• içinde şöyle bir efsane replik barındıran efsane dizi.

    - annesi ya da babası ölene yetim ya da öksüz, karısı ya da kocası ölene dul denir, ama çocuğu ölene hiçbir şey denmez, belki de adı konulamayacak kadar korkunç birşeydir.
  • bu diziyi kaybettiğim kuzenim izlerdi.hatta diziyi bitirdiğinde, gece gece arayıp heyacanlı heyecanlı anlatmıştı.kendisini pek sevmemden mütevellit sırf o pırıl kalbi kırılmasın diye "vaay,ciddi mi ? bi ara bakarım tamam" diye sıvazlayarak sallamış izlememiştim.konu saçma gelmişti yetmez gibi 4-5 sezon oohoo vakit kaybı diye düşündüm.zaten öyle hani sıkılıp dizi izleyebilecek vakti olan biri değildim.kaldı ki öyle bir vaktim olsa bile böylesi yarrak kürek diziyi izleyecek değildim.

    değildim diyorum-izledim sonunda.hatta diziyi henüz bitirdim.takriben kuzenimin bitirdiği saate yakın bir vakitte bitirmiş sayılırım.göğüs kafesime hazır beton kaplı koca bir ytong oturdu.keşke kendisi sağ olsaydı da o beni aradığı gecenin bu aynı saatinde onu arayabilseydim,

    "lan cidden güzel diziymiş."diyebilseydim.

    yanisi efenim geç izlemiş olmak,kendi adıma çok büyük pişmanlık sayılmasa bile 40.000 tane ufacık pişmanlığımın arasında ilk 20'e girer.dizi her bölümüyle mayhoş biçimde sizi kendine bağlıyor.adını sanını koyamadığınız bir iz bırakıyor.bittiğinde bitirmiş olmanıza üzülmeniz bile olası.

    neyse yapacak birşey yok,uyuyan eşimi kaldırıp "şu diziyi izle şöyle böyle güzel diyeceğim". o da "vaaay ,ciddi mi? bi ara bakarım tamam" diyip izlemeyecek.hayır bu ben öldükten sonra da izlemez.

    ne biçim bir dizi anlatımı yazdım gece gece ya.
  • bayan fisher, birbirine sarılmış çift görür ve şu efsane cümleyi kurar:
    mutlu görünüyorsunuz, sürdüğü kadar keyfinize bakın ki çok sürmüyor. sonsuza kadar beraber olamayacaksınız ya da birbirinizi sinirlendireceksiniz. sonra eskisi kadar şey paylaşmayacaksınız. sonunda ona bir şey söylememenin yanında bir de yalan söyleceksiniz. her şey daha da beter olamaz derken, biriniz pat diye ölecek.
  • rachel griffiths'i* her izleyisimde nedense janset'i gorur gibi oldugum dizi.
  • bir gecede hem kurt cobain hem mevlana olabilenlerin dizisi...

    (bkz: nathaniel fisher)
  • hayatınızda zor dönemler olur, bir şeyler olmuştur, birileri gitmiştir, kendinizi yalnız hissedersiniz.

    böyle zamanlarda insan birileriyle empati yapmak ister, birilerinin kendisini anlamasını ister, yaşadıklarını zamanında tecrübe etmiş birilerini görüp rahatlamak, teselli bulmak ister.

    böyle bir dönemdeyken hep adını duyduğum, hatta zamanında ilk bölümüne bakmayı deneyip yarıda bıraktığın bu dizi geldi aklıma, zamanımı harcayabileceğim bir şeyler arıyordum, çünkü kendimle başbaşa kaldığım an düşünmekten delirecek gibi oluyordum.

    izledikçe rahatladım, aradığımı bulmuştum, saf hayat vardı dizide, yalnız olmadığımı hissettim, çoğu duygunun evrensel olduğunu hissettim.

    biraz önce final bölümünü bitirdim.

    diziye başladığım döneme dönmüş gibi oldum birden, başlamadan önce herkes gidiyor, her şey bitiyor diye üzülüyordum, şimdi de six feet under bitti.

