• peki vat dı fak is happening bre shyamalan. neden ya, nasıl ya, dur abi şakadır, kesin bi yere gönderme yapmıştır da biz anlamadık lan iki dakka dur diyerek sabrettik filmin sonuna kadar. meğersem adam bize gönderme yapmış, sittirin gidin filmimden demiş ama biz anlamamışız.

    ishal oldum filmden sonra, tesadüf değil, mümkün değil, bünye kaldıramadı.
  • lost'un bünyeye nakletmi$ olduğu, dizide gerçekle$en her durumdan kıllanma, her hareketin bir anlamı olma durumundan kelli, bu filmdede izlediğim her kareden bir anlam çıkartmaya çalı$tım. ancak geri tepti bu hamlem maalesef. efendim, $öyle ki;

    --- spoiler ---

    kahramanlarımız o ya$lı ve bilge adamla kar$ıla$ırlar, serada derin muhabbetlere girerler. ya$lı adam her $eyin bitkilerden kaynaklandığı tezini ortaya atar buraya kadar her $ey normal. gel gör ki bundan sonra anlamlandıramadığım diyaloglar ortaya atılır. diyoloğun ana kurgusu ise sosis üzerinde geli$ir. evet, bildiğiniz sosis.

    ya$lı adam yakla$ık 15 dakika boyunca, "yola çıkıcaz yanımıza sosis depoladık", "siz sosis sever misiniz?","sosis için sandviç alalım marketten" tarzı diyologlarla resmen tabiri caizse beynimizi sikmi$tir.

    lost'ta her boktan bir anlam çıkması durumuna alı$ık olan bendeniz ise "aha kesin sosisle alakalı bir i$ler var, yoksa neden sosisi bu kadar gözümüze soksunlar?" tarzı dü$üncelere daldım.

    peki ne oldu? filmle sosis arasında zırnık bir bağlantı kurulmadı. 2 dakikada yediler sosisi anuna koyayım. bunun için mi siktiniz lan beynimi "sosis,sosis" diye?

    --- spoiler ---

    i$te budur aklımda yer eden...

    ve son olarak;

    o sosis sizin götünüze girsin!
  • "mistik olay" gibi harika bir isimle çevrilmiş film... mistik olay... "garip bişeyler oluyor, anlamıyorum" da denebilirdi...
  • izlemek için ayın 18'ini beklediğim bir "shayamalan filmi" daha. öyle değerlendirmek lazım, sadece bir "film" olarak değil. benim beklentimi karşıladı. ne beklediğinize bağlı bu çünkü. gidip de film böyle çıkınca dumur olanlara, "uyarmadılar mı seni sincabım?" demek mümkün. (bkz: #11839542)

    şaşırmamayı seviyorum ben adamın filmlerini izlerken, klişeleri hoşuma gidiyor. yine bir sıradışı olay, yine bir yaşlı kadın, küçük masum kız, çaresizlikten öfkelenen sorumluluk sahibi mutsuz adam, sorunlu çekirdek aile, pencere önünden geçen silüetler, çarpıcı vahşi şiddet sahneleri, gizemli tehdit, veranda, geniş araziler, salya sümük ağlama/ağlatma, mahsur kalma, saklanıp duvar gibine çömelme, yalnızlık, sadakat, ümitsizlik, vazgeçmişlik, toplumdan izolasyon, mucize mi tesadüf mü açmazı, birliktelik, çevre dostu mesajlar, aşkın yüceltilmesi, iyi dostlar, her şeyin olacağına varması... bunlar shayamalan'ın anahtar kelimeleri. bunlar olmadan shayamalan filmi olmaz, bunların olmadığı shayamalan filmi de olmaz. bilmek gerekli. inanmak güç ama seveni var.

    bunlar dışında diğer filmlerden farklı olarak daha dışa dönük, daha aydınlık, şiddet sahneleri daha "gore" tabir edilen seviyede, mekanların daha çok olduğu, masalsılıktan günümüze daha realistik bir adaptasyon söz konusu. önceki filmleri "yok artık" seviyesinde fantastik öğeler üstünü kuruluyken, bu sefer insanın içine bi "lan?" sokmaya çalıştığı aşikar.

    bir sonraki filmine de, neye gittiğimi bile bile yine gideceğim.
  • --- spoiler ---

    seyircisiyle oyunlar oynamayı seven shyamalan'ın pörtlek gözlerle filmin bir yerinden çıkıp kendini öldürmesini boşuna beklediğimiz bir film. tam tren sahnesinde kadının yan koltuğunda oturan adama "hah evet bu işte" dediysek de her gördüğümüz hintliyi babamız sandığımızı anladık yakın plana geçince. gerçi shayamalan da o sahnedeymiş, telefonun içinde. tiramisulu sapık 'joey' meğerse bizim film boyunca nereden çıkacak diye beklediğimiz shayamalan imiş -imdb'nin yalancısıyım.-

    bu filmi bir dilek filmi olarak görüyorum. aynı hissiyatı batoru rowaiaru'da* 'azgın japon gençleri bir ölse ya!' temasıyla hissetmiştim. bu filmde de her ne kadar insanın doğayı yok etmesine, sevgisizliğe ve bencilliğe -otomobilleriyle kimseleri sallamadan kaçıp giden insanlar- vurgu yapılsa da ben çoktan bozulan insan - doğa bütünlüğünü vurgularken çaktırmadan da doğadan yana bir tavır seziyorum. alla alla saçma oldu şimdi de şöyle anlatayım; shyamalan da bu filmde 'doğa, insan ırkına iki çaksa da adam etse ya!' diyor sanki. bir 'insan ırkı doğayı yiyip bitiren bir böcektir, doğa da gün gelir bizi silmesini bilir' önermesi içinde sanki. e tamam yahu şahane, aynen katılıyorum. hint asıllı bir yönetmenden içinde yetiştiği mekanik amerikan toplumu üzerinden insanlık durumlarına yine güzel bir eleştiri. bundan sonraki filmini hayvan katliamlarına ayırırsa kendisini daha çok seveceğim.

    bundan sonraki filmi muhtemelen daha kötü oyuncularla, daha düşük bütçelerle olacak. ilk filmlerinin gösterişliliği yok, meseleler daha derine iniyor, filmlerinin daha derin dertleri oluyor çünkü artık. belki de ucuz genç yetenekler bulacak, bu işi de öyle kotaracak.

    bu filmin 28 days & weeks later serisiyle müthiş benzerlikler içermesi ise nedense rahatsızlık veriyor. aynı kaçış, aynı kapana kısılmışlık, aynı ıssız kırsal, ne olduğu belirsiz bir salgın vs.

    araya sokuşturulan kafayı yemiş dini bütün yaşlı kadına ve yine 28 weeks later'ın sonundaki gibi olayın ingiltere'de bitmişken fransa'da hortlamasına ise diyecek bir şey bulamıyorum. bu gereksiz sahnelerde tek güzel şey kadının kendini hapsettiği eve kafasını vura vura ölmesi oluyor -orada da zombiye benziyor.- shayamalan'ın bu göndermelerle derdi nedir? hafiften dalga mı geçiyor o bile belli değil. hani klişe tabirle şakaysa çok komik, ciddiyse hiç komik değil.. shyamalan'ın en iyi filmi değil belki ama kendi içinde fena da sayılmaz naçizane düşünceme göre. bekleyip bir sonraki filmini göreceğiz, fatih terim'in de bir basın toplantısında dediği gibi; " everything is something happened. i don't want to see the back, i want to see front" (bkz: fatih terim in ingilizce basin aciklamasi)*

    --- spoiler ---
  • bildigin shyamalan filmi. "bu adam bize bir sey anlatmaya calisiyor" diye izliyorsun sonuna kadar, ama yok oyle bir sey. sanki adamin aklina bir fikir gelmis, oturup da ayaklari yere basan bir hikaye cikarmaya usenmis, oyle pat diye cekmis filmi. ustalikla cekilmis birkac korkutucu sahne disinda film cok havada kalmis. ortaokul duzeyindeki "bilimsel dusunce" gondermeleri, "bilim her seyi aciklayamaz" imalari falan filme iyice amator bir hava katmis. signs'i begenen bunu da begenebilir.
  • tagline acilen everything is something happened olarak degistirilirse, ihtiva ettigi gizem kat be kat artacak, hintlinin son filmi. boyle tagline koyacaksin, 300 milyon dolar gise kontigaranti. icinden cikamaz kimse serefsizim, akin akin gelir izler "ne lan bu abooov?" diye diye...
  • dünyanın sonu geldi filmlerinden biri daha dedik izledik. ama arada derede sinir bozucu uzunlukta bakışmalar olmasa; duygusal olsun diye konuşmuş iç bayıcı ayrılıklar olmasa; karı koca arasında ki o ne olduğu belirsiz (filmin sonuna mutlu bir sahne koyabilme amaçlı olsa gerek) gerginlik olmasa. daha gerici, daha hareketli, daha gürültülü bir film olsa çok daha sevebileceğim bir film.

    --- spoiler ---

    başrolde zooey deschanel var diye sevinmiştim fakat filmde beni en çok sinirlendiren karakterde kendisiydi. niye o kadar amaçsız hakeket ediyor anlayamadım ki. jess fısıldayarak konuşuyor; "sen de benim gibisin" bilmemne. joey de joey.. joey kim be? nedir yani. felaketin orta yerinde bi itiraflar. (olmazsa olmaz) kız konuşurken ben acı çekiyorum. kızın babasının tripleri de bi ilginç. "ben gördüm onu ağlıyordu düğünde" en yakın arkadaşmış.

    bir gerilim filmi sanarak izledim ama ilişkilerdeki o olmamışlık, oturmamışlık o kadar itici geldi ki bunlardan bahsediyorum. aslında onları komple çıkart. daha çok karakterli. daha ciddi bir film olarak süper olabilirmiş.
    o az insanla dolaşınca bitkiler bir şey yapmıyor saçmalığını zaten anlayamadım. ki öyle de değilmiş.. adam nerden çıkarttı nereye bağladı onu da bilmiyorum ya neyse.
    rüzgardan, toksinden koşarak kaçışmaları da pek bir enteresandı.
    en sonda "birlikte ölelim" dedikten sonra öyle etkileyici bir sahne bekledim oh be dedim. noldu?
    "aaa ölmedik lan" dediler ve pıss diye söndük.
    bu konu hakkında bilgi veren bilim adamı da hayatımda gördüğüm en kolpa bilim adamıydı. "asla anlayamayacağız" dedi adam. açıklamaya yaptı yani.

    baştan sona intihar sahneleri içinse söylicek bir lafım yok. polisin silahını arka arkaya kullanmaları; inşaattan atlayan insanlar ve tabii ki saçındaki tokayla..*

    --- spoiler ---

    uzun sözün kısası; karakter ayrıntılarıyla içine edilmiş bir film benim gözümde.
  • --- spoiler ---

    insanı havaya sokup, iyi bir son vaat ettikten sonra, "olur öyle" diyerek biten film. birileri shyamalan'a sonunu düşünen kahraman olamaz falan mı dedi acaba?

    --- spoiler ---
  • i believe in shyamalan.

    hintlinin filmlerine bu cerceveden bakiyor ve safimi bastan belli etme geregi hissediyorum zira bu filmi sevdim ben, diger tum filmlerini sevdigim gibi. bir shyamalan filmine sadece meraktan degil ne gorecegini asagi yukari bilerek giden, akla kazinacagi mutlak ve kacinilmaz bir kac ufak guclu sahnenin sadece bu adam tarafindan cekilecegine itimadi olan ve hasretle bekleyen biri olarak, ne filmlerinin birbirine kirdirilmasindan hosnutum, ne de sene boyunca izlenen diger filmlerin otesine berisine yerlestirip bir siniflama yapilmasindan. begenilir begenilmez kendisinin de umrunda degil zira ; bu bir shyamalan filmi.

    radyo sinyalleri veya kaynagi bilinmez bir mind trick yerine doganin gazabina ugrayip baska bir tur tele-manyak suretine burunmus insanoglu fikrinin eyleme dokulusu, kendi kendini sessiz sakin bir bicimde yoketmenin korkunc ve kacinilmaz bir hale gelisi filmin genelindeki bi takim aksakliklar nedeniyle kusursuz bir bicimde anlatilamamis da olsa, shayamalan in signature shotlarinden bir tutamla bezenmis the happening dimaglara akildan cikmayacak kareler kondurmayi beceriyor. iste sirf da bu yuzden bu adam ve filmleri muadillerinden ayriliyor. cok sevdiginiz bir grubun her albumunu almak sevmek ve itin gotune sokmaktan kacinmakla anlatilabilir ancak syahamalan filmlerini sevmek, lakin bu sevgi elestiriden muaf oldugunu anlamina gelmiyor.

    mavzubahis filmin en buyuk iki handikapi da maalesef yine kendi elinden cikiyor ; oyuncu secimi/ performansi ve reji.

    herhangi siktiriboktan bir senaryoyu verseniz, kendine has rejisi ve kamera kullanimiyla su gibi anlatabilen birinin daha onceki hic bir filminde yapmadigi kadar kesme kullanmasi, uzun plan namina neredeyse hic bir sey birakmayan bir montaj ve cekim secimi, olmasi gereken ve amaclanan gerilimi sundurmus pic etmis. bu adam aptal degil, esnaf degil, studyo $ebegi hic degil, kendi bildigini guzel yapan bir adam lakin aslina ihanet edercesine bir anlatim bicimi secmesinin izahati nedir nasil yapar bilemiyorum. bir kac essiz sahne disinda genele yayilmis basarisiz bir reji performansi.

    oyuncu secimleri filmin bilegine takili bir baska pranga ; sectigi oyunculardan aldigi performans son derece silik ve yapay. ne cocukda ne kadinda ne de adamda, ne yasanan olayin sarsici sokunu ne de sahit olunan feci olumlerin sarsintilarinin izlerini gorebildik. her darbenin izi o suratta kalacak ki izleyici de karakterin koluna girip az sonra basina nelerin gelecegini oturdugu koltukta hissedecek, ayni caresizligi, aciyi ve yilginligi paylasacak. bunu izleyiciye oyuncu iletemeyecekse kim iletecek birader? filmin umarsizca yerden yere vurulacak bir kusuru varsa eger maalesef en onde geleni budur, savunamiyorum hic bir sekilde. fakat bu mark wahlbergi kotu bir oyuncu yapmaz sadece bu role uygun olmadigini gosterir. the departedin en akilda kalici performansini vermis oyuncusunu eksi sozluk cop sepetinde ebedi istirahate yatirani ben affederim allah affetmez, yavas.

    ve son olarak, allah askina, buda askina, isa askina, manitu askina, anton la vey askina bu adamin sahsini veya bir filmini elestirirken saldirirken zilyonuncu kez "the sixth sense" demeyin, kusturdunuz! ikincisini mi ceksin, yasayan olulerin donusunu mu yorumlasin bir daha, la nedir derdiniz? bambaska filmeri surekli tek bir filme ataclamak nasil bir elestiri bilincidir, okudukca fildir fildir gozum donuyor yerinde. yeter abicim baska bir yol bulun, deniz bitti. kafanizda bu adam ve filmleri hakkinda bir tanim veya verebileceginiz baska bir ornek yoksa sonsuza dek susun.

    bunca ahkam yeterince kesmediyse sunu bilin ki prensim ; shayamalanin bugune dek cektigi en iyi film unbreakable dir. uzerine tanimiyorum. sonra da signs gelir. the sixth sense sert bir shot gibidir, vurursun yakar icini cozz diye, tadi aromasi muthistir ama fazlasi bayar. bu nedenle de alt siralarda kalmaya mahkumdur.
hesabın var mı? giriş yap