• seattle'daki lenin heykeli'nin sovyetler tarafından "dostluğun sembolü" olarak hediye edildiği yazılmış. bunu okuyunca ister istemez tebessüm ettim. bu bilgi tabii ki doğru değil. 1989 yılında daha sovyetler bile yıkılmamış, rocky balboa rakibi ivan drago'yu nakavt edeli birkaç yıl olmuş, rambo hala afgan mücahitler'le beraber kızıl ordu'ya karşı savaşıyor. tamam soğuk savaş hız kesmiş durumda fakat abd ve sovyetler hala dostluk denecek durumdan fersah fersah uzakta.

    heykelin gerçek hikayesi aslında epey trajikomik. önden uyarayım: bu heykel üzerinden gurur payesi çıkarmak isteyen komünist arkadaşlar varsa onları biraz üzebilir.

    heykeli yapan emil venkov adında slovak bir heykeltraş. heykel 1988 yılında çekoslovakya sosyalist cumhuriyeti'ne dikiliyor. fakat 1989'da kadife devrim gerçekleşince bir sürü sovyet heykeli gibi bu heykel de hurdalığı boyluyor. eritilip bronz olarak satılmak üzere hurdalıkta sırasını bekliyor.

    birkaç sene sonra lewis carpenter isimli bir amerikalı, slovakya'ya bir süreliğine ingilizce öğretmenliği yapmaya gidiyor. öğretmenlik yaptığı poprad isimli ücra slovakya kasabasının civarlarında gezerken tesadüfen hurdalıktaki bu lenin heykeli ile karşılaşıyor. heykel tamamen kaderine terk edilmiş bir halde; öyle ki kovuğunda bir evsiz yaşıyor.

    carpenter slovakya'da tanıştığı gulaş yemeğine bayılıyor. o sıralar amerika'ya dönünce bir gulaş restoranı açma hayali var. bu lenin heykelini satın alırım, restoranın önüne koyarım, milletin ilgisini çeker filan diye düşünüyor.

    poprad kasabasının yerel yönetimine aracılar vasıtasıyla heykeli alma talebini iletiyor. yerel yönetim aylarca satar mıyız, satamaz mıyız diye tartıştıktan sonra 1993 yılında heykeli satmayı kabul ediyor. carpenter 13,000 dolar verip heykeli satın alıyor. fakat heykelin astarı yüzünden pahalıya geliyor. önce heykeli yekpare olarak taşımanın mümkün olmadığını öğreniyor. bu yüzden heykeli üç parçaya kestirip parçalar halinde rotterdam'a, daha sonra oradan amerika'ya gönderiyorlar. amerika'da heykel kaynakla tekrar birleştiriliyor. bütün bu işler bittiğinde 13,000 dolara aldığı heykeli amerika'ya götürmek için 27,000 dolar nakliye ve montaj parası vermiş oluyor. etti mi sana 40,000 dolar. (bugünün parasıyla 80,000 dolardan fazlaymış). ki aslında carpenter'ın böyle bir masrafı göğüsleyecek parası da yok; heykeli amerika'ya getirmek için evini ipotek ettirmek zorunda kalıyor.

    heykel amerika'ya geldiğinde soğuk savaş'ın etkileri daha tam geçmiş durumda değil. seattle gibi liberal bir şehirde bile adama ciddi tepkiler geliyor. seattle times gazetesi'nde "bu elleri kanlı caninin heykelini nasıl şehrimize alırız" diye köşe yazıları yazılıyor.

    işin komiği carpenter'ın lenin'e veya komünizme özel bir sempatisi filan da yok. aile ve arkadaşlarına göre adam gayet sulu şaka seven, günümüz tabiri ile "trol" bir karakter. zaten bu heykelin seattle'a gelmesi olay olunca gidip yerel basına röportaj veriyor: "lenin kim çok bilmiyorum. ben bu heykeli sanat eseri diye aldım. bunu komünizmle ilişkilendirmek ahmaklıktır."

    carpenter büyük trolmüş gerçekten. stalin heykeli olsa onu da alacaktı demek.

    neyse, adam güç bela heykeli seattle'ın banliyölerinden issaquah'da restoran açacağı yerin önüne koymayı başarıyor. fakat kısa bir süre sonra trafik kazasında mevta oluyor. restoran işi de daha açılmadan yatıyor. bu yetmezmiş gibi issaquah halkı da heykel hakkında bir oylama yapıyor ve oylama sonucunda bu heykeli issaquah'da istemedikleri kararı çıkıyor. heykelin issaquah hikayesi de başlamadan bitiyor.

    carpenter'ın ölümünden sonra ailesi fremont mahallesindeki bir dokümhane ile iletişime geçiyor. heykeli eriterek satmak istediklerini söylüyorlar. fakat dökümhanenin sahibi olan heykeltraş bunu bir heykel olarak daha iyi bir fiyata satabilecekleri konusunda aileyi ikna ediyor. onlar adına fremont mahalle meclisi ile anlaşıyor. satılık lenin heykeli için fremont mahallesi'nin ortasında vitrin görevi görecek bir yer ayarlanıyor. anlaşmaya göre heykel satılana kadar, satılmazsa da en fazla 5 yıl olacak şekilde orada sergilenecek. sene 1996. neredeyse 30 yıl olmuş. o gün bu gündür heykel fremont'taki vitrininde alıcı bekliyor. (son istenen fiyat 250,000 dolarmış. istanbul'da 2+1 daire fiyatı bile değil. varsa paranız siz de alabilirsiniz.)

    aslında seattle meclisi bu heykelin orada durmasından epey rahatsız. son 10 yılda birkaç defa kere bu heykeli yerinden kaldırmak için girişimde bulunuyorlar ama başaramıyorlar. zira heykelin durduğu alan özel bir mülk. o yüzden yer sahibinin izni olmadan heykele müdahale edemiyorlar.

    o alanın sahibi kim, neden izin veriyor gibi bilgilere ulaşamadım. fakat kaderin cilvesine bakın ki bu lenin heykelini, bizzat lenin'in karşı olduğu özel mülkiyet hakkı koruyor.

    bu arada heykele öyle büyük bi hürmet filan yok. noel'de noel ağacı gibi süslerler. onur haftasında ruj sürüp, tütü filan takıp drag queen gibi giydirirler. arkasında da iki tane dandik fast food restoranı vardı. hala oradalar mıdır bilmiyorum. biri vasat bir taco zinciri, diğeri de 5-10 dolara karnınızı doyurabileceğiniz döner filan satan dökük bir mekandı. ey koca lenin... sen pejmürde bir döner büfesinin önündeki heykeli t*şak oğlanına çevrilecek adam değildin ama maalesef devir çakalların devri...

    heykele yapılan vandalizm de yeni bir mevzu değil. 10 sene önce bile eli hep kırmızıya boyalıydı. hiç boyasız görmedim. fakat evet, son sıralarda vandalizm vakaları artmış. en son japon yapıştırıcısı ile kocaman bir dildo yapıştırmışlar. seattlelıların pasif agresif protestosu anca böyle olur zaten. öcü gibi korkuyorlar altıncı lenin yoldaşımdan.

    neyse lafı uzattım. ez cümle bu heykel ne sovyetler tarafından hediye edilen bir dostluk sembolüdür, ne de sosyal adaletsizlik konusundaki gerginliklerin tartışma sahasındaki bir obje. bu lenin heykeli daha ziyade çökmüş bir sistemin kimsenin sahiplenmek dahi istemediği kalıntılarından biri. hatta belki daha da ötesi, kapitalist bir düzen tarafından sürekli gayrı ihtiyari aşağılamalara maruz bırakılan bir utanç sembolü. daha avam ifade edeyim: amerikalılar resmen sovyetlerin atatürk'ü sayılabilecek figürün heykelini çöpten çıkarıp üstüne noel süsü takıyor, jartiyer giydiriyor, arkasında 5 dolara tavuk dürüm satan dükkan açıyor; sosyalistler de hala bunu amerika'daki sosyalist düşüncenin diriliğine yoruyor. ne diyelim, hayırlı mental jimnastikler.

    yanlış bilgi vererek bu uzuun yazıyı bana yazdıran arkadaşa teşekkürler: (bkz: cunningham kanunu)

    kaynaklar:
    seattle times
    newsweek
    curbed
    reason
    atlas obscura
    vice
    wikipedia
  • pasifikten iceri sokulan kara bulutlar alcaktan salinir ama sehre cok fazla yagmur birakmaz. yagmur genelde drizzle olarak, berberlerin sac trasindan once siktigi sprey formunda yeryuzune ulasir. sehir bu nedenle damp ve yesildir ancak mm basina dusen yagmurda boston, new york, miami, houston gibi sehirlerin cok gerisinde kalir.

    puget sound kabaca bir canak formundadir, bu nedenle okyanusta olusan bulutlar cascade'i asamadigi icin sehrin ustunde birikir. yine benzer sekilde yazin daglarda yanan ormanlarin dumani kacacak yer bulamaz ve sehre coker. orman yangini doneminde camdan baktiginizda sehrin uzerindeki isi gorup, disari ciktiginizda duman kokusunu alabilirsiniz.

    yaz mevsimi disinda gunler genelde karanliktir, hatta kara bulutlar kimi zaman binalarin ust katlarini yalayacak kadar zemine yaklasir. bu gunessiz gunler ortalama akdeniz insaninin halet-i ruhiyesi uzerinde bunaltici bir etki yapar. butun bunlara karsilik dunya uzerindeki en muazzam yaz mevsimi seattle'da yasanir. sicaklik 20-25 derece dolaylarinda seyrederken havada nemin esamesi okunmaz. yazin gokyuzu sasirtici derecede aciktir da. ancak seattle sakinleri bu harikulade havanin borcunu yilin geri kalan 8 ayi boyunca taksit taksit oderler.

    demografik yapiyi 3 ana baslik altinda incelemek mumkundur. beyaz amerikalilar (66%), asyalilar (15%) ve tech brolar. hatiri sayilir bir siyahi ve latino nufus bulundugu soylenemez.

    amerikalilar ekseriyetle pasif-agresif, politically correct amerikalilardir. bagnazlikta republicanlari aratmazlar. oyle ki, date'iniz muhabbetin alakasiz bir yerinde size israrla feminist oldugunuzu soyletmeye calisabilir. evet, yasanmistir. yine kizlar asiri salas giyinir. bir dress up veya make up olayina asla girismezler. bunun yaninda seattle en lgbt friendly sehirlerden biridir.

    amerika'nin geri kalanindaki sicakkanli, approachable insanlara burada cok rastlanmaz. bir barda yaniniza tanimadiginiz birinin sokulup muhabbet baslatmasi cok zordur. yillarca seattle'da yasayip yakin arkadas edinememe durumuna literaturde seattle freeze adi verilir. sehre hakim iskandinav ve asya kulturlerinin reserved yapisi sehirdeki sosyallesme probleminin en buyuk nedenlerinden olarak gosterilir.

    asyalilarin varligi sehre asya mutfaginin nadide orneklerini tasir. adim basi cin-vietnam-japon-kore-thai mutfagininin birbirinden basarili orneklerine rastlarsiniz. deniz urunleri -ozellikle sushi- cok iyidir. pasifikten yakalanan taze baliklar, asyali seflerin ellerinde birer lezzet bombasina donusurler.

    muhtemelen seattle'in en guzel yani inanilmaz guzellikteki dogasidir. sadece 30-40 dk araba kullanarak bas dondurucu hiking traillere ulasabilir, yagmur ormanlarinin icine dalabilirsiniz. etrafta kesfedecek cok fazla dogal guzellik vardir. sadece seattle'in etrafinda mount rainier, olympic ve north cascade olmak uzere 3 national park bulunur. acik havalarda sehrin arka planinda yukselen mount rainier'in goruntusu etkileyicidir. hiking imkanlari gercekten sayisizdir. sehrin flagship tek bir parki olmasa da, etrafta irili ufakli bircok park ve sahil bulunur.

    sehir amerika'nin kuzeybati kosesine sikismistir. amerika'nin her yerine uzak olmasi nedeniyle bir yerlere kacip gitmek cok kolay degildir. portland ve vancouver yakin olan buyuk sehirlerdir ancak seattle ile cok fazla benzerlik gosterdiklerinden farkli bir yere gitmissiniz hissi vermezler.

    eyalet gelir vergisi olmamasi sebebiyle calisanlar icin maddi anlamda cok caziptir. amazon, microsoft, costco, starbucks, nordstrom, expedia, zillow gibi bircok buyuk firmanin merkezi buradadir. is imkanlarinin coklugu ozellikle gocmenler icin seattle'i ugrak bir adres haline getirir.

    ancak seattle kesinlikle her insanin yasamaktan keyif alacagi bir yer degildir. keskin karakteri sayesinde insanlari polarize etmesi kolaydir. eger kapali hava ve mesafeli insanlar sizi urkutmuyorsa seattle'a bir sans verebilirsiniz. ancak bana gore seattle'a gelinceye kadar amerika'da yasamaya deger baska bir cok yer bulunabilir.
  • bugun yasli bi amca bana su espriyi yapti hakkinda:

    - what do you call a sunny day after two days of rain?
    - ???
    - monday

    hemen arkasindan muppet show'daki ihtiyarlar gibi guldu.
  • yurt dışında kendi imkanlarımla tek başıma yaşadığım ilk yer olduğundan bende özel bir yeri vardır. çocukluk arkadaşım gibi, memleket gibi. çok severim, sonbaharını da, yağmurunu da, melankolisini de, açan güneşin verdiği bayram sevincini de. on yıldır görmedim, umarım keyfi, sıhhati yerindedir.

    (bkz: dağların arkasındaki şehir/@ssg)
  • adını bir kızılderili şefinden alan, fabrikaları, işçi sınıfı, havaalanı ve "grunge" isimli -kimilerine göre ölmüş, bizler içinse ölümsüz olan- müzik türünün doğduğu kentin ismi. kentin müzik tarihine kazandırdığı hendrix, pearl jam, nirvana, alice in chains, soundgarden, candlebox, motherlovebone, brad, temple of the dog, vs..nin herbiri koskoca birer kilometre taşı sayılmaktadır günümüzde..ayrıca bu kent bruce lee'nin mezarını barındırması açısından da ayrı bir önem taşır ve söylentilere göre bruce yaşasaydı şahane bir grunge olurdu...
  • sabah 7.00 telefonunun alarmi calar, it is january, hava her zaman ki gibi kapali ama ilik. disari bakarsin gunes doguyor seattleda:) cd playerinda bir pavement ya da sonic youth cdsi university way'de ki starbuckstan bir double tall americano sabahin korunde university of washingtonin yolunu tutarsin, yolda arada space needle,downtown sana gorunur, insanlar kosusturuyor, yagmur ciseliyor. hayatin tam grunge. the day is dark but i am having fun
  • hayatimda nispeten muhim bir karar verip, california'dan disari adim atmaya hic ama hic niyetim olmadigi halde paldir kuldur gelip yerlestigim sehir. birbirinden kopuk gercekleri oykumsu anlatimlarla baglamakta fevkelade kabizlik cektigim icin, biraz itici de gelecekse de, kisa sureli gozlemlerimi, daha once bahsi gecmemis gercekleri liste halinde sunayim bakalim:

    ilginctir hickimse deginmemis ama amazon.com'un merkezi buradadir; sehirimsi havadan yesilligi cephe alarak, yukseklerden downtown'i icine alan (zaten los angeles'a nazaran downtown'u el kadar etmeyen sehir) hos bir manzarasi vardir.

    evcil hayvanlara baska yerde gormedigim kadar deger veren sehirdir. hemen her evde evcil hayvan beslenmesine musaade edilir. boyle bir zorunluluk mu var merak uyandirmistir bende. ama bu bolluga karsit, ulu orta hayvan diskisi zor gorulur; bircok yerde pratik diski posetleri hayvansever toplumun kullanimina sunlumustur.

    downtown'u sakindir, aksamlari aile gezisine cikilabilecek derecede guvenlidir; desem de amerika'da oldum olali belirli saatten sonra disariya adimimi atmamaya and icmisimdir.

    guvenlikten soz acmisken, cinayetlerin gorece az olmasina ragmen, araba hirsizliginin yuksek oldugu mekandir ayrica. toyota cok gidiyormus!

    downtown'da oturup, araba sahibiyseniz, monorail tax gibi, ne oldugu muallakta, belki hic yarari gorulmeyecek toplu tasim vergisi odeyeceksiniz (gecende yolda kaldi alet), o uyariyi da yapayim dedim... (edit: bu vergi su anda kalkmis durumda; ama su an dedikodusu yapilan wa-99 otoyolun yeniden yapim calismalari baslarsa, benzeri bir vergilenmeye gidilebilir).

    san francisco'yu cok andirir bu memleket... kiyiya yakin dik yokuslu, engebeli yollari vardir ve tabi elektrikli otobusleri. adamlar bir de tutmus, guzelim kiyidan tren yolu gecirmisler; manzarasi var diye eve yerlesiyorsun, gunun her saati tren gurultusu.

    kurt cobain'in kullerine yataklik eden yerdir ayrica. ama bizim arkadas gibi buralara millerce yol katettikten sonra gelip sahsina mezar, anit bulabileceginizi dusunuyorsaniz yaniliyorsunuz (arkadasin yalancisiyim).

    baska bir arkadasin rivayetine gore de lenin'in heykeli varmis buralarda (!); arastiracagimdir. (edit: gittim gordum fremont'taymis, $250,000 sahibinden satilik (edit'e edit: gecenlerde gittim 150,000'e dusmus; gitti gidiyor!))

    4 temmuz bagimsizlik gununden sonra yagmurlarin dinecegine ve hava sicakliginin yukselise gececegine dair basmakalip gostergeleri vardir buradaki insanlarin. o tarihten sonra yagmur yagmayagorsun, herkesin dilinden dusen "4 temmuz'dan sonra bu yagmur da neyin nesi" cumlesi kacinilmazdir!

    balik lokantalari, rock barlari bollukta... beyaz amerikali yogunlukta (sari amerikalidan da gecinilmiyor)... pioneer square genc guruhun bulusma, bekarliga veda partilerinin dugum noktasi. 12 dolara kolunuzu gorunmez murekkeple damgalayip, gece boyunca giris-ucretsiz 9 (dokuz) bar/club'a takilarak "bar hopping" yapabilirsiniz. dikkat edin after-hour (genelde 2am sonrasi) girisler her halukarda ucretli... son noktayi iyi belleyin, zira bu gercegi farkina vardiginizda zil zurna sarhos bir sekilde cahil cesareti gosterip, bodyguard'larla agiz dalasina girmek kacinilmaz olacaktir*.

    eh malum vancouver'a, dahasi alaska'ya da yakin... seattle'dan baslayip alaska'ya varan gemi turlari var...

    bir nokta daha (genel kultur olsun); buradaki korfeze puget sound diyorlar. hani ilk duydugunuzda kafanizda o sinsi soru isaretiyle dolasmayasaniz diye not duseyim dedim. "sound" dedikleri (bunu buranin yerlileri dahi bilmez, ucuz bilgi degildir yani*) okyanusun karanin icine dogru olan korfez bicimindeki uzantisina verilen cografi bir terim. puget de ozel isim olarak degerlendiriniz.

    turkiye'den daha bir uzaklasmak istiyorsaniz (ben istedigimden degil), tat alabileceginiz kucuk sevimli bir sehircik. ama siz siz olun california'yi listenin basina koyun derim! (gerci henuz yazdan gayri mevsimlerini tecrube etmedik seattle'in, ama zaman ilerledikce bu tavsiyemde daha bir israrli olacam saniyorum)
  • donerayak nezle olma pahasina sicak memleket california yerine tercih ettigim sehir oldu kendisi bu yakin zamanda. ayagimin tozuynan iki uc sey anlatmak istiyorum.

    malumunuz, kahve: bir kere, ben istanbul'da her kose basinda acilan starbucks dukkanlarina sinir olurken cok aptalmisim. oncelikle bu yuzden bay schultz'dan ozur diliyorum. zira "her kose basi" lafi istanbul icin degil, seattle icin soylenmesi gereken bir tabirmis. her, yaziyla soyluyorum "her" kose basinda bir starbucks var. bir starbucks'tan otekine gitmek icin bir blok gitmek gerekiyor. fakat bloktan kastim new york city'deki gibi 6-7 binalik bloklar degil, bildigin 2 apartman sonrasindan bahsediyorum. hele bir de tully's var, bunlarin seattle'daki rakibi, onlar da karsi koseye konuslaniyorlar genelde. rekabet cok feci birsey.

    kahveye devam: drip kahve olayini asagi yukari cozmus durumdayim. seattle'da en iyi kahve yapan yerler sirasiyla: specialty's bakery (house blend - yanina kurabiye oh), cherry street coffee house, starbucks, tully's. seattle's best'i denemedim, ama turkiye'ye acilmisti bi ara, aklimda kaldigi kadariyla cok da guzel degildi.

    sehir manzarasi: 16 dolar verip space needle'a cikana kadar 5 dolar verip columbia tower'in tepesindeki (73. kat) observation deck'e cikarsaniz kalan parayla hem bir suru bardak kahve alabilir, hem de needle'dan fersah fersah ote guzellikte bir manzara seyredebilirsiniz. bellevue, qwest stadyumu falan, elliott bay'in tamami, ustune butun downtown ve hatta buradan bakinca guduk kalan space needle'in da buradan sahane gorundugunu... biliyor muydunuz?

    pike place market: turistik oldugunu soylememe gerek yok muhtemelen ama bizim kaldigimiz otel buradan bir sokak yukaridaydi. gunluk meyve ihtiyacimizi burdan karsiliyorduk. downtown'da portakal yiyerek gezmek cok keyifli. yani portakal zaten eglenceli bir meyve. bilemiyorum.

    experience music project: ta seattle'a gidip de buraya gitmeyene ne denir bilmiyorum. icinde ben 3 saat falan harcadim ki 1960'lara kadar anlatilan jaz ve saykodelik akimlarina falan o kadar girmedim bile. 70'ler ve sonrasi, tabi ozellikle 90'lar kisminda insan cikolata fabrikasina gitmis charlie gibi bakinmaya basliyor etrafina. fonda man in the box calarken pearl jam afislerine bakmak, kurt cobain'in smells like teen spirit'in klibinde caldigi gitari, chris cornell'in eliyle yazdigi sarki sozlerini gormek insanin euphoria yasamasini sagliyor.

    dick's: seattle'in tarihi fast foodcusuymus. anne tipi patates kizartmasi yapmalari haricinde bir olaylari yok. aman eksik kalmasin diyenlerdenseniz buyrun yiyin tabi.

    capitol hill: ankara'nin bestekar'ini, istanbul'un istiklalini al, buralardan duzgun giyimli ortalama gencleri cikar. cikar cikar. tamam. geriye ne kaldiysa onlarin hepsini topla bu bolgeye koy. etraflarina da bir suru restoran bar, ddt tipi magaza yerlestir. cok guzel. iste bu. ha bi de tepelerde muhtesem evler var. hazir gitmisken biraz daha yuruyup tepedeki asian art museum'a ve onun baktigi parka gidin. muhtesem.

    sozlerime hapsirarak burada son verirken diyorum ki seattle cok guzel sehir. kahve guzel, muzik guzel. gene gelecek ben.
  • bikac aksam once: "haberlere gore toyota muhendisleri tamamen gunes enejisiyle calisacak bi araba uzerinde calisiyorlar. hepimiz icin cok iyi bi haber. seattle'dakiler haric" jay leno
  • hayatımın 1 senesini gecirdigim, hayallerimin universitesi olan university of washington un mekanı, starbucks'ın dogdugu yer, favori mekanlarım broadway ve university street. san franciscodan sonra en yasanılası sehir. yagmur kokusunu icinize cektiginizde intihar oranının neden cok yuksek oldugunu otomatikman kavrayacagınız yer. aslında ne boing ne de microsoft seattle da konumlanmıstır. bu 2 yerin kampus vari yerleri seattle ın suburblerinde yer almaktadır. devamlı konserlerin oldugu, bumbershoot, deck the hall ball, the north west folk festival gibi muzik solenlerinin ev sahibi. local bandlerin mtv bandlerine 100 basacagı muzik cenneti. kndd 107.7 the end gibi dinlenilesi radyo istasyonlarının barınagı. bilmek icin yasamak gerek
hesabın var mı? giriş yap