    hayat devam ediyor işte.
  • resmen zamanının ötesinde bir diziymiş. 2001-2005 arasında 2012 yılı dizisi yapmışlar. geç keşfettiğime yeni bölüm bekleme ihtiyacına son vermesi yüzünden memnunum.
  • 5. sezon finalini dün salya sümük seyrettiğim olağanüstü dizi. dizi hakkında bir şeyler yazmazsam bunun ileride pişmanlık verici olabileceğini zannediyorum, çünkü bazı şeyler söze dökülmeyi hakediyor. söze dökerek, açımlamaya, analiz etmeye çalışarak neyi sabitlemeye çalışıyoruz, bilmiyorum. belki de sadece borç ödüyoruz, vefa gösteriyoruz. kendimi şu anda fisher & diaz cenaze evinin tören salonundaki kürsü başında, altı ayak derine gömdüğüm bir dostumun ardından konuşma yapmaya hazırlanıyormuş gibi hissediyorum. hala ne diyeceğimi bilmiyorum. kategorize etmek en kolayı:

    varoluşsal boyut : ölüm dizinin baş kahramanı. cenaze evini işletmekte olan aile, aynı zamanda burada ikamet de etmekte. bir başka deyişle, karakterlerin yaşam alanı ile çalıştıkları mekan aynı mekan. fisher ailesine mensup karakterlerin her biri, ister bu işi meslek olarak icra ediyor, isterlerse de sadece evde yaşıyor olsunlar, ölümü gündelik yaşantılarının bir parçası olarak hazmetmiş olduklarını her daim hissettiriyorlar. ölümü bir anlamda ve bir yere kadar da olsa kanıksamış olmalarının kendilerine kattığı tuhaf hava, özellikle aile dışı bireylerle yanyana geldikleri anlarda beliginleşiyor. sürekli olarak "sonuçta ben bir cenaze evinde büyüdüm" hatırlatması yapan claire fisher, yaşıtlarına göre müthiş sarkastik bir portre çiziyor. duygu ve içtenlik ifadesi içeren her jest ve mimik karşısında ağzını yüzünü buruşturması, küçümser bir tavır takınması her ne kadar ergenlere özgü davranışlar olarak nitelenebilir gibi görünse de, claire'i özel kılan ve asla dile getirilemeyen bir özellik zihnimizi kaşındırıp durmayı hiç bırakmıyor. ölümle tanışık bir çocuğun ergenlik alaycılığı, normal bir ergeninkinden çok daha yakıcı olabilirmiş gibi görünüyor. nate karakteri, zaman zaman şımarıklığa varan bir öfke ve insanı çileden çıkaran bir bencillik sergilese de, sonuçta soğukkanlılığını korumayı, geri adım atmayı ve tartışmayı, müzakere etmeyi biliyor. anlık patlamalarının gemileri yakmakla sonuçlanmasına asla izin vermiyor ve sonuçta yapıcı olmayı başarabiliyor. yapıcı olmak konusundaki bu başarısı, sonuçta yıkıma tabii olduğumuzun bilincine daha dipten derinden varmış olduğunu gösteriyor.

    her episodun başında, yaşam hikayesini bilmediğimiz, diziyle alakası olmayan bir bireyin ölümüne tanıklık ediyoruz. insanları ölürken, en güçsüz anlarında görmenin, episodun kalanını, olaylara dahil olan karakterlerin sonluluk ve güçsüzlüklerine odaklanarak izlemek yönünde esin verici bir etkisi olabiliyor. kazayla sonuçlanan ölüm vakalarının çoğu "oha!" diye bağırmamıza yol açacak bir absürdlük barındırıyor ve ölümün her an yanıbaşımızda olduğunu hatırlamamıza vesile oluyor.

    ilişkiler : kolaylıkla farkedileceği üzre bu dizi edebi bir dizi. edebi olmasının anlamı, olayları birbirine örgüleyen yatay bir akış dinamiğine değil de, karakterleri derinleştirmeye yönelen dikey bir hareket hattına bel bağlamayı yeğlemiş olmasında yatıyor. peki karakterlerin daha derinleştirilmeye, işlenmeye ve üç boyutlu hale getirilmeye çalışılmasının anlamı tam olarak ne? bu nasıl başarılıyor?

    bunu analiz etmek için kullanılması gereken anahtar sözcük süreklilik. peki nasıl bir sürekliik bu süreklilik? bir yandan, karakterlerin her bir anını bir diğerine bağlayan ve onları bir bütün (tamamlanmamış bir bütün), bir birey olarak anlamamızı sağlayan bir süreklilik. diğer yandan ise, hiçbir karakterin yalıtılarak bir kenara atılamayacağını idrak etmemizi sağlayan, her bir karakteri diğerlerine öyle ya da böyle ilikleyebilmemizi sağlayan bir süreklilik. bu tip bir süreklilik diziye derinlik katıyor, zira karakterleri kendi kendileri ve diğerleri ile kurdukları ilişkilerin birer sonucu olarak resmetme başarısının yakalanmasını sağlıyor. karakterler, lost, heroes, vs. gibi dizilerde oldukları gibi, olayların başından sonuna aynı kalan, tözsel birer birim olarak ortaya konmuyor. 1. sezonun sonlarından 3. sezonun başlarına ve buradan da dizinin sonuna kadar keith karakterinin geçirdiği değişimler, ona sempati-antipati-sempati duymamızı sağlayan bir sinüs eğrisi çiziyor. ve bu öyle bir yapılıyor ki, hiçbir noktada şunu soramıyoruz: "ulan bi anda ne oldu da bu adam bu denli boktan bir adama dönüştü?"

    kapitalizm: adı önceleri "fisher & sons" olan, sonraları rico'nun ortak olması ile "fisher & diaz"a dönüşen şirket sonuçta bir aile şirketi. bağımsız çalışan diğer küçük aile şirketleri gibi, piyasayı tekeline almaya çalışan kroner tarafından satın alınmaya çalışılıyor. nate ve dave'in bu konuda gösterdikleri direnç, kroner yetkililerinin zaman zaman şaşırmasına, zaman zaman ise bazı hilelere başvurmasına neden oluyor.* dizinin genel tavrı, parasal değerin diğer tüm değerleri ikame etmeye çalıştığı bir düzene eleştirel yaklaşmak yönünde. son bölümde dave'in şirketi satmaktan vazgeçmesi ve keith ve çocuklar ile işine sahip çıkıp aile evine yerleşmeye karar vermesi işin duygusal bir yanı da olduğunu şiddetle vurgulayıp, gerçekliğin parasal değer diye nitelenen atomlardan müteşekkil olmadığının altını çiziyor ve bu anlamda da bir kapitalizm eleştirisi kılığına bürünüyor. aile şirketlerini temsil eden levazımatçıların barda yaptıkları toplantıda kroner'e en çok verip veriştiren levazımatçı, daha sonra aynı şirket tarafından satın alınıyor. satın alınmakla da kalmıyor, kroner uçağı ile bu insanların düzenledikleri partilere katılıyor, onlarla golf oynuyor ve şirketin ileri gelenleri tarafından evcilleştirilmiş bir fino muamelesi görüyor.

    cinsellik: sfu muhtemelen eşcinsellik temasının bu denli öne çıkarıldığı tek televizyon dizisi. keith ve dave'in ilişkileri, bizi hakkında çok az şey bildiğimiz bu ilişki biçiminin ayrıntılarına taşıyor. eşcinsellik kalıtsal mı, öğreniliyor mu? onlar sadece sevişen ve seks yapan insanlar mı, yoksa birbirlerine duygusal bağlarla da bağlılar mı? ortaya konulan eşcinsellik portresi amerikan yaşamına ve kültürüne mi özgü, yoksa evrensel bir karakter mi arzediyor? cinsel tabular, heteroseksüel ilişkileri olduğu kadar eşcinsel ilişkileri de boyunduruğu altına alıyor mu? bunun gibi pek çok soru üzerinde düşünmek zorunda kalıyoruz. dizinin başlarında basitçe yanyana geldikleri durumlarda bile bir rahatsızlık yaşamamıza neden olan keith ve dave, dizinin sonunda birer ebeveyn haline geliyorlar ve bu artık tarafımızdan yadırganan bir şey olmaktan çıkmış oluyor. dizide öyle bir süreklilik var ki, elele tutuşmaları dahi rahatsızlık veren iki erkeğin ana babaya dönüşmesi bize çok normal geliyor; hatta bizi mutlu ediyor.

