• lise dergisinin edebiyat sayfasi icin roportaj yapilacak... elimde iki tane telefon numarasi var; biri adalet agaoglu'nun digeri tomris uyar'in. heyecanla basinda oturdugum telefondan adalet agaoglu'nu arayip bir guzel azarlaniyorum once. telefonu kapattigimda butun hevesim kirilmis sekilde tomris uyar'in numarasini ceviriyorum. uzun uzun dinliyor beni ve sakin bir sesle " eger yazilarimi okuyorsan tabi ki konusmak isterim seninle " diyor. " tabi, okudum.. " diyorum, gun kararlastiriyoruz ve kapatiyoruz telefonu.
    birkac gün geciyor aradan, kucagimda bir demet cicek, elimde diz boyu papatyalar, boynumda fotograf makinesi, mecidiyekoy'deki evine dogru gidiyorum otobusle. hayir hayir, iniyorum otobusten kapisinin onundeyim, guzel bir kadin karsiliyor beni kedisiyle. " cay mi icersin kahve mi? " diyor, birsey icmek istemiyorum ben onla konusmak istiyorum sadece ama elinde iki fincan cayla geliyor. bir koltuga oturur oturmaz kedisi siyami kucagina kivriliveriyor ve " simdi baslayabiliriz " diyor tomris uyar ...
    kayit cihazini ortadaki sehpaya yerlestiriyorum ve basliyor roportaj :

    - kafa utusu : lisede alinan egitim ve kulturun kariyeri belirleyen onemli bir etken oldugu soylenir. oykulerinizde klasik yazarlarin aksine, konuyu arka planda birakip imgelerle anlatimi on plana cikartiyorsunuz. zaman- mekan-olay uclusunu harmanliyorsunuz ve sira dsi eserler cikiyor ortaya. bu tarzin olusmasinda lise egitiminizin etkisi oldugunu soyleyebilir miyiz gercekten?

    - tomris uyar : gercekten benim uzerimde cok buyuk etkisi var. iki tane ogretmenimiz vardi o donemde; vildan hanim ve dr davidson. vildan hanim yeni cikan yazarlari okuturdu... mufredatin disina cikar, ozel konusmalar yapar, yeni yazarlari tartisirdik. o konuda ufkumuzu acmisti. dr davidson ise hep " yaratici yazin " derdi. " oykunun kurallari asagi yukari nelerdir? " gibi konularda da o yardimci olurdu. ikisinin de kalici etkileri olmustur bana.

    - kafa utusu : nedir iyi bir oyku yazmanin kurallari ?

    - tomris uyar : oykuyu ayirip siniflandirmak , kurallar koymak yanlis bence. oyku anlarin anlatimidir. bir karar aninin, insan hayatindaki cok onemli bir anin, bazen cok onemsiz bir anin, bazen ses getirecek bir olayin anlatimidir. ancak oykude zamani ve kisileri kisitli kullanmak zorundasiniz. hemingway'in dedigi gibi oykude buzdagi teknigi diye birsey vardir. yani soylediginiz, asil oykunun, butun alt kaynamalarin sadece gorunen kismidir. ayrintilari iyi secerseniz altta kalan kisim okuyucunun yorumlayabilecegi birsey olur. bu sebeple ayrintilar cok dikkatli secilmeli. ayrintilar bir ulusun tarihini, bir kisinin gecmisini ortaya cikarabilir.

    - kafa utusu : gunumuz edebiyati hakkindaki fikirleriniz neler? begendiginiz genc yazarlar var mi?

    - tomris uyar : genc oykuculerden murat gursoy ve mehmet gulsu var. bir de sema kaygusuz... henuz en yetkin eserlerini vermeseler de yapitlari gayet basariliydi. bundan sonra da boyle devam etmemeleri icin hic bir sebep yok.

    - kafa utusu : bir degazeteci yazarlik kavrami var gunumuzde. bu konuda ne dusunuyorsunuz? sizce bu kisilerin yazdiklari yazilarin edebi degeri var mi?

    - tomris uyar : maalesef... bir insanin kendisini ifade etme bicemleri vardir. duygularini aciklayisi bin turlu olabilir. bunda gazetecilik secilmisse ayri bir bicemde yazilir. edebiyat secilmisse ayri bir bicemde yazilir. biz bunu melez bir sekilde goruyoruz. bir gazeteci edebi kurallar dahilinde yazdigi zaman edebiyat yapmis olmuyor. " gazeteci yazarlarin yazilari kotu " demiyorum ama edebiyat sinirlari icinde dusunulecek birsey degil. mesela perihan magden'in romani, ayse arman'in yazilarini toplamasi... bir defa yazilarin bir araya gelmesi edebiyata tamamen aykiri. onlar gununu doldurmus yazilar. kalici olanlar da vardir elbette ama kitap edecek kadar cok sey degil.

    - kafa utusu : daha once hasan pulur da yapmisti boyle bir kitap; olaylar ve insanlar diye ?

    - tomris uyar : ama onlar farkliydi. cetin altan da yapmisti ama onun zekasi ve edebiyata olan duskunlugu, bicemini kivrak kullanmasi, onun gazetecilik basarilarina edebi eser niteligi kazandiriyor. en azindan oglundan daha duskun edebiyata.

    - kafa utusu : edebiyat sizce bir butun mudur? cocuk edebiyatini ayri tutmak dogru mu ?

    - tomris uyar : edebiyat bolunemez. o zaman orta yas edebiyati, kadin edebiyati, bekar erkek edebiyati, 18 yasindan kucuk insanlar edebiyati gibi dallara ayirmak gerekir ki bu zaten imkansiz. demek ki genel bir edebiyat vardir ve bazi insanlar bazi yaslarda onu anlayamayabilirler. yillar sonra tekrar okuyabilirler. yazar cocuga gore yazamaz. cocugun ne oldugunu bilemezsiniz. cocuk ne duyar? ne hisseder? cocugun neyi ne kadar kavrayacagini anlamak mumkun degildir. cocugu aptal durumuna dusurebilirsiniz. kendimden bir ornek vereyim. beyaz geceleri okudugumda ilkokuldaydim. butun derdim o adamin geri gelip gelmeyecegiydi; dostoyevski umrumda bile degildi. tabi daha sonra baska yazilarda baska seyler cekiyor dikkati. hele edebiyatci olduktan sonra...

    - kafa utusu : 62 tane ceviriniz ve yine cok sayida ceviri odulunuz var. ceviri yapmaya devam ediyor musunuz ?

    - tomris uyar : su anda elimde cevrilmeye deger bir sey yok. ben bastan beri turkce'ye kazandirilmasini onemli buldugum ya da kendi dunya gorusume yakin buldugum yazilari cevirdim. ama su aralar, yeni yazilan yapitlar icinde laf salatasindan baska bir sey goremiyorum. bir moda yaratildi, bir insan alinip onun cevresinde bir dunya kuruluyor. bu cok yanlis bir sey cunku ne edebiyata giriyor ne kurmacaya ne de hakikate. estetik ve ahlak disi bir caba gibi geliyor bana. maupassant'ın cok guzel bir sozu vardir : " gundelik hayatta bir insan yolda yururken basina bir saksi dusebilir ama hikayede bunu yapiyorsan sebebini belirtmek, okuyucuya hesap vermek zorundasin. " oyku ve hayat arasinda boyle bir fark vardir. oykude tanri sizsiniz bir anlamda.

    - kafa utusu : tomris uyar olarak siz kendinizi bugun hangi noktada goruyorsunuz? yola cikarken edindiginiz bir misyon var miydi? amaciniza ulastiniz mi?

    - tomris uyar : hayir, misyon diye bir sey gormuyorum. edebiyatta hicbir zaman gormedim.edebiyatta misyon sordurabilecekk sorudur. yani o soruyu sordurabiliyorsaniz misyonunuzu yapmissinizdir. yoksa oyle " okuru bilinclendirecegim " diye olmaz. gercek bir yazar baski zoruyla bir sey kabul ettiremez. yazarin amaci okurda ayaklandirmalar uyandirmaktir. hepsi bu ...

    " hepsi bu " dedi o gun ve roportaj bitti. " kayit cihazini kapat istersen biraz da boyle konusalim " dedi. bir sigarayi sondurdu digerini yakti, konustukca konustu, objektife gulumsemeden once eliyle saclarini duzeltti. " yaziyi yayinlamadan once, duzenleyince bana bir telefon edip okursun " dedi. " fakslayabilirim isterseniz " dedim, " gerek yok " dedi. derginin basima girecegi gun aradim, ulasamadim, onay almadan verdim yaziyi...
    zaten alamazmisim, gercekten hepsi buymuş... o; hayata gozlerini yummuş...
  • -cemal süreya’ya içki içmeyi ben öğrettim.
    edip cansever

    -edip’e şiir yazmayı ben öğrettim..
    cemal süreya

    -bu ikisi bunları tartışırken ben de gittim tomris’le evlendim.
    turgut uyar
  • ''eğlenceli bir kadındı. kadındı.
    ne abarttı kadınlığını, ne de utandı ondan.
    lise birinci sınıftaki oğluma 'beni güzel buluyor musun? kadın olarak?' derken de kadındı;
    dokuz eylül üniversitesi'nin kellifelli bir öğretim üyesinin, masanın altından bacağına dokunduğunu fark edip haddini bildirdiğinde de.''

    ''içki olsaydı rakı olurdu mesela, ona hiç kuşku yok.
    ev olsaydı, sonradan görmelerin kondurdukları sütunlu mütunlu villalardan değil, bütün depremlere dayanacak, iki katlı, küçük, sağlam taş bir bina olurdu.
    çiçek olsaydı gül, karafil gibi herkesin bayıldığı bir çiçek değil, ancak çiçek zevki olanların arayıp bulacağı, bulunca da asla vazgeçemeyeceği bir çiçek; müge, incir çiçeği olurdu o.
    insan oldu o. tomris uyar oldu. iyi ki oldu.''

    ''kendisiyle dalga geçmeyi bilen ve seven bir insandı tomris. siroz olduğunu öğrendiğinde,
    'en hakiki atatürkçü kimmiş, öğrensinler şimdi.' deyişini anımsadıkça gülerim hala.''

    feyza hepçilingirler, varlık dergisi, ağustos 2003
  • cemal süreya için söyledikleri:

    "evine bağlı,evinde olmayı seven bir adam "akşamları eve biraz geç gel yahu, bir erkek hiç dolaşmaz mı" dedim. ertesi gün altıyı çeyrek geçe geldi, sonraki gün altı buçuk. normalde altıda gelirdi. bir gün toz aldım, bezi silkelemek için pencereden eğildim ki kapının önünde oturmuş saatin dolmasını bekliyor"
  • "...
    turgut'la ankara'da, 1961 kışında düzenlenen bir şiir gecesinde tanıştık, daha doğrusu ben onu tanıdım, onun beni fazla umursadığını sanmıyorum. konuşma sesi dünyanın en güzel arabistanı'ndaki -bana fazla erkeksi gelen- şiir sesine oranla çok yumuşaktı. bir gece sonra sanatseverler kulübü'nde kalabalık bir masanın iki ayrı ucuna düştüğümüzde onu çaktırmadan inceleme olanağı buldum:

    güzel insanların ille de zekadan ve duyarlılıktan yana fukara olacağı görüşünü asla benimsemediğim için ona önyargısız yaklaşabildim. perdede bir an görünselere bile belleğimizde yer eden sinama-yüzleri gibi anlık çekicilikten serpilen kalıcı bir karizması vardı. bozulmamış bir çocuksulukla bir olgunluğu (mehmet baydur'un deyişiyle "külyutmazlığı") içiçe götürebiliyordu. üstelik belli aralarda değil, aynı anda! kişi yaşlandıkça, yüzü yılların ve deneyimlerin çizgilerini yansıttıkça daha da güzelleşebilir, daha da yakışıklı olabilir, ama tugut uyar'ın yakışıklılığı düpedüz doğuştandı.

    tanıştığımızda ben yeni evlenmiştim; turgut, nicedir evliydi. bir gün birlikte olacağımız ikimizin de aklının ucundan geçmemişti, ayrıca aramızda önemli bir yapı farkı vardı. ben sırılsıklam aşık olduğum zaman bile çevremdeki güzellikleri kaçırmamaya yatkınımdır. "bir önceki sevgiliden devralınan inceliklerin" sonraki sevgililikleri kalkındırdığına inanırım. oysa turgut uyar'ın monogam gözü, yanındaki sevgiliden başka kimseyi görmez, hiçbir üçüncü öğenin yer almadığı iki-kişilik bir dünya özler, geçmişin bütünüyle silindiği, geleceğin güvenceli olduğu sürekli bir şimdiki zaman peşindedir. evliliğimizdeki en büyük sürtüşme de bu zıtlıktan doğacaktı sonraları. turgut beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin sözkonusu olmadığı bir alanda boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.

    turgut uyar, 1966 yılında karısından boşanıp istanbul'a geldiğinde ben -yine benzer nedenlerden ötürü- kayalara toslamış bir ilişkinin dibine varmıştım. daha önce turgut kadar aşık olduğum iki sevgiliyle ( aşık olmak kişisel bir yetenekse, kullandığınızda daha azı-çoğu gibi ayrımlar yapamıyorsunuz) birlikteliklerimden ders almam gerekirdi. genç kızlığımda verdiğim asla evlenmeme kararımı, kanun hükmünde kararnamelerle ansızın bozmuştum da bu konuda ehliyetim olmadığı besbelliydi. üstelik edebiyatçı ya da sanatçı çiftlerin fırtınasız, mutlu bir yaşam sürdürdüklerine, uslu uslu geçinip gittiklerine ilişkin tek örnek yoktu dünyada.

    gerçi dünya görüşleri, edebiyata bakışları birbirini tutan insanların birarada yaşamaları bana hala çekici geliyor, gelgelelim gerçek yaşam, düşlenen yaşama pek uymuyor. ortak evin, iki kişinin ayrı odalarda birbirinden bağımsız çalışabilecekleri bir tür atölyeye, onların kişisel eğilimlerini yansıtan mekana dönüştüğü kesin bu durumda. ortak dostların özenle ağırlandığı bir sofra, yemeklerin birlikte pişirildiği, bulaşıkların birlikte yıkandığı bir mutfak da katalım resme. yeni ürünlerin okunduğu, tartışıldığı iki koltuk da koyalım karşılıklı... daha ne olsun?

    ne olabilir? bu uyumlu çiftin, birbirlerini sabırla tanıyan akıllı-uslu evli çiftler kadar başarılı olmamalarının nedeni ne peki?

    galiba ilk günkü heyecanı hep diri tutmak kararlılığı, sevdiğini her gün ya da her gece yeniden keşfedilecek bir kıta gibi görmenin bindirdiği yorgunluk. kısacası, birbiriyle beslenme duygusunun yarattığı çelişkiler.

    turgut uyar'la geçirdiğimiz bazı hırgürlü geceleri şimdi olsa kaldıramayacağımı biliyorum ama bütün güçlüklerine karşın fırtınalı bir aşkı, yavan, düz-ayak bir ilişkiye hala yeğlediğimin de bilincindeyim.

    "dünya bir sanrıdır" diyor birisi,
    belki bir sancı.
    ..."*

    gündökümü / bir uyumsuzun notları
  • bir gün kendisi hakkında, bir edebiyat antolojisinde erkek yazarlardan farklı olarak, tüm evliliklerinin dökümünün yapıldığını görerek dehşete düşmüş yazardı. biraz kurcalayınca aynı şeyin sevgi soysal'a da yapıldığını görmüştü. bir zaman eşleri olmuş erkeklerle ilgili maddelerde kendi adları geçmezken üstelik de ünlü bir şairden yadigar kalan, gene ünlü yayınevinin antolojisinde sanki onları yazar kılan yaptıkları evliliklermiş gibi onların achievements olarak listelenmiş olmasından rahatsızlık duymuştu. yaşasaydı ve sözlüğe baksaydı, kendisinden türk edebiyatına öykücü, çevirmen ve deneme yazarı olarak ve de günlüklerini tastamam ve sakıncasız yayınlayabilen cesur bir aydın olarak yaptığı katkıların, tırnaklarıyla kazıp da geldiği yerin "ikinci yeninin gelini" olarak adlandırıldığını da görüp sinirle bir sigara yakacaktı belki de.
  • "1980 başlarında bir yaz akşamı, füsun akatlı, nimet tuna ve tomris uyar, o dönemin gözde uğrağı şadırvan'da buluşmuş, denizin tadını çıkarıyorlar. konu bir ara aşka, sonra aşksızlığa, en sonunda da "aşık olunabilecek bir erkeğin özellikleri"ne geliyor ve bir oyuna dönüşüyor. nesnel davranmakta kararlı olduklarından masalarına gelen edip cansever ve turgut uyar'ın da görüşlerini alıyorlar. (sonraları ferit edgü, mürşit balabanlılar, aydın emeç gibi "güvenilir" erkek dostlara da başvurulacak.)
    böyle önemli bir konunun koşul sıralamasında ilk maddeyi fiziksel görünüşün ya da zekanın değil giyimin tutması oldukça tuhaf ama ne yapalım?
    1- adam, (o dönemin gözde terliği) tokyo giymeyecek. belki de böylelikle onun evde pijamayla dolaşmaması güvenceye alınıyor. şort yasak değilmiş. yatarken çorap giymesinmiş.
    2- ama kes giyip jogginge çıkması, pazar günlerini doğa budalalığıyla geçirmesi -sizi de yürüyüşe zorluyorsa- yasak.
    3- pamuklu, keten, yün gibi doğal elyaf giyecek. naylon ve parlak kumaşlar kesinlikle yasaktır. (ferit edgü'nün önemli katkısı: fanila giymeyebilir. turgut uyar'ınki: ama don giysin.)
    4- herkes adamın haftada en az bir kere yakınmasına razıyken ferit, her gün yakınmasında diretiyor.
    5- kesinlikle uykucu biri olmasın ama uykusuzluğundan da yakınmasın. uykusuz gecelerini paylaşılan bin şölene dönüştürebilsin.
    6- alkolik olabilir de sarhoş olmasın. (ferit'in katkısı: düşebilir ama çelme takmasın.)
    7- uyuşturucu kullanmasına izin var mı? mürşit'e göre, "ikinci kişiliği gündeme gelmiyorsa kullanabilir." turgut'a göre, "hem içki hem uyuşturucu olmaz!" galiba, izin pek yok.
    8- tv'de "makul miktarda maç seyredebilir" ama yorum yapmadan, sessizce. boks ve güreş sevmesin. turgut "buz patenini" de eklemiş.
    9- tatil günlerini eşya onarmakla geçirmesin. elektrik sigortası attığında, musluğun contası yenileneceğinde hemen işe sıvanmasın. bir usta ayarlayacak kadar bilgili olsun (ferit). cereyana kapılmayacak ya da evi havuza çevirmeyecek kadar zeki olsun yeter (turgut).
    10- ya yüzmeyi ya dansetmeyi bilsin ya da herhangi bir sporu iyi yapsın.
    11- haftada en az bir kitap okusun. mürşit: red kit ile asteriksten haberli olsun. turgur: pardayyanlar ile arsen lüpen'den de. ferit: şu altı yazardan birini iyice okumuş olsun -kafka, shakespeare, balzac, sait faik, sartre ve f.s.fitzgerald ya da hemingway ama ihtiyar adam ve deniz sayılmaz. edip: şiir de okusun.
    12- bir saz çalıyorsa çalsın ama dostlar toplantısında konser vermesin. aynı şekilde isterse mavi yolculuğa çıksın ama dönüşünde dia gösterileri düzenlemesin.
    13- esprisi "humor"a dayalı olsun. fıkra anlatmayı, "lazın biri," diye başlamayı nükte sanmasın. turgut: askerlik anılarını anlatmasın. geçmişinden söz ederken, "sene 1963..." diye girmesin söze. "1963'te filan. ankara'dayken..." gibi başlasın.
    14- takside arka koltukta otururken de hesabı ödeyebilsin. lokantada bahşişi yüzde ondan fazla bırakmasın. garsonlarla bu koşullarda dostluk kurabilsin. hesabı öderken cebinden tomarla para çıkarmasın. diline dolamadığı sürece mali durumu önemsiz, yalnız arabası varsa, arabanın park yerine göre program düzenlemesin. taksiye binebilsin. çok istiyora yabancı sigara ve içki içebilir, tabi büyüklenmediği sürece. (o dönemde yabancı sigaralar kaçaktı.)
    15- edip cansever'e göre, armağan almayı da vermeyi de bilsin. her hesabı kendi ödemeye kalkışmasın.
    16- yemek masasında viski vb. içmesin. masaya gelen çerezlere saldırmasın.
    17- hayatında en fazla 6 kere doktora gitmiş olsun (ameliyat sayılmıyor). antibiyotiklere düşkün olmasın.
    18- ilk gördüğü insanlar hakkında acele ve değişmez yargılar verecek kadar gözükara bir psikoloji uzmanı kesilmesin.
    19- politik görüşü sola yakın bir aydın olsun. ama dahi yerine daahi demeyecek kadar düzgün olsun türkçesi. parti sloganlarıyla konuşmasın.
    20- omlet, makarna ve biftek dışında yemek pişirmeyi becersin. kendine yetsin. kısaca, kişiliğini öne sürmeyecek kadar kişilikli olsun ama belli etmediğini de belli etmesin.

    giyiminden, zevklerinden, davranışlarına, günlük diline kadar her özelliğine karıştığımız (dikkat ederseniz, erkeklerin baskısı daha ağır!), bir yalnızlığa ittiğimiz bu adamcağızın fiziksel özellikleri pek önemli değil anlaşılan. cinsellik konusunda ondan beklenen, "programlı olmaması, kendini bir şeylere zorunlu hissetmemesi, heteroseksüel olsa da homoseksüellerle dostluk kurabilmesi".
    kaç yaşında bu zavallı acaba?
    nimet'e göre: 30,füsun'a göre: 45, bana göre: 30.
    ferit'e göre: ideal olarak 25, edip'e göre: 40, turgut'a göre: 30-35, mürşit'e göre: 35.
    son danışmanımız aydın emeç, "isteklerin oldukça ağır yine de mantıksız olmadığını" belirttikten sonra bir kahkaha atmıştı: "iyi ama bu adam zaten evlidir! tutalım ki değil, kendini bunca eğitmek için bu toplumda nasıl hırpalandığını düşünürsek, sizin gibi vıdıvıdı kadınlar yerine güleç, uysal bir kadın seçmesi daha doğal değil mi?"
    iyi ki buldumcuğumuz bulunamadı. beklenti günümüze kadar sarksaydı adam daha nice kısıtlamayla karşılaşacaktı kim bilir? geçen akşam oğlumla eşi şima yeni koşullar ileri sürdüler:
    cep telefonunu yerli yersiz kullanmasın.
    mercedes ve bmw'ye tutkun olmasın.
    ne tür müzik dinlediğini açıklasın. (ve ne dinliyorsa onu dinlemesin mi?: tomris)
    kredi kartını matrah sanmasın. kartviziti varsa arkasına çarpı çekmesin.
    televizyon ağzıyla konuşmasın.

    okurlar listeyi bildiklerince kabartabilirler. böylelikle türkiye'nin gidişini de saptayabilirler."

    tomris uyar - yüzleşmeler
  • turgut onun için: ‘bir bozuk saattir yüreğim, hep sende durur’ der.
    edip onun için: ‘seni görünce dünyayı dolaşıyor insan sanki’ der.
    cemal onun için: ‘daha nen olayım isterdin, onursuzunum senin’ der.

    bir kadın olarak gıpta ettiğim, varlığına çok güzel adamlar tarafından harika dizeler yazılmış, sayesinde güzel güzel şiirler okuduğumuz, kıskanılası kadın...
  • tomris uyar'ın ölüme gidişi üzerine bizans tarafından yazılmış şiirdir:

    okur musun

    pencerenin biri açık kalmış,
    hava sıcak, temmuz bıkkınlığı işte
    tomris uyar yazı masasında oturuyor
    masanın bittiği kitapların başladığı yerde
    kafka ile dostoyevski'nin fotoğrafları
    masanın kitaplara aktığı yalnızlıkta
    sahi kaç yıl oldu,
    tanrı'nın eli
    şiirden ve öyküden kopalı?
    sadece senin için geçiyorum bu sokaktan

    okur musun,
    gözlerimden akan
    kelimeleri?
  • turgut uyar’la evlenmeden önce cemal süreya ile büyük bir aşk yaşamış; hatta bir süre birlikte yaşamışlar ama fazla sürmemiş ilişkileri. cemal süreya her gittiği yerden mektuplar yazarmış tomris uyar’a ama bir öfke anında hem kendininkileri hem de onunkileri yaktığı için yazışmalarından örnek kalmamış geriye.

    “1966 sonu 67 başı; dergide de, özel hayatlarında da yol ayrımına gelirler. r.tomris, turgut uyar’la evlenir, ankara’ya gider. papirüs’ü desteklemeyi oradan sürdürür. cemal süreya’nın yolu ankara’ya düştüğünde onları ziyaret eder ama beraberlikleri sırasında birlikte dolaştıkları mekanlara, beyoğlu’ndaki kahvelere, lokantalara adım atmaz. onun bu ruh halini tomris uyar şöyle anlatıyor:
    ‘beni bıraktı ama rahat edemedi. ona göre bana sahip olunamazdı. senden ayrıldığım anda, senin hakkında, hikayen hakkında sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak, dedi ve doğrusu hiç yazmadı.’ ”*
hesabın var mı? giriş yap