• molla sadr'ın hareket-i cevheri teorisine göre, hareket/değişim/dönüşüm, yönlenmiş bir gelişimdir. evren, her an dönüşüm geçiren haliyle, bir olmamışlık, eksiklik durumundan, bütünlük, tamlık haline doğru gelişmektedir. varacağı noktanın potansiyelini içinde barındıran; ve mütemadiyen bu potansiyeli gerçeğe dönüştüren evren bütün potansiyelini tüketip tamlığa ulaştığında hareket de duracak, değişmezlik esas olacak, bu haliyle soyut varlıkların mertebesine erişecektir.

    bilimsel büyük patlama teorisine göre ise evren sürekli genişlemekte, bu genişlemenin hızı da sürekli artmaktadır. evren öyle bir hızla büyümektedir ki, maddeler arası ilişkilerin üst sınır değeri olan ışık hızı ile katedilebilecek bölgelerin oranı her an azalmaktadır. yani bir saniye önce bizimle kütleçekim ilişkisi içinde bulunan bir galaksi ile irtibatımız evrenin genişlemesi sebebiyle kesilebilir. o galaksinin ne ışığı, ne kütleçekimi, ne de herhangi bir etkisi bize artık ulaşamaz. o artık bizim için fiziksel anlamda yoktur. bu şekilde, evrende birbiriyle etkileşim halinde bulunan bölgeler sürekli küçülmektedir. genişlemenin hızı da arttığına göre, bir zaman gelecek gökteki yıldızların sayısı azalacak, sonra daha yakındaki gök cisimleri görülmez olacak, sonra uzaktaki dağlar, karşıdaki ağaç, bir metre ötede tuttuğunuz elleriniz, hücreleriniz, molekülleriniz, atomlarınız birbirinden ayrılacak. tüm maddelerin ve dahi atom altı parçacıkların birbiriyle ilişkileri bitecek... varlığı hiçbir şekilde deneylenemeyen, yanlışlanamayan ve doğrulanamayan bu evren, şu haliyle var mıdır yok mudur? ilişkiselliğin ve deneylemenin mümkün olmadığı bir yerde somut varlıktan bahsedilebilir mi?

    iki teoriyi birleştirmek ve uçmak istiyorum artık; ve uçunca büyük uçmalı. evren, gelişiminin son aşamasında varlık ile yokluk arasında bir hale varacak, yani soyut varlık haline dönüşecektir. kimbilir, bizim çember, sayı, küre diye isimlendirdiğimiz soyut varlıklar, gelişiminin sonuna varmış başka evrenlerdir belki de; ve bizim evrenimiz mutlak ilişkisizlik durumuna ulaştığında başka bir boyutta yaşayan bir çocuğun hacmini hesaplamaya çalıştığı soyut varlıklardan biri haline gelecektir.
  • eylemselliğin de soyutu olanı, içsel olanı vardır.

    dışsal âlemde, konfor alanımızın içinde, bir ömrü tüketme riskine karşı, soyut eylemlere ihtiyacımız bulunabilir. bunlar; manevi olarak kuvvetlenebilmemiz için olmazsa olmaz şer’i ibadetlerimizi bütünleyici nitelikle, yalnızca, allah’la aramızda, bize açık içselliğimizde vuku bulan davranışlarımızdır.

    allah’ın niteliklerini edinme noktasında, dışarıdan beşerin göremediği, ancak durumlar karşısında ortaya koyduğumuz, gerçek varlığımızın kalbî pratikleri, soyut eylemlerimizdir. bu içsel davranışları, bir sporcunun kaslarını güçlendirmek için ağırlık kaldırması gibi düşünebiliriz; nefsimize karşı en ufak bir direnç, manevi kaslarımızı geliştirecektir. örneğin; sebat etmek, istemediğimiz hâlde elimizden geliyorsa, irade göstererek iyilik yapmak, güzel niyeti korumak, öfkemize hâkim olup, onu yutmak gibi hz. muhammed’imizin sünnetlerini yerine getirmek, önemli soyut eylemlerdir. bunlar, dış dünyada bir ağırlığı kaldırmak gibi zor bulunabilse de insana güç verir. ve hayat, gündelik olarak, uygulamamız için manevi antrenman programını, bize sunacaktır. biz de bir maneviyat sporcusu, öğrencisi olarak, tüm içimizi, benliğimize karşı böyle eylemlerle kuşatıp, manevi reflekslerimizi, olumlu yönde geliştirirsek, kalbimiz genişleyecek, manevi kaslarımızla başarılı bir kahramana dönüşeceğizdir. bu bağlamda, allah’ın aslanı olma sıfatına mazhar olmuş hazreti ali’mizi anmak, yerinde olacaktır. onun gibi üstün nitelikli kâmil insanlar, dışarıdan normal bir fiziki görünüme sahip olsalar dâhi, soyut eylemleriyle, dünyaların ağırlığını tek parmaklarıyla, bir hamlede kaldırabilirler; üstelik, allah’tan başka kimsenin takdirini beklemeden. onlar, maneviyatın olimpik düzeydeki sporcularıdır. onların manevi büyüklüklerinin ölçüsü, gördükleri rüyalar değil; içsel varlıklarının kuvvetinden doğan günlük tutumları olmuştur.

    soyut eylemlerin nihai amacı, benliği, aşamalardan geçirerek, hakikati olan hiçliğine kavuşturmaktır. mesela, manevi rehber, öğrencisini, insanların önünde değersiz konuma düşürmüş gibi yapabilir. bu, soyut eylemimizde, içselliğimizde, manevi kaslarımızla, bu yükü kaldırıp, kaldıramayacağımıza bakılan bir antrenman, kibirle güreşerek, onu alt edip, edemeyeceğimize dair bir karşılaşma olabilir.

    dışsal olan, içsel olana yetişemediğinde, maneviyat öğrencisi yol alacaktır. form, formsuzluğa yenilmeye mecburdur. bazen duruyor görünmek, soyut ve kalbî bir eylem olarak, allah’a doğru uçar bir hızla koşuyor olduğumuz anlamına gelebilir. genellikle, tam tersi geçerli olsa da dünyada nüfuzlu biri, maneviyatta son derece aciz bulunabilir. dolayısıyla, diyebiliriz ki içselliğinin ve soyut eylemlerinin farkında olan maneviyat öğrencisi, hataları olsa da kendini hatalarıyla tanımlamaz, dünyeviyatın sıfatlarını önemsemez; benliğini, hazlarından doğan kusurlarıyla, yalnızca maddeyle kalıplamaz. bu yüzden, hakikat yolcusunun kimliği yoktur; o, yalnızca eylemseldir. onun yaşantısında olan, içinin niteliklerinin, dışarı taşmasından başka bir şey değildir.

    bu yönde, abdülkadir geylani hazretleri, onlarca yıl süren inzivasının ardından, başkası ona sunmadıkça, hiçbir şey yemeyeceğine yemin etmiş ve aradan kırk gün geçtikten sonra, nefsani olarak arındığı için kendisinden bir bebek gibi ‘’açım’’ seslerinin geldiğini duymuştur. bunun üzerine, maneviyatta, bu durumdan haber alan ebu sa’d muharrimi, o büyük sufiyi, elleriyle doyurmaya yetişmiştir. soyut dünya, dünyeviyatın beş duyusuyla sınırlı benlikler için bilinmez olsa da herkese, soyut eylemlerle yol almaya, sonuna kadar açıktır.

    mutluluk cennetini inşa ederek, gönüller yaparak, türlü olumlu eylemlerimizle, allah’a hızla ulaşabiliriz. fiziki dünya, maneviyatı amaç edinmedikçe, kimseye hiçbir faydası bulunmayan, bomboş bir alandır. maddiyat, maneviyata yeniktir; bu, hz. şibli’nin bütün ilimleri topladığını söylediği, hz. muhammed’imizin şu hadisini anımsatır:

    ''dünyan için orada kalacağın kadar çalış.
    ahiretin için de orada kalacağın kadar çalış.
    allah için, ona ihtiyacın kadar amel et.
    cehennem ateşi için de ona dayanabileceğin kadar günaha gir.''
  • nesneyi değil, oluşu belirten..
  • bir kavram ne kadar soyutsa o kadar duyusal bilgiden arinmistir ve salt dusunsel bir oz kazanmistir diyebiliriz, ama bu hicbir "dogru" bilginin fiziksel gerceklikten bagimsiz oldugu gibi absurd bir sonuca yol acmaz. ornegin sayilar soyutlardir cunku bir sayi hicbir tek bir fiziksel nesneyle ya da surecle baglantili degildir, buna karsin sayilar fiziksel cokluklari olcmek ve hesaplamak icin kullanilirlar. soyut fikirlerin sanatta kullanimi bilimdeki kullanimlarini asabilir, ornegin soyut bir resim cember ya da ucgen gibi geometrik ogelerden olusup hicbir gercek nesne turunu tasvir etmeyebilir. soyut-somut ayrimi ayni zamanda butun kavramlarin en belirgin ayirdedici ozelligi olarak kabul edilmistir, bir thesaurus ya da sozcuklerin herhangi bir taksonomisinde bunu gorebilirsiniz. platonizmde soyut nesneler (bkz: form) (bkz: idea) gercek ve bagimsiz varliga sahip olarak kabul edilmistir (ornegin guzellik ya da adalet), bu gunumuzde genel olarak kabul edilen ya da bilim tarafindan desteklenen bir metafiziksel gorus degildir, onun yerine hicbir soyut nesnenin var olmadigi (bkz: nominalism) daha akla yatkin bir gorustur ama ne yazik ki bati kulturu platonizmin bu hastaligindan kotu bicimde etkilenmistir. bilimsel olarak soyut nesne denilen seyi beyindeki bir tur gosterim (bkz: representation) olarak alirsak tutarli oluruz.
  • (bkz: abstre)
  • somut olmayan
  • usun ve hislerin gözükmeyen yarıküresinde haddinden fazla kalındıkça metruk bir varoluş maddesi sergilemeye başlar insan. eylem kimin evi? edilgen olan ne kadar kayıptır? ne kadar kazanç?

    sözgelimi: kırık bir nesneyi yerine koyabilmek bile güzel.
  • (bkz: duyu) organlariyla algilamadan, dusunerek bicim verebildigimiz (bkz: olgu)lar.
hesabın var mı? giriş yap