    gerek eşcinsel, gerek heteroseksüel çiftlerin ilişkilerinde aldatma teması ön plana çıkıyor. cinselliğin bir silah olarak kullanılması, bir intikam ve kendini onaylama aracı olarak algılanması mümkün olabiliyor. brenda nate'i, nate brenda'yı; brendanın annesi babasını, babası annesini; dave keith'i, keith dave'i aldatıyor. tüm bu aldatmalar sonuçta itirafla sonuçlanıyor ve bir şekilde affediliyor. bunun tek istisnası, her ne kadar en sonunda afla neticelense de rico'nun karısını aldatması. burada yaşanan zorluk, affedişin gecikmesi, aile denilen yapıya atfedilen kutsiyet ile sadakate verilen önemin derecesinin kültürel olduğunu düşünmemize neden oluyor, zira rico ve karısı latin kökenli.

    sanat: claire fisher karakterinin fotoğraf çekmeye karar verip sanat akademisine başlaması ile birlikte sanat dünyasının içyüzüne nüfuz etmemizi sağlayan bir pencere de açılmış oluyor. neyin sanat yapıtı, neyin çöp olduğu problemine odaklı postmodern sorgulamalar; sanatsal yaratıcılık üzerinde uyuşturucunun tetikleyici etkisi; özgürlük tanımı ve sanatsal üretkenlik; sanat yapıtının sahibinin kim olduğu, vs. gibi sorular, bu pencereden baktığımız sürece aklımızı meşgul edip duruyor. nate'in duvar kenarına işerken billy tarafından çekilmiş olan fotoğrafı bir sanat eseri mi? yapıtının sahibi olarak claire, kendi çektiği fotoğrafların ne anlatmaya çalıştıklarını biliyor mu? fotoğraf ve heykel yüzlerine yırtılıp yapıştırılan başka fotoğraf parçaları, yaratıcı bir kolaj tekniği olarak claire'e mi, russel'a mı, yoksa ikisine birden mi ait? bu sorular, 20. yy. sanat felsefesi ve eleştirisine temel teşkil eden paradigma açıcı sorunsallara göz kırpar gibi görünüyorlar ve diziye derinlik katıyorlar.

    yazacak daha çok şey var. ama benden bu kadar. ben sonuçta kaybettiğim bir dostumun ardından bir veda konuşması yaptım. onun nasıl bir yaşam sürdüğünü öğrenmek isteyenlerin yapması gereken tek şey ölü bedeni dvd player denilen krematoryuma koyup alevleri seyretmek.
  • six feet under'ın son 10 dakikası (bkz: everyone's waiting), sinema/televizyon tarihinde kaydedilmiş en muazzam sekans olabilir. her aklıma düştüğünde tüylerimi diken diken ediyor ve ben bundan daha etkileyici bir şeyin çekilebileceğini zannetmiyorum.
  • dünyanın en vizyonsuz adamına bile izlettirildiğinde; düşünmeye zorlayabilecek, çağ atlatabilecek, kendinden başlayarak bütün ilişkilerini ve seçimlerini sorgulatabilecek potansiyele sahip sanat eseri. "ölüm" malzemesini bu kadar ölüm harici işleyebilecek bir şeyi yaratan hayal gücünün önünde diz çöküp tövbe etmek lazım. alan ball bu saatten sonra güneşe tap desin, tapmazsam orospu çocuğuyum.

    six feet under, o kadar gerçeksin ki.

