• mahremi kamulaştıran fotoğrafçı/ sanatçı.

    otobiyografiler serisinde gerçekleştirdiği koca (ayrılma) adlı çalışmasıyla birlikte sunduğu metin:

    “ onun hayali film çekmekti. benim hayalim, onunla amerika'da yollara düşmek. peşimden gelsin diye, amerika'da yolculuk yaptığımız sırada ikimizin yaşantısı üzerine bir film çekmesini önerdim. kabul edince, 3 ocak 1992 tarihinde onun gümüş cadillac'ıyla new york' tan kaliforniya'ya doğru yola çıktık. dokuz ay sonra san francisco'da filmimizin sonuna daha 'son' yazmamıştık ki ben araba koltuğum altında siyah bir naylon torba buldum. torbada tam tamına 24 adet mektup vardı, hepsi greg'in elyazısıyla h. diye birine yazılmıştı, posta damgalarına bakılırsa 1992 yılında onun tarafından bu kişiye gönderilmişti. bu mektuplar neden ona geri dönmüştü ve o, bunları neden saklamıştı bilemiyordum, tabi. hepsini okudum, iki tanesini de yürüttüm. bir tanesini “ekim'de serbest olacağım” diye yazdığı için, ötekini de şu cümle için “...sophie'yle birlikte sahip olduğumuz bu bebek, sana olan tutkum olmasaydı asla gerçekleşemezdi...” greg'e en derin arzusunu gerçekleştirebilme fırsatını veren bendim, ama o başka bir kadına teşekkür ediyordu. birkaç gün geçmişti ki greg bu kez bana bir mektup verdi. “sophie, hayatımın bir parçası olacağını aslında hep biliyordu. seni seviyorum ve hayatımdaki en değerli şey haline geldiğini bilmeni istiyorum”. şüpheye düştüğüm için, greg'in mektubunu haklı çıkarmaya karar verdim: ekim'de serbest kalacaktı.”

    +18: aşağıdaki linkte bir adet pipili fotoğraf var.

    çalışmaları
  • nasreddin hoca'ya, yeni ay çıkınca eskisini ne yaparlar? diye sormuşlar, hoca hemen yanıtlamış, bunu bilmeyecek ne var? kırpıp kırpıp yıldız yaparlar!
    (bkz: kırpıp kırpıp yıldız yapmak)

    sophie calle de ay eskiyince kırpıp kırpıp yıldız yapanlardan, üretim sürecine kendi içinden başlıyor, kişisel yaşantısından parçaları sanat eserine dönüştürdüğü gibi sanatı yaşamına katıp karıştırıyor, kendisinden esinlenilerek yazılan bir roman kahramanının kılığına girip 'o' oluveriyor, söz gelimi...

    ay eskicisi; sophie calle, 'blind' isimli kitabında doğuştan görme engelli olan insanlara güzelliğin kendileri için ne ifade ettiğini sormuş, sizden ricam: önce kendinize 'güzellik' nedir? diye sorup sonrasında okumaya başlamanız!

    küçük bir çocuğun cevabı: “yeşil güzel. çünkü ne zaman bir şeyi sevsem, onun yeşil olduğunu söylüyorlar bana. çim yeşil, ağaçlar, yapraklar, doğa da... yeşil giyinmeyi seviyorum.”

    orta yaşlı bir kadının cevabı: “bana bir adamın sarışın ve mavi gözlü olduğunu söylediklerinde, kendi kendime yakışıklı olduğunu düşünüyorum. sanırım sarışınlar güzel. belki de nadir olduklarındandır. ve “mavi” kelimesi; sadece söylemek bile güzel. kocamın yakışıklı olduğunu söylüyorlar. umarım öyledir.”

    30larında bir adam: “güzellik, güzelliği gömdüm ben. güzelliğe ihtiyacım yok, beynimde resimlerin olmasına ihtiyacım yok. güzelliği takdir edemediğimden, ondan hep kaçtım.”

    belki yedi yaşında bile olmayan bir çocuk: “noel çelenkleri, saint lucia, sevimli bir köpek, demir yolu istasyonları, eyfel kulesi, bunların hepsi güzel.”

    20li yaşlarında genç bir adam: “beyaz saflığın rengi olmalı. beyazın güzel olduğunu söylediler bana. bu yüzden beyazın güzel olduğunu düşünüyorum. ama güzel olmasaydı da, bu bir şeyi değiştirmezdi.”

    20li yaşlarında genç bir adam: “rodin müzesi’nde, erotik göğüsleri ve müthiş bir kalçası olan çıplak bir kadın var. o hoş, o güzel.”

    gerçekte 'var' olmayan bir bakış açısıyla kalbimi büktüğü için sophie calle' e teşekkürüm olsun bu. 'güzelliği gömen' güzel insanların anısına, onların hatıralarını yaşattığı için...
  • paul auster, leviathan isimli kitabindaki maria karakterini yaratmak için bu manyak hatundan esinlenmistir...
    kitabi okuyup begenen sophie calle da maria gibi davranmaya baslar... kitapta anlatilan maceralarini aynen kendi hayatinda uygulamaya koyulur...
    mesela fooding olayini abartarak, kronodietetige merak salar ve hergün farkli bir renk yiyeceklerle kahvalti eder...
    1. pazartesi = portakal rengi
    2. sali = kirmizi
    3. çarsamba = beyaz
    4. persembe = yesil
    5. cuma = sari
    6. cumartesi = pembe
    7. pazar = siyah...
  • pek çok kişi tarafından kabul edilmesi zor bir durusu var sophie calle'in..özeli ve mahremiyeti hiçe sayan bir anlayıstan yola cıkıyor tasarıları.yolda buldugu ,düşürülmüş bir telefon fihristinden o kişinin hayatına futursuzca dalıyor darma duman ediyor...o kişinin arkadaslarını arayıp görüşmek istediğini ve sadece fihristin sahibi adam hakkında konusmak istedigini söylüyor ve kabul edenlerle adım adım adama yaklaşıyor onu tanımayi öğreniyor ve bunların üstüne adama haber vermeksizin çalışmasının sonuçlarını günlük gazetede yazı dizisi şeklinde acıga cıkarıyor..ya da turistik bir otelde,gercek kimliğini gizleyerek oda temizlikçisi kılıgında müşteri odalarına girip herseyi diledigince karıstırıyor ve görüntülüyor..sonra da anlatısını kuruyor..paul austerle oluşturdukları bu projenin adı gotham handbook (new york kullanma kılavuzu) auster leviathan adlı kitabında maria karakterini yaratmak için sophie nin yasamının bazı evrelerinden yararlanmıstı ve bu projede calle'in kendi deyimiyle new york kullanma kılavuzunda yazan şöyledir..madem auster onu konu etmişti oda rolleri tersine cevirip onu eylemlerinin yazarı yapabilirdi..baska bir deyişle onunla istediği gibi oynayabilmesi için kendini auster'e sundu...bu harika kadın hayatı kopara kopara yasamayı tercih edenlerdendir ve oldukca doymus olarak ölecegi kesindir..takdir ediyorum..
  • çok mu sevsek, nefret mi etsek, şarlatan mı desek deha mı desek, cesur mu desek ibiş mi desek karar veremediğimiz; sanatcı mı desek teşhirci mi desek bilemediğimiz bir insan. kendisi de böyle istiyor sanırım.
  • okuduğum bir kitapta exquisite pain adlı çalışması ilgimi çekince kendisinden haberdar olduğum sanatçı, bu çalışması beni kendisine biraz hayran bıraktırmış olabilir.

    fotoğraflar, aşk mektupları, uçak biletleri ve metinlerden oluşan bu sergi çalışmasında, onu terk eden sevgilisinin acısını belgeleyen bir hayat arşivi niteliği taşıyor. calle 1984'te doksan iki günlük bir yolculuktan sonra sevgilisiyle buluşmak üzere yeni delhi'deki imperial otele geldiğinde, sevgilisinin fransa'da hasta olduğuna dair bir telgraf alır. sevgilisinin geçirdiği ufak rahatsızlığın, aslında sevgilisinin yeni birisine aşık olup ilişkiyi bitirmek için yalan söylediği ortaya çıkınca calle kasvetli otel odasında kederiyle baş başa kalır. günden güne azalan duygu yoğunluğu ile tanıştığı herkese 99 gün boyunca hayatlarındaki en acı veren anıyı tarif etmelerini ister. böyle böyle yaparak yaşadığı ayrılığın acısını sıradanlaştırıp herkesle paylaşarak böylelikle bu depresyon durumunu aşabiliyor. bir nevi kendi kendine terapi yapmış.
  • ayrica paul austerin leviathan adli kitabinda ki maria karakteri bu ki$iden esinlenilmi$tir.
  • haftanın her gününde belli bir renkten oluşan yiyecekleri yiyen (örn. salı günü turuncuya ayrılmışsa havuç vb. ) kişi.
  • kendisi doyuma ula$ır ve her bi de absurdluğun altindan $irince kalkarken, arkasinda ondaki bu rahatliği, oyun merakini ve daha bi çok $eyi kiskanan okuyucular birakir.. yaramaz, oyun delisi bi çocuk gibi.. i$te bu takdir edilesi..
  • 1953'de paris dogmus, tam anlamiyla sanatçi kisiliktir. 70'li yillarda dunya turuna cikmis; “anne” ve “baba” yazan mezar taslarini konu ettigi fotograflariyla taninmistir.
    eserlerine kattigi “objektif delil” havasi konu mankenlerinin tecrübelerini aktarmayi amaclar. buna en guzel ornegi, “kontrollu mekanlar” olarak betimledigi sehirlerde, “türev” kabul ettigi yabancilari kareledigi fotograflar ve onlara eslik eden metinler teskil eder...

    80'li yillarda duygu aktarimina önem veren bir yöne sapan ve son derece kasli koreograf vücudunu sergilemekten cekinmeyen sanatçimiz, kendi ciplak fotograflarini da bale figürleri esliginde cekmis, performans sergilemistir.

    oyun oynar, rituellere takilir, siradisidir... su aralar centre pompidou ’da m’as-tu vue? (beni gördün mü?) isimli sergisiyle anilmaktadir...
hesabın var mı? giriş yap