• akil insanlar için "bu soytarılar acaba şimdi ne öneriyorlar?" diyerek beni kahkahalara boğmuş hakiki entelektüel.

    "toplumsal olarak tutucu, politik olarak prensip sahibi olmayan, ekonomik olarak birkaç seçkin iş koluna bağımlı hale gelmiş, askerî olarak ise nato’nun en favori islamcısı durumundaki bu iktidar partisi, sokakların sesini dinlemeli." diyerek de akp'nin ne olduğunu tek cümlede özetlemiş.

    lütfen okuyun
  • what's really going on in syria?, tarık ali röportajı, beş dakika.

    bu da bir dertli alman'ın bana söylediği: "this is exactly what my syrian friend is also telling me from what his family tells him
    why do we never read such storys in western media? he is right, its a sort of re-colonisation just by other means"
  • dün şu açıklamayı yapmış:

    http://www.youtube.com/watch?v=nymcmgsy6h8&
  • mick jaggerın street fighting mani kendisi için yaptığını iddia eden yazar.zaten aynı adlı bir kitabı da var.john lennonın power to the people adlı eserinin de kendisine yazıldığını söylüyor.

    bütün bunlara karşın tavrı şu olmuştur:"bu insanları tanıdım ama rock beni açmıyor"*.
  • istanbulda, turkiye sosyal forumunda yaptigi konusmanin tam metni, kuresel bak'tan gelen mailden copy paste...

    sevgili dostlar, istanbul’da bulunmaktan çok mutluyum ve tam da bu zamanda bulunmaktan çok mutluyum. çünkü orntadoğu’da son derece kritik bir durumdayız ve bu kritik durum sizin ülkenizi ve siyasetlerini de etkileyecek, hatta etkilemeye başladı bile. dolayısıyla bugün yapmak istediğim şey, tartışmaya ve sorulara geçmeden önce sizlere ortadoğu’da ne olup bittiği konusunu nasıl gördüğümü anlatmak, durumun kendi içindeki çelişkilerini ele almak ve zaman içerisinde ne olabileceğine bakmaktır.

    bugün ortadoğu’da benim açımdan üç mücadele alanı var: birincisi, dünya tarihinde görülmüş sömürgeciliğe karşı en uzun mücadele, filistin halkının kendi kaderini tayin etmek hakkı için, kendi devletlerini kurmak ve dünya çapında bir siyasi bütün olarak tanınmak için verdikleri geçtiğimiz yüzyıldan bu yana devam eden mücadele alanıdır.

    ikinci mücadele alanı irak. bağımsız ve egemen bir arap devleti, abd ve müttefikleri tarafından birkaç yıl önce işgal edildi ve bu ülke şimdi çok kritik bir durumda, her düzeyde çok kritik bir durumda; sosyal bakımdan, ekonomik bakımdan, askeri ve politik bakımdan.

    üçüncü mücadele alanıysa daha yakın bir zamanda açıldı ortadoğu’da; o da lübnan’dır. bu muazzam iktidar boşluğu olan bir ülke ve bu iktidar boşluğu israil lübnan’ı istila ederek doldurmaya çalışıyor ve bunun sonucunda ne olduğunu hepimiz gördük ve bütün bu sorunlara bağlı olarak da etnik azınlıkların, etnik milliyetçiliklerin bu ortadoğu dediğimiz bölgede sürekli ortaya çıkmasıdır.

    bu resme küresel bir şekilde bakacak olursak, hemen iki hususu söylememiz gerekiyor: birincisi, abd’nin irak’ı istila edip güya modern neoliberal bir devlet haline getirmek girişimi ve bunu da bölgenin geri kalan kısmına biçim vermek için yaptığı plan tamamen boşa çıktı; neden? şimdi bunu size paul wolfowitz’in sözleriyle izah edeyim.

    biliyorsunuz kendisi dünya bankası başkanı oldu, ancak irak savaşı sırasında abd’nin savunma mekanizmasının çok önemli bir unsuruydu ve donald rumsfeld’in de iyi bir ahbabıydı. birkaç hafta önce kendisini “niye irak’ta işler bu kadar ters gitti?” diye soruldu. “biz bir direnişi öngörmüyorduk” diye tek cümleyle cevap verdi. evet haklı, evet böyle bir direnişi öngörmediler, ama bazılarımız gördü bunu ve savaşa karşı çıkan pek çoğumuz onları alenen uyardık 15 şubatta, hatta daha öncesinde. biz onları uyardık, dedik ki “irak’a girerseniz bağdat’ı ele geçirebilirsiniz, basra’yı da ele geçirebilirsiniz, ülkeyi de ele geçirebilirsiniz, ama sizin işgalinize karşı muazzam bir direniş olacak ve bu değişik şekillerde çıkacak” bize inanmadılar, ama şimdi wolfowitz itiraf ediyor, “başarıya ulaşamamamızın sebebi oradaki direniştir” diyor ve haklı.

    düşünün bir kere, hele bir irak’ta direniş olmasaydı, yani amerika gidip müttefikleriyle orada hiçbir direniş görmeden işgali yapsaydı muazzam bir zafer ilan edeceklerdi. irak’taki direniş böyle bir zaferin önüne engel olarak çıktı ve muazzam değişik şekillerde ve siyasi renklerde karşımıza çıkıyor; ama orada. irak direnişinin tam zaferinin önünde duran engel irak’taki belli başlı şii kuruluşlarının henüz buna katılmaya karar vermemiş olması, mukadder al saddar’ ın hareketi de, aslında bir işaret bekliyor buna katılmak için; pek çoğu da öyle. dolayısıyla abd de biliyor ki, irak’la ilgili planları açısından tam anlamıyla yenilgiye uğradı, tam bir yenilgi ve şimdi bu artık amerikan kurumları içerisinde hem siyasi, hem askeri kanatlarda muazzam bir bölünmeye yol açtı. irak’taki yenilgi, siyasi kurumlar içerisinde bile demokrat partinin artık nihayet aklını başına toplayıp “evet, belki de bu bir hataydı” dediği bir noktaya getirdi. askeriyse çok daha sert bir eleştiri getirdi irak macerasına ki bu muhalefetteki siyasetçilerinkinden çok daha vahim bir söylemdi.

    bundan sonra ne olacak irak’ta? bugün irak’taki duruma bakacak olursanız tam bir felaket öyküsü görürsünüz; bir felaket. irak’ta 1 milyon çocuk artık eğitim göremiyor, yüz binlerce insan öldü, hastane sistemi artık işlemiyor ve acaba kaç taneniz daha önceki irak’ı bilirdi bilmiyorum, ama hepimiz irak’ın berbat bir diktatörü olduğunu biliyorduk. ancak onun zamanında eğitim düzeyi açısından arap dünyasının en yüksek seviyelerinde geziyordu ve irak en çok eğitilmiş kadını olan ülkeydi, üstelik toplumda yerlerini buluyor; hastanelerde, okullarda, değişik mesleklerde çalışabiliyorlardı. hatta 1991’deki körfez savaşından sonra bile üç ay içerisinde ülkeyi yeniden ayakları üzerine kaldırıp çalışır hale getirmişlerdi ki bu savaştan sonra bir düzen, bir hukuk ortamı sağlamaktan çok uzaklardı. yani irak’ın büyük bir kısmında bunu hâlâ başaramadılar ve yeni işgalcilerin ve işbirlikçilerinin içinde yaşadığı yeşil alanın bile güvenliği yok.

    aynı zamanda işgalin yaptığı nedir? bütün sömürgeci işgalcilerin yaptığı nüfusun belli kesimleri birbirleri içerisinde bölmek ve birbirine düşürmektir. işte tarihte hep bunu gördük. sömürgeciliğin ilk attığı adım bu olur: böl ve yönet. işte bunun sonucunda da birtakım intikamcı eylemler teşvik edildi, intikam tugayları sokaklarda dolaşıp duruyor, pek çok entelektüeller, doktorlar, profesörler sistematik bir şekilde öldürülüyorlar. neden? çünkü irak’ın insan sermayesini yok etmek istiyorlar ve böyle bir felaketten tekrar kurtulup ayaklarının üzerinde durmak için irak’a çok zaman gerekecek.

    peki, çözüm nedir? bütün yabancı birliklerin bu ülkede işgal güçlerinin hepsinin çekilmesidir, bunun mutlaka olması gerekiyor. (alkışlar) insanlar bana “peki, ama bu olursa keşmekeş çıkmayacak mı ortaya?” diyorlar. şu soruyu bir düşünün, yani biz çekilirsek ortalık birbirine girer, şu anda orası cennet mi zannediyorsunuz? daha kötü ne olabilir ki? hiç değilse yabancı birliklerin çıkması birtakım değişik örgütlerin nihayet oturup birbirleriyle konuşmasına yol açacak. eğer irak’ın egemen ve bağımsız bir ülke olarak hayatta kalmasını istiyorlarsa bunu yapmaları gerekecek.

    belki de ironik ikinci bir nokta var, abd’nin irak’taki işgali şii kesimin bir kısmına aslında hayırhah davrandı ve irak’ın bir bölgesinde onlara belli bir ayrıcalık getirdi. aslında şimdi bundan geri adım atmak için çok geç kaldılar ve bu yüzden iran’ın tamamen haklı bir kararla nükleer gücünü geliştirmek istemesi -ki bütün komşuları zaten bunu yapıyor- iran’ın bütün çevresi nükleer silahlarla dolu. bu ülkelere bakacak olursanız en büyüğü israil’dir, hindistan, pakistan, nükleer gemiler iran sularında dolanıp duruyor. peki, durum buysa o zaman niye onlar da yapmasın? ben aslında hiçbir ülkenin nükleer silahlara sahip olmasını istemem, ama “iran sahip olmasın, israil sahip olsun diyemezsiniz; iran sahip olmasın, ama pakistan, hindistan, ingiltere sahip olsun diyemezsiniz”. “ingiltere ve fransa avrupa’da iki küçük ülke bunlara sahip olabiliyorsa niye biz olamayalım? sırf onlar avrupalı diye mi onlar sahip olacaklar?” diye sorular soruyorlar tabii iranlılar.

    bütün bunlar doğal, mesela iran’da nobel barış ödülünü kazanan yazar şirin ebadi “iran’ın nükleer güce sahip olmak hakkının olduğunu” savundu. kendi müdahaleleriyle irak’ta yaptıklarını şimdi iran’a gözdağı vermek için kullanmak istiyor bu işgalciler. ben size söyleyeyim dostlar, bunların hiçbiri işlemeyecek? niye işlemeyecek onu da anlatayım.

    iran’ın askeri olarak istilası mümkün değildir; neden mümkün değildir? çünkü amerika birleşik devletlerinin askeri güce sahip olmadığı açıktır böyle bir şeyi yapmak için. abd ordusuna katılan insan sayısı neredeyse sıfıra inmiş durumda. rezervleri amerikan tarihinde olmadığı kadar düşük bir seviyede. artık hiç kimse amerikan ordusuna katılmak istemiyor: “siz gelin orduya katılın, biz sizin eğitiminizin parasını ödeyelim” ama şimdi artık bir eğitim görecek kadar yaşayamayacaklarını görüyorlar bu savaşa katılırlarsa. dolayısıyla iran’ı istila etmek istiyorlarsa, bunu yapmaya karar verirlerse, mutlaka zorunlu askerliği getirecekler ve bu şekilde zorunlu askerlik getiren herhangi bir parti hem orduyu demokratikleştirmiş olacak, hem de aynı zamanda muazzam bir savaş karşıtı hareket yaratmış olacaktır. tabii ki insanlar da buna her alanda katılacaklardır. tabii ki bunu yapamazlar.

    ikincisi, iran ordusu irak ordusu gibi değil. irak ordusu tamamen ezilmişti ve çok kötü silahları vardı ve morali de felaket bozulmuştu. iran ordusuysa son derece güçlü ve son derece savaşkan bir ordudur. eğer saldırılırsa onlara mutlaka cevap verecekler ve sadece iran’da savaşmakla kalmayacaklar, aynı zamanda irak ve afganistan’da da savaşacaklar. ben bunu üç haftadır söylüyorum ve dışişleri bakanı bunu da söyledi. aslında biz bunu ciddiye almıyoruz; çünkü onlar da biliyorlar, biz de biliyoruz ki, onlar bize saldırırsa biz mutlaka hem iran’da, hem de iran’ın dışında mücadele edeceğiz ve afganistan’daki olup biteni, oradaki mücadeleyi o kadar hızlı bir şekilde geliştireceğiz ki, buna cesaret edemezler. çünkü bu bir intihar olur bunu yaparlarsa. sizin emperyal çetelerinize bir başka yenilgi daha yazılacak bu şekilde diyorlar ve bu da zincirleme bir tepkiye yol açacak. dolayısıyla bence tam da irak ve afganistan’da olup bitenler nedeniyle iran istilaya uğramayacak.

    pek çok insan zaten afganistan’dan artık vazgeçmişti, onu gözden çıkarmıştı, ancak afganistan’la ilgili anlaşılması gereken tek basit bir faktör var: afganlılar işgale uğramayı sevmiyorlar. bazen batıda insanlar bunu kabul etmeyi çok zor buluyorlar, ama almanların ikinci dünya savaşında işgal ettiği ülkelerin bunu biraz daha iyi anlaması gerekir aslında. eğer afganlar işgale uğrarlarla bundan hoşlanmıyorlar ve tepki gösteriyorlar. bazıları buna “ilkel bir tepki” diyor. bence değil, bence bu sağlıklı bir tepki. nasıl ki ruslar afganistan’a saldırdığında da böyle tepki göstermişlerdi. o zamanlar hatırlıyorum pek çok solcu insana bunu söylemiştim “bu sovyetler birliğinin istilası kabul edilemez bir istiladır, çünkü bu bölgede inanılmaz bir keşmekeş yaratacak ve onlarca yıl boyunca bundan kurtulamayacağız” diye. maalesef dediklerim doğru çıktı; tabii hiç hoşlarına gitmedi.

    dolayısıyla bu insanlar bir rus müdahalesine karşı çıktılarsa neden batıdan gelen bir istilayı kabul etsinler? etmediler nitekim ve şimdi ingiliz medyasında muhafazakâr gazeteciler bile “afganistan’ınbu istilasının artık sürdürülemeyeceğini” söylüyorlar, “çünkü insanlar bizi burada istemiyor” diyorlar ve kabil’de, çevresinde düzenledikleri bütün seçimlerin ne olduğunu herkes biliyor, tamamen bir göz boyama, göstermelik bir şey. dolayısıyla burada şimdi halka ilişkilerin de düzenlendiği pek çok olay görüyoruz, ama bunlar da aslında gerçeğe dayanmıyor. tercihen amerika’dan öyle bir halkla ilişkiler şirketiyle anlaşıyorlar ve onlar gelip sizin seçimlerinizi düzenliyorlar, büyük tantana yapıyorlar; kızlar danslar ediyor, tantana oluyor, ama bu konuda ne kadar uzmanlaşmış olsalar da ve doğu avrupa’da da yapmış olsalar da afganistan’da yapmaya kalktıklarında elleri boş döndüler. dolayısıyla hem irak’ta, hem iran’da, hem afganistan’da işgal tam bir keşmekeş.

    bir noktaya açıklık getireyim: “tam bir keşmekeş” dediğim zaman bu keşmekeşten doğacak şeyin bizlerden, sosyalistlerden, solda olanlardan kabul edilmez bir şey doğuracağından hiçbir şüphe yok, bu konuda hiçbir hayale kapılmamak lazım. bunu da tahlil edeceğiz, ama bugün esas nokta bu ülkeleri işgal eden diğer ülkelerin kesinlikle oradan çıkmasını sağlamak, çünkü böyle bir şey yapmaya hakları yok.

    bu noktada bir soruya gelmek istiyorum, bu da çok yıkıcı bir soru: sizin ülkenizde, özellikle ülkenizin doğu kısımlarında ancak bu soruyu mutlaka ele almamız gerekiyor ve göz ardı edemeyiz. 20 yıl boyunca irak’taki savaştan önce ve onun işgalinden önce amerika birleşik devletleri kuzey ırak’ta kendilerinin “güvenli bölge” dedikleri bir yer yarattılar ve bunu kendileri için büyük bir harekât üssü haline getirdiler ve 12 yıldır da buradaki değişik fraksiyonlara ve politik liderlere para basıp duruyorlar. iran-irak savaşı sırasında saddam hüseyin zehirli gaz kullandığında -ki bu zehirli gazı ona veren amerika birleşik devletleri ve almanlardı, yani batılı müttefikleriydi. halepçe’deki kürtlere karşı bu gazları kullandığında biz irak elçiliğinde protesto gösterileri yaptık ve bunu açıkça söylemek istiyorum. o sırada birleşmiş milletler güvenlik kurulu zehirli gazların irak’ta kullanımını tartışmayı reddetti; neden? çünkü amerika buna vetosunu koydu, veto etti amerika. dolayısıyla irak’taki kürt halkının haklarını -ki, türkiye’de de kürt halkının haklarını- savunmak konusundaki tavrım gayet açıktır.

    ancak, burada farkında olmasalar bile kendilerinin de, halklarının da geleceğini tehlikeye düşürecek bir hata yapmak üzere olduklarını düşünüyorum. açıkça söylüyorum bunu, talabani ve barzani’nin irak’ın kürt bölgelerinde amerikan işgaliyle el ele yürümek kararı ve kürt milislerinin felluce’nin ele geçirilmesinde kullanılmasına karar vermeleri kesinlikle kabul edilmezdir; herhangi bir kimse için kabul edilemez bu ve üstelik çok da miyopluktur ve aptallıktır.. çünkü kürt halkının geleceğini bu bölgede tehlikeye sokmaktadır. amerikan imparatorluğunun paralı askeri olarak davranmak sırf o ülkenin devrilen lideri size kötü davrandı diye o ülkeyi işgal eden ülkenin lideriyle el ele tutuşmak nasıl bir mantıktır? yani devamlı olarak amerika’nın işgalinde kalmak istiyorsanız başka tabii. bağımsızlıktan bahsediyorlar, ama insanlar özgür olmadan da bağımsız olabilirler. eğer haysiyetliyseniz, gerçek özgürlüğünüz için savaşmak gücünüzü kullanırsınız. bugün irak’ta bu oluyor işte. (alkışlar)

    bu beni gerçekten rahatsız ediyor. çünkü kürt halkının geleceğini tehlikeye soruyor bu. eğer liderleri onları bu yoldan götürürlerse ve abd’nin müttefikleri haline gelmekle geleceklerini güvence altına alacaklarını zannediyorlarsa gerçekten ahmak liderlerdir bunlar. çünkü onların güvence altına almak istedikleri gelecek emperyalizmin her zaman kendi çıkarları için hareket ettiği gerçeğini göz ardı ediyor. asla o günkü ittifaklarını düşünmeyecektir emperyalizm; bu bir gerçek. eğer bugün kürtleri kullanıyorlarsa yarın onları çöpe atabilirler; tıpkı geçmişte yaptıkları gibi. peki, o zaman ne olacak? şunu da unutmayalım: bağdat’ta, birkaç milyon insanın yaşadığı şehirde 2 milyon kürt yaşıyor, peki bu kriz, anarşi ve savaş ve iç savaş ortamında onları kim koruyacak? bu şekilde davranmakla kendi kürt halklarının hayatını çok daha zorlaştırıyorlar, geleceklerini zorlaştırıyorlar.

    şunu da anlamaları lazım: 12 yıldır para alıp duruyorlar ve bundan da gurur duyuyorlar, hep böyle çalışabileceklerini zannediyorlar. talabani geçen hafta washington’a gidip “sakın bizi bırakmayın. 10 bin askeri mutlaka ülkenin bizim bulunduğumuz kısmında kalmasını sağlayın” diyorlar. peki, bu mu bağımsızlık olacak?! bu hegemonyaya sürekli bir bağımlılık olacak esasında ve amerikalılar da kürtleri sürekli bir polis gücü olarak kullanacaklar. tam bir israil-amerikan protektorası haline gelecek irak ve onlar da onların paralı askeri olacaktır. gerçekten utanç vericidir işlerin bu noktaya gelmesi. hiçbir şey bunu haklı çıkaramaz, çünkü irak’ın kürt bölgelerindeki insanların geleceği kendi komşularının geleceğine bağlıdır, tarihi olarak kendi komşularına bağlıdır. ne de olsa saddam gitti zaten. saddam’dan önce de irak’ta abdülkerim kasım’ın rejimi vardı ve esasında gerçeği söylemek gerekirse iraklı kürtlerin birçok bakımdan çok daha fazla sahibi vardı türkiye’deki kürtlere kıyasla kültürel ve politik açısından; bu bir gerçek. kimse onların anadilini yasaklamadı; saddam hüseyin bile.

    dolayısıyla amerikalılar timsah gözyaşları döktükleri zaman iraklı kürtler için, bunu kendi çıkarları için yapıyorlar. bunu kürt dostlarıma da söyledim. çoğunun pek hoşuna gitmedi, ama bunu söylemem gerekiyordu. çünkü onların da geleceği buna bağlıdır.

    şunu fark ediyorum. normalde dünyada nereye giderseniz gidin, amerika birleşik devletleri de dahil -ki ben çok sık gidiyorum oraya- onbinlerce insan savaşa karşı. dün diyarbakır’da tabii ki bir azınlık karşıydı savaşa, ama esas olarak da büyük bir muğlaklık vardı ve biraz da birbirinin gözlerinin içine bakmaya cesaret edemeyen, utanç taşıyan yüzler gördüm. çünkü irak’ta olup bitenlerin kürt davasına yardımcı olacağı konusunda çok da ikna olmuş değiller ve bu zaten mümkün değil. çünkü amerika birleşik devletleri türkiye’de aynı şekilde davranmayacak. türk ordusu amerikan desteğinin bu bölgedeki en önemli dayanaklarından biri oldu. türk ordusuna her zaman güvendi abd, çünkü nato’nun doğu kanadının 1945’ten bu yana en önemli dayanak noktası oldu. tabii ki bundan kolay kolay vazgeçmeyecekler. dolayısıyla amerika konusunda yanılsama içinde olanlar, amerika’nın geçmişteki siyasetlerine bakmalıdırlar. bugün ağızlarını açıp da insan haklarını savundukları zaman generaller iktidardayken, yani işkenceler gırla giderken, katliamlar devam ederken ağızlarını açıp bir laf ettiler mi? hayır, çünkü çıkarlarına aykırıydı o zaman bu lafları etmek ve bugün de bir kürt devletinin dünyanın her tarafından bölgedeki bütün kürtleri dahil edecek bir kürt devleti yaratmak da onların çıkarına değil. bunu tamamen bir pazarlık kozu olarak kullanıyorlar, hiç ilgilendirmiyor onları bir kürt devleti. üstelik filistinlilerle de ilgilenmiyorlar.

    sırası gelmişken şunu da söyleyeyim: israilliler gazze’yi hamas’ın seçim zaferinden sonra kuşatmaya aldıklarında ve yeni yetkililerin mensuplarını kaçırıp israil zindanlarına tıktıklarında dünyanın hangi ülkesi ağzını açıp bir laf etti? hangi ülke kalkıp da “bu davranış kabul edilemez” dedi? filistinliler yeni bir hükümet seçtiler ve avrupa birliği bu hükümete de zayıf bir stk muamelesi yapıyor, “biz size artık para vermeyeceğiz, eğer bizim istediğimizi yapmazsanız para yok” diyor, israilliler de saldırılarına devam ediyor. hamas’ın parlamento üyeleri ve hükümet üyeleri de dahil olmak üzere, meclis başkanı da dahil olmak üzere tutukluyorlar, gazze’yi kuşatıyorlar, gazze’yi bombalıyorlar, çocukları öldürüyorlar, kadınları öldürüyorlar, masumları öldürüyorlar, kimse ağzını açıp tek laf etmiyor. elçisini çekmeyi düşünen tek ülke norveç’ti. peki, neden türkiye hükümeti, “bu kabul edilmez bir davranıştır” deyip israil’deki büyükelçisini geri çekmedi, niye yapmadılar? neden israil büyükelçisine “git bir süre kendi ülkene, burada senin işin yok” demediler? (alkışlar)

    peki, onlar kimin çıkarlarına hizmet ediyordu bunu yapmadıklarında? dolayısıyla filistinliler yalnız, çünkü hiçbir arap ülkesi onları desteklemiyor, hiçbir müslüman ülke onları desteklemiyorlar, filistinliler her gün ezildiği halde bunların liderleri ağzını açıp tek laf etmiyor. dolayısıyla filistinliler için sesimizi çıkarmak ve gerçeğin ne olup olmadığını söylemek sivil toplum olarak bizlerin sorumluluğudur ve ben bunu söyledim. onlara ne söylediğimi de açıkça söyleyeyim, hamas’ın liderlerinden bazılarına söyledim bunu: bana gayet dürüstçe “bizim yerimizde olsan ne yapardın?” dediler. ben de dedim ki “şimdi söyleyeceklerim hoşunuza gitmeyecek, ama ne yapacağımı söyleyeyim. filistin yetkililerini alenen geçersiz ilan ederdim. bu gerçek bir yetkili değildir, israil ordusunun izni olmadan hareket edemeyen bir yetkilidir bu ve biz dünya vatandaşıyız, istediğiniz şeyin vatandaşıyız deyin, biz buyuz deyin ve biz kendi sivil haklarımız için bu bölgede mücadele edeceğiz deyin. başka bir deyişle bağımsız, egemen bir filistin devletinin haklı ve meşru sınırları içerisinde varolması mümkün değildir. 1967 sınırlarına dönülmesi söz konusu. dolayısıyla filistinlilere verilecek tek şey nedir? ufacık bir protektora yerine geçecek bir toprak parçası; o kadar, başka hiçbir şey değil ve aslında bunu almamak daha iyi” aslında tek bir devlet istiyoruz; yani filistinlilerin, yahudilerin ve daha kim birlikte barış içinde herkes için eşit haklarla yaşayabilecekse, böyle bir devlet istiyoruz demek. ancak, bunu kabul etmek istemiyorlar, çünkü artık çoğunluğu sağlamaktan emin değiller. güney afrika’daki beyazlar da bir zamanlar bundan çok korkuyorlardı. (alkışlar)

    şunu düşünmek lazım: er veya geç böyle bir çözümün bulunması gerekecek. dolayısıyla bütün bu alanların üçünde de yeni düşünceler gerekli ve bu da beni bir soruya getiriyor. hemen hemen tartışmadığımız bir soru bu; çünkü yabancı işgalcileri işgal ettikleri topraklardan kovmak için mücadeleye o kadar yoğunlaştık ki, bunu göz arda ettik, ama özellikle sosyal forumda bunun üzerinde durmamız gerekiyor ve bunu ben diyarbakır’daki kürt dostlarla da tartıştım. diyelim ki bir mekânınız var, istediğiniz mekâna kavuştunuz, peki soru şu: bu mekânın içine ne koyacaksınız? bu mekânı dolduracak olan nedir? neoliberal bir ekonominin bir milli şekli mi, yoksa bundan faklı bir şey mi? bu çok önemli bir soru. çünkü başka şeylere o kadar yoğunlaşıyoruz ki, dünyada bugün varolan çok büyük bir sorun olduğunu unutuyoruz. milyonlarca ya işsiz, ya doğru dürüst işi olmayan, doğru dürüst koşullarda yaşayamayan insanlar var ve neoliberal dünya hiçbir gelecek vaat etmiyor onlara ve dünyada değişiklik için mücadele edenlerimiz, “başka bir dünya mümkün” dediğimi zaman bunun boş bir laf olmadığına inananlarımız bu mekânı neyle dolduracağımızı, bugünden farklı bir şey dolduracağımızı düşünmemiz lazım.

    burada egemen fikrinin üretimin ihtiyaca, halkın ihtiyaçlarına dayalı olması gerektiğini ve körü körüne kâra dayalı olmaması gerektiğine inanan bir topluma inanan insanlarız biz ve bunu yeniden gündeme getirmemiz gerekiyor ve dünyanın her yeri için geçerlidir bu.

    şimdi şunu söylemek lazım: bunun neden önemli olduğuna gelelim. sadece bu mekânlarda yaşayan insanlar açısından değil, çünkü sosyal bir vizyonumuz olmazsa ve bu vizyon neoliberal dünyanın sunduğu sosyal vizyondan daha geniş ve daha özgür bir vizyonumuz olmazsa, daha fazla zaferin kazanılması için yeterli bir mücadele veremeyeceğiz ki, burada artık abd halkının da bu mücadeleye kazanılması gerektiğini düşünmemiz lazım. askeri olarak kazanılamaz, hiçbir zafer askeri olarak bu şekilde kazanılamaz. vietnam’da bile abd’deki muazzam bir savaş karşıtı hareket olmasaydı amerikan imparatorluğunun vietnam’dan çekilmesi de zor olurdu. işte bu bileşimi göz önünde tutmamız lazım. bu iki vizyonu göz önünde tutmazsak dünya karanlık bir yer haline gelecek ve arap dünyasındaki ortadoğu’daki mücadeleler belli yenilgilere uğrayacaktır.

    şimdi son zamanlarda hepinizin hafızalarında taze olan bir durumdan söz edeyim. lübnan’da arap-israil savaşı yapıldığından israil ve amerika açısından büyük bir engel ortaya çıktı. engelin ortaya çıkması da direniş örgütünün, hizbullah’ın son derece akıllıca bir şekilde mücadele etmesi ve israillilerin ilerlemesini durdurması sayesinde oldu. ondan sonra kızıp lübnan’ın sosyal yapısını tamamen çökerttiler ve hizbullah’a karşı halkı seferber edebileceklerini düşündüler, sonuç tam tersi oldu. çünkü lübnan savaşının ilk haftasının sonunda abd yanlışı sondaj kuruluşlarının yaptıkları araştırmalarda büyük bir kesimin hizbullah’ı lübnan’da desteklediği ortaya çıktı ve lübnan’daki şii hareketi arap dünyanının belli başlı hareketlerinden biri arasına getirdi; çünkü herkes onlara bakmaya başladı. israilliler sadece amaçlarına ulaşamamakla kalmadı, tam tersini sağladılar ve israil ordusunun istilasıyla bunu yapmaktan alıkonuldukları için de şimdi b planına geçtiler.

    abd’nin elinde birkaç imkân var. bir, doğrudan istila; bu mümkün değilse nato aracılığıyla istila etmek, bu da mümkün olmazsa birleşmiş milletlerin güvenlik kurulundan geçmek ki, onların kontrolü altında bu kurul. ancak abd bu amacına ulaşamaz, hizbullah’ı silahsızlandıramaz. birleşmiş milletler bunu yapmaya kalkarsa tamamen kendi içinde bölünür ve hizbullah da bunu kabul etmeyecektir.

    dolayısıyla şimdi bir ablukayı dayatmaya çalışıyorlar. abd de bunu yapmaya çalışıyor ve türk hükümeti de utanmazca buna katıldı. hiçbir şekilde hizbullah’a silah ya da yardımın ulaşmayacağı bir abluka yaratmak istiyorlar. ancak, ben bunu çok daha ciddiye alıyorum, eğer öncelikle israil’e bir abluka uygulamış olsalardı, israil’e silahların ulaşmasını engellemek için, bunu ciddiye alırdım, ama yapmıyorlar. hep tek taraflı oluyor bu iş. israil’e kimse dokunamıyor. kullandıkları ideolojik argümanda “biz aslında israil’i korumak için buradayız” diyorlar; gerçekten bunu söylediler. dolayısıyla bence bu üçüncü girişim de başarısızlığa uğrayacak.

    peki, amerikan imparatorluğuna karşı esas meydan okuma nereden geliyor? -ki, bu onları gerçekten çok rahatsız ediyor- latin amerika’dan geliyor ve bunu çok abartmamak lazım, ama yine de önemli bir olay. venezüella hükümeti, kendi halkı tarafından 5 kez seçildiğinde, “kendi petrol paramızı kitlesel sosyal reformları yoksulların çıkarına yapacağız” dediği zaman abd bunu muazzam bir meydan okumak olarak algılıyor; neden? çünkü neoliberal düzene meydan okunmuş oluyor. onların yarattığı bu neoliberal düzen özelleştirmeye ve deregülasyona dayalı ve bir devletin, bir toplumun yoksul kesimlerine yardım etmek için müdahale edemeyeceği anlayışına meydan okuyor ve bunu şimdi durdurmaya çalışıyorlar ve venezüella’da seçilmiş hükümete karşı bir askeri darbe tezgâhlamaya çalıştılar; bu dahi başarısızlığa uğradı. neden başarısızlığa uğradı? çünkü varoşlardaki insanlar ve sıradan erler “başkanımıza nereye götürdünüz?” dediler ve askerler de “biz sizi desteklemeyeceğiz” dediler. venezüella muazzam bir öfke dalgası içerisinde sallandı ve chavez tekrar iktidara geldi. iktidara gelir gelmez yaptığı ilk icraat da ordunun üst kademesini silip süpürmek oldu.

    ancak başka bir şey daha yapıldı, amerika imparatorluğuna karşı çıkan bir lider var, norman chomsky’nin eserlerini abd’deki insanlara okumalarını tavsiye ediyor ve ilginç olan şudur: abd hegemonyasıyla ilgili olarak “chomsky’nin son kitabını okuyun” dediği zaman 24 saat içerisinde bu kitap amazon best sellers listesinin en tepesine çıkmıştı. dolayısıyla abd’ye zekice müdahale etmek mümkündür ve bunu yaptı. çok akıllıca hareket etti ve bunu da bir türlü kabullenemiyorlar; çünkü böyle politikacılara artık alışık değiller, yani istenilen her şeyi yapan, alenen hiçbir şey söylemeyen avrupa’daki politikacılara alışıklar. irak’ta savaşa gitmeyenler bile sonradan abd ile dost olmaya çalıştı. işte böyle bir dünyada yaşıyoruz. dolayısıyla latin amerika’dan, venezüella’dan gelen, giderek daha fazla bolivya’dan gelen bir meydan okumak var.

    salvador allende’yi şili’de 1973’te bir darbeyle indirdiklerinde o zaman tüm doktorlar, tüm öğretmenler venezüella’daki oligarşi greve gidilmesini istemişti ve sistemin çökeceğini ummuşlardı, ancak sistem çökmedi. aslında olup biten, dikkate değerdi. bir süre sonra chavez’le görüştüm “ne yaptınız?” dedim. dedi ki “telefonu açtım ve havana’da fidel’i aradım. bize yardım eder misin? yardıma ihtiyacımız var dedi” dedi.. neyse ki havana’da böyle bir insan sermayesi var. havana’dan 14 500 doktor geldi. bunlar varoşlara sağlık klinikleri kurdular, ülkenin her bir yanında bu klinikleri açtılar ve etkiler ortadan kaldırılmıştı. dediler ki hayatımızda biz böyle tedavi görmedik. buraya 10 000 öğretmen gönderildi ve aynı zamanda sadece bunun mümkün olabileceğini göstermek için bağımsız fikirli insanlar alternatif okullar açtılar. bu uygulama şu anda ülkenin değişik kısımlarını dönüştürmekte. bu sistemi değiştirmek için yapılan her şey geri tepti, çok fena bir şekilde geri tepti ve polarize etmedi latin amerika’yı. sosyal hareketlerin bir latin amerika’sı var, özelleştirmeye meydan okuyor bolivya’da. hep bu sosyal hareketler sayesinde oldu ve bunlardan alınacak dersler var.

    ellerindeki tek şeyneoliberal sistem tarafındaki brezilya’da lula; o da büyük ihtimalle bugün yeniden seçilecek. ben brezilya’da yine böyle bir toplantıda konuşma yaparken brezilyalılara “biliyorum sizin liderlikle ilgili bazı sorunlarınız var, ama hiç aklıma gelmezdi ki lula latin amerika tarihinde tropik blaire olarak anılmayı isteyeceği hiç aklıma gelmezdi” demiştim, çünkü neoliberal düzene karşı çıkamayan, abd’den korkan biri olarak böyle hatırlanacak. o zamanlar sao paulo’da özgür bir işçi örgütü kurmuştu, ancak bunu bugün hatırlamıyoruz. işte bugün böyle pek fazla çelişkiyi içinde barındıran bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünyada artık sizin de bu sosyal forumda yaptığınız gibi ve başkalarının da dünyanın muhtelif yerlerinde yaptıkları gibi bir yer oluşturmak, bir yer yaratmaktır. öyle bir yer ki, siyasi tartışmalar, siyasi fikir teatileri gerçekleşebilsin.

    neden şimdi bu eskisinden daha önemli? çünkü küreselleşen dünyada küresel bir medya şebekemiz de var ve bu küresel medya şebekesi medyada çalışan bir dostumla konuşuyordum, dedim ki “sizin medyanızın başında kim var?” ismini söyledi, dedi ki “türk murdok’u olarak biliniyor”

    şimdi latin amerika murdoklar neyin temsilcisi, ne yapıyorlar? medyanın farklı yüzlerini neoliberal politikalarla aynı platforma oturtuyorlar ve eskiden mümkün olan, 1960’ların 1970’lerin burjuva medyasında mümkün olan gerçek tartışmalar küresel bağlamda bugün mümkün değil ve bu yüzden işte bu alanların oluşturulması önemli. niçin size genç insanlar çıkıp kendi belgesel filmlerini çekiyorlar, çünkü televizyonlarda bunları görmüyorlar, o yüzden kendi belgesellerini çekiyorlar, medya şebekelerine bunları veriyorlar ve paraları varsa da sinemalarda bunlar gösteriliyor; yani alternatif oluşturuyorlar.

    işte bu en gelişmiş şekliyle resmi medyanın çürümesi en çok abd’de göründüğü için de orada yapılıyor. biliyor muydunuz, lübnan’da tüm yetkililer şu konuda uzlaşmaya vardılar: hiçbir ölü bebek ve ölü kadın görüntüsü göstermeyeceklerdi ve burada kadın ve çocuk sivillerin hiçbir yaralı resmi abd televizyonlarında gösterilmedi. bu da demokrasiyi maniple etmek için yapıldı. şunu demek için yapıldı: biz size güvenemeyiz, bunları göstererek sizlere güvenmiyoruz. biz sizin için karar verdik, çünkü siz kendiniz için karar almak yetisinden yoksunsunuz ve şu anda abd’de radyo istasyonları, özerk bazı grupların, bağımsız medya gruplarının nispeten büyük bir dinleyici kitlesinin olduğunu görüyoruz. özellikle eymul uzma’nın şimdi her gün new york’ta 2 milyon insan izliyor bunu. evet, ufak doğru; abd’yi düşündüğünüzde çok da büyük bir sayı değil bu, ancak büyük bir sıçrayış ve alternatif ağları nasıl kurabileceğimize dair birbirimizden öğreneceklerimiz var. medyanın dominasyonunu, baskın kültürünü nasıl alt edebiliriz?

    ne kadar televizyon kanalı var böyle saçma sapan amerikan dizileri gösteren? ilginç şekilde film yapımcısı birkaç arkadaşla konuşuyordum, onlara “çok ilginç değil mi? sinemanın kalitesi iranlı yapımcıların ürettiği filmlerin kalitesi estetik açıdan, konu açısından holywood’un yaptıklarının bin kat ötesinde değil mi?” diyordum. bu aynı şeyi tayvan ve güney kore için de söyleyebilirsiniz. hep dünyanın marjinlerinde görüyorsunuz kültürel muhalefetin, abd’ye karşı bir kültürün doğduğunu. bu muhalefetin sebebi ahmak politikacıların söylediği gibi amerikan karşıtı olmamız değil, ben antiamerikan hissetmiyorum kendimi, ama ben abd’de yönetici sınıfın güttüğü politikalara karşıyım. canavarla birlikte savaşım, çünkü biz kendimiz onlarla baş edemeyiz, size de ihtiyacımız var. bunu diyorum hakikaten, sadece laf olsun diye söylemiyorum. bu nüfusu kazanmamız lazım, abd nüfusunu da kazanmamız lazım. bu siyasi olarak, kültürel olarak yapılabilir. kendi gözleriyle hükümetlerinin yaptıklarını gördükleri zaman, ne tür rejimleri desteklediklerini gördükleri zaman, fikri gerçekleşecek ve ekonomik projeleri bir gün sonuna geldiği zaman -çünkü çin 20-25 içinde ekonomik gücü eline geçirdiği zaman göreceklerdir- bunu bilmek de onları paranoyak yapıyor.

    hani çin’de gurur duyulacak bir hikâye olduğundan değil, orada da muhalefet doğuyor işçi hareketi arasında. o kadar televizyona çıkmıyorlar, ama böyle bir şey var. çünkü dünyanın alışveriş yaptığı bir dükkân ve müthiş bir işçi sınıfı var ve onlar da şu anda büyük grevler olmasa da onlar da sessiz kalmayacaklar. yani dünyayı yönetenlerce hep tersine kendi istedikleri gibi olmuyor bazı şeyler, her zaman onların istediği olup bitemez dünyada. bir dinamik var dünyada bugün ve bu dinamik büyük ölçüde abd için önemli problemler arz ediyor aslında. abd’de akademik solda görülen bir sorun amerikan ekonomisinin durumu. çökecek mi çökmeyecek mi çok ilginç bir tartışma gerçekten ve abd ekonomisinde bugün çok ciddi bir kriz olduğu da kesin; bu konuda hiçbir kuşku yok. ancak abd kendisine ekonomik olarak bir meydan okuma ya da bir tehdit altında hissettiğinde daha da nahoş bir yüz kazanıyorlar, daha da sevimsiz hale geliyorlar. çünkü geri çekilmek durumuna itilmek onları daha da saldırganlaştırıyor. dolayısıyla otomatik bir ekonomik anlamdaki zayıflık ve siyasi imha arasında otomatik bir bağlantı yok, bu böyle işlemiyor. ekonomik zayıflıklardan avantaj sağlayabilmek için alternatif bir siyasetin olması gerekiyor ve bu abd için de geçerli. dünyanın diğer herhangi bir yeri için geçerli olduğu kadar abd için de geçerli ve şunu bu politikadan geri çekilmeye 90’ların başında başlayan bu geri çekilmeyi artık sonlardırmamız gerekiyor.

    şunu anlamamız gerekiyor ki, dünyayı değiştirmenin tek yolu, iktidarı ele geçirmektir. bu bolivya örneği, venezüella’nın örneği, küba örneğinde olduğu gibi yalnızca dünyayı değiştirmeyi istemekle değiştiremezsiniz. bu kadar basit olsaydı çoktan birkaç defa dünyayı değiştirmiş olurduk. bu adına mücadele etmeniz, kavga vermek zorunda olduğunuz bir şey ve kolayca da elde edilen bir şey değil. çünkü dünya bu; tüm çelişkileriyle yüzleşmek zorunda olduğumuz ve kolay bir şey değil. siyah-beyaz çok basit çözümler verebileceğiniz bir dünya değil. en azından şunu anlamınız gerekiyor ki, bu dünyayı değiştirebilmek için bu dünyanın gerçeklerini anlamanız gerekiyor.

    teşekkür ederim.
  • yeni kitabinin tanitimi icin turkiye'ye gelmi$, kendisiyle bir tanesi de acik radyo'da olmak uzere pek guzel tahliller iceren roportajlar yapilmi$ muhalif yazar.
  • 7 haziran 2015 genel seçim sonuçlarını şu mesajıyla kutlayan adamın dibi.

    "excellent news from turkey. the united left are in parliament with 12.5 percent of the vote (threshold is 10 percent...hight to keep them out) and erdogan's gang have lost their overall majority. a long delayed punishment!"

    "harika haberler geliyor türkiye'den. oyların %12,5'ini* alan birleşik sol meclis'e girdi (seçim barajı yüzde 10'du ve bu kadar yüksek oranın amacı solu meclisten uzak tutmaktı). erdoğan'ın çetesi meclisteki çoğunluğunu kaybetti. çoktan verilmesi gereken bir ceza bu!"

    *tarıkcığım % 13,1 oldu canım.
  • radikal gazetesinde (bkz: pınar öğünç) ile yaptığı röportajda saygı uyandıran fikir insanı.

    tarık ali
  • komünal arümcek ağından küreselleşmeye kadar varan bir anlatı ile komünizmi hepimize tekrar anlattığı kitabı komünizm düşüncesi agora yayınları tarafından basılmış ve yayımlanmış olan yürekli adam.

    kitapla ilgili ayrıntılar: http://www.idefix.com/…asp?sid=bsrp1cm6xd3djlk5rpie
  • guardian'da, israil'in gazze'deki son vukuatı üzerine yazdığı yazıyı tam da cuk oturan shakespeare alıntısıyla bitiren yazar. hoş, israil'i doğrudan kendi tarihlerindeki holokost örneğiyle yüzleştirmeye çalışanlar da var, malum israil bundan anlamıyor. ama tarik ali'nin örneği çok insani ve bir insanın karşısındakine sesleneceği şekilde. duymaya niyeti olan için tabi.
    (bkz: venedik taciri)

    http://www.guardian.co.uk/…mas-palestinians-israel1
hesabın var mı? giriş yap