tezkere
-
belki de en güzel günlerimden birisidir. ben 19 eylül'ü 20 eylül'e bağlayan gece terhis oldum. askerlik şubesinde yaptım askerliğimi. terhis olduğumun sabahı bayramdı.
cumartesi günü son günümdü ve astsubayımız bot, palaska ne varsa hepsini aldı benden, götürmeyeyim diye. bugün tamamen sivil giyin dedi, zaten yeni gelen çavuşa da bütün görevlerimi vermiş, yapması gerekenleri öğretmiştim, içim rahattı ve o cumartesi yapacak bir şey bulamadım, zaten göt kadar ilçede internet cafeye gitmekten başka yapacak bir şeyiniz de olamazdı. neyse internet cafeye gittim, bir kaç saat takıldım, iki buçuk litrelik kola ve de cips alıp şubeye geri döndüm ki 17:00'ye kadar sürem olmasına rağmen, ben saat 1'de dönmüştüm bile. diğer arkadaşlarla sohbet ettim, televizyon seyrettim, yok geçmedi vakit, gece 1'de idi otobüsüm denizli'ye. neyse akşam ettik, yapacak bir şey yok, son bir kez bahçeyi suladım, koca bahçeyi tek başıma suladım, vakit geçmiyor çünkü içim içimi yiyordu. o koca tabeladan valizimle çıkmak, bir daha geri dönmemek istiyordum.
saat 12 olmuştu, astsubay memleketine gidiyordu, onunla vedalaştık ki benden bir yaş küçüktü, hep garibime gitmişti, benden bir yaş küçük adama aylarca komutanım demek, ona çay getirip götürmek hep içime dokunmuştu ama o son veda her şeyi unutturmuştu. hakkını yemeyeyim, iyi adamdı.
saat gece 12'yi gösterirken benim bir saatim kalmıştı, şubeden garaja 15 dakikalık yürüyüş mesafesindeydim, ondan rahattı içim. vanlı olan yeni çavuşla yine dertleştik, ettik, konuştuk ki 5 aydır, acemiliğim dışında ilk defa yaşıtım biriyle sohbet ediyordum, normal sohbet ediyordum. çok garipti. ona da söyledim bunu. zamanı gelince anlarsın beni dedim.
ağır olan valizlerimi bir hafta önce kargoya verip göndermiştim, küçük bir valizden başka bir şey yoktu yanımda.12:30 olduğunda saatler televizyon odasından kalkıp, hep beraber şube giriş kapısının oraya gittik, yeni çavuş, ben, onbaşı ve nöbet tutan asker vardı bir de. hep beraber son bir sigara içtik, son sohbetlerimizi ettik, 15 dakika da öyle takıldık.
gitme vakti gelmişti, içimdeki sevinç ilk aşık olduğum zamanlara yakın bir şeydi garip bir şekilde, karnımda acayip bir ağrı, kalbim göğüs kafesimi delecekmiş gibisine hızla atıyordu. herkesle sarıldık, sarmalaştık, valizimi aldım elime, kapıdan dışarı çıktım, arkama döndüm, o kocaman ...... askerlik şubesi başkanlığı yazısına baktım, cebimden bir tane sigara çıkarıp yaktım ve dedim ki onlara "olm hep bunu yapmak istemiştim". son bir kez asker selamı verip, yürümeye başladım.
hava o kadar güzeldi ki, ne sıcak ne de serin, ılık ılık esiyordu, o garaja yürüdüğüm 15 dakika boyunca o kadar mutluydum ki. anlatamam anlatamam mümkün değil bunu. özgürlüğümü elime almıştım, anlatılamaz güzel bir şeydi bu.
otobüse bindim tam 1'de gözlerimi açtığımda denizli'deydim. ben hayatımın hiçbir döneminde otobüs yolculuklarında uyumuş bir adam değilim, o gün deliksiz bir uyku çektim o otobüste, tezkere otobüsünde.
eve geldim. eve geldim ancak ailemin benim bayram sabahı geleceğimden haberleri yoktu. onlara bilerek eylül ayının 30'nda terhis olacağımı söylemiştim, sürpriz yapmak için. düşünsenize oğlunuz askerden geliyor hem de bayram sabahı.
annemin kapıyı açtığındaki o yüz ifadesini unutmak mümkün değil. o kadar sevindiğini, beni o kadar çok sevdiğini bilmiyordum.öğrendim. -
şiir: nazım hikmet(kuvayi milliyet destanı - yedinci bapın 922 ağustos ayı ve kadınlarımız kısmı). müzik: ruhi su(yürüdü tren kısmı ruhi su'ya aittir). derleyen: ahmet kaya. an gelir albümünden...
