• nihat genç'in eski bir yazısında (hırsız ve eskiya yuvası: merkez sağ) sadece bir kaç satır ayırdığı oluşum. olsun. birkaç lafla bitirmiş işi;

    "tabii ki türk soluna da birkaç lafım var.

    genç milli takım antrenörü serpil hamdi tüzün, takım yabancı bir takıma yenildikten sonra, hepsini soyunma odasına çekip, önlerine geçmiş. sırayla, eliyle işaret ederek: “senin ananı .ikiyim... senin de ananı .kiyim... senin de ananı .ikiyim...”

    yedek kaleciye kadar gelmiş sıra: “senin de ananı .ikiyim” yedek kaleci, şaşkın: “hocam bana niye küfrediyorsun, ben sahaya bile çıkmadım.” hoca; “olsun, sen de, bu kaleciyi kesmedin, o yüzden ananı ikiyim..”

    sen de türk solu, elli yıldır, bu eşkiyalardan iktidarı alamadığın için, senin de... "
  • türk solu diye bi kavram anca marksizm öncesi sola dayanabilir belki...bugünkü anlamda bir milletin solu diye bi kavramın olması marksizme aykırı...ama maalesef tüm dünyada olduğu gibi türkiye deki sol da stalinizmdi dolayısıyla türk soluda stalinizm ve kemalizm harmanlamasıydı...

    aşağıdaki alıntı türk solunu gayet ii özetliyor:

    aranızda işçi partisi'nin yürüyüşlerde, gösterilerde niye türk bayrakları taşıdığını, duvarlara niye mustafa kemal afişleri astığını merak eden var mı? ya ip'in yayınevi kaynak yayınları'nın niye 'türkiye'de ilk kez' diye övüne övüne mustafa kemal'in tüm eserlerini yayınladığını? koyu milliyetçi olduğunu düşünüp ip'i zaten 'sol' bir parti olarak ciddiye almıyorsanız, türk solunun geniş kesimlerinin 'ulusal onur', 'ulusal bağımsızlık' ve her türlü ulusal özelliğe düşkünlüğünün kaynaklarını merak eden var mı?

    bunların cevabını, türk solunun kemalizmden yoğun bir biçimde etkilenmesinin tarihsel kökenlerini, kısmen de olsa, gün zileli'nin yarılma adlı anılarında bulmak mümkün.

    bir sahne düşünün. yıllardan 1969, günlerden 10 kasım. ankara dil tarih coğrafya fakültesi'nde tüm solcu öğrenciler, fikir kulübü üyeleri, dev-genç üyeleri birikmişler. saat 9.05'e "bütün fabrikaların düdükleri ve devlet dairelerinin sirenleri hep bir ağızdan ötmeye başlayınca fakültenin önünde büyük bir huşu içinde saygı duruşuna geçmiştik. o sırada caddede bir adamın, saygı duruşuna uymayarak yürüdüğünü gördük... adamın ata'ya yaptığı bu saygısızlığa karşı çok öfkelenmiştik, ama yeni bir saygısızlık yapıp saygı duruşunu bozamıyorduk... fabrika düdükleri susar susmaz ok gibi yerimizden fırladık..." ve adam eşek sudan gelene kadar dövülür. aynı gün, anıt kabir ziyaretinden sonra, solcu öğrenciler ulus'taki eski meclis binasına yürür. burada "anti-emperyalist bir bildiri okunacaktı. çünkü eski meclis, 'bağımsızlık' savaşı veren 'anti-emperyalist' bir meclisti. mdd'ci gençlik kendi seleflerini bu mecliste bulduğunu gösterecek, bu münasebetle atatürk'ün yolundan gidildiğine ilişkin bir mesaj verilmiş olunacaktı".

    birkaç ay öncesinde, yargıtay başkanı imran öktem'in cenazesini şeriatçılar basınca, "bütün yargı organı üyeleri, bütün üniversite öğretim üyeleri ve neredeyse bütün devlet erkanı", "gericiliği kınamak" için bir yürüyüş yapar. sol sevinç içindedir: hep bekledikleri 'asker sivil aydın zümre', yani 'milli' burjuvazi, sokağa dökülmüştür. yürüyüşe "fikir kulüpleri federasyonu da bütün gücüyle katıldı". yürüyüş nereyedir? anıt kabir'e elbet! bir grup devrimci genç, vietnam'dan sonra ankara'ya atanan amerika büyükelçisi kommer'i üniversiteye kabul eden odtü rektörü kemal kurdaş'ı "bu kutsal mekana" sokmamaya çalışırlar. gençlerin arasında mahir çayan, münir aktolga, cengiz çandar, atıl ant gibi isimler vardır. aynı kitle bir ay sonra da tandoğan meydanı'nda 19 mayıs bayramını kutlamak için harekete geçer.

    iki gün sonra, "mihri belli'nin annesinin demirtepe'deki evinde, o dönemde istanbul ve ankara'da gençlik mücadelesinin en ön safında yer alanların katıldığı bir değerlendirme toplantısı" düzenlenir. toplantıya katılanlar arasında, mihri belli'nin yanı sıra, bir yanda mahir çayan, deniz gezmiş, yusuf küpeli, öte yanda doğu perinçek, gün zileli, oral çalışlar vardır. hareketin bu kanadı bölünmek üzeredir: "toplantı, aslında, fkf içindeki iki rakip kesimin düellosu niteliğindeydi". bir yanda mahir ve deniz gibilerinin önderliğinde silahlı mücadeleyi, latin amerika tipi fokoculuğu, kent gerillalığını ön plana çıkaran thkp-c, thko gibi örgütler, diğer yanda perinçek önderliğinde maocu pda (proleter devrimci aydınlık) ile başlayıp günümüzün işçi partisi'ne kadar gelen akım ortaya çıkar.

    hareket bölünür, ama iki kanat arasında anlamlı bir siyasi fark yoktur. perinçek her şeyi pekin'den öğrenirler ama, örneğin, deniz'in de yakasında mao rozeti vardır. pda rusya'ya 'sosyal emperyalist' der, mahir'ler demezler, ama iki taraf da stalin'in ölümünden beri rusya'nın 'revizyonist' olduğu konusunda hemfikirdir. deniz'lerle mahir'ler hemen gerilla mücadelesine başlamak istedikleri için daha radikal görünürler, ama perinçek de illegal örgüt kurma çabası içindedir. pda işçi sınıfının varlığından bile habersizdir (zileli, "bir yazı kurulu toplantısındaki tartışmada, daha önce ortaya attığı 'işçi sınıfının önderliğinin objektif ve sübjektif koşulları yoktur' teorisini haklı çıkarma çabası içinde olan şahin alpay'ın 'arkadaşlar, bana bir tane sosyalist işçi gösterir misiniz, ben şu zamana kadar hiç sosyalist işçiye rastlamadım'" deyişini anlatıyor), ama 15-16 haziran olayları patlak verdiğinde (yani şahin alpay'ın ricasından birkaç ay sonra) tüm solun hayretler içinde kalır.

    iki kanadın temel siyasi benzerliği, aralarındaki farklılıktan çok daha önemlidir. her şeyden önce, mihri belli'nin etkisiyle, her iki kanat da aslen menşeviklerin tezi olup daha sonra stalinizm tarafında 'marksizm' katına yükseltilmiş olan aşamalı devrim anlayışına sahiptir. kısacası, feodal veya yarı feodal bir ülke olan türkiye'de sosyalizmin koşulları yoktur, işçi sınıfı az ve geridir, önce bir 'demokratik devrim' aşaması gereklidir, ve bu milli demokratik devrim'i 'asker sivil aydın zümre' gerçekleştirecektir (veya en azından önemli bir rol oynayacaktır). bu devrim anti-emperyalist olacak ('bağımsız' türkiye'yi gerçekleştirecek) ve diğer 'demokratik' sorunları çözecektir. doğrudan stalinizmden alınan bu anlayış, türkiye'de verimli bir toprak bulmuştur. çünkü, görünüşte, tam da böyle bir 'asker sivil zümre', bir 'milli' burjuvazi vardır. üstelik bu zümre daha 40 yıl önce, görünüşte, tam da kendisinden beklediğimiz gibi bir 'anti-emperyalist devrim' gerçekleştirmiştir. kimdir bunlar? kemalistler tabii.

    böylece, 1960'larda yükselen türk solunun en geniş kesimi stalinizm ile kemalizmin bu kusursuz alaşımını 'marksizm' olarak öğrenir ve mdd'cilik olarak uygulamaya çabalar. bu alaşımı kendi kişiliğinde simgeleyen 'öğretmen' ise mihri belli'dir.

    gün'ün anılarıyla birlikte, mihri belli'nin de anılarını okumak gerek. mihri belli 1960'lara gelindiğinde eski tkp'li bir 'eski tüfek'tir. marksizmi moskova'dan, milliyetçiliği mustafa kemal'den ve türk ordusundan öğrenmiş, siyasi görüşlerini bu ikisinden yoğurmuştur. şöyle der anılarında: "1968'de sbf'de verdiğim 'türkiye'de karşıdevrim' konulu konferansta kurtuluş savaşı ruhuna bağlılık anlamında 'kemalistlik ile marksizm arasında aşılmaz duvar yoktur... diye söze başlamış[tım]... tekrar ediyorum: tutarlı bir türk yurtseveri, bugünkü dünyada ve türkiye gibi bir toplumda yurtseverliğine gölge düşürmeyecekse mutlaka, er geç çağımızın devrimci düşüncesini, yani marksizmi benimsemek zorundadır". anılarının bir bölümüne "türkiye'nin onurunu kurtardık" başlığını atar (komünistler kurtarmış yani). ikinci dünya savaşı yıllarında askerlik yaptığı ordudan söz ederken, o ordunun kurtuluş savaşında savaşmış ordu olduğunu, "bugünkü" (yani 1990) ordudan farklı olduğunu anlatır sürekli olarak. ordunun ne zaman 'ilerici' bir güç olmaktan çıkıp marks'ın anlattığı gibi egemen sınıfın bir aracı haline geldiğini düşünür mihri belli, bilemiyorum, ama 1960'larda hâlâ 'yurtsever' subayların 'ilerici' bir darbesini beklemektedir.

    stalinizm; kemalizm; milliyetçilik; milliyetçilikten ayırdedilemeyen bir anti-emperyalizm; sınıf güçlerine değil, milli güçlere ve bu arada ordu ile burjuvazinin bir kesimine güvenme. işte türk solunun egemen geleneğinin ana unsurları. bugün bunların tümünü hâlâ savunan sadece işçi partisi kaldı. solun geri kalanı o kadar aymaz olmadığı için, ordu ile burjuvazinin bir kesimine güvenme kısmından vaz geçti (daha doğrusu, 1971 ve 1980 darbeleriyle, ordu ve burjuvazi ilerici olmadığına, stalin'in yanıldığına zorla ikna etti türk solunu). diğer unsurlar ise, işçi partisi'nin dışında da aynen berdevam: yayınlarında 'ulusal onur' kavramını sık sık kullanan, vatan adlı gazeteler yayınlayan, misak-ı milli sınırlarına burjuvazi kadar düşkün olan bir sol var türkiye'de.

    peki, başka bir gelenek yok muydu? vardı. zileli'nin anlattığı ve yukarıda aktardığım bölünme ile aynı süreç içinde, hem zileli hem belli'nin içinde bulundukları mdd hareketi ile sosyalist devrim taraftarları (sd'ciler) arasında daha da keskin bir yol ayrımı gerçekleşiyordu. hemen herkes, hem mdd'ciler hem sd'ciler, tip üyesi olmakla birlikte, 1969'a gelindiğinde siyasi farklılıklar iyice netleşmişti. zileli'nin sözleriyle: "fkf iii kongresi, mdd'ciler için son düelloydu... müthiş bir ideolojik saldırıya geçti[k]. artık... 'mdd'ci olmadığımız' ya da 'tip'e bağlı olduğumuz' gibi ideolojik örtülere de ihtiyaç duymuyorduk... bu özgüveni sağlayan en önemli şey, teorik üstünlükten çok, 1968 yılında yükselen öğrenci hareketleri ve büyük anti-emperyalist dalgaydı". mdd'ciler "yelkenlerini gençlik mücadelesinin rüzgarıyla doldururken", sd'ciler adeta rüzgara karşı kürek çekercesine "türkiye'nin kapitalist olduğu, 'milli burjuvazi' diye bir kesim olmadığı, 'asker sivil aydın zümre' denen şeyin türkiye'nin yönetici bürokrat eliti olduğu" tezleriyle ve "'toprak köylünün, fabrika işçinin' sloganlarıyla (biz, 'milli burjuvazi'yi ürküteceği gerekçesiyle bu slogana karşı çıkıyorduk) ve çekoslovakya'nın işgaline karşı aldıkları" tavırla karşı koymaya çalışır.

    mdd'cilerin ayrılmasıyla sd'cilerin örgütü haline gelen tip farklı bir geleneği temsil etmektedir. bu, maoculuğa, üçüncü dünyacılığa, gerillacılığa bulaşmamış, köklerini 1917 devrimine dayandırdığı iddiasına sahip olduğu için işçi sınıfının en azından bilincinde olan, çin veya küba devrimlerine değil sovyet devrimine öykünen, daha saf stalinist bir gelenektir. stalinizm ile maluldur, marksizmi moskova bilimler akademisi'nden öğrenir, ama en azından gözünü işçi sınıfına diker, sendikalarda çalışmayı bilir, kırlarda değil fabrikalarda örgütlenmeye çabalar. ne var ki, tip'in ortaya çıktığı yıllarda, avrupa komünist partileri moskova'nın yönlendirmesiyle 'avrupa komünizmi'ne çark etmiş, açıkça parlamenter, reformist partiler haline gelmişlerdir. tkp'nin yarı resmi yüzü olan tip de bundan nasibini alır. parlamenter, pasif bir partinin ise mahir, deniz, gün gibi sabırsız, hemen devrim yapmak isteyen gençleri kazanma şansı yoktur. kaldı ki, stalinizmin meşrulaştırdığı, marksizme dahil ettiği milliyetçiliği (yani türkiye'deki sürümüyle kemalizmi) tip de paylaştığı için, tip teorisyenleri hem daha kemalist hem daha radikal olan mdd'cilere karşı baştan yeniktirler. dolayısıyla, tip etkisizleşir, ama temsil ettiği gelenek günümüzün sip'ine kadar gelir.

    hem 'moskovacı', katıksız stalinist gelenek, hem mdd'ci stalinist gelenek, 1968-71 yıllarının öncesinde de sonrasında da tarifsiz acılar çekerek, müthiş kişisel özverilerle mücadele etmiş, hapis yatmış, işkence görmüş, idam edilmiş kişilerden oluşuyor. hiçbirinin kararlılığını, inancını sorgulamam. ama korkarım, stalinizmle kemalizmin alaşımını marksizm olarak düşünmeye devam edenleri daha çok acılar bekliyor.
  • ukrayna işgali gösterdi ki; türk solu -bu savaşta- kötü imtihan vermiş, doğru ile yanlışı ideolojik körlük yüzünden ayırt etmekten aciz olduğu ortaya çıkmıştır. putin'in savaşa zorlandığından, rusya'nın ukrayna'ya özgürlük ve barış getireceğine, -hatta- komedyeni seçen o halkın bombalanmasının normal olmasına kadar bir sürü akıl ve vicdan sınırlarını aşan argümanlar (!) üretmiştir.

    ne yalan söyleyeyim! türk solunun ülkenin vicdanı olduğuna inanıyordum. ancak, -merkez sol haricinde- türk solunun -70-80'lerin ezber sosyalist doktrinleri- haricinde günümüz türkiye'si için verebilecek hiçbir şeyi yokmuş.

    siyasal islamcılar nasıl ahlak konusunda sınıfta kaldıysa, türk solu da vicdan konusunda sınıfta kalmıştır.

    not: sosyal demokratım.
  • bulunduğu günün, coğrafyanın ve toplumun gerçekleriyle bu kadar kopuk bir hareket, bırakın türkiye'yi, dünya'da var mıdır bilmiyorum ben.

    hareket demek de yanlış esasında. türk solu bir alt kültürdür. parkalarıyla, che t-shirtleriyle, sade giyim kuşamı, bıyıkları, kendilerine has 'jargonuyla' bir alt kültür.

