• tarihle sabit olan gerçeklik.

    sosyalizmin türkiye'de hiç bir zaman destek bulamamış olmasının nedenidir.
  • görece sosyalist bir toplum düzeni olan göçebe hayattan gelmiş olmalarına rağmen arada bir yerde şaşırmış olan toplumumuzun içinde bulunduğu durum. aslında ırsi olarak son derece sosyalizme meyilli olmasına rağmen, türk halkı zamanında aldığı soyalist=komünist=dinsiz gazlarının etkisiyle olsa gerek bugün böyle bir duruma gelmiştir. bu gazların fitnelediği yerin türk-islam kültürünün hassasiyetleri olması ise daha da komik. düşünün ki göçer bir toplum ve herşeyinin paylaşmayı emreden bir dinin sentezinden oluşmuş bir kültür dibine kadar anti-sosyalist refleksler geliştiriyor. hayır bu basbaya derin bir sosyoloji tezi konusu ama bana öyle geliyor ki gerçekten ana sebep uçkur düşkünlüğü. daha önce dendiği gibi karısını mı paylaşacak adam sizle? son lokmasını paylaşır, cebindeki son parayı dilenciye verir, her bok için imece yapar para toplar ona buna yardım eder ama iş sendika kurmaya gelince birileri çıkar "kominik bunnar sonra karılarınızı da herkese sittiriler" der, hooop bizim adam gider yerine bambaşka, linçperver, namus bekçisi geliverir. sonra bizde düşünürüz bu memleketin %70'i nasıl olur da sağ seçmen olur diye.
  • türklerin sosyalist olamamasının - bakın olamaması diyorum, olmaması değil, yani biz türkler istesek de sosyalist olamıyoruz - çeşitli sebebi vardır: bir sebebe göre toplumun gelişimi sırasında toplumu sosyalizme çıkartabilecek sapaklarda hep öteki tarafa sapılmıştır. diğer bir sebep de sosyalizm savunucuları işi ellerine yüzlerine bulaştırdıkları için toplumu ve nihai olarak halkı kendilerinden uzaklaştırmışlar ve netice itibariyle toplumda sosyalizme karşı sebebini bilemedikleri bir tepki oluşmuştur. üçüncü bir sebep de sosyalizm karşıtlarının etkisi çok daha başarılı oluşmuştur. toplumu oluşturan en küçük gruplara indikçe bu daha iyi gözlenebilir. bu konuya örnek olabilecek bir köy var. söz konusu köyden bahsetmeden önce biraz arka plan bilgisi vermek gerek.

    bu köy rus devriminin gerçekleştiği koşullar dikkate alınarak değerlendirilmeli ve biraz rus devriminden bahsedilmelidir:

    rus devrimi gerçekleştiği vakit devrimcilerin arkasında hatırı sayılır miktarda köylü ve emekçi vardı. fakat rus köylüsünün saflara katılması oldukça zor olmuştu, zira köylüler cahildi (lümpen proleter sanırım ilk bu kesim için kullanılmıştı). cahil kesim, hangi milletten olursa olsun, özellikle dini mevzularda çok sıkı direnç gösterir fakat rusya koşullarında dini otoriteyi ellerinde bulunduran güçlerin (kabaca kilisenin) aşırı derecede yozlaşmış oluşu (bundan tolstoyun bazı romanlarında da bahsedilir (bkz: diriliş)) karşısında cahil köylüler bile birşeyler yapılmasını gerekli görmüş olabilirlerdi (bunlar tamamen şahsımın görüşleridir, konu hakkında derin bir araştırma yapılmamıştır).

    kendi ülkemiz şartlarına dönersek: müslümanlıkta her ne kadar dini otorite olmaya çabalayan kişiler bulunsa da (şeyhler, hocalar vs.) din esas olarak kul ile allah arasındadır. dolayısıyla insanlar bireysel olarak dini sahiplenmektedirler. ayrıca 80'lerde amerikanın yeşil kuşak propagandası sonucu komünizmin dinsizlik olarak empoze edilmesi cahil türk köylüsünü sosyalizm ve komünizmden soğutmada oldukça başarılı olmuştur. hatta zamanında köy enstitülerini sosyalizm propagandası yapılıyor diye kapatmamışlar mıydı?
    bir örnek vermek gerekirse (copy paste yapılmıştır):
    27 temmuz tarihli haber ekspres'te ahmet cinar'in koseyazisindan alinmistir.

    "develi, manisa'nin saruhanli ilcesine bagli bir koy.
    bundan iki yil once develi koyluleri parti parti, dernek dernek, sendika sendika gezdiler.
    "koyumuze copluk yapacaklar, bizi kurtarin" diye yardim istediler. kapilar yuzlerine kapandi.
    tkp'ye geldiler. tkp yoneticileri, hukukcularla, tarim uzmanlariyla, cevrecilerle birlikte harekete gecti,
    "develi copluk olmasin" kampanyasi baslatti. tkp'liler develi halkina hukuksal, siyasal, orgutsel, eylemsel destek verdi.
    cevre dostu, degerli avukat arkadasim sehrazat mercan, titiz bir hukuk mucadelesi yuruttu.
    sonunda idare mahkemesi yurutmeyi durdurma karari verdi, copluk projesi durduruldu.
    bu arada develi halki ile tkp kaynasti, akraba gibi oldu. develililer de tkp kimligini benimsedi, sevdi, sahiplendi.
    oyle ki, koyde duzenlenen senliklerin, keskek gunlerinin onur konuklari tkp'lilerdi.
    secim gunu geldi catti. sandiklar acildi. sonuclari veriyorum.
    copluk projesinin sahibi akp, 194 oy alarak birinci parti oldu. dp 164 oy, mhp 72 oy, chp 55 oy, gp 7 oy, sp 2 oy, ldp 2 oy, hyp 1 oy aldi.
    develi halkiyla gece gunduz calisan, copluk projesinin durdurulmasina onayak olan tkp ise rakamla "0", yaziyla "sifir" oy aldi.
    *** secim sonuclarini duyunca "yok deve!" dedim. arkadaslar da bana "hayir, develi" dediler."

    evet bu örnekten de görüldüğü üzere, türk milleti komünizmi, sosyalizmi benimser ancak içindeki sebebini bilmediği (ve bilmediği için de sorgulamadığı ) tepkisi nedeniyle sosyalist olamaz.
  • türk dediğin zaten ırsi olarak türk doğar. bu durumda türklük yaratılmış* bir durum değil, tamamen kanla ilintilidir. dolayısıyla zaten millet, milliyet, etnik yapı vb. durumlar insanlığın ortaya çıktmasından beri varolagelmiş şeylerdir. ha bu durumda nolmuştur? türklük primordial bir karakteristik kazanmıştır.

    kısaca: eğer türklükten primordial bir olgu olarak bahsediliyorsa (ki söz konusu önermede böyle), zaten abijim hepimiz kavramsal olarak ırkçı bir söylem üzerine argümanımızı temellendirmişiz. o halde turklerin irsi olarak sosyalist olamamalari önermesi mantıken doğru bir önermedir, zira nasyonal sosyalizm de sosyalist bir rejim değildir.

    di mi?!!!!!!

    (bkz: kafanıza sıçayım)
    (bkz: oksimoron)
    bildiğin (bkz: moron)
  • bu görüş aslında yeni bir görüş değildir ve uzun süreden beridir dile getirilmektedir. özellikle cumhuriyet dönemi tarih tezlerinde türkçü anlayıştan türk-islam sentezi’ne geçişin sırasında en önemli argümanlardan birisi de, sosyalizm ve komünizm gibi siyasal sistemlerin “yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdı olan üstün türk seciyesi” için uygun olmadığıydı ve bu daima vurgulanmıştır. bu vurgu için hayatının sonuna kadar mücadele eden isimlerin başında “ibrahim kafesoğlu”, “seyid ahmet arvasi”, “osman turan” gibi garip kişiler gelmektedir.

    mesela tefennizadelerden ibrahim kafesoğlu efendi’nin türkler ve medeniyet, türk milli kültürü, türk bozkır kültürü, türk milliyetçiliğinin meseleleri adlı kitapların tamamında sosyalizm ve komünizmin ahlaksız ve kötü rejimler olduğu, bu rejimlerin türklerin tarihi karakterine uymadığı, öyle gudik [eksik kalmış, kısa] evet öyle gudik betimlemelerle yerleştirilmeye çalışılmıştır ki, bugün bakıldığında son derece komik durmakla beraber, “türk-islam sentezi adlı amerikan soslu nükleer serpinti” etkilerini halen son derece devam etmektedir. “hrant dink suikastı” ve “18 nisan 2007 malatya yayinevi baskını” ve dahi “1 mayıs 2007” tarihindeki o korkunç tavır, hep bu “köhne canavarın midesindeki fesadı insanların üzerine kusmasından ibaret” hadiselerdir.

    peki bunun anlamı nedir? yani neden “türk-islam sentezi” adlı o korkunç “heyula” üzerimize çöreklenmiştir ve uzun yıllardan beri halen etkisini göstermektedir? bunun bir sebebi de, “devlet geleneği” olarak açıklanabilir ancak buradaki devlet geleneği osmanlı devleti’nden değil de cumhuriyet’ten kalan bir mirastır. cumhuriyet’in ilk yıllarındaki tartışmaları okuyanlar ya da bir şekilde izleyenlerin gözlerinin belermesini * hayretle karşılamamak gerektiği kanaatindeyim. peki efendim nedir bu cumhuriyet’ten kalan miras? şudur: cumhuriyet, ece ayhan’ın o enfes betimlemesiyle tercüme odasında doğmuştur. bir anlamda cumhuriyet aydını da tercüme odasında doğmuştur ve ideoloji daima inkâr silsilesi üzerine kurulmuştur. tabii ki şimdiki “ersatz homo akademikus” adlı ‘karga’ türüne bunu anlatmanın imkân ve ihtimali bulunmamaktadır. onlara göre o dönemde her ama her şey mübahtır. diyelim ki böyle olsun, her şey o dönem için mübah olsun. peki aynı karga türünün başka herhangi bir konuda bu kadar toleranslı ve hümanist olamayışı neyin göstergesidir?…

    12 eylül askeri iktidarı, sol akımlara karşı dini ve milliyetçiliği bir fren mekanizması olarak kullanış sürecinin doruk noktasını teşkil etmiş ve tam adıyla ahmet kenan evren’in yurt gezilerinde ve konuşmalarında bu durum sürekli dillendirilmiştir. kenan evren’in 24 ekim 1982 tarihli radyo-televizyon konuşması aşağıdaki pasajları barındırır:

    vatandaşlarımız soracaklardır: aramızda mezhep kışkırtıcılığı olmadan, ayni ve tek olan allah’a inanmış müslümanlar olarak, mezheplerimiz her ne olursa olsun, tam bir islam kardeşliği içinde yaşayabilecek miyiz? dinimiz, diyanetimiz, ibadet ve ayinlerimizi yerine getirebilecek miyiz? yoksa bizi hala mezhep ayrılığıyla kınayanlar, birbirimize düşürüp kırdıranlar, bu türlü melanetler için gene zemin ve fırsat bulabilecekler mi? vatandaşlarımız yine soracaklardır: binlerce yıllık milletimizin bütünlüğü korunacak mı? yoksa milletimiz sınıf, zümre gibi ayrımlarla böldürüp birbirine düşman edilebilecek mi? bin yıllık vatanımızın bütünlüğü korunacak mı? yoksa bize hayat ve ekmek veren yurdumuzu bölüp parçalayarak yeni devletler, beylikler, ‘kurtarılmış bölgeler’ kurmağa kalkanlar çıkacak mı? vatanımızı düşmanlarımıza peşkeş çekmek için bölüp, parçalayıp bizi evsiz, topraksız, yurtsuz bırakmak için köylerimizi basanlar, kasabalarımızı yakanlar, şehirlerde mahalle ve sokaklarımızı bombalayanlar, evlerimizi kurşunlayanlar çıkacak mı? ileride yine bir zaman gelecek, her gün 20 - 30 anarşi ve terör kurbanı delikanlılarımızın cenaze namazını kılacak mıyız? ben bu suallere, güvençle, inançla şöyle cevap veriyorum: aziz vatandaşlarım; sizler titiz ve dikkatli olur ve bu anayasayı korursanız, anayasanın çıkarılmasını emrettiği kanunların çıkarılıp çıkarılmadığını takip ederseniz, bu anayasa ile kurulacak devlet ve hükümetlerinize vatan ve millet sevgisiyle destek olursanız, bir daha 12 eylül öncesindeki o felaketli günleri yaşamayacaksınız.

    yine sahnede kenan evren ve 25 ekim 1982 tarihinde trabzon konuşmasından bir pasaj:

    sevgili hemşehrilerim, şu allah’ın işine bakın. gökyüzünde bir tek bulut yok. halbuki trabzon’da, rize'de, senenin 365 gününün 300 günü kapalı olur. allah, bu seyahatimizin de kolaylıkla geçmesi için bize yardımcı oldu. sizi biraz fazla ayakta tuttum. bu gösterdiğiniz alakadan ve beni dinlendiğinizden dolayı, bu geniş tezahürattan dolayı, bütün trabzonlu hemşehrilerime, bütün vatandaşlarıma
    teşekkür ediyorum.

    bu örnekler çoğaltılarak yazı şişirilebilir. yani, artık 12 eylül döneminde “islam soslu devletten yana türkçülük” anlayışı iktidarın en başındadır. biliyoruz ki yeşil kuşak projesi ve ardından eisenhower doktrini gibi karanlık ve pis işler, türkiye’yi de kapsayacak şekilde tasarlanmıştır ve türkiye’de bunun uygulanışı son derece başarılı olmuştur. hayır, geldiğimiz noktaya bakarsak eğer, amerikalılar’ın ne kadar başarılı olduğunu görürüz. eisenhower doktrini’ne göre bir ülke batı bloğu içerisinde yer almasa bile komünizm tehlikesine karşı savunulacaktı ve kısaca tanımlarsak yeşil kuşak projesi de sovyet rusya’yı islâm ülkeleriyle kuşatarak, sovyet nüfuzunun petrol bölgelerine ve körfez’e, oradan hindistan’a kaymasını engellemek şeklinde açıklanabilir ve türkiye, bu açıdan stratejik bir ülke olmuştur yeşil kuşak projesi için.

    ancak değinilmesi gereken bir konu da aydınlar ocağı olmalıdır. aydınlar ocağı denilen aydınsız kurum, amerikalıların zımnen desteklediği bir kurumdu, halen öyle midir bilmiyorum ama zamanında böyleydi. aslında o dönemde birçok kurum zımnen desteklenmiştir ancak aydınlar ocağı’nın yeri burada başkadır çünkü gün gelecek ve bütün tarih kitapları bu görüş tarafından yazılacak ve sosyoloji muharreratı başta olmak üzere bütün yayınlar, milli eğitim vasıtasıyla [yani oradaki kadrolaşma] da bu kişilerin elinden geçecektir ve birkaç kuşak birden bu aydınlar ocağı adı verilen yerde imal edilen fikrî dinamitlerle bombalanacaktır. zaten türkiye de dahil tüm bölge ülkelerinde sol ve komünizm karşıtı dini duygular ve milliyetçilik destekleniyordu amerikalılar tarafından ve türkiye de aslında yaşanan buydu. projenin türkiye’deki en büyük ayağını da işte solun karşısındaki en büyük oluşumlardan biri olan aydınlar ocağı teşkil etmiştir. kenan evren ve saz arkadaşları iktidarı anap’a ve turgut özal’a teslim ettiğinde ise artık aydınlar ocağı fikirleri tırnak içi bir “sivillikle” iktidardaydı denebilir. nitekim turgut özal da aydınlar ocağı’nın resmen olmamakla beraber doğal üyesi gibiydi.
  • ırsi değil de bilinçle alakalıdır. adama sosyalizm diyorsun "karimi mi paylasacam sizle?" diyor. sonra sen bu bilinçsizlikten sosyalizm çıkarmaya çalış. şartlar olgunlaşmadan nereye sosyalizm. şu nüfusun yarısına sosyalizmin "s"sini öğretsen, bak kalıyor mu ırsi mırsi derdin. ne dert kalır ne tasa. neyse, ilk emrim "oku". şüphesiz benimdir ki sana oku dedim. önce kapitalizm sonra sosyalizm sonra genetik... okumadan gelme, kalan vahiylerimi sonra vereceğim. hadi...
hesabın var mı? giriş yap