ay'ın altında kağnılar gidiyordu
kağnılar gidiyordu
akşehir üstünden afyon'a doğru.
toprak öyle bitip tükenmez,
dağlar öyle uzakta,
sanki gidenler hiçbir zaman
hiçbir menzile erişmeyecekti.
kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle
ve onlar; ayın altında dönen ilk tekerlekti, ilk tekerlekti.
ayın altında öküzler
başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi
ufacık kısacıktılar
ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında
ve ayakları altından akan
toprak, toprak ve topraktı.
gece aydınlık ve sıcak
ve kağnılarda tahta yataklarında
koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı.
ve kadınlar, birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
ve kadınlar...
bizim kadınlarımız;
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri; öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
işıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar,
bizim kadınlarımız.
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
ve onbeşlik şarapnelin çeliğinde
ince boyunlu çocuklar uyuyordu.
ve ayın altında kağnılar yürüyordu
akşehir üstünden afyon'a doğru.
yürüdü tren de yolda inilmez
derdim çoktur memlekete söylenmez
tükendi cephanem, geriden gelmez
tezkeremden evvel vurdular beni,
sılama hasret koydular beni.
aziz abdal dağı ordugah yeri
bir haftalık tayın yenmiyor kuru
hasretlik kaldı koca kayseri
tezkeremden evvel vurdular beni,
sılama hasret koydular beni.
ağır makineli de tepeden inmez
tarıyor ormanı kimse görünmez
verilen parolalar aklıma gelmez
gözüm göre göre vurdular beni,
sılama hasret koydular beni. -
-
bir türlü gelmeyen şey... sakız gibi uzamaya başlıyor günler... zenon paradokslari na dönüyor tezkere günü, sürekli yarısı bitiyor kalan zamanın, ama tezkere hiç gelmiyor.. 10 çeşit windows gördüm böyle teknoloji görmedim!
-
deli bi zevk. pisliğini yiyip karnını doyurduktan sonra havalanan ama çıkış yolundaki pencerenin kapanmasıyla beraber hava sanaraktan sürekli gide gele döne dolaşa cama çarpan bir sineğin pencerenin açılmasıyla beraber doğaya karışması. ve - bi anlamda başka - bi pisliğe konana kadar özgürce kanat çırpması. (bkz: orgazm), (bkz: af çıkması), (bkz: mezun olmak), (bkz: boşanmak), (bkz: kafa ayarının tutmasıyla oyunun yüklenmesi), (bkz: bir tarkovski filminin bitmesi), (bkz: rob halford'ın judas priest'e geri dönüşü)
-
unutulmaz ahmet kaya şarkılarından. ozellikle şu sıralar başta recep tayyip erdoğan'ın dikkatle dinlemesi ve her mısrasını iyice anlaması gereken şarkı. nazım'in mısralarından bu ulkenin tarihini hatırlaması gereken insanların ozellikle dinlemesi gereken şarkı. lubnan'a askerini (ama kendi çocuklarını değil yanlış anlaşılmasın) gondermek için iki elini kaldıranların, şehitlik mertebesini tartışmaya açanların ve hayatında ilk kez gordugu yerlerde eşkıya kursunuyla olenleri hiçe sayarak askerlik yan gelip yatma yeri değil diyenlerin ozellikle dinlemesi gereken şarkı.
...tezkeremden evvel vurdular beni
sılama hasret koydular beni...
...gozum gore gore vurdular beni
sılama hasret koydular beni... -
gelmesi beklenen, sonuna yaklastikca dakikalarin katlanilmaz oldugu, beklenmesi aci veren, ufuktaki umut i$sigi. nobetlerde erler saga sola kazirlar kasatura ya da civi gibi bi$eyle. $afak ile ifade edilir. taze askerlere '$afak kac?' diye soruldugunda '$afak karanlik' olarak cevap verirler.
-
soğukkanlılıkla verilen ve alınan şeydir. alınan yerden memlekete yaklaşıldıkça tezkere sıcaklık yaymaya başlar, tezkere ısındıkça, alan kişinin davranışları da ısınır. hayat "yeter keyif çattığın benle ilgilen artık koduum!" dedikten sonra da dolaplardan birine kaldırılır.
-
askerligin bittigini gosteren belge
-
sabirsizlikla bekledigim belge. az kaldi az
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap