70 entry daha
  • 22 yaşında bir gencin kendine sözde alexander supertramp kimliğini vererek şehirden yola çıkıp dağa, bayıra, alaska'ya doğru devam eden seyrüseferi.

    filmde çok dikkatimi çeken ve belki de yönetmen sean penn'in bununla uğraşmaktan diğer bazı görsel öncelikleri vurgulamayı bilerek veya bilmeyerek atladığını düşündüğüm bir özellik var o da yaban hayat görselini yansıtma şekli. filmi izlerken bir film izlediğinizi unuttuğunuz sahneler mevcut. bunlar, bir belgesel detaycılığında gökyüzünün, yeşilliğin, doğa manzaralarının sunulduğu sahneler. into the wild, belgesel izlerken insanın hissettiği yaban hayat hayranlığını ve aynı zamanda o hayatın orta yerinde olduğunuzu bir an tahayyül edip hissedebileceğiniz gerginliği verebilen bir film olma özelliğini taşıyor. sırf bunun için bile birden fazla sefer izlemeye değer olduğunu düşünüyorum.

    --- spoiler ---

    ancak filmde supertramp'in hayat ve seyahat gayesinin sadece toplum düzeninden ve bunun beraberinde getirdiği diktelerden kaçış olarak anlamak an meselesiydi. oysa ki hikayede sosyal hayatın yarattığı yapaylığa ve toplumsal düzenin imaj korumacı sosyal alışkanlıklarına ve sonucunda ortaya çıkan sevgisizliğe fevkalade bir gönderme söz konusu. filmin başında geçen lord byron dizelerindeki "insanları severim, ama doğayı daha çok severim" düşüncesinden yola çıkarak yaban hayatla başbaşa kalış ve sonrasında gelecek olan mutlak yalnızlık hissini arayış ve bunun getireceği yaşamaya güven beklentisi var.

    tüm bunları aralara sıkıştırıp da her şeyi bırakıp gitme isteği'nin tezahürüyle hareket eden maceracı bir gençmişcesine karakterin işlenmesi biraz kanıma dokundu bana ne oluyorsa. insanların ona verebileceği sevgiden fazlasını veya yalınını doğada bulma arzusunu daha belirgin görmek isterdim (bkz: into the wild/@fluorescein).

    "sadece yaşamak" ... niyetinin bu olduğunu söylüyor filmin bir yerinde. fakat kendini getirdiği son noktada yaşamak supertramp için sadece nefes almak ve karnını doyurmak oluyor. 16 yaşındaki hippi kızımızda gördüğü ışıltıyı da elinin tersiyle itiyor ve aklımdan atamadığım bir sahnede de yaşlı amcamızın (adını unuttum karakterin) kendisini evlat edinme talebini kibarca geri çeviriyor belki de arayışlarında hedeften şaşmamak için. saygı duydum. birileri sürekli ona bağlanma isteğiyle etrafında gezerken onun yalnızlık beklentisi ve yine de en mutlu anlarının insanlarla paylaştığı zamanlar olarak gösterilmesi de çelişkilerin en büyüğü oluyor belki karaktere dair.

    filmin sonunda ölüm korkusuyla kitabına işlediği mutluluğun paylaştıkça anlam teşkil ettiğini ifade eden cümlesi, karaktere dair çizilen profili sarsıyor gibi görünse de supertramp çelişkileri, korkuları, ahkamlarıyla fazlasıyla gerçek bir insan. karakteri tutarsız gösteren sadece yönetmen değil kanımca, insan oluşu bunun için yeterli bir sebep.

    --- spoiler ---

    sonuç şu ki üzerine konuşulmaya değer çok güzel bir film.
926 entry daha
hesabın var mı? giriş yap