• birkac ayri sey soylemek lazim bu film ve anlattigi hayat hakkinda; 17-18 yaslarinda izlesem "herseyi birakip alaskaya gitmek lazim" diye geyik yapardim ama olayin oyle "kirlenmis dunya - saf insan ruhu mucadelesi" kadar basit olmadigini anlayacak yasa geldik. zaten film de boyle anlasilmamak icin epey ugrasmis: cocugun bencilligine, hayatinda iz biraktigimiz insanlarin uzuntusune, paylasmadan mutluluk olmayacagina, vs isaret etmis. o sonda yasanan aydinlanma da affetmeyle ilgili, yoksa cocugun yaptiklarinin son dakikada dogrulanmasi ve ruhsal tekamule giden yol alaskadan gecer mesaji degil olay. kendini ve ailesini affettigi icin de alexander supertramp olarak degil, kendi olarak oluyor, son mesajini oyle imzaliyor.

    ote yandan sean penn biraz fazla toz pembe cekmis filmi; bu adamin hikayesini biraz okudum, hic de estetik bir yonu yok, bayagi korkunc bir sekilde olmus. otopsi sonucu bir zehirlenme belirtisi gorulmemis, yani basbayagi acliktan olmus, yavas yavas. nitekim alaskaya gitmeden once mojave colunde kaybolmus ve 30 pound mu ne kaybetmis, yine acliktan olmek uzereyken yolunu bulup cikmis oradan. ve kuvvetini daha kazanmadan o haliyle gitmis alaskaya. deniyor ki asil sasilacak sey o kadar uzun sure dayanabilmis olmasi. yani burada doga/ozgurluk askindan filan once bariz bir hiyarlik goruluyor.

    daha kotusu adamin gecemedigi irmak hakkinda. o gittigi noktanin yarim mil asagisinda nehir catallastigi icin gecmek kolay. ceyrek mil yukarsinda ise basbayagi teleferik varmis. ceyrek mil lan, adam o irmak kiyisina 20 mil yurumus otobusten, uc adim asagi yukari gitsen bulursun. tabii bunun yaninda park gorevlileri icin erzak dolu kulubeler filan da var etrafta ama onlari haritasiz bulmak zor olur.

    erzak yoksa buyukbas hayvan avlayacak ama onlarin etini korumayi beceremiyor (ona tavsiye veren adam dakotaliymis, orada dumanliyorlarmus, oysa alaskada eti ince ince kesip acik havada kurutmak lazimmis). o geyikten, bufalodan alamadigin besini cok sayida sincap kurbaga filan avlayarak alamiyorsun. cunku o hayvanlarin vucudu lean, yani sirim gibi. avlarken harcadigin enerji, onu yiyerek kazanacagindan daha fazla. zaten o yuzden de bu tur filmlerde son derece aptalca ve yaniltici bicimde resmedildigi gibi doganin ortasina gidip gunde iki uc saat avlandiktan sonra kitap okumak, gezip tozmak, manzarali yerlerde yoga yapmak diye birsey yok; gunun hemen hepsi yemek aramakla geciyor, gecmezse de boyle kemik torbasi olunuyor.

    zamaninda bu olay epey yanki buldugundan alaskadaki bushmanlerle roportajlar yapmislar. cocugu pek sevmiyorlar. ayni grizzly mandeki gibi, ustun bir farkindalik duzeyinde oldugunu sanip aslinda ne bok yedigini bilmeyen biri olarak goruyorlar. glorified idiot diye guzel bir laf var, ondan iste. bunun gibi oraya gelip "kendini bulmaya" calisan caylaklari (greenhorn, mesela http://www.salon.com/…5/sneakpeeks/sneakpeeks6.html) dogaya saygili olmadiklari icin, onu ironik bicimde tam da bir kibirli batili modern adam gozunden sakin, bariscil, evcillestirilmis bir yer olarak gordukleri icin sevmiyorlar.

    bu ruhsal seruven isi bizimkinin bir quoteunda kendini gostermis: "and now after two rambling years comes the final and greatest adventure. the climactic battle to kill the false being within and victoriously conclude the spiritual pilgrimage"

    buradan da gecelim buyuk resme. insanoglu bu boktan sartlardan cikabilmek icin milyonlarca yil ugras vermis, bir toplum kurmus. bizimki bundan arinip kendini mi bulmak istiyor? kendini bulmak diye bir sey yok; insanin ozu icinde yetistigi toplumdur, bilincin ona gore gelisir. o toplumun icinde gereksiz luks harcamalar da var, jack london kitaplari da. yani biri "society maaan" de oteki senin ozun filan degil. ha, insanin bulacagi bir oz varsa o da ilkel ve temel duygulardir, en basta da korku. heart of darknessin (halk arasindaapocalypse now diye bilinir) sonundaki gibi fear fear diyorum. [edit: the horror the horror tabii o; a lifetime of type ii errors nicki kisaymis gibi davranip editlere meze olmak istedi]

    senin arkaik maymunun ustune kurguladigin, insa ettigin hersey "false being" ise birader, balik ol o zaman, sudan geldin nasil olsa. karmasik bir sosyal hiyerarsi icinde yasayan maymunlar da false being, hatta call of the wild demisken kurtlar da oyle.

    bir de su var: "alaskaya gidiyorum, ne yemek, ne harita, ne arkadas, sadece doga ve ben" diye interrail magduru gencleri ozendiriyor arkadasimiz. lakin yanina durbunlu tufek aliyor. harita almamak serefliyse niye sadece ok ve yayla gitmiyorsun. doga guzelse niye terkedilmis otobuste kaliyorsun. niye kendine bir dus yaptin, etrafi arastirdin, kendine ufak ufak bir uygarlik kurdun? cizgiyi bir yerde cekeceksin ve o yuzden de bu yeni bir farkindalik duzlemi degil, tekerlegi yeniden kesfetmek. o adamin torunlari otobusun etrafina bir cingene sehri kurar, para icin materyal icin kavga ederler 50 seneye kalmaz.

    konudan konuya atliyoruz, ilgili iki buyuk klise daha var, sean penn ikisini de yapmis. ilkin zitti anlatirken, bu ornekte cocugun ailesini ve biraktigi yasami gosterirken yani, asiriya kacmalari. materyalist, kavgaci, iskolik, hayatin basit zevklerini bilmeyen standart amerikan ailesi. abi ben de standart amerikan ailesiyim (vergi iadesinde head of householdu isaretliyorum ulen kac yildir, tek basima aileyim) yok oyle bir durum. var ya gelseniz buralara domuz gibi yedip iciririm sizi, tek kurus istemem. milyon dolar kazandigi halde dir dir dir kavga eden insanlarin orani azdir muhtemelen. ama oyle bir klise dogmus, cocugun kacisini daha hakli gostermek icin.

    ikincisi de su: tamam kac o kapitalik materyalik tuketik toplumdan da niye illa doganin ortasi? bu aykiri eylem sanki bir either or fallacynin zorlamasiyla yuceltiliyor, yani "ya bu igren duzen ya da bu cesur davranis". bas koluna eroini bambaska boyutlara gecersin. ya da sherlock holmes gibi imana gelip onu birak, al eline viyolenseli rahatla. yazar ol. essogluesek jack london tasi taragi toplayip mi kendini buldu, adam gold rusha da katildi, isci partisine de uye oldu. bu isler boyle. insanlar bireysel "kacislarini", daha dogrusu daha iyi bir toplum arayisini o toplum icinde yaratirlar. eskiden, 16.yyda falan bu utopya romanlari modayken yine isin biraz mantigi vardi, kesfedilmemis uzak yerler, bambaska yeni toplumlar ve ahlak sistemleri, vs. yani mevcudun daha iyisi yapilmis, izole bicimde gelismis, ve kopya edilmek icin bekliyor. artik boyle bir durum yok. jules verne bile kendi ufak utopik gorusu icin denizler altini secmisti, bir orasi kalmistir muhtemelen diye ve orada bile rahat birakmadilar nemoyu.

    baska baska. filme doneyim. kizkardesin voice over'i cogunlukla gereksiz, bazen de dupeduz rahatsiz edici olmus. neymis, esas oglan alti yasinda sokaga cikmis da tek basina 10 blok yurumus. lan dumbuk ben alti yasimdan beri esprileri yaptirma simdi, ben zaten goruyorum adamin evcimen olmadigini. voice over boyle kullanildigi zaman aptal muamelesi yapiliyormus gibi geliyor. ben alti yasimdan beri aptal degilim.
  • matrix izleyip varoluşu sorgulayanların,
    amelie izleyip ''aslında hayat çok güzel aga yaa, her şeyde bişey vardır yani'' diyenlerin,
    fight club izleyip kapitalist düşmanı olanların,
    v for vendetta izleyip anarşizme gönül verenlerin,
    eternal sunshine of the spotless mind izleyip ''eski sevgili unutulmaz be moruk''çuların gözdesi film.

    -özgürlük falan süper yaa, aslında alıcan çantayı çıkıcan yaylaya bu havada.

    siktirin gidin lan dalyaraklar.
  • --- spoiler ---

    chris'in annesi billie ve babası walt:

    http://www.outsideonline.com/…_in.jpg?itok=otuppwhl

    chris'in kız kardeşi carine :

    http://static.oprah.com/…0/20070920_109_350x263.jpg

    soldaki patronu wayne, ortadaki kendisi, sağdaki patronunun barmen sevgilisi :

    http://preib10.wikispaces.com/…s_and_westerberg.jpg

    jan ve rainey : (adamın gerçek adı bob'mış.)

    http://media.outsideonline.com/…burres_06132011.jpg

    ron fratz : (gerçek adı russell fritz, 90'lı yılların ortalarında ölmüş.)

    http://media.outsideonline.com/…ealaska153retrg.jpg

    chris'i alaska'ya götürüp, botlarını veren jim gallien : (kendisini oynamış filmde.)

    http://how-its-gotta-be.c.blog.so-net.ne.jp/…g?c=a0

    chris ile tracy'nin gittikleri tepede karşılaştıkları amca, leonard knight : (o da kendisini oynamış.)

    https://c2.staticflickr.com/…87483_31428a9461_b.jpg

    üzerine yolculuğunu işlediği kemer :

    http://www.christophermccandless.info/…ideshow2.jpg

    alaska'dayken çektiği bazı resimler :

    http://static.tumblr.com/…hristopher-mccandless.jpg

    öldükten sonra otobüsün camında bulunan not :

    http://img2.mtime.com/…6-4688-b108-919e67e5b7e6.jpg

    magic bus'a ailesi tarafından çivilenen plaka :

    http://static.theroadchoseme.com/…ndless_plaque.jpg

    ve o meşhur fotoğraf :

    http://www.christophermccandless.info/…lideshow.jpg

    gerçek tracy'le yapıldığı söylenen bir röportaj var ama resmini bulamadım.

    kanoyla giderken gördüğü danimarkalı çiftin ne isimlerini ne resimlerini bulabildim. kitabı okumadığım için gerçekte varlar mıydı yoksa filme sonradan mı eklendiler fikrim yok.

    edit: kenjin uyardı. kitapta danimarkalı çift yokmuş ama thomas ve karin adında alman bir çift varmış.
    --- spoiler ---
  • seneler insani ne cok yipratiyor, eskiden olsa usenmez filmin artisini eksisini yazardim. simdi ise useniyor, ozet geciyorum: eeh iste. sean penn goruntu moruntu, bu islerden anlamiyor. kurgu daginik, hikayenin bir takim noktalari bir yerden sonra kendini tekrar ediyor. oyunculuk iyi, guzel. bunlar teknik kismi. icerik'e gelince, orada az dur. sean penn sosyal bilinc ile guzel bir konuya deginmis, tebrik ediyorum. malumunuz amerika'da sosyal hareketler 60larda sekillenirken cogunluk "toplum baskisindan kacmak, ve kactigi yerde yeni bir toplum yaratmak isteyen birey" hareketi olarak sekilleniyor. malumunuz demisim ama nereden malumunuz olacak, durum oyle. bu hipi denen adamlar da o acidan degerlendirilmesi gerekiyor, bireyci, kacisci, "sistemin disinda kalirsak sistem tarafindan kirletilmeyiz, daga tasa kendimizi vurursak aklaniriz, temize cikariz, sistem cokunce de disaridan durumu organize eder, orgutleriz" kafalarindalar. tabi olay oyle olmuyor, daga da ciksan tasa da ciksan mutlu olacagin bir toplumun insasinda bulunmazsan sirtindaki yuk ile yasamak mecburiyetinde, mccanness orneginde oldugu uzere ac, sefil olmek rezilliginde kaliyorsun. kahramanimiz sona dogru dagin, tasin ortasinda "tek tip olmasi gerektigine inandigi/inandirildigi" toplumdan "aklanirken" hatasini anliyor, ama trajedi boyle ya, cok gec kaliyor.

    tek mesajla filmi ozetlemek gerekirse, soyle ozetleyebiliriz: "gercek mutluluk sadece paylasilarak yasanir." tabiyet aidiyet ayriminda kalanlarin bunu hatirlamasi, mutsuz oldugu toplumdan kacmak yerine, mutlu olacagi toplumu yaratmak icin hayatin tam ortasinda var olmasi gerekiyor, "abi param olsa guneye kacarim, pasifige karsi bot zimparalarim"ci arkadaslara duyurulur.
  • kitabını bilmiyorum, ancak filmdeki hikayeyi, kahramanı ve filmin sonunu birçok kişinin yanlış anlamış olduğunu ve bu yüzden baş karaktere bu kadar kızgın olduklarını düşünüyorum, ama aslında filmde kahraman sonda tolstoy okurken bir aydınlanma yaşıyor ve film de bu konuda mesajını sonda çok net veriyor, şöyle ki:

    --- spoiler ---

    filmde kahramanımız hikayenin sonunda alaska'da minübüsünde tolstoy'un "mutluluk üzerine" kitabını okurken bu yolculukta karşısına çıkan insanları da düşünerek bir aydınlanma yaşıyor, ve defterine kalınca "mutluluk ancak paylaşılırsa vardır" yazıyor kalın kalın. bu aydınlanma sonucunda herseyini toplayıp yaşadığı doğadan topluma ve sevdiklerine geri dönmek istiyor. ancak bu sefer de doğa, yani nehir gitmesine izin vermiyor. daha sonra da zehirlenip, açlıktan ölüyor. yani film ve filmin kahramanı "taşı tarağı toplamak ve doğaya kaçmak bir çözüm değil, mutluluk getirmiyor, mutluluk ancak başkası ile paylaşılırsa var" diyor. karakter de bu yaşadığı yolculuk ve deneyim ile bunu keşfetmiş oluyor, ve mutluluğun oralarda bir yerde uzakta doğada olmadığını, aslında en başından beri toplumda bunu hak eden insanlarla paylaşımda olduğunu anlıyor. aslında yaptığı yolculuk işe yarıyor, aydınlanıyor, geri dönmek istiyor, ancak başaramıyor. film de sonunda bu mesajla bitiyor.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler var ---
    --- spoiler var ---
    --- spoiler var ---

    film bittiğinde insanı şöyle bir 5-10 dakika düşündürüyor ama en fazla on dakika sonra çocuğun tamamiyle öz salaklığından ötürü nalları diktiği gerçeği aklınıza düşüyor ve bıraktığı bütün etki silinip gidiyor.

    kesin ölüm sebebi hakkında hala çok farklı iddialar var. filmde bir bitkiden zehirlendiği ve kısa süre içerisinde öldüğü hususunun gerçek olmadığını biliyoruz zira otopside direkt zehirlenmeye dair bir bulgu yok. yalnız son araştırmalara göre dolaylı yoldan bir zehirlenme yaşamış olabilir demişler. bölgede bulunan yabani bitkilerde, özellikle bezelye türlerinde latirizme yol açabilen bir tür toksin olduğu belirlenmiş.

    latirizm bazı bireylerde, özellikle düzenli beslenmeyen bünyelerde bacaklarda felce neden olduğu gözlemlenen bir hastalık. yani eleman düzensiz beslenme yüzünden kilo kaybına uğradığı yetmez gibi bu bitkiler yüzünden felç geçirerek iyice güçten düşmüş ve hareket kabiliyetini yitirdiği için açlıktan ölmüş.

