1 entry daha
  • ömrü hayatımda tek bir defa önayak olduğum bir gerilimdir. o gün bugündür kuşları sevmez, muhabbeti de kararında keser oldum...

    hicabi isimli yeşil ve kıskanç bir muhabbet kuşumuz vardı. tombul fakat biçimli gövdesi, mütenasip kanatları, mavi burnu ve kahverengi gagasıyla evimizin neşe kaynağıydı. (hay sokayım öyle eve!)
    çekirdek ailemizin nucleus'u olarak ne zaman bir sessizlik çökse aile meclisine, ne zaman televizyondan gına gelse, koşa koşa gidip hicabi'yi oturma odasının içinde salardım. aile üyelerinin tümü kuşlarının böylesine akıllı ve terbiyeli oluşundan çok mutluydu. hatta sanıyorum herkes bir süreden sonra hicabi'yi cam pencere açıkken dahi kafesinden çıkartabiliyor oluşumuzdan gizli bir gurur duymaya bile başlamıştı. ne de olsa hicabi kaçmıyordu; bizi türdaşı, sırdaşı bellemişti.

    ağabeyimle "hicabi'yi yüzümüze kondurmaca" gibi gerzek bir oyun oynuyorduk. ne oluyordu? hicabi birimizin yüzüne konup burnunu, dudağını gagalıyor, ağabeyimin gözlüğüne denk gelirse onu ucundan tıkırdatıyordu. oyunun kazananı yoktu. bu kadar yani. bir kuş yüzünü gagalıyor, sen de eğleniyorsun?! neşemiz bulaşıcı olacak; aktivitemize şahit olan babam dahi biliyorum ki bazı bazı tek başına kaldığında fizik deneyi yapar gibi ciddi bir yüz ifadesi ile parmağını ileri uzatıyor, hicabi'nin paşa gönlü olursa konmasını bekliyordu. aniden odaya daldığım en az beş kez babamı önünde kahvesi, bir elinde gazete, diğer elinde de hicabi olduğu halde tuhaf bir totem gibi otururken yakaladığımı bilirim.

    hicabi’nin renk kattığı yaşamımız böyle sürüp giderken aniden çükümün kesilmesine karar verildi. ağabeyimin rengi atmış sünnet takımları piyasaya çıktı. operasyon yapıldı, bitti. beni çocuk- kral ikinci şebboy gibi giydirip yatağa koydular. çok geçmeden mahallenin tüm veletleri eve doluştu. (bunun asıl sebebinin çükü kesilmiş birinde kendi akıbetlerini görme arzusu olduğuna yıllar sonra rotten.com’da ceset gözlerken uyandım.)
    kesik pipisinin üzerine general charles de gaulle şapkası konmuş her normal insan gibi sıkılmış, bunalmıştım. dikkati üzerimden dağıtmak amacıyla hicabi’yi kullanmayı düşündüm. bir talimatım ile hicabi kabul salonuna getirildi. kafes ortaya kondu. kapağı açıldı. işte şov başlıyordu. sevgili kuş önce odanın içinde manyak gibi uçup çocukların aklını alacak, sonra bir onun bir bunun kafasına konup panik çıkaracak, uçarken bir başkasının koluna tpı diye kaka yapacaktı. ah ah ah, tebaamı ne de güzel eğlendirecekti minik yaratık.

    hicabi on dakika kafesten çıkmadı. kimse onunla ilgilenmezken (ve şov fiyaskoya dönüşürken) dışarı fırlayıp kendisini dosdoğru salon camına çarptı! herkes başına üşüşünce uçup perdeye başaşağı asıldı. ne yaptıksa oradan inmedi. ertesi sabah uyandığımızda kendi kendine kafesine girmiş, salak salak aynasıyla oynuyordu. ondan nefret ettim. yine haykırırım: bok hicabi! pis hicabi!

    o gün bu rezilliğe tanık olan arkadaşlarımdan biri olan cengiz, ergenliğe girmemizden, kadillak gibi olmamızdan çok sonraları bile bana o günü defalarca anımsattı. “senin kuş ne biçimdi ya?” diye dalgasını geçti. maaile antalya’dan taşınana dek bu cengizisyon baskısından kurtulamadım…

    (bu lanet yaratıklar bir tek durup duruken böyle “tıts” diye minicik hapşururlar. bir o zaman çok sevimli olurlar. bu noktadan kıyamam, kanaat kullanırım.)
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap