• alegori o kadar sağlam ki filmin kıymetini anlamak için thatcher dönemini bile bilmene gerek yok. yani the cook the thief his wife and her lover thatcher dönemini eleştiriyor diye günümüzde daha az önemli bir film değil. bilakis muadili filmlerin de zamansızlığının güzel bir örneği.

    daha önce de etraflıca bahsedilmiş ama film üzerine yapılacak okumalara şu da eklenebilir: albert karakteri filmin başından sonuna kadar mekana sahip olduğunu çeşitli şekillerde vurgulasa da mutfak her zaman aşçınındır. filmin sonunda albert aşçıyı mutfağını yıkmakla tehdit eder. oysa mutfak da albert'in "tapulu" malıdır ama aşçıyı kovmaz, kovamaz; çünkü albert üretim yapılan yere ait değildir, orada sözü geçmez; terörize ettiği yer her zaman tüketimin olduğu yerdir. o yüzden greenaway'in kaydırmalarla üretimle tüketim arasında gidip gelmesi manidardır.

    ayrıca albert faşizan yönetimi temsil ediyorsa, karısının aşığı okuyan (hatta fransız ihtilaliyle ilgili yazılar okuyan) adam da toplumdaki muhalif sol kesimi temsil eder. ve albert karısının onu aldattığını öğrenmeden önce de adamı taciz eder, yemek yenen yerde kitap okunamayağını söyler ama yine de adamın kitap okumasına engel olamaz. sonunda muhalefeti kanla susturur ama halkı devrim yapmıştır ve kendi mekanında onu beklemektedir. albert mekana davetiyeyle çağırılır. çünkü orası artık ona ait değildir, devrim gerçekleşmiştir.

    greenaway'in yönetimi ironiktir. zira uzun plan sekanslarla, kaydırmalarla gerçekliğe yaklaşırken renk ve söz oyunlarıyla da yabancılaştırmaya oynayarak seyirciyi dürter; tabloyu duvara asarak ve onun da alegorisini yaparak sanatın da farkında olan bir seyirci ister. sonuç olarak ortaya koyduğu tam bir başyapıttır.
  • görsel açıdan, özellikle renk kullanımıyla bu iş burada bitmiştir dedirten bir filmdir.
  • insanı kendinden tiksindiren albert rolünü michael gambonın oynadığı film ; oysaki, greenaway onu michael rolü için düşünmüştür başta.
    filmin tamamının geçtiği restoranda yemek masasının ardında gördüğümüz resim ise frans hals'a aittir.
    mutfaktaki albino bulaşıkçı veledin şarkıları mütemadiyen tüylerimi ürpertmektedir.
  • görsel sanat olarak sinema başlığı altında incelenebilenecek en iyi on filmden biri olan peter greenaway filmi. sinemanın doğuşundan bu yandan nedense hep edebiyata tiyatroya yazılı ve sözlü sanatlara meyl eden-meyl ettirilen sinema için bambaşka kulvarların da mümkün olacağını vurgulayan bir filmdir. zira başıdan sonuna kadar devam eden renk, mizansen, kostüm kombinasyonları zaten bir ressam olan greenaway'in resim heykel gibi plasik sanatlara yaptığı göndermelerdir. helen mirrenın rönesans kadınlarını andıran günümüz beğeni ölçülerinin dışındaki bedeni ise bunun en önemli göstergelerinden biridir. her sahne sanki klasik döneme öykünen bir tablo gibidir. batı resim kültürünün en büyük ilhamlarindan biri olan hristiyanlık da bol bol işlenmektedir el altından. filmin son sahnesindeki cannibalismde hıristiyan cemaatin isanın etini yiyip kanını içme sevdasına bir göndermedir diye düşünmeden edemiyorum. sonuç olarak sinema tarihinin başyapıt statüsüne konulacak filmlerindendir. tracking shotlari inanılmazdır, imdb ye göre restoranın yemek bölümü koridoru ve tuvaletleri sırasıyla sindirimin aşamalarını temsil etmektedir. bir deha ürünüdür her şeyiyle. on üzerinden ondur.
  • rahatsız edici ama bir o kadar da kendini izlettirebilen film.

    ateşli bir şekilde hasta uykusunda görülen rüyalar gibi inceden.

    kesinlikle hafızaya kazınıyor. hele o yanık yanık çığıran sabinin yüzü gözlerimin önünden gitmez.
  • filmlerin konusunu sormak gibi kil bir huya sahip olan kimselere, konuyu anlatmaniza gereksinim birakmadan, kendi kendisini ifade edebilen peter greenaway filmi.
  • şimdiye dek bir ingiliz'in çektiği en yıkıcı sanat eseri. ancak ken russell'ın aynı derecede yıkıcı filmleriyle kıyaslanabilir. muhteşem. bütün iyi filmlerde olduğu gibi nirengi duygular renk paletiyle ifade edilmiştir.

    tutkular ve açmazları kırmızıyla dile gelmiştir mesela:

    görsel
    görsel
    görsel

    insanın tutkudan ayrı düşünülemeyeceğini bir kez daha vurgular gibi.
  • kapitalizm ve onun politik iktidarının narsist bir kişilik olan albert'te simgelendiği düzenin altında ezilen insanların temsilcisi konumunda, karısı georgina vardır. georgina kurtuluşu, zor koşullardaki (soğuk depo ve çürümüş yiyecekler ortamı) kaçamak buluşmalarda yavaş yavaş daha yakından tanıdığı devrimci düşüncenin simgesi entellektüel aşığının izinden giderek bulabileceğini görecektir. her ne kadar işletmenin sahibi albert gibi görünse de asıl sahip üretimden gelen gücünü kullanmayı bilen aşçıdır.
    ezilen insanları temsil eden georgina (devrimci önderlik) albert'e karşı mücadele için işçi sınıfını temsil eden aşçıya gittiğinde aşçı bu görevi kabul ederken onurlu bir duruş sergileyip karşılığında ne kadının vücudunu ne de parayı kabul etmeyecektir...

    kadın aşçıya aşığımla ilişkime dair ne gördün diye sorarken "benim gördüklerim sizin benim görmeme izin verdiğiniz kadardı" diyerek bilinç düzeyini ortaya koyar.

    politik anlamda sermaye temsilcisi patron albert ortada henüz bir şey yokken dahi devrimciliği simgeleyen "aşığı" "burada kitap okunmaz" diyerek taciz etmekte ama aynı acımasız patron albert, baş aşçıya karşı o kadar pervasız olamamaktadır. çünkü o mekan ve o mekan sayesinde sürdürdüğü yaşam nitelikli aşçının yani işçi sınıfının varlığıyla mümkündür. patron ne kadar kızıyor olsa da aşçı kendi varlığı için de o denli vazgeçilmezdir. durumun kötüye gittiğini fark eden albert her şeye rağmen georgina'nın kalmasını isteyecektir. georgina varlık sebebidir çünkü.

    kanlı bir şekilde yok edilen aşık küllerinden yeniden doğacak ve beklenen intikamın alınmasında baş rolü oynayacaktır...

    hırsız kim? bu soruya yanıt olarak verilen ismin (albert) bu niteliğinin anlatımı filmde eksik kalmış. thatcher dönemi ingiltere'sinden yola çıkarak dolaylı bir eleştiri ve baş kaldırıyı simgeleyen film, bununla sınırlı kalmadan evrensel, güçlü politik mesajlar veriyor.

    ingiliz ekonomi politiğini simgeleyen lokantada geçen öyküde fransız düşününü yemekler simgelemekte.

    ımdb ye göre restoranın yemek bölümü koridoru ve tuvaletleri sırasıyla sindirimin aşamalarını temsil etmektedir. aynı zamanda mekan farklılıkları üreten tüketen, yani sınıflar ayrımını da ortaya koymaktayken garaj tehdidi üretimden kopuk rantçı sermayeyi anlatır.
    farklı anlatımıyla dikkat çekici olan film türü sevenler için başyapıt sevmeyenler için kayda değer bir deneysel çalışma olarak kalmayı hak ediyor...

    bu kadar kapalı bir anlatımla ortaya çıkan ürün hizmet ettiği amaca ne denli yararlı oluyor diye düşününce filmin değeri azılıyor?! yoksa çoğalıyor mu? :)

    renkler de birçok şeyi simgelemektedir. her şeyi ben mi açıklayacağım onları da siz bulun:)
  • filmde tim roth da oynamaktadir.bir de bu filmin bi ozelligi vardi sanirim, banyoya kim giderse kişinin karakterine gore icerden gelen renk degisiyordu(bkz: yamuluyorsam duzelt)
  • filmi daha iyi algıyabillmek için önce aşçılık kursuna gittim. sonra ahçılık kursuna gittim (ikisini hep karıştırırım, garanti olsun istedim). ardından biraz hırsızlık yaptım. sonra manyak mısın olm dedim, duruldum. oturdum efendi efendi yeniden izledim. helal dedim. helal film sertifikalı ilk film olarak bunu ilan ettim. peder yeşilyol, şüphesiz ki manyaya manyaya icra ediyor yaşam sanatını. helal yaşam da bu olsa gerek. amen.
hesabın var mı? giriş yap