neden gözüme sokuyorsunuz. hüsnü şenlendiriciye neden daha fazla vakit ayırmıyorsunuz. sinirli bir adamım ben gelemem böyle şeylere. seviyoruz bu programı demekle kıza hata mı ettik acaba orası düşündürücü. acı çektirmiş bir program olmustur...
  • hüsnü şenlendirici'yi sevmeye, ferhat göçer'den nefret etmeye başlayabileceğiniz bir program
  • ferhat göçer in şarkı sözlerini mütemadiyen salladığı programdır. **
  • bu hafta gripin ve emre aydini konuk eden program. ferhat-husnu ikilisi sarkilara biraz yabanci kalsa da iyi geciyor. ozellikle afili yalnizligi soylerken emre aydinin ferhat gocere attigi ettin sarkinin icine bakisi gorulmeye degerdi*. gripin de canli dinlenesi gi grup.
  • yaşar kemal' in anadolu insanının yoksulluğunu, ezilmişliğini, sefaletini anlattığı hikaye kitabı. çukurova yöresinde gezintiye çıkmış hisseder insan kendini.
  • selim ileri'nin 'her ilk eser ister istemez otobiyografik olacaktır' sözünü hatırlatan fikret reyhan filmi.

    yönetmenin birkaç yerde denk geldiğim röportajlarından anlaşılıyor ki, filmin genel ruh haline sinen sıkıntı, belirsizlik, kabullenme, kabullenmeyip öfke duyma gibi durumlar ona pek yabancı değil. bu önceden tanışıklık hissi de filmi kurgu ile -yer yer belgesele kaçan- gerçekçilik arasında kusursuza yakın bir denge sağlamış. türkiye'de kırsal bölgeleri hikaye eden filmlerin ilk akla gelen ismi yılmaz güney de (hatta kitabının ismine atıfla yaşar kemal' i de ekleyelim), eserlerindeki gücünü kısmen bu yaşanmışlıktan almakta. gözlemlerin üstüne bir de anlatma yeteneği eklenince ortaya böylesine etkileyici bir film çıkmış.

    ibrahim her ne kadar konuşmaktan, kendini ifade etmekten çok bakmayı ve düşünmeyi tercih etse de, izleyici karakter ile mesafeli değil apaçık yakın bir bağ kurabiliyor. ilk olarak söylemeliyiz ki, ibrahim iyi biri. tek arzusu tır şoförü olup para kazanmak. hayatta sigara içmekten ve külüstür kamyonu son model araba kullanıyormuş gibi sürmekten başka bir şeyden zevk aldığını görmüyoruz. çalışkan, hakkını arayan, kendi içinde kuralları olan, sağa sola savrulmayan, düşünceli bir tip. böyle bir karakter sıkıcı bulunabilir ama n'apalım, o da öyle işte.

    bir yandan da onun sigara içerken ne düşündüğünü merak etmeden duramıyoruz. son sahnede mesela, odasına gelip yatağa uzandığında neler düşündü? birden kalktı, pantolonunu değiştirdi ve yavaşça çıktı gitti. filmin büyüsü de burada olmalı: konuşulanlardan çok konuşulmayanları anlatabilmeyi başarması. babası necip'in sadece bakışlarından olan biteni anlayabilmemiz. ya da şehirli orta sınıf izleyiciler olarak, anlam yükleme hastalığına hiç bulaşmamak en iyisi. her şey böyle, olduğu gibi kalsın.

    üzerine söylenecek çok söz var ama bir ilk film için son derece olgun, ne yapmak istediğini bilen, dengeli ve güçlü demekle yetinelim şimdilik. fikret reyhan'ın kamerasından hayatı görmeye devam ederiz umarım.
  • gerçekçi bir anlatısı olan film. çiftçilik yapan bir ailenin oğlu olan ibrahim hayatından bir kesite şahitlik ediyoruz.

    yirmilerinde bir genç olan ibrahim bir genç-yetişkin olarak hayatta kendini gerçekleştirememenin sıkıntısı içinde ve bu yüzden öfkeli.
    ibrahim yalnız bir adam. o erkeklerin dünyasına tam adım atabilmiş değil ancak 'yancı' şeklinde dahil olabiliyor. kadınlarla teması ancak onların, gözetlemesinin nesnesi olmasıyla gerçekleşiyor.
    iktidar figürü olan babasıyla ilişkisi epey sancılı ona karşı taktikler geliştirerek arkasından dolanıyor. tek 'nefeslenme' aracı elinden düşürmediği sigara iken kendi için istediği belki de tek şey oradan uzaklaşmanın yolu olarak gördüğü kamyoncu olabilmek.

    hikayedeki asıl kırılmaya sebep olan itki geleneksel yöntemlerle tarım yapan baba necip'in ekonomik yönden kıskaçta olması. bu da bizi yine güncel bir soruna götürüyor kredi ya da borç batağındaki çiftçi.
    hep pazarlardaki pahalılığın sebebi olarak gösterilen aracılar, komisyoncular ve çiftçi arasındaki ilişkiye benim için iyi bir bakış açısı kazandırdı.

    teknik olarak elde kamera sahneleri gerçekçilik hissine katkı sağlıyor ama bundan şikayetçi olanı da duydum. yakın planlar oldukça sık kullanılmış. üslüpta oturmamışlık hissediliyor. yönetmen fikret reyhan'ın ilk film olduğu için anlaşılabilir tabi.

    oyuncu persormansları başarılı. aytaç uşun özellikle göz dolduruyor. mehmet özgür zaten bildiğimiz gibi.

    başrol oyuncu sigara içmekten yanımda oturan kızcağız da sıkıntıdan kanser olmadıysa iyidir. *
hesabın var mı? giriş yap