• demokrasi tarihinin en büyük yalanı. hiçbir zaman organik olmamış, mutlaka gerek istihbarat örgütleri gerek sermaye tarafından yönlendirilmiştir. hareketlerinin sonuçları daima devletlerin ve sermayedarın çıkarınadır. alınır, satılır, ücretlidir.
  • gönüllü, kendi kendini oluşturan, kendi desteklerine sahip, devletten özerk, özel alan ile devlet arasında aracı niteliğine sahip, örgütlü bir sosyal yapılanmadır. bu yapı, yasal düzen veya ortak kurallar dizisi gibi özgürlüklerin ve özerkliklerin güvencesi olan kurumsallaşmış bir temele oturur. bu, hem devlet iktidarını sınırlayıcı, hem de o iktidarı hukuka dayandığı sürece meşrulaştırıcı bir gücü bağrında taşır. dolayısıyla; sivil toplum, devletten özerk olmayı içerir; ama ondan yabancılaşmayı zorunlu kılmaz. bir başka deyişle sivil toplum, devlet iktidarına karşı dikkatli; ama saygılıdır.

    [*] larry diamond; "toward democratic consolidation", journal of democracy, 1994
  • seksenlerde türkiye'deki ivmesi beni benden aldı. nitelinden bakmak için gözlükler, sözlükler yetişmiyor. fena halde kazıklanıyoruz. tehlikenin farkında mıyız? sen ben bizimoğlan!!!
  • icine dusmus oldugum cukur. baligin bastan kokmuslugu "sivil nedir?" sorusundan geliyor maalesef. toplum sozlesmecileri denilen filozoflar, sivil sozcugunden hep devleti anliyorlar. yani, biraraya gelerek topluluk olusturan insan gruplarinin, birlikte varolabilmesi icin, toplumsal bir sozlesmenin etrafinda, bazi insanlari (yonetici sinifi, bugunku anlamiyla siyasetcileri) yetkilendirdigini ve bu yetkilendirmenin sonucunda ortaya cikan devletin, sivil toplum oldugunu iddia ediyorlar. bu devletin ve yoneticilerinin sinirlari nelerdir? ornegin, ic savastan dolayi, gotundeki dondan bile korkar hale gelmis hobbes; halkin bu yetkiyi, tek bir guce (kral, imparator adina ne derseniz deyin) sorgusuz sualsiz verdigini / vermesi gerektigini soyluyor. "catisma" durumunu durdurabilmenin tek yolu, bir otoritenin cit cikarana "goygoy yapmayin cukunuzu keserim" demesi. taa ki locke'a kadar. locke, sivil toplumu devletten aslinda ayirmamakla birlikte, arasindaki cizgiyi bir tik belirsizlestirerek "yani evet, toplum aslinda bir yetki verir ama sonucta bu yetkiyi sorgulayabilir, yetkilendirdigini begenmezse, verdigi yetkileri geri alir" diyor, bu cumleden sunu cikariyoruz (hayatimiz cikarimlar uzerine kurulu): bir devlet var fakat bu devleti olusturan bir topluluk var, devlet olmayabilirdi de ama bu toplulugun varligini degistirmezdi.
    bunlar boyle boyle laga luga yaparken, adam smith alip sazi eline soyle diyor "lan manyak misiniz, devlet ve sivil toplum birbirinden farklidir, sivil toplum seydir iste, her seyi duzenleyen pazardir. pazara dair ne varsa, hepsi sivil toplumdur ve devletle iliskisi yoktur." boyle soyleyince, bunun cagdasi adam ferguson sinirleniyor. ferguson kardesimin sivil toplum guzellemeleri bitmiyor ve smith olan adam'in tamamen ekonomi ve pazara dayandirdigi sivil toplum fikrine karsi cikip romantize ederek diyor ki; "yapma beolluuum, kulturel bir tarafi da var bunun, sirf para pul kekremsi oluyor." sadece ekonomi degil, bir gorgululuk, kabul edilebilir bir sosyal yasam hali. burjuva guzellemesi yani.
    bu burjuvazi fanboylugu, canli yayinda bayilan feto misali hegel'i ve atarli marx'i bayiyor ve bu durumun canlarini sikmasi cok uzun surmuyor. gel zamaan git zamaaan hegel konuya el koyuyor: toplumda, ihtiyaclar duzeni vardir ve bu ihtiyaclar toplumda catismaya sebep olur, sivil toplumda bu catismalarin bir alanidir filan diyor, baska seyler de diyor olabilir. bu hegel acayip acayip konusuyor hakikaten, ne dedigini anlamak da imkansiza yakin, 2 kelime edecem diye 4 sayfa yaziyor, soru neydi unutuyorsun. ama hegel, soyle bir iyilik yapiyor; artik kesin eminiz, devlet ve sivil toplum bayagi bayagi birbirinden ayri olusumlar ve sivil toplum, devletin tam karsisinda duruyor. kucuk burjuvanin tatli ozgurlul ruyasidir baska da bir boka yaramaz diyor, burjuva iliskilerinin hukuk duzeninde mesru olmasi disinda benim mazot parama yetmez diyor.
    sivil toplumu abartanlara inat, marx gumbur gumbur meksika dalgasi seklinde geliyor, diyor ki; sivil toplum diyor... allah diyor belasini versin diyor... sadece toplumsal kastin yeniden uretildigi bir alandir diyor. sivil toplum alani, olasi bir devrimi engeller diyor yani. marx'i biliyonuz uzun uzun anlatmayayim, klasik... ailenin ergeni ya. "siz konusun halledin ben elestircem."
    gramsci var; o biraz daha akilli, marx'in elestirisini kabul ederek sunu diyor; madem sivil toplumun boyle bir manipule gucu olduguna inaniyoruz, oyleyse bunu neden sosyalizm lehine kullanmiyoruz? evet sivil toplum, bir ust yapı konusudur ancak bizim de olabilir, yeter ki dogru kullanilsin.

    elimizde sivil toplumun ne olduguna dair iki yaklasim kaliyor mu? birincisi, sivil topluma, bireysel ozgurlestirici gozuyle bakip diz cokup evlenme teklif eden liberalizm, ikincisi sivil toplumu baski ve sinif bolunmesi olarak goren sosyalizm.

    peki bitti mi? bitmedi amına koyyim. bitmiyor dertleri; bir kisi de cikip demiyor ki e=mc2 konu kilit.
    bu sefer, sivil toplumun mesruiyeti sorunu ortaya cikiyor. devletin, mesruiyetini halktan aldigi konusunda neredeyse hem fikirler. ee? sivil toplum gucunu nerden aliyor? niye kaale alalim sivil toplumu? bu sorularin sorulması 19. yuzyil basini buluyor: tabi sivil toplum gucunu, sivil toplum olmasindan aliyor, yani halk aslinda. iste bu noktadan sonra, konuya bu sekilde yaklasanlar, sivil toplumu abartiyorlar da abartiyorlar, hatta o kadar abartiyorlar ki; yugoslavya parcalandiktan sonra, balkanlari yeniden insa etmek icin sivil topluma abaniyorlar, tabi bu sefer, otorite boslugunun, yani, karar verici mercinin zayif olmasi, bir dolu problem cikariyor. bu uygulamadan su sonucu cikaran daha cagdas akademisyen ve dusunurler en azindan bunun hakkinda hem fikirler: sivil toplum, devlet yerine gecemez. ama bu kadar akillanmalari 20. yüzyılın sonunu buluyor. daha akli basinda olan teorisyenler, sivil toplumu, devletin karsisindan alip, devletin yanina koyarak, sivil toplum catismanin degil toplumsal kaosta cozumun bir parcasidir diyorlar. ikisinin birbirini dengelemesi gerektigini iddia ediyorlar. devletin varliginin, sivil toplum alaninda, guclu olanlarin sivrilmesi ve alanin gucluler tarafindan domine edilmesini onleyerek, cesitliligin oldugu, seffafligin ve hesap verilebilirligin oldugu bir alan haline getirdigini soylerken, sivil toplumun varliginin da, devlet icin ayni etkiyi yaptigini ve devletteki gucun sinirlandirilmasinin ve bu gucun halk yararina kullanilmasinin itici bir gucu olur diyorlar.
    iste bu yaklasimlardan hepsi pratikle de harmanlanip, ozellikle belli bazi bagiscilarin yonlendirmesiyle, akademiden cikarak pratik hayatta simdiki halini almis:

    "neler sivil toplumdur?" dendigi zaman, devlet disinda kalan butun kurum ve kuruluslar sivil toplum olarak kabul ediliyor. ticaret odalari, community based olusumlar, sosyal girisimciler, sendikalar vb. ancak bunlarin arasinda da yine bir ayrim soz konusu olabiliyor; ornegin, sivil toplum kuruluslarina odenek saglayan bazi bagisci kuruluslar, ticaret odalari, sendikalar gibi, uyeligi gonulluluge dayanmayan ve uyeligin zorunlu oldugu kuruluslar sivil toplum kurulusu olarak pek ele almiyor. uluslararasi iliskilerde; mafyalar, uluslararasi kuruluslar, teror orgutleri de sivil toplum olarak ele aliniyor.

    butuuun bu yaklasimlarin sonunda her zaman oldugu gibi, parayi veren dudugu caliyor ve ab bazi kistaslar koyarak, "sicarim sizin yapacaginiz ise..." diyerek uzerinde anlasmaya varilmis bir sivil toplum kurulusu tanimi yapiyor aha burda. ozetle; gonulluluk esasina dayanacak, toplum yararina calisacak, seffaf olacak, belirli bir gorev tanimi muhakkak olacak, arkadaslariyla iyi anlasacak, kim hesap sorarsa hesabini verebiliyor, kar amaci gutmek zinhaaar gunah, iktidar mucadelesi gutmeye olanak vermeyecek bir yonetim yapisi olacak ve alaninda tekellesmeyi dusunmeyi aklindan bile gecirmeyecek, dayanismaci olacak, deger odakli olacak, ozerk olacak, katilimci olacak falan.

    sonuc; hakikaten kendisi de cok caprasik olan bu kavrama dayanan kuruluslarin belirli bir patterni yok, her toplumda sonuc getirecek yaklasimlari yok fakat konusulacak bir alan, sesini duyarabilmek icin bir orgutluluk hali ve fikir cesitliligi saglayarak demokratiklesme surecine katki sagliyor. tabi bunlarin yapilabilmesi icin sivil toplum kuruluslarinin, demokratiklesmeyi kendi icinde sindirmis olmasi gerekiyor; baska orgutlerle nasil anlasiyorsun? dikey hiyerarsin mi var? yonetimde seffafligin nasil? toplumdaki esitsizligin giderilmesi icin mi calisiyorsun yoksa bu esitsizligin varlik alanini yumusatarak giderilmesinin onunde engel mi oluyorsun? (esitsizlik yerine, toplumsal herhangi bir x sorununu koyabilirsiniz) gibi sorulara cevap vermesi gerekiyor. bir de, varligi belli oranda veya tamamen fundlara bagli olan kuruluslar icin, bagimsizlik da buyuk bir iddia. yavas bagimsiz ol, sacin basin dagilmasin be canim.
  • tetikleyicileri yahut tedavisi tam olarak bilinemeyen rahatsızlıkları "psikolojik" olarak adlandıran doktorlar mı, yoksa sosyal bilimlere içkin bazı yapısal problematiklerin çözümünde mütemadiyen sivil toplumu adres gösteren akademisyenler mi daha yavşak karar veremiyorum.
  • elbette altyapısına sıkı sıkıya bağlıdır. kendini sivil topluma alanına dahil etmeye çalışanları gördükçe yüzünüzde oluşan yarı müstehzi yarı acı gülümsemenin sebebi de aslında cebinizdeki deliktir. kriz diye yutturulmaya çalışılan ekonomik cendere ile sivil toplum alanında yer tutma ilişkisine dikkat çekmeye gerek var mıdır?
    en güçlü sivil toplum hareketleri olarak, 'patronları sevelim sayalım hatta koruyup kollayalım dernekçikleri' ile kendini devlet içinde yer almaya adamış yahut gücünü devletten alanların siyaset yapma ve siyasallaşma meydanı olarak değerlendirildiğinde, muhterem hizmet hareketi hazretlerini de buna dahil etmekte beis yoktur.
    sivil kim? toplum nerede?
  • genelde demokrasinin oluşması veya oturması için olmazsa olmaz olarak görülür. putnam'ın başını çektiği bu kampta sivil toplum devlet ve birey arasında tampon bölge görevini görür ve birey taleplerinin devlet düzeyinde ele alınmasında rol oynar.
    fakat bazı spesifik ülke örneklerinin bu argümanı yanlışladığı da literatürde giderek göze çarpmaktadır. weimar almanya'sı sonrası sivil toplum üzerinde yükselen nazi partisi (ayrıntılı bilgi icin berman (1997)), sivil toplumun canlı olmasına rağmen bir türlü demokrasiye yol açamadığı ürdün ve mısır ilk başta göze çarpan ülke örnekleri.

    bu örneklere göre sivil toplumun demokrasiyi geliştirmesı bir yana demokrasiye köstek olduğu söylenir.
    üzerinde kısa vadeli de olsa çalışılabilecek bir alan.
  • toplumda bireylerin, kendi iradeleriyle oluşturdukları dernek, sendika gibi gruplardan oluşan ve belli ölçüde iktidarın doğrudan müdahalesinin dışında bulunan yapıdır. devletin baskısı altında ezilmezler. iktidar karşısında baskı grupları oluşturarak, kamuoyu oluşturabilme özellikleri vardır.
  • sivil toplumun parça parça edilmesi ve tek adam sisteminin her şeyi merkezileştirmesinin sonucu:

    https://www.youtube.com/watch?v=149nxwbhpba

    liyakatlı, yetkin kişilik yok. sivil toplumu din propagandası olarak kullanmaya çalışmaktan yeterince iş yapamıyorlar.
    her şey için merkezden emir bekleyen bir yapı yüzünden kendi kendine karar alabilen toplumsal refleks yok edildi. hatta millet kendi kendine bir şeyler yapınca çıkıp siz nasıl devleti zayıf, aciz gösterirsiniz diye saldırılıyor. totaliter rejim yapısıdır bu; her şeyi lider-devlet yapar, o düzeltir, o kurtarır. sivil toplum tehdittir. kendi kendine iş yapabilen insanlar tehdittir.
    işte bunun sonucunda depremde koordine olamayan bir "devlet" izliyoruz. belkide on binlerce insan bu koordinasyonsuzluk yüzünden gereksiz yere, kurtarılabilecekken öldü. son cümleyi tekrar okuyun.
hesabın var mı? giriş yap