    filmin son sahnelerinde yediği bitkiye dair okuduğu bilgilerde de benzer bir şeyler yazmışlardı fakat asıl sebep yıllar sonra çıkan bir araştırmadan gelmiş. bölgede bulunan yabani patates ve bezelye türlerinden örnekler laboratuvara gönderilmiş ve hepsinde amino asit türevi olan boaa (beta-(n)-oxalyl-amino-l-alanine acid) kaynaklı toksin keşfedilmiş. yani latirizme yol açan toksin ile aynı.

    burada da çocuğun cesaretine bir sürü güzelleme yapılmış. cesaret ama cahil cesareti. üniversite mezunu olduğu yaşa kadar kamp dahi yapmamış adamın elinde bir kitap ve kulaktan dolma üç beş bilgi kırıntısıyla vahşi doğaya dalmasının başka türlü sonuçlanması beklenemezdi zaten. kafası biraz daha çalışsa alaska'da bir avcı ile bir kaç hafta takılsa bugün otobüsün çevresine kendi köyünü kurmuş hala yaşıyor olurdu.

    herifin çıkış noktasının başından sıkıntılı olduğunu, yönetmenin gözümüze sokaladığı kısımları yazacaktım ki sağolsun immanuel tolstoyevski bana hiç bir şey bırakmamış. (bkz: #12984202)
  • son zamanlarda en cok izlemeyi istedigim flimlerin basinda geliyordu. belki de kendi capinda amator bir dagci olmam sebebiyle bir insanin kendini bulmak icin dogaya basvurmasi fikri cekici gelmisti. aslinda cogu dagcinin ve uzak dogu felsefesine inananlarin dagi ve dogayi sevmesinin en buyuk sebebi de dogadaki yalnizligin insanin kendini dinlemesine firsat birakmasidir. meditasyonda dag tepelerinin onemli bir sembol olmasinin nedeni de mccanness’ in de kullandigi gibi bir arinma araci olarak gorulmeleridir. iste burada otisabi’nin belirttigi gibi hippilerin manasizligina inanmam ragmen, kendini daga tasa vurmanin insani bir nebze aritip kendini bulmasina yardimci olduguna inanmaktayim.

    diger yandan otisabi’ye katilacagim digger bir husus da sean penn’i cekimlerde basarili bulmamam. cok onemli bir sinema elestirmeni olmasam da, belki de beklentilerimin de yuksek olmasi sebebiyle, cekimleri boyle bir konu ve cografya icin zayif buldum. fakat filmin muziklerinin dort dortluk oldugunu dusunuyorum. eddie vedder’in “dead man walking” deki efsane kadronun ortaya cikardigi albumden sonraki belki de en iyi soundtracklerden birine imza atmis olabilecegine inaniyorum.

    filmde aklimda kalan iki nokta oldu. ilk olarak, kendini dogaya vurma olayi amerika’nin ortasindaki bu sacma duzluge gelmeden once yilda 10-15 gununu daglarda geciren biri icin uzak ama tanidik bi duygu. bu yuzden en sevdigim sahne de uzun sure sonra mccanness sehre geldiginde herseyin bulaniklasarak bir tek kendisinin net oldugu sahnedir. bu 4-5 gununu medeniyetten uzak geciren her insanin hissettigi bir duygudur. sehre indiginizde tek algilayabildiginiz anlamsiz bir telas ve kosusturmacadir. hatta o kadar ilginctir ki nigde de butun kafileyi karsidan karsiya gecmekte zorlanirken buluverirsiniz. aslinda kahramanizimizi tekrar dogaya iten duygu da tam olarak budur. uzun sure sonra los angelassa gelmistir ve hayatin kosusturmacasi onu dus bile almadan tekrardan uzaklasmaya itmistir.

    filmin digger incelenmesi gereken yerinin de sonu oldugunu dusunuyorum. acaba kahramanin sosyal yasama donmeyi istemesine sebep olan neden gercekten de “mutluluklar paylasildikca artar” dusuncesimidir yoksa acilarin, zorluklarin tek basina katlanilmasinin zorlugu mudur. belki de mccanness o bitkiyi yemeseydi, geri donmeyi bu kadar istemeyecekti. sonucta ailesine sarilmayi hayal etmesinin asil sebebi onlarla mutlulugunu paylasmayi istemekten cok, onlari siginilacak bir liman olarak gormesi de olabilir. anladigimiz kadariyla bundan onceki cektigi zorluklarda destekcisi ve sirdasi olarak kardesi yanindaydi, fakat tek basina gecirdigi o son gunler gec de olsa insanlarin neden sosyal bir varlik oldugunun anlamasina yol acmis olabilir. evet herkes bir bireydir ama kimse hayati tek basina karsilayamaz. kahramanimiz da bunu en zor yoldan anlamistir fakat artik cok gectir. benim film bittiginde aklimda kalan ise “mutluluklar paylasilinca gercektir” den cok
    “felaketler ancak paylasildikca katlanilabilir” olmustur. mccanness’in geri donmeyi bu kadar istemesinin altinda yatan asil gercegin de kendine itiraf edememsine ragmen bu olma olasiligi vardir.

    kisacasi "into the wild" benim bellegimde her insanin bir kere gormesi ve uzerinde en azindan bir 5 dakika dusunmesi gereken film olarak yerini almistir.
  • hikayesine göre yavan kalmış sean penn filmi. ama yine de üstü toz kaplamış bazı hisleri harekete geçiriyor. özel bir takdiri hak eden tek şey müzikler bence.

    --- spoiler ---

    filmde/hikayede bir çelişki var. doğaya dönüş/özgürlük yoluna düşen genç, yolda karşılaştığı ve bir şeyler paylaştığı insanlarla geçirdiği kısa zaman dilimlerinde mutluluğu tadıyor. arkadaşlığın, anlaşılmanın, değer vermenin, karşılıksız sevginin ortaya çıktığı etkileşimler onu mutlu ediyor. diğer insanlarla iletişim halindeyken doğayla barışık ve doğaya da insanlara olduğu gibi yakın. ancak ne zaman tamamen insanlardan kopuyor, o zaman insanlığından da çıkıyor. öldürdüğü geyiği yiyemiyor bile, beslenemiyor, ihtiyaçlarını gideremiyor, nehri aşamıyor. insan yokken doğa tek başına onu mutlu etmeye yetmiyor. mutlu etmediği gibi engel oluyor. başka bir insanın yazdığı bitkilerle ilgili kitap olmasa bitkileri tanıyamıyor bile, kitabı dikkatli okumadığı için zehirleniyor. hatta diğer insanlardan kalma bir otobüste konaklıyor.

    en mutlu olduğu zamanlar, doğayla da insanlarla da barışık olduğu zamanlar. filmin gösterdiği şey sanırım asıl olarak bu. doğadan tamamen koptuğumuz için özgür hissetsek bile aslında önemsiz birçok şeyin kölesi haline gelmiş durumdayız, ama tamamen doğaya ait olmaya çalışmak da bize özgürlüğümüzü vermiyor. bizi özgür kılan, denge.

    --- spoiler ---
  • kapitalizmin başka bir eseri olan film.

    adamın yaşadığı karavanı göstermek için paralı turlar düzenliyor kapitalizmin işçileri. özgürlük adı altında insanlığın köleliğini gösteriyor bize aynı zamanda. filmi izleyenlerin yarısının hayali olmuş alaska'ya gitmek. özgürlük hayaliniz bile ikinci el. özgün olmak yaratıcı olmak bir yana boyunduruğunu bağlayacak efendiler aramakta insanoğlu.
  • --- spoiler ---

    asi tavırlar, toplumdan bıkma, hatta tiksinme noktasına gelme, çekip gitme arzusu hem de hiç iz bırakmadan..

    tamam hepsi güzel ve heycanlı şeyler de, ülkemizde üniversiteyi yeni bitirmiş bir birey için düşünüyorum filmde yapılanları; yapamazsın kardeşim.

    o askerlik var ya gelir peşinden. alaska diye hadi kaçkarlara sığındın diyelim, bulurlar abicim. as. iz.lerden kaçamazsın bulurlar.

    terkedilmiş bir mercedes o 302 nin üstünde sırt üstü uzanmış bulutları izlerken takılır aklına, "lan acaba askerliği aradan çıkartıp mı kaçsaydım" diye.

    en beteri ise sırtında tekli kırmalı bir tüfekle geyik avına çıktığın günlerin birinde bedelli askerliğin çıkması ve bu fırsatı kaçırman olur. o yasaklı, zehirli bitkiyi yemekten daha beter olursun.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap