• biraz dikkatli bakılan her şeye uyar, bi bu bi de "komik". ya da her şey en çok bunlara uyar, karar veremedim.
  • anlamlandırmakta sıkıntı çektiklerimizdir.

    neresinden başlayayım tam olarak bilemedim ama sanki şu entry uygun bir giriş olur. (bkz: #30978731)
    yani, bir başka türbe yeşili garip biriyle tanışıyor hikayesiyle daha baş başayız.
    neyse en başından başlıyayım. beşiktaştan kadıköye vapura bindim, (aykut barka -pek severim bu vapuru-) neyse ikinci kata çıktım oturdum, elimde dergim var okuyorum karşımdaki iki çocuk bi triplere girdiler bişeyler oldu, tam da anlamadım. taktım kulaklığı, bari duymıyım dedim. neyse geldik kadıköye inicez bunlar benim dibimde bittiler, uzun boylu olan yavşak, kısa olan -kafasınca- bana yazan sanırım. uzun olan abi sana bu güzelliği yaparım, istiyim mi numarasını, ben seni hiç böyle görmedim, tutuldun filan diyor. bende de hiç bozuntuya vermek yok. kalabalık her taraf nerden düştüm buraya diye düşünüyorum. en son bizim kısa çekingen eleman geçti karşıma yavşaktan aldığı gazla, gözümün içine bakıyor. ben yine tepkisiz cevriye modumdayım. kısa olan baktı bende tık yok. utandı sıkıldı kızardı bozardı, yavşak olana kızdı baya. neyse indik vapurdan mal herifler takip ediyolar beni. kısa olan abi dur yapmayalım filan diyo. yavşak tam yavşak. neyse bereket hızlı yürüyüşüm ve kırmızı ışıkların benim yanımda olması sayesinde atlattım. o değil tırstım biraz. sonra bindim minibüse, bi adam yer verdi bana ve rahatsız olmayayım diye yanıma oturmadı ayakta durdu. kendisine burdan <3 gönderiyorum.
    ineceğim yer geldi, indim. sitelerle dolu bi sokakta yürüyorum, kulağımda kulaklık. kır saçlı orta yaşın biraz üstünde bir amca gülümsedi. ben de ona gülümsedim, "şey." dedi. nası olduysa duydum, döndüm. buyrun dedim. hayırlı akşamlar, tanışıyor muyuz sanki dedi. ben tanımıyorum sizi dedim, ben sizi bir yerden biliyor gibiyim ama dedi. her şey böyle başladı ekşi. tam bir buçuk saat adamla muhabbet ettik. istanbul alman lisesi ve berlin teknik üniversitesi mezunu, yüksek gıda mühendisi. babası itü inşaat mühendisliğini birincilikle bitirmiş. kendi deyişiyle hali vakti yerinde. lise sonda bir kız seni seviyorum deyip, yalanlar söyleyip onu çok üzmüş. bir daha da kimseyi sevmemiş, evlenmemiş. çok değil adada modada 8-9 tane evi var kirada, büyükadada yazlığı var filan. fazla değil yani.
    tam bir istanbul beyefendisi; mesafesiyle siz deyişiyle, o küçük ince iltifatlarıyla.
    psikoloji bölümünde okumamı, ingilizce bilmemi, malatyalı olmamı izmirde doğu büyümemi ve beni ahlaklı yetiştirdikleri gerekçesiyle ailemi pek bir takdir etti.
    abi. anlayamadım. adamdaki çevre anca başbakanda filan vardır. zaten lisesi nedeniyle bir sürü işadamıyla kanka ama almanyada pek sevilen bir tipmiş. bir isim söyledi ikide bir eski alman bakanlarındanmış, ceza avukatıymış. daha ismini sayamayacağım ve çok büyük ihtimalle siz değerli okurların bildiği tiplerdi.
    psikoloji okuduğumdan mıdır nedir. adama güvenmekle güvenememek arasında kaldım. araştırdım, verdiği tüm isimler bilgiler doğru. ama işte ah bu abrnomal psychology.
    beni büyükadaya, berline, izmir güzelyalıdaki evinin oradaki ve istanbuldaki bilumum ismini bilmediğim lüks restoranlara davet etti. sık sık izmire gittiğini ve pegasus kartında puan biriktiğini istersem hepsini bana vermek istediğini filan dedi. kontörün var mı diye bile sordu.
    ve bence muhabbetin en can alıcı kısmı da onu unutmamam için kendini kargaya benzetmesi oldu. her karga görüşünde ben geleyim aklına dedi. ve beni martıya benzetmesinde bir sakınca olup olmadığını sordu. ilginçtir; martı en sevdiğim kuştur.
    ay aslında kaleme alınacak olsa iki sayfa daha olay çıkar ümit beyden ama benden bu kadar gençler.

    ve öyle gözüküyor ki: (bkz: to be continued)

    edük: heh hatırladım. adam otto schili'yle kankaymış.
  • ertuğrul özkök'ün ismi kadar tuhaf olan kitabıdır.

    yahu bu adamcağız genel yayın yönetmenliği hayatının sonlarına doğru ahmet hakan efendi ile umre'ye falan gidip, umre seyahati ile edindiği yarım hacılık ünvanını alkolsüz arap şampanyası patlatarak kutlamıştı falan...

    hani bu şekilde ufaktan mana alemi kapısını aralayıp memleketçe içinden geçtiğimiz manevi transformasyon sürecine dahil olmuştu ya...

    islamistler azcıkın laiklere doğru meyletmiş, bir kısım laikler de ne kadar demokrat olduklarını her defasında göstermek ve aslında islamistler kendilerini cızz yapmasın diye "aslında ben de çok inançlıyımdır, besmelesiz içki sofrasına oturmam" demeye başlamıştı ya...

    herkes pek bir gerçeküstü boyuttan mana alemine dalar oldu.

    ertuğrul bey de emekliye ayırdığı günden beri kendisini bir tuhaf işin içine sokmuş. oturmuş tuhaf bir kitap yazmış. hayatı boyunca karşılaştığı ezoterik boyuttaki olayları yazmış ama hani bu olaylar silsilesini oturup açıklayacak hangi batıni görüş vardır orasını kestiremedim.

    hangi dinin evliyaları bu işte kendisine rol ve vizafe çıkartacak bilemedim. japon samurayından, yunan tanrılarına, mevlanadan, ortodoks ikonalarına kadar bir sürü kavram ve hadise ertuğrul bey'in yaşanmışlıkları içinde yer almış ve hatta oğuz aral bile öldükten sonra gelip odasına imzalı bir karikatür albümü bırakmış.

    yok! bir oha çekmek de mevzubahis. "oh i see!" deyip bunca yılın basın amiral gemisini yönetmekle meşgul bir kafanın ufaktan sulanmaya başlaması ile de özetleyip yazan adamcağıza acımak ta mümkün.

    lakin abi demiş ki: "sorgulama, biat et. kayıtsız şartsız inan." eh tamam. bu oyunu böyle oynayacağız. kitabın içinde ertuğrul özkök'ün entellektüel birikimlerinden damlamış bilgi sızıntılarının ezoterik öyküler haline gelmiş halini görüyorsunuz neticede. inanmak kısmına gelince. tesadüflerden ibaret yaşanmışlıklar diyoruz ve geçiyoruz.

    onsekiz liralık bir kitap, bir iki günlük bir okuma eylemi ve akabinde kafanızda çok ta fazla kalmayan birkaç hikaye... hepsi bu.

    kaleminin kuvvetine her daim inanılan bu özel kişinin genel yayın yönetmenliğinin ardından başladığı yeni kariyerinde daha farklı içerikler ile yazacağı kitapların daha fazla dişe gelir olmasını ümit ederekten söz konusu kitap ile ilgili emeklerine teşekkür eder, kitapta mevzu bahis olan hadiselerde gerçekten inanıyor ise, bir güzel kendini dinlendirmesi, gökovada dinlemekten hoşnutluk hissettiği cennet doğayı biraz daha fazla hayatına katmasını ve yıllarca yorduğu beynini iiiiiiicene boşaltmasını temenni ederiz.
  • birsen tezer'in yeni albümündeki en iyi şarkı. mükemmel bir form'a bürünmüş. gene de insan düşünmeden edemiyor, "10 yıl önceki daha genç sesiyle yaptığı bir albüm olsaydı da bu şarkıyı tıpkı 'çığlık çığlığa' gibi o sesiyle dinleyebilseydik ne güzel olurdu, nasıl olurdu" diye.

    hep olmayan'ın peşindeyim ben de. ne güç...
  • can yücel'in şiirlerinden biridir;

    ördek çükü gibi bişey bu hayat
    tuhaflığı ölümden geliyor
    daha doğrusu doğmaktan.
  • ..e göre olan, öyle okunması gereken kavram:

    ateş su için tuhaf değildir. buz da buharla şaşırtıcı bir ilişki içinde değildir. oysa bu dünyada misafir olma kavramı tuhaftır. buna ateş de su da buz da buhar da şaşırır. tuhaf değil mi?
  • gölgelere gizlenendir. normlardan farklıdır, bunu sezdirirken size adını koymaya çalışırken gölgeden çıkmadığı için bir türlü bunu yapamazsınız. yapabilseniz zaten o zaman tuhaf; kötü, farklı, iyi, alışılmadık vb sıfatlara bürünecektir.

    pek anlam veremezsiniz durduğunuz yerden; sizi içten içe tedirgin eder bu tedirginlik ile farklı kelimesinden uzaktır ama diğer yandan çekicidir. zira gölgede olması merak uyandırır. sizi çeker. alışılmadık kelimelesininin olumluluk ve gizli bir onaylama içeren pozitifliği yoktur. tuhaf, tuhaf bir kelimedir.

    (bkz: shady)
  • tuhaf sana da öyle gelmiyor mu?

    nisan 2017 tarihi itibariyle yayın hayatına başlayan ahmet mümtaz taylan dergi ve projesidir.
    okuyun,okutun.
    lütfen alın lann! çölde su bulmuş gibi oldum,sürsün bu güzellik ta ki faşizm kapatana kadar.
  • ataol behramoğlu'nun başlangıçı, girizgahı. terapi gibi. akla gelen, düşünülen ama nadir kişilerle paylaşılan tuhaflıklar.

    "tuhaf ama vazgeçilmez...
    dergiden* değil yaşamdan söz ediyorum.
    bildiğimiz, sıradan yaşamdan. yaşamlarımızdan.
    künyesinde "arapça sıfat" olduğu yazılı bu sözcüğün tdk sözlüğündeki karşılıklarını sıralayalım:
    acayip, şaşılacak, garip, güldürücü, gülünç, anlaşılmaz vb...
    bütün bu sıfatlarla yaşam dediğimiz tuhaf şeyi nitelemek mümkün.
    durup dururken dünyadayız, şaşılacak şey.
    bize kimse bunu isteyip istemediğimizi sormadı, acayip değil mi?

    ***
    bebeklikten çocukluğa geçişimizi pek anımsamayız ama, çocukluktan ergenliğe doğru yol alırken garip şeyler hissederiz. bunların başında da ölüm gerçeği gelir. belki gülünç ama, hemen her çocuk "ben ölmem ki, niye ölecekmişim!" gibi bir şeyler düşünür. sanki ölmemek onun elindeymiş gibi...
    derken çözümü güç, bazen olanaksız, anlaşılmaz sorunlarla karşılaşırız...
    kıskançlık, sevgisizlik, adaletsizlik, haksızlık, inceliksizlik, anlayışsızlık, doyumsuzluk gibi...
    yaşamın bunca kısalığına karşın insanların hiç ölmeyeceklermiş gibi didişip durmaları, birbirlerinin kuyusunu kazmaları tuhafımıza gider...
    tuhaf sözcüğünün köken araştırmasına girdiğimizde, tuhaf ama, karşımıza "hediyeler" sözcüğü çıkıyor.

    ***
    tuhafiye sözcüğünün tuhafla akrabalığını tahmin etmiştim ama tuhafiyecinin "hediyelik eşya satıcısı" demek olduğunu böylece öğrenmiş oluyorum.
    öyleyse yaşamı bir hediye olarak görmekte de yanlışlık yok demektir.
    bize istencimiz dışında hediye olarak verilen yaşamın, yine istencimiz dışında elimizden alınmasında bir tuhaflık olsa da...
    ilk şiirlerimden birinde, "bir ermeni general"de, "çünkü tuhaftır biraz, çocuk olmak eskiden" diye bir dize vardır...
    daha sonraki zamanların ürünü bir başka şiirim, "bir sabah tanıdık bir şehre girerken", şu dörtlükle biter:

    bir sabah tanıdık bir şehre girerken
    hüzünlü, tuhaf şeyler düşünür insan
    sadece o şehrin değil
    kendisinin de değiştiği duygusundan

    "ben" dediğimizde hangi "ben"imizden söz ediyoruz?
    yaşam, pek çok "ben"imizin ardı ardına değişip birbirine eklemlenmesinden oluşuyor...

    ***
    tuhaf şey...
    ama yine de vazgeçilmez...

    ***
    tuhaf...
    sana da öyle gelmiyor mu?"

    ataol behramoğlu / sf.3-ağustos-tuhaf dergi
  • dergiyi ilk alanlardan olma serefine nail oldum. mart ayinin son haftasi kitap siparisi verirken "tuhaf" dergisini de listeye ekledim. kargodan paket geldiginde paketi kitap odakli acarken surpriz oldu. aboneyim artik bu dergiye! baharin gelisi gibi dergi, icerigi ve tasarimiyla moral depolamami sagladi.
hesabın var mı? giriş yap