    çünkü 'hareket' denilen şeyin bir işlevselliği olur. türk solu'nda böyle bir işlevsellik, ortaya çıkış tarihi hariç hiçbir zaman olmamış.

    türk solu'na dahil hareketlerde dostlarım var. içlerine girip çıkıyorum ortamlarının da. konuşulanlar o kadar havada, o kadar toz pembe hayaller ki.

    bu insanlar hala türk toplumunun sorununu sınıf çatışmasında arayabiliyorlar. islam'ın varolduğu bir coğrafyada, nato üyesi bir üçüncü dünya ülkesinin yegane sorunu sınıf çatışması imiş.

    devrim var bir de tabii. devrim yapmadan kendine 'devrimci' demek. soruyorum halk devrimi nasıl mümkün diye ? cevap: halkı örgütleyeceğiz eğiteceğiz.

    nasıl eğiteceksiniz ? eğitim bakanlığı, kültür bakanlığı, okullar, bunlar sizin elinizde olmadan bir nesli nasıl toptan devrime hazırlayabilirsiniz diyorum, cevap, şu bu ...

    ekim devrimi'nden ve türevlerinden dem vuruyorlar.

    peki soruyorum: ekim devrimi'ne katılan rusların, kazakların, kafkasyalıların, gürcülerin, yahudilerin hangisi banka kredisiyle iphone sahibi olabiliyor, hangisi işten geldiği günün tamamını evde yaşamak istediği, arzuladığı hayatları televizyondan sümilasyon biçiminde bir nebze de olsa tadabiliyordu ?

    hangisi devasa banka kredileriyle gelirleriyle ulaşamayacakları 'burjuva' zevklerine, lükslerine ulaşabiliyordu ?

    hangisi küçüklükten beri islami öğretiler ve dayatmalarla büyüyordu ?

    senin işçi sınıfın hiçbir zaman 'işçi sınıfı' gibi yaşayamadı. hep bir yanı köylüydü, o ortamlarda gerine gerine bahsettiğin 'yabancılaşma' var ya, işte o yabancılaşmayı yaşayamadı türk işçisi. çünkü peyniri memleketten geldi, akşam bir eve on kardeş doluştu, köyü şehre getirdi, sonra açtı televizyon izledi, seks filmlerine gitti, battalgazilerle tarkanlarla büyüdü.

    ekim devrimi rus halkıyla sen bir misin ? çağ bir mi ? coğrafya bir mi ?

    hadi bu tarz fantazilerin var, peki tamam. peki ya güç ? sen böylesine kökten bir devrimi yapabilecek kadar güçlü müsün ?

    paramparçasın. tkp - 1920, tkp (sip diye anılan), ve saymaya kalksam günler sürecek olan bir ton irili ufaklı sol örgüt.

    askeriye içinde adamın var mı ? yargıda ? poliste ? bürokraside ? demokraside ? yok. çünkü sen tepkilisin. sistem karşıtısın değil mi ? askerlikle ne işin olur, sen barıştan yanasın. ortadoğu burnunun dibindeyken barıştan yanasın. sistem araçlarını kullanmaktan bile acizsin.

    yöntem ayrılıkların var elbette. onları unutmamak lazım, seksen milyonluk memlekette sayısı büyükşehirlerde onbinleri aşamayan hareketlerin yöntem ayrılıkları: maocular, stalinistler, troçkistler, onlar bunlar şunlar. çünkü çok gerekli ayrılmak ever. ne de olsa siz 'medeni' insanlarsınız. özgür fikileriniz var. ayrılacaksınız tabii. seksen milyonluk ülkede: kayseri'ye, konya'ya, erzurum'a, trabzon'a sahip ülkede böyle ayrımlar yaşamanız çok işlevsel tabii.

    cumhuriyet'le de barışmaz. mustafa suphi ve tkp'lilerin öldürülmeleri, dersim katliamı ve benzer birçok sebepten, he bir de cumhuriyet liberaldir, abd'yle işbirliği yapmıştır. serbest piyasadan yanadır.

    ama 'barışmaz'. onu geliştirmeye, istediği doğrultuda yönlendirmeye 'çalışmaz'. türk solu 'barışmaz' çünkü çok sert, zeki, geçmişi asla unutmayacak kadar sağlam bellekli ve delikanlıdır.

    devlet karşıtlığı yalanına inanmıştır bir kere. devletten ne gelirse kötüdür çünkü. o yüzden solcuya devlet adamı olmak yakışmaz. işte bu kafayla siz çok büyük işler başaracaksınız eminim ben.

    hele chp ? aman aman. sakın sözünü bile etmeyin. en büyük düşman.

    zaten bir çoğu da artık, yani gençleri, 'biz üstümüze düşeni yapalım' ya da 'bir harekete ait olalım' kafasındalar. bakın çoğu anneden babadan solcu veya atatürkçü ailelerin çocuklarıdır. yani bir fantaziyi yaşıyorlar. her oluşumun olduğu gibi bu oluşumun da mitlerine saygı duyup inanıyorlar ve birşeylere ait hissediyorlar hepsi bu.

    okudukları kitaplar bile basmakalıp. temel felsefe, tarih, siyaset, ekonomi okumaları hak getire. felsefe diyorum lenin okuyorum diyor adamlar.

    beşar esad'a katil der, sırrı'ya gerçek yüzünü gösterene kadar abe der, cumhuriyet'e burun kıvırır.

    işte bunları göre göre anladım ki türk solu'ndan gerçekten de hiçbir halt olmayacak ne yazık ki.
  • süründürür. ama sağı için öldürür diyolar.
  • ajdar anık müzik akademisi kadar gerçek, nihal atsız güruhu kadar hümanist bir oluşumdur.
  • yurt dışında bu şekilde bilinirim.
  • nihat genc eski bir yazısında şöyle lafı koymuştur türk soluna:

    uzun uzun türk sağına yüklendikten sonra, yazısını şöyle tamamlar:

    tabii ki türk soluna da birkaç lafım var.

    genç milli takım antrenörü serpil hamdi tüzün, takım yabancı bir takıma yenildikten sonra, hepsini soyunma odasına çekip, önlerine geçmiş. sırayla, eliyle işaret ederek: "senin ananı .ikiyim... senin de ananı .kiyim... senin de ananı .ikiyim..."

    yedek kaleciye kadar gelmiş sıra: "senin de ananı .ikiyim" yedek kaleci, şaşkın: "hocam bana niye küfrediyorsun, ben sahaya bile çıkmadım." hoca; "olsun, sen de, bu kaleciyi kesmedin, o yüzden ananı ikiyim.."

    sen de türk solu, elli yıldır, bu eşkiyalardan iktidarı alamadığın için, senin de...

    yazının tamamı için:

    http://www.metu.edu.tr/~ulubay/nhgyz2.html
  • ikilemler ve kavgalar arasında ne istediği hiç bir zaman anlaşılamamış kesim. ekseriyetiyle kavramları birbirine karıştırmak gibi kötü bir huyları da var.

    zaman içerisinde öyle bir hale dönüştü ki konuları da karıştırmaya başladılar. örneğin atatürk'ü sahiplenirken türk milliyetçiliğinden, türkçü ideolojiden şikayet etmeleri gibi saçma bir durum var ortada. rahmetli ecevit'in demokratik sol tanımı dahi çok daha mantıklıydı. en azından demokratik sol diyerek bir de anti-demokratik bir sol olduğunu kabul ediyordu. ayrıca milliyetçilik ile halkçılık ayrımını yapabiliyor devrimciliği buna karıştırmıyordu. en önemlisi halkçılığı sol düşünce üzerinden okumuyordu.

    rahmetli, şu ülkedeki en aklı başında solcuydu. bir röportajında şöyle demiştir;

    --- 1975 politika gazetesi röportajından ---

    her sol mutlaka demokratik olur gibi bir varsayımı kabul edemiyorum. tabii bu, demokrasiden ne anlaşıldığına bağlıdır. dünyada türlü demokrasi kavramları olduğu bir gerçektir. bazı doğu ülkeleri de kendilerine “demokrasi” diyorlar, ama onların kastettiği demokrasiyle benim kastettiğim demokrasi birbirinden farklı. yeni bağımsızlığını elde etmiş bazı afrika ülkeleri kendi rejimlerine, “demokrasi” diyorlar. kendi geçmişlerine oranla demokrasi yoluna girmiş sayılabilirler. fakat onların da demokrasiden kastettikleri başka bir şeydir.

    benim kastettiğim batı’nın özgürlükçü demokrasisidir. her solcu o demokrasi modelini benimsemek zorunda değildir elbette. ve benimsemeyenler de vardır. ama bugün demokratik batı ülkelerindeki sol partilerin büyük çoğunluğu o anlamda demokrasiyi benimsemektedirler.

    bunun dışındaki bir demokrasi kavramını benimseyenler de olabilir. ben bizim sol anlayışımızın, özgürlükçü demokrasi anlamında demokrasiye ağırlık veren bir sol anlayışı olduğunu özellikle belirtme gereğini duydum. demokratik sol terimini seçişimizin nedenlerinden biri budur. biri de, son günlerdeki sohbetlerimden birinde belirttiğim gibi, bu terimi sosyal demokrasiye tercih ettim. çünkü sosyal demokrasi marksist kökenlidir genellikle. onun için de o kökenden uzaklaşıldığını iddia edenlerin birtakım teorik eleştirilerine hedef olur. bizim kökenimiz değişik olduğuna göre, o eleştirilere kendimizi muhatap tutmamızın gereği yoktu.

    --- 1975 politika gazetesi röportajından ---

    ecevit elma ile armudu ayırt edebilen, diğer görüşlere de saygılı bir insandı. diğer sol fraksiyonlar ise atatürk'ün bugün tam karşısında durdukları milliyetçilik kavramının ete kemiğe bürünmüş hali olduğunu anlayamadılar. faşist bilmem ne dedikleri ve öğrenci andını yazan reşit galip'i bizzat atatürk vekilliğe teşvik etmiş, yurt dışı seyahatlerinde yanına almış, hayatı boyunca desteğini esirgememiştir. reşit galip, halk evlerinin kurulmasında, bugün türk dil kurumu olarak bildiğimiz türk dili tetkik cemiyetinin var olmasında etkin rol oynamıştır.

    bu cenahın üzerine kapandığı ve kapısında türk ile başlayan bütün kurumlar sapına kadar milliyetçi ve atatürk'ün desteklediği münevverler tarafından kurulmuştur. gazi, bunların karşı olduğu ne kadar oluşum ve düşünce varsa hepsinin bizzat temel taşı olmuştur. buna rağmen türkçülük akımının başlamasına yol açan sanki başka birisiymiş gibi davranıyorlar. yahu adında türk geçen bütün köklü kurumları atatürk kurdu ama bunlara sorarsanız bu kurumların başına bizzat atatürk'ün atadığı insanların hepsi faşist. bu durumda atatürk de aynı pozisyonda değil mi? bu nasıl ikilem?

    atatürk'ün devrimcilik ilkesi hiç bir zaman marksist devrim ile alakalı değildi. kaldı ki marx da fikirlerini totaliter ve henüz devrimlerini tamamlamamış hala çiftçi olan ruslar veya çinliler üzerine kurmamıştı. onun fikirleri ingiltere ve almanya gibi sanayi devrimini tamamlamış, hukukun doğru şekilde gelişmeye başladığı ülkelerde uygulanmasına yönelikti. sscb ve çkp dönemlerinde ne olduğunu da gördük hep beraber. diktaya dönüştükleri gün ne halk kaldı ne sosyalizm.

    türk solu, cumhuriyet kurulduktan sonra devletle sıkıntısı olanların, yaşananları kan davasına çevirenlerin yalanları etrafında şekillendi. sanayi devrimini bugün dahi tamamlayamamış olan bir ülkeyi ikinci dünya savaşı sonunda komünizme geçmeye ikna etmeye çalışıyorlardı. keşke geçseydi de tek seferde ebeminizin amını görseydik demekten kendimi alamıyorum bazen.

    marksist, leninist veya stalinist olan kesim zaten komple deli. dün olmayan, bugün hiç olmayacak, fikirlerini kendi halklarına dahi kabul ettirememiş bir asır öncesinin hayalleri peşinde koşuyorlar. sermaye ile kavga ederek nereye varacaksınız? lan hadi türkiye'yi kenara koyalım. şu yer kürede sermaye ile zıtlaşarak gelişmiş bir tane ülke var mı? serbest piyasa olmadan yatırım, yatırım olmadan işçi sınıfı olmaz. olanı da sscb olabiliyor en fazla. onlar da denediler ve ekonomik olarak battılar. yarım asır önce battılar ama anlamaları 20 sene aldı. batış sebebi ise bariz şekilde serbest piyasaya izin vermemeleriydi. pamuk ekip kendi eko sisteminde satarak büyüyebileceklerini düşünerek aral denizini kuruttular.

    başlığı aral gölü ama büyüklüğü normalde irlanda kadar olan bir denizdi aral. bu salaklıkları batılı bir devlet yapsa, ekolojiyi böyle geri döndürülemez şekilde sikip bıraksa üç asır dillerine türkü ederlerdi. bu gerizekalıların geliştirdiği doktrinlere sarılmak için tek sebep ideolojik körlük olamaz. altında çözemediğim başka bir sıkıntı var. yoksa kimse ukrayna'da yetişen buğdayın ata tohumlarına kadar toplayıp halkı kıtlığa terk ettikten sonra sibirya'da ekerek sonuç almaya çalışan lenin gibi bir gerizekalıyı putlaştırmaz. kaldı ki o buzlu topraklara ektikleri tohumlar da öldü ve kıtlığı gelecek yıllara yaydı.

    çin yanlışından 70'li yılların sonuna doğru döndü ve farklı bir forma dönüştü. çünkü hukuk olmadan girişilen kapitalizm ancak bu kadar oluyor. sscb, çok övülen lenin'in fantastik tarım politikalarıyla iki kere kıtlığa girdi. toplamda dönemin türkiye nüfusundan fazla insan öldü. çin, mao ile günümüz türkiye nüfusundan daha fazla insanı kıtlıklarda öldürdü. iki ülke hala pek değişmiş değil. zehri hala üzerlerinden atamadılar. işçi kesim hala bok gibi yaşıyor, demokrasi ve hukukun esamesi okunmuyor.

    işin en acı tarafı ne biliyor musunuz? bu tapındıkları liderlerin sol ideolojiyi kullanarak başa geldiği gerçeğini kabul edemiyorlar. belki başta kendilerinin de inandıkları ideolojileri başa geçtikten sonra terk ettiklerini, halkı sefalete ve kedere sürüklediklerini, kendilerinin keyif içinde yaşadıklarını anlamıyorlar. bu acı süreçleri kendi halkları dahi kabul ediyorken binlerce kilometre ötede yaşayan bizim sol cenah bunları savunmaya devam ediyor. milyonlarca insan savaş tehdidi bile yokken kamplarda veya kıtlıklarda öldürüldü diyorsun. onlar mühim değil diyorlar. lan insan hayatının değeri yoksa biz ne için çabalıyoruz. siz neden emekçinin hakkını savunuyorsunuz. şu basit korelasyonu kurabilmek için kaç iq gerekiyor?
  • kendini sol bek zanneden sag aciktir
hesabın var mı? giriş yap