    5 sezon boyunca insanların ölülerle konuştuğunu görüyoruz. bu gerçekliğe yakışmadığını düşünenler olabilir. bu durum dizide tamamen "olgunlaştıkça daha önce anlamadığın insanları anlayabilmek" mesajını veriyor. karakterlerimiz, yanlarında pat diye beliren ölüleri hiç yadırgamıyor, sohbete dalızlıyor. izleyici de bu durumu absürd bulmuyor, aksine iple çekiyor. karakterlerimizin kendilerine karşı en dürüst olduğu sahneler onlar oluyorlar, kendimize karşı en dürüst olduğumuz sahneler onlar oluyorlar.

    spoilerimiza geçip karakterleri kendimizce bir analiz edelim:

    --- spoiler ---

    nathaniel fisher: dizinin en aşmış karakteri. henüz ilk bölümde ölen baba, 5 sezon boyunca aile eşrafını diyaloglarıyla alt ediyor. egolarına, içgüdülerine inebiliyor. 5 sezonu baba nathaniel fisher'ın kafasına ulaşmaya çalışarak geçiriyor dizi karakterleri. egosu, kibiri, kızgınlıkları, kıskançlıkları tamamen bertaraf edilmiş durumda; çünkü o bir ölü. yaşarken ailesine sunamadığı sevgi, şefkat ve yol göstericiliği; ailesinin de yardımıyla ölüyken sunuyor. claire ile ot çekiyor gerçekliğe iniyor, david ile ortak mecburiyetleri olan evlerinin bodrumunda beden hazırlıyor, isimlerinin bile aynı olmasının tesadüf olmadığı oğlu nate ile kanka oluyor. velhasıl baba fisher'ın sahneleri can alıyor.

    nathaniel samuel fisher jr: bence onunla ilgili en güzel gözlemi george yapmış durumda. nate'in cenaze töreninde george, nate'in bir idealist olduğundan, daha iyi bir insan olmak için hayatını geçirdiğinden bahsetmişti. babasının ölümünden sonra sürekli birileri için yaşamak durumunda kalan nate, bu tempoya yer yer ayak uyduramıyor. bir yandan bunun doğru olmadığı fikri onu çok korkutuyor. keza finalde claire'ye bu korkusundan bahsediyor. "ya haklı değilsem, ya olduğum kişi değilsem diye korktum durdum, bak şimdi neredeyim" diyor küçük kardeşine ölü nate. "ya girdik bu yola ama, hadi bakalım hayrolsun" psikolojisinin ne kadar hastalıklı ve insanı içten içe kemiren bir psikoloji olduğunu anlatıyor bize sürekli nate, bölümden bölüme artan dış dünyadan kopma eğilimiyle.
    5 sezon boyunca nate, kimseyi yadırgamayan hayli insani yanıyla takdir topluyor. karakterlerin nate'e açılmaları, nate'den yardım istemeleri, nate'i çekici bulmaları alışılagelmiş bir durum oluyor zamanla.

    david fisher: babanın ölümüyle başlayan psikolojik trafikte en hızlı değişim david'de oluyor. asosyalliğinden, utançlarından, ailesine olan mesafesinden hızla arınmaya başlıyor david. eşcinselliğini kabullenmeye başladığı andan itibaren üzerindeki gerginlik de azalmaya başlıyor. "garip mi bilmiyorum ama bu halini daha çok sevdim" diyor claire. herkes bu daha doğal halini daha çok seviyor. kırılganlığı, ürkekliği, şaşkınlığı ve saflığı her mimiğinden açığa çıkıyor david'in. gerçekten eşcinsel değilse inanılmaz bir oyuncu, gerçekten eşcinselse inanılmaz bir oyuncu. dizide nerede nasıl davranması gerektiğini en iyi analiz eden karakterlerin başında geliyor david. kendiyle ilgili olmayan olaylara yaklaşımındaki tutarlılık, zekasını ele veriyor.

    claire fisher: bu kadar muazzam karakterlerin içinden birini seçmem gerekseydi sanırım onu seçerdim. çünkü o kadar gerçeksin ki claire.
    önce ergenliğini atlatıyoruz hep birlikte. ailesine karşı olan anlayışsızlığı kızdırıyor ama alttan alta esas hislerini sezebiliyoruz. her tespiti bir öncekinden daha yerinde oluyor claire'nin dizi boyunca. beklenmedik anlarda o kadar materyalist düşünebiliyor ki, kendine hayran bırakıyor. uzun süre tek deli gibi gözüktüğü evde, aslında tek normal olduğunu görebiliyoruz. normal olduğu için delilikle suçlanıyor okulunda, evinde, baba yadigarı cenaze arabasında. olayları hep dışarıdan izleyebiliyor claire. olayın öznesiyken bile dışarıda kalıp nedir ne değildir diye bakabiliyor. hiç bulaşmıyor, sadece gözlemliyor, ve çok doğru gözlemliyor. sonra neşterini vuruyor patolojik bölgeye. süper bir insan olmaya çalışmadan, süper bir insan oluyor. dünyanın en iyi dizisini de onun fotoğraflarıyla bitiriyoruz. zaten aslında bütün diziyi onun kadrajından izliyoruz. o da yaşanan her şeyi bizim gibi dışarıdan izliyor çünkü.

    ruth fisher: menapozlu kadın psikolojisini araştıran birileri varsa, bu kadını ders diye okutmalı. 5 sezon boyunca kendisiyle çok şiddetli kavga ediyor bu kadın.
    fevkalade anlık değişimler, müthiş bir oyunculukla; dünyanın en sinir bozucu, dünyanın en kontrolcü, dünyanın en bencil, dünyanın en normal, dünyanın en masum, dünyanın en tatlı, dünyanın en anne kadını oluyor bu kadın. bütün dizi boyunca mrs.f ile birlikte bu yaşına kadar yapamadıklarını düşünüyoruz.

    brenda chenowith: çocukluktan hasarlı olduğunu kabul ederek, onunla yaşamaya çalışan bir kadın. onunla yaşamaya çalışmanın dünyanın en zor işi olduğunu çok güzel kabul ettiriyor izleyiciye. zaten söylediği her şeyi, kendi yaptığı ve normalde anormal gelen her şeyi bir kaç cümlesiyle kabul ettirebiliyor. nate'e, bana, sana. doğduğu günden beri psikolojisi incelenen brenda, doğduğu günden beri psikolojileri inceliyor. ama bu gözlemlerini söylemek zorunda kalana kadar, kontrolünü kaybedene kadar paylaşmıyor kimseyle. çünkü bunun ne kadar zararlı bir alışkanlık olduğunu ailesinden tanıyor. "everything is timing, timing is everything" diyerek koyuyor çocuğu kol gibi. "eyvallah reis" diyoruz.

    hector federico diaz: düzgün yaşamaya çalışan, yüzeysel bir adam. iyi niyetinden şüphe etmiyoruz, fütursuzca seviyoruz onu dizi boyunca. keith'den sonra en az hata yapan karakter diyebiliriz onun için. mr.f'in ölümüyle başlayan psikolojik değişimlere pek ortak olmuyor, fakat bu değişimler onun da vizyonunu kafi miktarda genişletiyor. "kafi" kelimesi onu en iyi tanımlıyor. karısı bu mütevaziliğinden kurtarmaya çalışıyor onu yer yer. normalde "çorbamı kovalayayım yeter" modunda bir adamken, kendi işini kurma isteği başarısına kadar sürüklüyor karısının bu ısrarı onu.

    billy chenowith: 5 sezon boyunca çok değişik kafalar yaşamakta olan billy, finalde yine brenda'nın kafasını entelektüel bir boyutta sikerkene karşımıza çıkıyor, bizi yine gülümsetiyor. derindeki güzelliği görüp paylaşabilen bir adam billy. onun da zaafı kendisi, ablası gibi.

    keith charles: dizideki en düzgün aşk-meşk ilişkisinin mimarı. güven veren, dürüst ve yardım etmeyi seven yapısıyla kadraja girdiği zaman rahatlatabilme yetisine sahip bu adam. güzel adam.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap