• herkesin olmamasından şikâyet ettiği, herkese "aman olsun" diye nasihati verilen, ancak ekşi sözlük'te bile, hakkında dört paragraf yazı olmayan; genel algısı "bir sinemaya, bir tiyatroya bile gidemiyoruz" ile bütün gece elde bir şişe ılımış birayla gelene geçene bakma arasında geniş bir yelpaze.

    sosyallik, yeni insanlarla tanışmak ve bunu belli bir çerçevede devam ettirebilmekse, sosyal hayat, bunu yapabilen insanların sanatı olmalı. sadece iş çıkışı gidilen bir yer değil, iş sırasında, iş gereği yeni insanlarla tanışmak; dağları devirmeden, belli bir seviyede bir diyaloğu sağlamak da bunun bir parçası. kendinden yaşça büyük birisine, bir kadına, bir çocuğa hitap etmeyi bilmek; bunu bir yere kadar sürdürebilmek sosyal hayat sayılmalı.

    bir kuyrukta sabırla beklemek, birden fazla kişinin sohbet ettiği bir ortamda kimsenin sözünü kesmeden dinlemek ve yeri geldiğinde karşıdakileri intihara sürüklemeden konuşabilmek gibi temel becerilere sahip olmak, sosyal hayatın bir parçası olabilir.

    bir tarafı lacivert, bir tarafı kırmızı karton gözlükleri takıp, bir kova mısır yiyerek film izlemek vefakat mısır satan personele teşekkür etmemek; geç girilen salonda, yerine ulaşıncaya kadar on çift ayağa basıp bir kez özür dilememek ve günün sonunda "sinemaya gittik, sosyal hayatımız" oldu diyebilmek bu çağın hastalığı.

    teşekkür edebilmek ve özür dileyebilmek iyi bir başlangıç.
    denemekte yarar var.
  • digerlerine gore kisinin en fazla elinde olani oldugundandir ki hep bir hosnutsuzluk, hep bir yetersizlik.
  • işe başlayan herkesin kalmadığından şikayet ettiği geyik malzemesi (galiba) ya da hakkikat.
  • hayatım boyunca değişime çok açık bir insan olamadım. değişim her zaman iyidir diyenlerden de değilim. ama değişimle ilgili rahatlıkla söyleyebileceğim birşey varsa o da değişimlerden mutlaka birşeyler öğrenerek çıktığımızdır.

    pandemi nedeniyle 2020’de tüm dünyada mecburi bir değişim yaşandı. bunun olumsuz bir değişim olduğu açık. bu olumsuz değişimin öğrettiği en önemli gerçeklerden biri de sosyal hayatın insan için bir lüks değil temel bir ihtiyaç olduğu gerçeğiydi.

    salgının aldığı canlarla yarattığı tahribat o kadar büyük ki doğal olarak yok olan sosyal hayatın çok ciddi sayıda insanda yarattığı psikolojik tahribat arka planda kalıyor.

    salgın bize işyerindeki o 5-10 dakikalık kahve molalarında yapılan sohbetlerin, dostlarla oturulan rakı sofralarının, şehir dışındaki aileye sık sık yapılan ziyaretlerin, fırsat buldukça çıkılan haftasonu seyahatlerinin ne kadar değerli olduğunu acı bir şekilde öğretiyor.

    iş hayatımıza ve aile hayatımıza dair sorumlulukları yerine getirmek için gerekli enerjiyi toplarken en büyük güç kaynağımız olan sosyal hayat yok olunca ister istemez her şey daha da zorlaşıyor.

    kaybolan sosyal hayatı telafi etmek için teknolojinin nimetlerinden yararlansak da hiçbir görüntülü konuşma yüzyüze görüşmenin yerini tutamıyor.

    başta ekonomi olmak üzere birçok konuda sıkıntılı bir ülkede yaşadığımız için pandemi öncesinde de sokağa çıktığımızda hep mutsuz yüzler görürdük. yok olan sosyal hayatla o mutsuz yüzler arasında tek tük rastladığımız gülen yüzlerin de nesli tükenmek üzere.

    umarım 2021 de bu tablo biraz olsun değişir. elbette takvim yaprağındaki bir değişikliğin bir anda herşeyi çözmeyeceğinin farkındayım ama bildiğim bir şey var. sosyalleşmek insana en çok enerji veren aktivitelerden biriyse umut da insana en çok enerji veren duygulardan biri. umut etmek güzel şey. her şeye rağmen umudumuzu kaybetmeyelim.
  • cep telefonunun sosyal hayatta yeni yeni göründüğü, akıllı telefonun bilinmediği 1999-2000 gibi yıllarda bazı kadınlar birbirine telefon gösterip hava atarken* 'benim telefonum*, ereksiyon*,' derlerdi.

    "günlük tut* - her bir tohumu yakala ve nadir çiçeklerin toplandığı akvaryumda açmalarını sağla - yaratan yaratıcı özü ve bütünlüğü koru (daha azını ederinden fazlasına satma) ve hiçbir kadın daha fazlasına sahip olamaz - sürekli sosyal hayat iç-dünyayı* öldürür ya da aldatır: bunu nadir ve ilgi çekici hale getir." sylvia plath - the journals of sylvia plath
  • insan yağmurdan kaçarken doluya tutulmamalı.

    olmak istediği bir ortamda olamıyor diye, olmak istemediği bir ortamı seçmemeli. bundan işkence türünden zevk almamalı.

    buna göre kurulması gerekendir.
  • hayatın bir içten içe zevkini aldığın, sigaraları anlamlı yapan, sadri abilerin boş konuşmadığı bir yönü bir de maillerimizle saygılar yolladığımız, sebepleri kolay anlaşıldığı için sonuçlarına ulaşmamızın kolay olduğu bir yönü var.
    aslında konu bu da değil. yazıya melankolik başlayıp, yararcı bir pislik olduğumu hatırlayarak yeni bir yön vereyim. konumuz benim bu hayatı ikiye ayırıp değerlendirmem. böyle olursa daha akılcı, yarar sağlayarak yaşayabileceğimi düşünmem. evet arkadaş, istanbul hayatı benim için ikidir. biri sosyal yaşamımdır diğeri iş güç yaşamıdır.
    bunları böyle ayırmam; her şeyin fazlası zarar, sosyal hayatınla okulunun dengesini sağlayacaksındaki gibi bir ayrımdan ötürü değil. deterministik açıdan ayırdığım hayat yönleri bunlar.
    ilk yöne bakalım. dediğim gibi sadri abilerin olduğu, sigaralararın anlamsız yere anlamlı olduğu, neşenin de hüznün de olduğu bir taraf bu taraf. hayatta elde ettiğimiz sonuçlar bazı nedenlerden ötürü karşımızdadır. bir şey bir şeye neden olmuştur yani. bu tarafı diğer taraftan ayıran şey ise bu tarafta nedenlerin bulunmasının çok zor olmasıdır. kelebek etkisiyle, kaos teoreminin karışımı gibidir bu taraf biraz. bir şeyler çok fazla şeylere neden olur ve bizim ölçebileceğimiz, tahmin edebileceğimiz alanın dışına çıkar; fakat yine de bu demek değildir ki nedensiz sonuçlar vardır. çok kolay bir konuyu mal gibi uzatıyorum ama bunlardı değil mi verdiğimiz primlerin nedenleri. çölde bir kum tanesini düşünelim. yerini biliyoruz bu kum tanesinin çünkü yeni bulduk bu taneyi. havanın sıcaklığını biliyoruz, rüzgârın hızını biliyoruz, havanın nemini biliyoruz, bunu gibi şeyler biliyoruz ama yetmiyor bu tanenin 1 saat sonraki yerini tahmin etmeye bu bildiklerimiz çünkü yüzlerce etken var bu tanenin hareketi hakkında. başka taneler var mesela karşısına çıkan. ama yine de teknolojimiz var, çağımız uzay, bu nedenle 1 saat içindeki olacağı yer hakkındaki tahminlerimizi 1 metrekareye kadar indirebiliyoruz. bu tarafın özelliği bu işte. o kadar etken var ki senin hareketin iyiye mi gidecek kötüye mi bilemiyorsun; fakat mühendis adamsın, araştırmayı seviyorsun, psikoloji, sosyolojiyle ilgileniyorsun ya nereye varıp varamayacağını ufak ufak kestiriyorsun. yani ne çıkardık? hareketlerimizin nasıl sonuçlar doğuracağını çok zor tahmin ediyoruz hayatın bu tarafında. pekâlâ nasıl bu tarafın kazananı, başarılısı oluruz? bu kadar psikoloji, sosyoloji ve felsefe işlerine girmeden önce bilmeden yaptığım ve başarılı olduğum bir görüş vardı. işleri benim kontrolüm dışında olduğu için takmıyordum. sonuçlar zaten benim kontrolümün dışındaydı. bana sadece pesimist veya optimist olmak kalıyordu. sonraları bu tahmin işine girdim. sosyal bilimlerden bir şeyler öğrendikçe alanımı daraltıp hedef odaklı işler içine girdim. daha gergindim, daha düşünceliydim. sonra fark ettim ki bu tarafta iyi olmak istiyorsan ilk haline dönmek zorundasın. ilk halimden tek farkı ilk başta inandığım bir şeyi yaparken şimdi doğru olmadığını bildiğim bir şeye göre davranıyorum. hayat ne kadar da civelek değil mi?
  • dünya sağlık örgütü (who) sağlıklı insan tanımını şu şekilde yapmıştır;

    “kişinen bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir”

    sadece ruhen ve fiziken iyi olmak yetmez, sağlıklı insan profiline uymak için sosyal açıdan da tatmin olmamız şart. bu nedenle virüs salgını sadece bulaştığı insanları değil, görüldüğü çevredeki tüm insanlığı sağlıksız bırakıyor.
  • son 10 yıl içerisinde büyük darbeler almış ve almaya devam etmektedir.

    geçen the guardian'da çok güzel bir yazı okudum. yazıyı keşfetme sebebim sosyal hayatın sağlık üzerindeki etkileri ile ilgili bir şeyler arıyor olmamdı. aradım, buldum. sosyal hayatın sağlık üzerindeki etkisi bir bireyin tahmin edebileceğinin çok üzerinde. peki, bu tespit burada dursun, insanların sosyal hayatı ne durumda?

    işte burada da the guardian'da okuduğum yazı devreye giriyor. aslına bu yazıyı okumadan önce sosyal hayatın git gide kötü bir yere noktaya evrildiğinin farkındaydım. bunu hem yeni jenerasyonda hem de biz millenyumlularda gördüm. hollandaya taşınıp avrupayı gezmeye başladıktan sonra bu sorunun her yerde geçerli olduğunu da fark ettim.

    detaya girmeden, yazı diyor ki "anketler, yakın arkadaşlıklar, samimi ilişkiler, güven, işgücüne katılım ve topluluk katılımı dahil olmak üzere sosyal yaşamın tüm alanlarında belirgin bir düşüş olduğunu ortaya koydu. düşüş, akıl hastalıklarında, umutsuzluk hastalıklarında ve genel olarak kötü sağlıkta belgelenen bir artışla birlikte geliyor."

    biz insanlar hoşumuza gitsin ya da gitmesin sosyal varlıklarız. arkadaşlara, dostlara, bir eşe, bunların hepsine ihtiyacımız var. "ben su içmicem arkadaş, ihtiyacım yok" deme şansımız var mı? yok. aynısı sosyal hayat için de geçerli.

    ve sosyal medya, yok olan community'ler, biten akrabalık ve komşuluk ilişlileri, insanların artık bir araya gelmemesi derken milenyumlu bizler ve bizden sonraki nesil sosyal hayat konusunda çok sert bir darbe aldı ve bu önce bizleri her açıdan daha sonra hayatın kendisini her açıdan etkiler oldu.

    konu hakkındaki daha detaylı bilgiler yazıda mevcut (istatistikler de dahil). ve yazıyı kaleme alan dostumuzun da itiraf ettiği gibi internetin bir yere gittiği yok. bu duruma çözüm ne olabilir bir fikir sunmak da zor.

    ancak herkes şunun bilincinde olmalı: sosyal hayat olmazsa olmazımız. unutmayın, bilinçaltı dediğimiz hede çok güçlü. biz "ya tek de yaşarım, yalnızlığa da okay'im" diyip iyi olduğumuzu düşünebiliriz ama böyle olmuyor.
  • doğum haritasında sosyal gezegenlerin(satürn, jüpiter) açısız olması bu konuda kopukluk, birlik duygusu oluşturamama ya da uzak kalma durumu verebilir. ama, bu tamamen sosyal hayattan soyutlanma anlamında da değil. zaman zaman birlik duygusu oluşur çok güçlü de olabilir ama ne zaman biteceği ya da ortaya çıkacağı belli olmaz.
hesabın var mı? giriş yap