• tansu çiller'e devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir lafını söylettiği zamanlarda mümtaz'er türköne'yle meşrutiyet caddesi'nde yürürken eliyle cadde üstündeki büyük apartmanlardan birini gösterip "burası kimin biliyor musun? sina akşin'in! alacağın kuş kadarlık maaşla ne kitaba ne de dergiye yeter paran. akademisyenlik zengin işidir" diyerek beni akademiden vazgeçirmeye çalışmıştı.

    akşin'in zenginliğinden etkilenmesine etkinlenmiştim ama kurşuncu hocanın lafını dinlemeyip çoktan doktoraya da başlamıştım. aradan çok geçmedi, kurulan beş kişilik yeterlilik komitesinde, sadece o apartmanın kirasıyla bile ölünceye kadar bi güzel yaşayabilecek olan sina akşin'le ve de o meş'um sorusuyla karşılaştım: "ilk köy enstitüsü nerede kuruldu?" normal şartlarda en fazla lisede inkilap tarihi hocası olması gereken profesör unvanlı biri, adını mülkiye olarak telaffuz etmeyi sevenlerin olduğu bir kurum çatısı altında benim doktoraya yeterli olup olmayacağımı lise tarih seviyesinde sorgulamasının şaşkınlığı ve sorunun kolaylığıyla "hasanoğlan" cevabını vermiş ama bu cevabı kendime yakıştıramadığımdan lafazanlık edip köy enstitülerinin tek tipleştiriciliğinden, köylünün köyünde kalmasına yönelik ideolojik çerçevesinden falan bahsetmiştim.

    yıllar önce apartmanıyla önümü kesemediğinden habersiz olan sina akşin, sorusuna verdiğim "ilave" cevapla akademik hayatıma o muazzam darbeyi indirdi...ama ölmedim. 2'ye karşı 3 oyla yeterlikten kıl payı geçmiştim. soluk soluğa dışarı çıkan tez danışmanım, büyük bir hışımla "niye yorum yapıyorsun, hasanoğlan deyip geçsene, sina hoca içerde 'bu okuldan bir ikinci cumhuriyetçi daha çıkarmam' diye bağırdı ama neyseki hocalardan ikisini ikna edebildim de geçebildin" dedi ama benim bütün sevincim kursağımda kaldı.

    ne yani ben ikinci cumhuriyetçilerden miydim? belki de farkında olmadan mehmet altan ve şürekasının güdümüne girmiştim de o köşeli küçük gözlükleriyle sina akşin bunu hemen anlamıştı. ama ibo'dan farklı olarak beni pezevenklerin elinden kurtarmayıp biletimi kesmeyi tercih etmişti. tabi çok geçmeden jeton düştü bende: ufku kemalizm ile sınırlı olanlar için kemalizmin ideolojik ve politik hegemonyası altında kalındığı sürece solculuk oynamakta hiçbir beis yoktu. bu koşul sağlandığı sürece kendinize sosyalist ya da marksist diyebilirdiniz. kemalist ufkun dışında kalan herkes ikinci cumhuriyetçiydi. ben de öyleydim; atatürkçü partiyi kurmanın sırası geldi adlı kitabın yazarı hükmümü verip kalemimi kırmıştı.

    neyse, yine belli bir vakit geçti ve ben para meta para, sermayenin döngüsü diye tez yazmakla cebelleşirken kuru pastalı bir kutlama törenine rastgeldim okulda. sina hoca emekli oluyordu. daha doğrusu emekli ediliyordu, zira yaş haddini doldurmuştu. hani bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak ölünceye kadar okulda yaşamını sürdürebilirdi. nitekim 80 yaşına kadar sözleşmeli olarak ders vermeyi sürdürdü ama 2017'de erkan ibiş'ten kurtulamadı.

    ne zaman meşrutiyet'ten geçsem, başımı kaldırıp balkonunda nutuk okuyan ihtiyarı arar gözlerim. olur da bir gün bulursam, aşağıdan ziline basıp "kim o?" sorusuna "benim, ikinci cumhuriyet" diye cevap vererek kaçacağım.
  • iyi bir konuşmacı değil, ama türkiye'nin tarihteki duruşunu çok iyi özetledi:
    "türkiye daha ortaçağını kapatamadı. halen ortaçağın yaşandığı çok yer var."
  • "kısa türkiye tarihi" adlı kitapta sonuçları itibariyle 27 mayıs'ı bir devrim olarak gören tarihçidir. haksız da değildir. neden mi? hadi 1961 anayasasının ilerici niteliğini bir kenara bırakalım. yahu literatüre "karanfil devrimi" diye sokuyorsunuz portekiz'deki olayı. 27 mayıs'ın birebir aynısı. yani önce öğrenciler ve halk isyan ediyor, sonra da düşük rütbeli subaylar yönetime el koyuyor. dolayısıyla bilimsel konuşacaksanız çifte standart yapmayın. ya 27 mayıs bir devrimdir, ya da portekiz'de "karanfil darbesi" olmuştur.
  • şeriat ve şeriatçiliğe kadınlar açısından getirdiği yorum ilginçtir ve güzeldir de. kendisine göre, şeriatçilik nedeniyle eve kapatılan kadının kalkınma çabaları dışına itilmesi, türkiye'de nüfusun yarısının kalkınma çabalarına katılmaması demektir. kadının toplum hayatından soyutlanması, onun kültür düzeyinin de düşürülmesine neden olacaktır. en temel eğitim annenin çocuğuna dili öğretmesi olduğuna göre, eğitim hakkından yoksun bırakılan kadının cahilleşmesi, konuşmayı ağırlıklı olarak anneden öğrenen erkek çocuğa en önemli kültür olan dilin yetersiz öğretilmesine yol açacaktır. bunun sonucunda kadınların eve kapatılması erkekleri de etkileyecek, düzeylerini düşürecektir.
  • sbf'de türk siyasal hayatı vermektedir. tam bir beyefendidir. kemik gibi kemalist olmakla beraber, sbf'deki herhangi başka bir öğretim görevlisi derse ne kadar ideoloji bulaştırıyorsa o da o kadar bulaştırmaktadır. görüşlerine katılırsınız ya da katılmazsınız; ancak hiçbir lafının arkası boş değildir.
  • "kisa turkiye tarihi" adli tarihimizi akici bir dille ozetleyen kitabin yazari, ataturkcu kisidir.
  • kendisi odtü'de 3-5 aralık 2003 tarihleri arasında düzenlenen ulusal sosyal bilimler kongresinin kapanış oturumunda, demokrasinin istenmeyen sonuçlarına karşı mükemmel bir çözüm teklif etmiştir hem de öyle tank, general filan içermeyen cinsten. bu çözüme "bilimin ulaştığı son nokta" ve ya "bilimin aciz kaldığı nokta" demek mümkün, ancak bundan önce sina akşin'in kürt sorununa çare olarak da kürt gençlerinin yatılı bölge okullarında okutulmasını (yatılıdan maksat anadillerini unutmaları) teklif ettiğini cumhuriyette okuduğumu hatırlatayım.
    kendisinin kapanış oturumunda, ülkemizin aydın, çağdaş ve ilerici insanlarının geceleri uykularını kaçıran başka bir meselesine, "hükümetlerin serbest ve çok partili seçimler yoluyla, eşit oy hakkı sahibi sıradan vatandaşlarca seçilmesi" sorununa yönelik çözümü ise herkese sahip olduğu diploma sayısı kadar oy hakkı veya diploma sayısı ile doğru orantılı oy gücü tanınması teklifidir. yani ilkokul mezunu bir oy sahibi iken veya oyunun katsayısı 1 iken üniversite mezunu için bu sayı 4, doktora diploması sahibi için 6 olacaktır. bu sözleri ederken parmak hesabıyla "ilkokul, ortaokul, lise, yani üç" şeklinde her düzey için oy sayısını hesaplamış ve espri yaptığını sandıkları için gülmekte olanların bir süre sonra şoka girmelerine yol açmıştır.
  • (bkz: türkün ateşle imtihanı)
    (bkz: halide edip adıvar)
    söz konusu kitaptaki bilimum hayvan isimlerinin ve trenden indiği sırada halide edip neler hissetmiştir konulu soruların cevabının finali geçmek için şart olduğu tarih dersinin sevilen sempatik hocası..
  • "çok-partili dizge, 1946 seçimleri dı­şında, yarım yüzyıldır istisnasız bütün ge­nel seçimlerde kısmi karşıdevrimi kazan­dırmıştır.... [bu] kapkara tabloyu biz bir anda kenara atıp aydınlık geleceklere doğru yol alabiliriz. çünkü 1945, 1950'ye değin uygulanmış olan, yıllar boyu deneylerle de geliştirilmiş, bu ülkeye en uygun, görkemli bir 'reçe­temiz’ görkemli bir formülümüz var. mustafa kemal atatürk’ü izlemek."

    bkz. "türkiye gerçeği", müdafaa-i hukuk bülteni, no. 18, 06 mayıs 2004
  • sina hoca akademi dünyasının saygın isimlerindendir. yaptığı değerlendirmeler gayet bilimsel bilgiler ışığındadır. sözlükteki tarih konusunda -en azından akademik- bilgisinin sınırlı olduğunu düşündüğüm arkadaşlarca eleştirilmektedir. ancak bu eleştiri yersiz be yanlıştır kanımca. biraz okuyup araştıran bir kişi anlar sina akşin hocanın duru anlatımının kıymetini. belki de anlatmak istediğini lafı dolandırmadan net anlattığı için bazılarınca hedef olmuştur. yakından tanımak gerekir sina hocamı.
hesabın var mı? giriş yap