• meksika usülü pink floyd.
  • 20 gün kadar önce canlı izleme şansına eriştiğim, müthiş^2 bulduğum süper grup. sahnedeki duruşları bana en çok the doors'u hatırlattı (özellikle vokalistin hareketlerinin jim morrison'a benzerliği su götürmez), en çok dikkat çekenler ise gitarist-vokalist-davulcu üçlüsüydü. bunlardan vokalist ve gitarist saçlarının bonusgillere olan benzerliğiyle, davulcu da zapatistaların kampından kopup da gelmiş meksikalı isyancı görüntüsüyle dikkat çekti. (krosun üzerinde yazan ispanyolca sloganlar da bu görüşümü destekledi) grubun genel sound'unu (yani 7 kişi sahnede biraraya gelince çıkan sesin neye benzediği olarak açabiliriz) ise coverdale'li dönemin deep purple'ına benzettim. tabi diğer taraftan müziğin modernleşmiş, muse ya da placebo gibi tınlayan bir tarafı da vardı. bir de davulcu gerçekten müthiş. 2,5 saat süren konser boyunca adamın düz ritm attığı süre herhalde 1-2 dakikayı geçmez. adam konser boyunca bütün salonu inletti maaşallah.

    grup üyeleri sahnede pek hareket etmiyorlardı ama seyirci çok hareketliydi, bir de konseri beraber izlediğim alman seyircisine mi özgü bilinmez (önlerde 16-18 yaş grubu gençlerin çok fazla olmasından da kaynaklanıyor olabilir) ama kendilerine garip bir hareket uydurmuşlar, tam olarak pogo ya da mosh değil, ama dans da diyemeyiz, bu ikisinin arası birşeydi. yavaş kısımlarda gözlerini kapatıp tüm vücutlarıyla sağa sola sallanırken (bir yandan da hafif bir zıplama hareketi yaparak) giderek geriliyorlar ve akabinde -müziğin hızlanıp patladığı noktada- kendilerini kaybedip birbirlerine dalıyorlardı. grubun da genel setlist mantığı buna uygundu. önce 10-15 dakikalık sakin bir jam, seyirci dinlensin, sonra 3-4 dakikalık gaz bir şarkı, millet birbirine girer, sonra tekrar dinlenme faslı. işe de yarıyor.

    son olarak da grubun piyasa gruplardan farkını her saniyede hissettirdiğini söyleyerek bitireyim. vokalist sahnedeyken seyirciyle 1 kelime bile konuşmadı, çıktığında iyi akşamlar bile demedi, ama sadece tavırlarıyla ve hareketleriyle bile seyirciyi gaza getirdi. gitarist 15 dakikalık bir gitar solosu attı ki biliyorsunuz bugünlerde böyle birşeyi yapan grup pek kalmadı, ben mars volta'ya sırf bu yüzden müteşekkirim, bana sahnede bir 70ler grubunun sahne performansını gösterdiler, bunu yaparken de modası geçmiş bir grup gibi tınlamadılar, 2000'lerin rock ruhu diye bir şey varsa işte onu yaşattılar (hatta bunun yaratıcısı da kendileri olabilir, tüm kalbimle inanıyorum).

    sonuçta tüm üyeler bir anda sahneye çıktı, çaldılar ve konser sonunda pena falan atmadan sadece el sallayarak yine aynı hızla sahneden indiler (ama tüm bunlar birçok grubun yapmacık tavırlarından çok daha sıcak ve samimi geldi insanlara, sonuçta karşınızdaki gayet protest bir grup). performansları ve seyirciyi etkileme yetenekleri tek kelimeyle mükemmellerdi, adamları o günden beri rock n roll'un ayakta duran yeni kalesi olarak adlandırmaya başladım, bu düşüncemi de cebimdeki son 15€'yu mars volta tişörtüne vererek taçlandırdım.

    adamlar gözümüzün önünde devrim yapıyor da farkında değiliz.
  • bu tipleri dinlerken sızdığımda -hala- öyle rüyalar görürüm ki, onları yazsam gaiman'ı dörde, lovecraft'ı ikiye katlarım; o sebeple benim için pek önemliler. noctourniquet'le gördüğümüz, artık bize sunacak pek bir şeyi kalmamış mars volta idiyse de dağılmalarına hala kızgınım; konu üzerine söylenecek çok şey var ve ne yazık ki hiçbiri de müzikal kaygılarla ilgili değil.

    omar, çoğu tmv hayranının bildiği üzre, kontrol manyağının önde bayrak sallayanıdır. söz ve vokal dışında her haltı kendisi yapar, albümlerde çalan müzisyenlere "etkilenmesinler diye" şarkının neresini çaldıklarını bile söylemez. dil konusunda biraz yetenekli olsaydı (röportajlarda bile lak diye ingilizceden ispanyolcaya geçer, hiç kasmaz) cedric'i 7-8 yıl önce falan silkeler miydi diye düşünürüm hep; sahnede ced gibi dağıtacak birkaç vokal eminim vardır ve en azından bir-iki tanesi de canlı performansta ced'den daha başarılı olurdu ama birbirlerini dengeledikleri çok açıktı ve eminim ikisi de bunun farkındaydı. ximena sarinana'yla birlikteydi bir dönem, ondan ayrılınca muhtemelen kafayı yiyip daha ne halt ettiği bile belli olmayan teresa "teri gender bender" suarez ile ilişkiye başladı. taraflardan biri, bu teri denen, modası geçmiş müzik yaptığından piyasada tutunmak için omar gibi bi dehaya ihtiyacı olan bücür. bosnian rainbows meselesi de bu ilişkinin sonucu.

    cedric ise yıllarca omar'ın diktası altında takıldığından muhtemelen pasif-agresife bağladı. başka grupta takılsa şansı ne kadar olurdu, ne yapardı bilmiyorum (şimdiki haline bakınca pek iç açıcı görünmüyor) ama dehşet söz yazımı ve kayıtlardaki sıradışı vokali dışında çok bir numarası olmadığından (bazen "daha napsın lan?!" diye düşünmüyor da değilim ya), kurucularından biri olduğu tmv'da takılmayı tercih etti (ya da buna zorunlu kaldı işte)... ta ki scientologist (olduğu söylenen) chrissie carnell ile evlenene kadar. kadının twitter'da cedric kimle tartışıyorsa ona ced'den bile daha sert laflar etmekten başka ne halt yediğini çözemedim; bildiğin vasıfsız ama dağılma meselesi gündeme geldiğinde ikizlere hamile (25 mart'ta doğurdu) ve şirretin önde gideni idi (hiçbiri değilse bile şu tweet'i şirretliğinin ispatıdır). olayların koptuğu gece ced'in thomas pridgen'dan yediği "scientology is a hell of a drug..." lafının (/tweet'inin, ki sonra utanıp sildi mi naptı) sebebi olan chrissie de, olayın diğer tarafıdır (ki pridgen'la ced'in pek iyi anlaşamadığını zaten biliyorduk).

    hah işte, birlikte zibilyon tane kötü şey yaşayıp buna rağmen birlikte devam edebilmiş iki adamın, müzikal zevkler açısından tam anlamıyla birlikte büyümüş iki arkadaşın arasına, üne ve paraya ihtiyacı olan bu iki kadını koy ve izle --olan bu. keşke birinden biri çıkıp deseydi ki "artık üretmek istediğim müzik bu değil, tmv faslı bu yüzden bitti." ama hayır; omar "her şeyle uğraşan olmaktan yorulmuştum," diyerek kaçtı ("yalancının?" diyesim geliyor hep kendisine), ced de "aldatılmış hissediyorum," diyerek. böyle saçmalık olabilir mi ya? bromance'inize sokayım arkadaş, apartman teyzesi gibi dedikodu kastırdınız bana. ne haliniz varsa görün lan.

    barıştılar! \o/ (bana noluyosa)
  • bir yıkımın ardından gelebilecek en güzel haber

    at the drive in” i sevdiniz peki the mars volta’ya alıştınız mı ? alışamayanlara yakındaki en yüksek binadan kendilerini atmalarını ve geriye kalanlarla the mars volta’nın bize bahşettiklerine bakmayı önerebilirim. “at the drive in” in 2001 yılında dağılmasından sonra geriye kalan parçalarından iki başarılı grubun oluşmasıyla başlamıştı hikayemiz , bu dağılma müzik piyasası için nadiren oluşabilecek bir altın madenine dönüşmüştü, bir tarafta sparta diğer tarafta ise günün kahramanı the mars volta çıkmıştı müzik piyasasına.her müzisyenin en büyük ihtiyacı olan – en azından ihtiyaç duyması gereken – gelişim ve yenilik “at the drive in” in elemanları cedric bixler zavala ve omar rodriguez için müziklerinde bir virüs edasıyla yayılmaktaydı , daha albümleri çıkmadan önce oldukça ses getiren konserlere çıktılar ve bunun sonunda ünlü prodüktör rick rubin’in projelerine dahil olmasıyla the mars volta’nın universal çıkışlı de-loused in the comatorium adlı ilk lp albümlerine kavuşmuş olduk. albümdeki tanınmış isimler sadece rick rubin’le de kalmadı ve red hot chilli peppers’ın altgrubu olmaları sadece bir prodüksiyon rastlantısı değil rhcp’ın the mars volta’ya olan desteklerinin bir simgesiydi. albümde ayrıca rhcp’ın basçısı flea ve gitaristi john frusciante’nın da oldukça yoğun yardımları olmuştur.
    de-loused in the comatorium’a göz gezdirdiğimizde müziğindeki farklılık , günümüzün basite kaçan jenerasyonunu utandıracak cinstendi , enstrümanlarına olan hakimiyetleri çok yüksekti ve ardından merak edip sözlere eğildiğimizde sözlerinin anlaşılması güç kendine ait bir yorumla , tabiri caiz ise bencilce hazırlandığını fark ettim. parçalarındaki bencillik diye bahsettiğim kısım kelimeleri eksik okuyarak ve yutarak şarkılarını icra etmelerinden başka hiçbir şey değildi. onları ilk dinledikten sonra her hangi bir video kayıtlarını aramaya başlamıştım, kısa bir süre sonra bulduğum deliller doğrultusunda kendilerinin atom karıncadan farksız olduklarını fark ettim. sahne şovları gerçekten eğlenceli ve hareketliydi. bazen de bu enerji fazlasıyla duramayıp inanılmaz doğaçlama kısımlar ekleyip, parçalarını dakikalarca uzatıyorlardı. bu da benim the mars volta’yı neden bu kadar merakla takibe başladığımı gösteriyordu. özellikle sözlerin karmaşıklığı kafama takılsa da ilk albümün dinlenebilirliği açısından iyi bir yere gelmeye belki de ekol olma yolunda ilerlemeye başlamaktaydılar.

    şimdi jeremy için frances the mute

    mart 22’de ikinci albümleri “frances the mute” piyasaya çıktı , grubun belki parçalarındaki en büyük farkların oluşmasını sağlayan, ses efektlerini yaratan jeremy ward’ın ilk albümün çıkışından sonra aniden ölmesi grubu oldukça etkiledi çünkü albümdeki o güzel efektlerin hiç biri artık sahibi tarafından çalınamayacaktı ayrıca büyük bir ruh eksikliği söz konusuydu. jeremy’nin ölümü üzerine grupta yeni albüm için sert ve farklı bir ifade beklerken ,ilk single “the widow” ‘da kocasını akciğer kanseri yüzünden kaybeden bir kadını , ne parçalarındaki kendinden geçmiş eşsiz gitar sololarını kullanarak ne de vokal cedric bixler zavala’nın muhteşem yorum yeteneğini kullandığı bir single olmuş . albümün teması saint frances adlı cehennemi yaşamış ve bu yaşadığı korku yüzünden bir daha asla konuşamamış bir bayan hakkında. seçtikleri tema da bana oldukça farklı geldi ilk single “the widow”’da da parçanın çoğunluğunda devam eden gitar ezgileri hüznün yoğunluğunu ve ümitsizliği anlatırken , en sonundaki synth efektleri bana ölümün bilinmeyenliğini anlatıyordu. *
  • (2004'de lars ulrich'le yapılan bir röportajdan)

    - şu anda dünya genelinde en beğendiğiniz baterist hangisi?
    - mars volta'dan jon theodore.
  • hani bazen deriz ya "ulan şu adamlar***** gençliklerinde gelemedi, asıl ateşli zamanlarını göremedik" diye, işte bize o dönemlerini yaşayan bir topluluğu kanlı canlı görme fırsatını sunan efsane adayıdır mars volta.
  • dinlerken insana "1970'te yaşayıp deep purple dinlemek böyle bir şey olmalı" dedirtiyor
  • bu grubu tanidigim gune lanet ediyorum cunku baska hicbir muzik beni heyecanlandiramaz oldu.
  • iyi bir progressive rock dinleyicisi olarak yeni keşfettiğim için bir taraftan utandığım ama keşfi inanılmaz mutlu eden grup benim için. şu sıralar yatıp kalkıp bu grubu dinliyorum. müziklerindeki tahmin edemeyeceğiniz her türlü değişim heyecan uyandırıyor bende; her şarkıyı ilk defa dinlerken sürprizleri bekliyor oluyorum.

    grubun yaptığı müziğin türü; progressive rock, experimental rock ve progressive metal olarak geçiyor ama çok fazla müzik türünün öğelerine sahip; hardcore, psychedelic rock ve free caz gibi. grubun lideri ve gitaristi omar rodríguez-lópez progressive rock'taki değişimi yaşama benzeterek şöyle demiş;

    "progressive, insanların bizim hakkımızda kullanacağı kirli bir kelime değil. ilerlemiyorsan durgunsun ve bu yaşamın yolu değil."

    neredeyse tüm parçalar rodriguez-lópez tarafından bestelenmiş, sözler ise vokal cedric bixler-zavala tarafından yazılmış. ben ilk etapta dinlerken king crimson, led zeppelin ve pink floyd etkilerini hissetmiştim ama daha sonra çok fazla müzik öğesi duyunca çok daha fazla türde gruplardan ve müzisyenlerden etkilendiklerini anlamış oldum. yani tam bir sentez müziği gibi ama her şeyden biraz alalım da sentez yapalım gibi değil de yeni bir tür yaratmış gibiler.

    omar rodríguez-lópez'e göre sinema, onların şarkı yazımını da büyük ölçüde etkiliyor;

    "gerginlik yaratmak, akış yaratmak, sahneler yaratmak, hızlı tempolu sahneler yaratmak, minimum diyalog yaratmak - bu bizim en büyük etkilerimizden biri."

    grubun adı da yine sinema ile ilgili; volta kelimesi italyan film yönetmenin federico fellini'nin kitabından. fellini'ye göre yeni bir sahneye volta deniyor. yani grubun ismi de bu kelime ile anlam kazanıyor çünkü her bir şarkı farklı farklı sahneler ve anlar içeriyor gibi. mars yunan mitolojisinde ''god of war'' yani savaş tanrısı anlamına geliyor.

    2001 yılında kurulan grup, 2013 yılında cedric bixler-zavala'nın gruptan ayrılmasıyla son bulmuş. yalnız grup yeniden bir araya gelecek gibi görünüyor yani umarım; şubat 2018'de bixler-zavala, twitter'da mars volta'nın yakında döneceğini doğrulamış, mayıs 2019'da ise yine bixler-zavala, kendisinin ve rodríguez-lópez'in yeni materyallerle denemeler yaptığını öne sürmüş. bunlar güzel haberler tabii ama üç yıl geçmiş aradan umarım bir şeyler üretiyorlardır.

    buraya birkaç şarkı bırakmadan gitmek istemiyorum. ilk defa dinleyecekler için çok iyi bir deneyim olacağına eminim.

    eğelenceli bir video ile başlayayım, birarada olmaktan keyif aldıkları belli;

    goliath/ youtube

    the widow, bu grubu keşfetmemi sağlayan ve kalbimi fetheden parça aynı zamanda;

    the widow/ youtube

    bu parçadaki değişimler sizi de şaşırtacak;

    l'via l'viaquez

    edit: imla ve yeni link eklendi.
  • düzülke (flatland) isimli kitabin ilk satirlari:

    to
    the inhabitance of space in general
    and h.c. in particular
    this work is dedicated
    by a humble native of flatland
    in the hope that
    even as he was initiated into the mysteries
    of three dimensions
    having been previously conversant
    with only two
    so the citizens of that celestial region
    may aspire yet higher and higher
    to the secrets of four five or even six dimensions
    thereby contributing
    to the enlargment of the imagination
    (...)

    1884'te yazilan kitap, bir kare'nin cizgiülke (lineland, 1 boyut) ve uzayülke'ye (spaceland, 3 boyut) yaptigi yolculuklari anlatir.

    hikaye soyle devam eder:

    " i call our world flatland, not because we call it so, but to make its nature clearer to you, my happy readers, who are privileged to live in space. imagine a vast sheet of paper on which straight lines, triangles, squares, pentagons, hexagons, and other figures, instead of remaining fixed in their places, move freely about, on or in the surface, but without the power of rising above or sinking below it, very much like shadows--only hard with luminous edges--and you will then have a pretty correct
    notion of my country and countrymen. alas, a few years ago, i should have said "my universe:" but now my mind has been opened to higher views of things."

    the mars volta ile tanismamissaniz, sadece düzülke'yi taniyorsunuz demektir.

    the mars volta'yi anlayabilmeye calismak icin yaradilis'ini incelemek gerekir.
    once, at the drive-in vardi. at the drive-in, bir bardak suyun icine katilmis bir kasik yagdan ibaretti. grubu olusturan elemanlar senkron sekilde hareket edemiyordu, armoni elde edilemedi. yag, hidrofobik yapisi geregi, su ile karisamaz. bir schism yasandi. ortaya iki kol cikti: sparta ve the mars volta. bu iki topluluk beraber yapamadiklarini ayri ayri cok daha iyi bir sekilde yapmaya basladilar: her ne kadar ozgun olsa da sparta genel akima katilip, muesses nizam dogrultusunda ilerledi, para kazaniyor olmalilar. the mars volta uydusundan kurtulup parlamaya basladi, isik uretiyor olmalilar.

    « at the drive-in just wasn't what we wanted to do anymore, we were just bored of playing that music, they got really old and we were really limited, there was no room for improvising or for growing technically or conceptually ».
    --cedric bixler

    cedric bixler zavala - vokal
    omar rodriguez-lopez - gitar
    jon theodore - bateri
    jeremy michael ward - ses muhendisi
    isaiah ikey owens - klavye
    michael balzary (flea) - bas
    (cicatriz'de ise john frusciante)

    milat: de-loused in the comatorium.

    cedric bixler-zavala'nin yazdigi bir kisa hikayeden yaratilan konsept albumu, dozasimindan dolayi komaya giren cerpin taxt'in hikayesidir. cerpin taxt komada bulundugu surede kendi ruhu ve insanlik ustune dusuncelere dalar. uyandiginda ise gercek dunyayi reddeder ve olür. bu kisa hikaye julio venegas'in olumunun ardindan yazilmistir ve surdadir:

    http://www.goldstandardlabs.com/…used_storybook.pdf

    jeremy michael ward'in 2003 senesinde dozasimindan dolayi hayatini kaybetmesi ise bir tesaduften ibarettir. de-loused ona adanmistir.

    saatin en iyi tasviri saatcinin agzindan dokuluyor:

    « it's more of a very loose open-ended question, as is life in general. i find now more people wanna search for answers which is typical of the human experience. but i think what the story suggests is that with the mysteriousness and enigma of what's goin on around it's best left alone. and within that, the theme that we loosely tell is the story of someone who is abandoned and who tries to battle the ediction of wanting to feel like he's part of something. it's inspired by so many different things, and therefore it's not just one solid, black-and-white interpretation of a story ».
    --cedric bixler.

    ozet: ses ve isik *, daha once karanlik olan müzik sahnesini aydinlatarak acilisi yapar; ardindan, inertiatic ectopic shapeshifting penance-propulsion yercekiminden kurtulmaniz icin yeterli ivmeyi saglar. orumceklere dogru firlarsiniz *, eria tarka: yavasca. yaraya dikkat *. uzayulke'de geziniyorsunuz. aleti topraklayin. ardindan telesansor'e binin, cerpin taxt'in ortusunu alip geri gelin.

    ••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

    dilsiz frances? *

    omar rodriguez-lopez - gitar
    cedric bixler-zavala - vokal
    jon theodore - bateri
    isaiah ikey owens - klavye
    juan alderete - bas
    marcel rodriguez-lopez - perkusyon
    michael balzary (flea) - trompet
    ('l'via l'viaquez' 'in ilk iki gitar solosunda john frusciante)

    dilsiz frances de-loused'dan neden bu kadar farkli?

    jeremy ward, satin aldigi arabanin arka koltugunda bir gunluk bulur. gunluge, kendi hayati ve gunlugun yazarinin hayati arasindaki benzerlikleri not etmeye baslar. ikiside evlat edinilmislerdir. gunluk, yazarinin gercek ebeveynlerini arayisini insan etkilesimlerinden yola cikarak anlatir. bu insanlarin isimleri frances the mute'da bulunan sarki isimlerine ilham kaynagi olmustur.
    ward oldugunde amacina ulasmak uzereydi.

    omar bu album icin cok caba sarf etti. grup uyelerinden en iyi performaslarini sagmak icin woody allen gibi bir takim yonetmenlerin uyguladiklari bir yontem izlemis: grup uyeleri birbirlerinden bagimsiz olarak kayda alindilar. bu yontem butun uyeleri bagimsiz sarki motifleri uretmeye zorladi. sadece metronom esliginde kayda girmek kolay degildir.

    produksiyonda brian eno ve nigel godrich gibi isimlerin parmak izleri var.

    the mars volta'yi gozunuzde buyutmenize gerek yok. aksine, tablonun hepsini gorebilmek icin kucultmeniz gerekebilir.

    the mars volta'yi dinlediginiz zaman, müzik uzayülke'den geliyor olacaktir.

    birsey anlatmak istemiyorlar, sizden birsey anlamanizi bekliyorlar.
hesabın var mı? giriş yap