• oncelikle filmin goruntu yonetmeni her kimse - jonathan sela- ders diye okutulacak kamera kullanimi ve apertur secimleri icin ellerinden opuyorum. film tarraklara yan basan fotografci hikayesi anlattigindan, viewfinderdan bakan gozun gordugunu motion picture a donusturup, kanli bir slide show izlettiren vizyonuna ovgu duzmekten kendimi alamiyorum. bak hala burdayim konuya oyunculuga senaryoya gecemedim.

    kitabi okumadim ama mevzu iyi anlatilmis, iyi toparlanmis. ctulhu mitosuna asina olanlar icin olayin icinde devlet eli olmadigini anlamak zor degil. bir tarikat var ve buna inanan bi takim ibi$ler var, mevzu bundan ibaret. the thing that should not beler ortaligi talan etmesin diye yapilmis gizli ve eski bir akit var, ona uyuluyor, kervan yuruyor. derin devlet bile degil yani, bi nevi mistik ergenekoncular.

    clive barker'in adinin gectigi herseyde bi sapiklik beklemek luks degil, saolsun herseye doyurdu. bu turun klasiklerinden biri olacak materyalden mahrum ama bos beles film degil. birden fazla izlenebilecek gorsel malzemesi yeter de artar bile.

    bu arada, ski tutan fotografcinin film boyunca elinden dusurmedigi makina bi leica m4-p dir. eger bi filmde daha leica kullanan birini gorursem basicam parayi alicam, o olacak sonunda. icimiz gidiyor, yapmayin etmeyin.
  • clive barker'ın yer yer cthulhu mitolojisinden izler taşıyan en gerilimli kısa öykülerinden biri. filmi de 10 ekimde türkiye'de gösterime giriyor.
  • yıkama yağlamayı yaptık, biraz da spoiler tadında şeyler yazalım bu filmle ilgili...

    --- spoiler ---

    kasap seçimi harika. adam ne yakışıklı, ne de çok iğrenç. karizmatik gibi görünüyor, ama bön bakıyor. zaten öyle de olması gerekiyordu, iyi tercih. kurbanların kafalarını et dövme aletiyle patlatması (ki biraz da balyoza benziyor) tam kasaplık iş. fakat burada asıl enteresan ve çekici olan, kasabın metroya hep takım elbiseyle binmesi ve çantadan usulca balyozu çıkarıp, beyne indirmesi. zaten bu sahnelerde yapılan zaman zaman flu çekimler müthiş bir tat vermiş filme.

    kasabın şeker satan gençlere tam balyozu çıkarıyor gibi yapıp para vermesi çok iyiydi. salondaki heyecanı ve gülüşmeleri hissettim. kendi gibi bir insan azmanıyla karşılaştığında, o insan azmanının kasapla makara yaptığı an da süperdi. salonda herkes, "hahhaa şimdi görürsün ali sami'yi" der gibiydi.

    ***

    daha önce de bahsettim, metronun tünellerde ilerleyişi ve bu yolculuğun direkt makinistin gözünden verilmesi ayrı bir heyecan katıyor filme. bir süre sonra insanın kafasını, "ya bu kasap manyak mı sürekli metroda adam kesiyor?" soruları basıyor. çünkü sadece öldürmüyor kasap, kurbanların ayakkabılarını, giysilerini güzelce poşetleyip, kafasını tıraş ediyor, gözlerini çıkarıyor ve çırılçıplak tavana koyun gibi asıyor. ondan sonra vücut kesilip, fazlalıklar mezbahaya götürülüyor.

    kasap her gece en son seferi bekliyor, zaten son metroyu bekleme sahnesi, insanların vızır vızır geçişi, o hızlandırılmış sahne de güzeldi. o hareket saatleri yüzyıldır belliymiş ki, bunları o kasap ailesi albümünden anlıyoruz! tamam da "niye bu metronun vagonları kontrol edilmiyor" dediğiniz anda, makinistin de olayla direkt bağlantılı olduğunu anlıyorsunuz, tıpkı o siyahi kadın polis gibi. oldukça geniş bir teşkilat olduğu ortaya çıkıyor film ilerledikçe.

    kasabın adı mahoney gibi bir şeydi, mahoni geliyor insanın aklına. neyse, takım elbiseyi giyerken, vücudunun üzerinde bulunan ve keserek bir kavonoza koyduğu parçaların ne olduğunu anlayamadım. salonda, "sinirlerini kesiyor bak, hmmm" gibilerinden kötü espriler dolandı. filme de pek etkisi olduğu söylenemez.

    ***

    daha çok uzatmak istemiyorum, çünkü yazdıkça kafam karışıyor, daha sonra yine yazarım. şimdilik finalden bahsedip, mevzuyu kapatalım. "zorlama mı olmuş" sanki gibi bir düşünce geçti ama en azından özgün bir yaklaşım olduğu kesim. yani insandan önceki yaratıklar. onların beslenmesi, saklanması, korunması gibi bir düşünce. tamam her şey güzel de. bu teşkilat acaba devlet eliyle mi besleniyor? yani bunun için çalışan insanlar, karşılığında ne kazanıyor? öyle değil mi? bu tarih öncesi insan yiyen karanlık yaratıklar bu adamlara para ödüyor değil herhalde:)

    son olarak fotoğrafçı çocuğun yeni kasap olması sürecinde tek merak ettiğim, kasaplık dersi alıp almadığı. yani tamam adamları öldürürsün de, insan kesip parçalamak pek öyle sıradan bir iş olmasa gerek.

    bu filmin devamı gelir arkadaş...

    --- spoiler ---
  • filmi tamamlayana kadar bos yere izlememis olmak icin daha once rastlamadigim farkli bir seyler bulamadim. ucuncu sinif bir korku, ikinci sinif kuru bir vahset. tabi filmi pazarlamak icin sadece ucuncu sinif erotizmin ya da vahsetin yeterli oldugu bir sektorden bahsettigimize gore fazlasini beklemek de biraz luks oluyor.
  • --- spoiler ---
    - geç kaldım, kusura bakmayın.
    - önemli değil.(yanındaki adamı kastederek) onun dahi olduğunu ne zaman anladım dersin? öğle yemeğine tam 3 gün geç kalmıştı.
    hadi lan. bi tane kadın var bu filmde, işte tam bu diyalogun sahibi, çok çirkin ve sevimsiz. ortalığın karışmasının temel sebebi kendisi.
    ayrıca sinir bozan ayrı bi kadın daha var, o da: olayların içinde bulunan başroldeki esas oğlanın sevgilisi oluyor. 5 metre önündeki adamı silahla 3 kere ıskalama gibi bi yeteneği var. yuh be. herif iri yarı bi şey zaten, 3 el boş sıkıyorsun sen.
    peki ya bizim katile ne demeli? fotoğrafçı adamı ilk yakaladığında öldürmüyor, sonra peşinden koşuyor yana yakıla. orası da acayipti. sonu da acayip bitti zaten. trenin vardığı nokta falan.
    --- spoiler ---

    aslında trenli filmlere karşı hep bi sempati duymuşumdur. korkudan ziyade daha çok gerilimi yüksek, kanın gövdeyi götürdüğü, etlerin dönüp durduğu, bu sahneleriyle testereyi andıran filmlerden biri. the collector'dan farkı trende geçmesi ve tuzak kullanılmaması. hı bir de arada sevişen insanların olması.
    (bkz: sevişen insanlar görüyorum)
  • spoiler içerecek.

    bu tür filmleri denk geldikçe izlemek ve sonunu getirmek isterim, zira merak ettiğim konu her zaman kurgunun nasıl sonlanacağı olur. en nihayetinde belgeselden değil, alabildiğine fantastik bir kurgudan bahsediyoruz, kurgucu sonda gerekçeleri açıklayarak kendi hikayesiyle tutarlı olan makul bir zemine gelecek mi, yoksa böyle bir kaygı gütmeyip alabildiğine saçmalayacak mı, diye merak ederim. öz ifadeyle odağım kurgucunun sonu bağlama kabiliyetidir. bana kalırsa bu filmin bu konuda çok büyük bir sorunu var. aceleyle gelen son bir çırpıda bir iki şey geveleyip hikayenin ardındaki asıl gerekçelere (yaratıkların doğası, tarihi, insanlarla işbirliği, vs.) hiç değinmeden işini görüyor. kimse ctulhu mitolojisini, şunu bunu bilmek zorunda değil. madem teman bunun üzerine kurulu, bunu sen anlatacaksın. başından itibaren bir gizem olarak anlatılan bir olayın sadece süregiden hikayesini sonlandırmak bir son olmamalı, diye düşünüyorum.

    ayrıca bu tür filmlerin farklı kesip biçme tarzları peşinde koştuğunu da anlıyorum, rating topluyor, "oha" dedirtmek ve izleyicinin kendisiyle hatırlayacağı, kendisine has bir kan banyosu hazırlamak istiyorlar. ne yani, bu filmden akılda kalacak olan görüntü de trende koyun gibi asılı olan insanlar mı? galiba öyle. tamam da bu kadar vahşet sahnesine ne gerek var? hepinize söylüyorum, sadece bu filmin kurgucularına değil. her şeyin alıcısı var diye insan kesip biçmenin binbir türünü niye öğrenmiş oluyoruz? gerçek hayatta bu bilgi ne işimize yarayacak, para getirecek türden bilgiler verseler ya. plan yapmayın plan, akıllı olun, insanlığa hayırlı filmler çekin, penguenlerin yürüyüşü, bisiklet hırsızı, yurttaş kane gibi filmler.
  • --- spoiler ---
    kafa kopması sonrası görmeye devam etme durumu ne edebiyatta ne de sinemada yeni değildir, macbeth'te de vardır. (hem oyun hem de polanski'nin filmi). macduff macbeth'in kelleyi uçurduktan sonra macbeth bir müddet görüyodu.

    yıllar sonra edit: apocalypto'da da varmış ama mel pek becerememiş sanki.
    --- spoiler ---
  • "beklediğim kadar 'sağlam' çıkmasa da, özellikle kamera kullanımı, renk seçimi ve mekanlardaki başarısı ile öne çıkan atmosferi sizi içine çekiveriyor. eli yüzü düzgün, derli toplu bir film olmuş. senaryo biraz daha güçlü olsaydı, yeme de yanında yat olurdu. " deyü diyiverdiğim film.

    finaldeki cthulhu mitosuna göndermeler, lovecraft severleri ayrı bir mutlu edecek, diyerekten bir de ipucu vereyim.

    edit: unutmadan, "please... stand away from the meat!"
  • son onbeş dakikasına 8/10, ilk yetmişbeş dakikasınaysa 2/10 verdiğim dengesiz film. finali izleyene kadar o kadar saçma şeyle karşılaşıyor ki insan mantık hatası içeren gerçekçilikten nasibini alamamış sahneleri saymaktan yorgun düşüyor, ama o fantastik finalle tüm bunları silerek benim gönlümü aldı. çok daha düz bir kapanış bekliyordum, öyküyü bilmediğim için sürpriz oldu. ama vinnie jones olayında biraz kolaya kaçılmış gibi. çünkü adam film boyunca bir kez bile rol yapmamış. normal hali bu zaten.
hesabın var mı? giriş yap