• acı verici bir ilişkidir. bir dönem yaşadığım ve hayatımı değiştiren ilişkidir...

    kocaeli'de sakin ve güzel bir sahil kasabasında yaşıyordum. belli insanlar vardı hep çevremde. birkaç dostum vardı sevdiğim, onlarla vakit su gibi akıp giderdi. salak saçma şeylere güler eğlenirdik, kimseye zararımız yoktu. ailemle arada tartışsamda belli bir huzurum vardı evimde. spontane bir hayatım vardı, sıkılıyordum ama küçük semtin küçük dertleriydi sadece canımı sıkan. ufak tefek işler yapar, kazandığım parayı bekletmeden harcardım. büyük hayallerim vardı, büyük işler başarmak istiyordum ama küçük bir yerde yaşıyordum ve ailemin imkanları belliydi. kalbimden geçtiği gibi davranırdım herkese, olduğum gibiydim. saftımda biraz, çabuk kandırırlardı beni. duygusaldım da, gizli gizli ağlardım bazen. dört duvar arasına sıkışmış bir mahkum gibi o küçük sahil kasabasına sıkışmıştım ve bundan zevk almaya, buna alışmaya çalışıyordum... duygusal olarak da berbat haldeydim, son dönemlerde aşk hayatım berbattı, daha doğrusu aşk hayatım filan yoktu...

    işsiz güçsüz olduğum bir dönemde emsallerim gibi ben de geç saatlere kadar internette zaman öldürüyordum. can sıkıntısıyla geçen saatler sonunda boktan aşk hayatıma renk katacak birini bulmaya çalışırken çeşitli kızlarla tanışıyordum ama çoğu beni etkileyemiyordu. bir gün diğerlerinden farklı biriyle tanıştım bir arkadaşlık sitesinde. "dünyaya tek armağanım orta parmağım" diye bir şey yazmış profiline. bende sazan gibi "profiline böyle şeyler yazarsan erkekler seni yollu ve basit biri zanneder, bence hiç yakışmamış" gibisinden bir şey söyledim ona. derken sohbet etmeye başladık. ben ondan hoşlanmamıştım ama konuşuyordum. ona nasihatler ederken o da bana hayatının ne kadar berbat olduğundan bahsediyordu. annesiyle babası ayrılmış, babasının ikinci evliliğinden iki tane çocuğu varmış. annesi kendini çocuklarına adayan ve aynı zamanda ayaklarının üstünde durabilen modern bir kadınmış. abisi antalya'da beş yıldızlı bir otelde yetkili birisiymiş. abisi annesine de, babasına da uzak kalmak istediği için o mesleği seçmiş. o anlatıyordu ben dinliyordum, dinledikçe etkileniyordum. ona kendime ait edebi sözler yazıyordum(kendim üretiyordum anlamında), şiirler yazıyordum ama amacım etkilemek değildi. ilanı aşktan ziyade hayata dair umut verici şeyler söylüyordum ona, bu da onun hoşuna gidiyordu. zamanla sohbetlerimizin süresi uzadı, sohbetlerimizden keyif almaya başladık. onunla sohbet etmek için bilgisayar başında saatlerce beklediğim oluyordu. bir gün kamera açalım dedik, o zamanlar msn popülaritesini koruyor. heycanlı bir bekleyişin ardından kameraları açtık. o an şok olmuştum... hani herkesin hayalinde tasvir ettiği bir güzel vardır, işte o tam benim hayallerimdeki gibiydi... o benden etkilenmişti, ben ondan etkilenmiştim. beş dakika sessizce bakıştık ve o an birbirimize aşık olduk. yaklaşık bir saat webcam sayesinde birbirimizin gözlerinin içine baka baka sohbet ettik. ertesi gün birbirimize numaralarımızı verdik. gece geç saatlere kadar mesajlaşır olduk. birbirimizi seviyorduk ama adını koyamadık. ben onun söylemesini bekledim ve bir gece söylemesi için onu çok zorladım. onun söylemesi benim için çok önemliydi çünkü bir kız erkekten önce ilanı aşk eder ve gururunu riske ederse o kişiyi gerçekten çok seviyordur... onu zorlayınca bana "senin kız arkadaşın yok mu?" dedi. "olsa seninle konuşuyor olmazdım" yanıtını alınca içinden geldiği gibi döktü sevgisini bana. ben hemen dökülemedim, neden bilmiyorum ama bu uzun sürmedi. üç gün sonra bir gece yine mesajlaşırken bu sefer o beni sıkıştırdı ve birbirimize tamamen açıldık. sırılsıklam aşıktık ama o istanbul'da ben kocaeli'de yaşıyordum...

    mesajlar tatmin etmemeye başladı, üç kuruş paramı kontör almaya harcar oldum. uzun konuşturan tarifelerden birine geçtim. o bana "nefesim" diyordu, ben ona "ömrüm" diyordum. şuursuzca o kelimeleri dakikalarca tekrarlıyorduk. içinde onun olmadığı hiçbir hayal kuramaz hale gelmiştim. bir gün istanbul'a gidip onu canlı canlı görmek benim için zorunluluk haline gelmişti. hızlı para temin etmek için çevreden duyduğum birkaç ağır işe girdim, günlük yevmiyeli. tipim, fıtratım ve tarzım buna müsait değildi ama gücüm kuvvetim vardı ve umrumda da değildi... 150 lira kazanmıştım üç günde. o parayı çocuklarının rızgını koruyan bir anne gibi korudum, kuruşuna bile dokunmadım. istanbul'da buluşma hayalleri kurarken kız buluşmaya fırsatı olmadığını, ailesinden gizli gelmesi gerektiğini söyleyerek beni geçiştiriyordu. uzun tartışmalar sonunda şu hafta olur, bu hafta olmadı ama şu hafta kesin gibi sözlerle beni bir ay oyaladı. sinir krizleri geçiriyordum odamda, ailemse durumdan habersizdi... bir gün annesinin iş gereği üç günlüğüne şehir dışına çıkması gerektiğini söyledi. "o üç gün bize gelirsin ve üç gün birbirimizin kokusunu doya doya hissederiz" dediğindeyse; o an, o dakika ve o saniye yeryüzündeki hiçbir canlı benim kadar mutlu değildi... evi sarıyer'deydi ve istanbul'u hiç bilmeyen ben orayı bulamazdım, kaybolup, yokolup giderdim(o yaşlarda)... kuzeni beni otogarda karşılayıp ona kavuşturacaktı... o gün gelip çatığında güzelce duş alıp, en güzel kıyafetlerimi giyinip, saçlarıma verebildiğim en güzel şekli verip, güzel kokular sürünüp yola çıkmak için ondan haber bekliyordum ve ayna karşısından sürekli kendimi kontrol ediyordum. o gün yine olmadık sorunlar çıktı ve şiddetli bir şekilde tartıştık. telefonu yüzüme kapatıp üst üste her aradığımda meşgule attı. dizlerimin üstüne çöktüm ve karşımdaki aynaya baka baka ağladım. çaresizliğimden nefret ediyordum. sessizce ağlarken sürekli "neden, neden, neden olmuyor" diye sayıklıyordum. aradan geçen üç günde tartışsak da barıştık çünkü ondan vazgeçemiyordum... üç gün sonunda annesi dönüş yolunda kaza geçirmişti. arkadaşı bana mesaj atıp durumu anlattı, aşık olduğum kızın sinir krizi geçirip hastaneye kaldırıldığını duyduğumdaysa bitmiştim. arkadaşı aradığımda telefonu açmıyor, sadece mesaj atabileceğini söylüyordu. aşık olduğum kızın telefonuna ulaşamıyordum zaten. aradan bir hafta geçti ve ne aşık olduğum kıza nede arkadaşına ulaşılamıyordum... ne adresini biliyordum nede ortak bir tanıdığımız vardı. tam bir ay hayalet gibi yaşadım, aniden hayatımın anlamı gitmişti... aradan geçen bir ay yaşadığım en berbat bir aydı... bir ayın sonunda bana aşık olduğum kızdan gelen mesaj bir idam mahkumunun idam günü affedilince yaşayacağı sevinçle eşdeğerdi... tekrar konuştuk, ona hiç kızmadım. kızmayışıma şaşırmıştı bende ona "saçmalama, bir ay sonra sana kavuşup nasıl kızabilirim! seni kaybettim sandım" dedim. fakat onu hala göremiyordum, o hala benim için telefonun öteki ucundaki güzel bir hayaldi... uzun uğraşlarım sonucu yetenekli gençleri yetiştiren bir post prodüksiyon şirketinin haberi geldi. samimi bir arkadaşımın babası oraya girmeme yardımcı olacaktı. arkadaşlarımda benim berbat halime üzülüp yardımcı olmaya çalışıyorlardı. öyleydi böyleydi derken kendimi o şirkete kabul ettirdim. şirket çalışan stajerler için daire tahsis etmişti, bavullarımı hazırlayıp yola çıktım. öyle kararlıydım ki ailem "gitme" demeyi bırak "bir düşün istersen" bile diyemedi, gitmemi hiç istememelerine rağmen...

    şirkette işe başladım. malum yurdum hali, şirket geri kafalı belli bir zümreye aitti. benimse saçlarım uzun, giyim tarzım aykırıydı(amerikan cooper'cıları gibiydim)... sallamadım tabi. artık istanbul'daydım, sevdiğim kızla aynı şehirdeydim ve dünya bana karşı dursa umrumda olmazdı... ilk haftasonu kadıköy'de buluşmak için sözleştik. buluşma yerini bir gün önceden gidip iyice öğrendim. buluşma günü yarım saat erken gidip beklemeye başladım. gecikmiştir, trafik vardır, v.s. bahanelerle kendimi avuturken tam bir buçuk saat onu bekledim. aradım meşgule attı, mesajlarıma cevap gelmedi. mart ayıydı soğuktu hava ama üşümeyi unutmuştum... o arada çiçek satan küçük bir çingene kız çocuğu geldi. uzaktan gelişini izledim, yanıma yaklaştı ve "abi allah sevdiğine kavuştursun, bir gül almaz mısın?" dedi, "hayır abicim" dedim. bunun üzerine " al be abi" diye diretince beklemiş olmanın verdiği sinirle sert ve kararlı bir ses tonuyla "hayır" dedim. çingene kız arkasını dönüp giderken son bir kez arkasını dönüp baktı ve dalga geçer gibi gülüp yoluna devam etti. öyle bir gülüşü vardı ki sanki "sen daha çok beklersin" der gibiydi... akabinde bir mesaj geldi "babama yakalandım, annemle de, babamla da tartıştım bırakmadılar beni" yazıyordu. modern görünüşlü bir aileydi anlattığı kadarıyla ama o kız bir türlü gelemedi benim yanıma... ben kös kös eve dönüp gizlice ağladım. bir hafta sonra üsküdar sahilinde de benzer bir bekleyiş hüsranla sonuçlandı. bir ay boyunca o beni buluşmaya çağırsın diye bekledim ve hiç buluşma konusu açmadım ama çağırmadı. mayısın sonlarna kadar sabrettim, tam iki ay ama sonunda dayanamadım ve zorla buluşmaya ikna ettim. mecidiyeköy ortaklar caddesinde buluşacaktık. bekledim, artık gel diye direttim ama yine gelmedi. o gece psikolojim artık bunu kaldırmamaya başladı ve ona "sen hayalet misin? sen beni öldürmek mi istiyorsun? sen bana ne kadar zarar verdiğini biliyor musun? deli olduğumu, paranoyak olduğumu düşünmeye başladım!" gibi cümleler sarfettim ama o şaşkınlıkla "durumunun bu kadar kötü olduğunu tahmin etmemiştim" dedi. "şaka mı yapıyorsun" diye kızdım o da " tamam yarın aynı yerde bekle geleceğim, söz veriyorum" dedi... ertesi gün aynı yerde bekledim, tam altı saat boyunca... hiç göremediğim sevgilimle buluşmak uğruna altı saat bekledim. beklerken baliciler gelip sigara istedi; o bir dal sigarayı uzatırken içimdeki öfke yüzüme öyle bir yansıdı ki balici sigarayı alırken tereddüt etti ama ben ısrarla uzatınca aldı ve arkadaşlarıyla uzaklaştı. lanet olası ortaklar caddesindeki noter tabelasının önünden çeşit çeşit bir sürü insan geçti... sevgililer geçti, canımı yaktı. beni süzen güzel kızlar geçti, umrumda olmadı. dik dik bakan serseriler geçti, cesaretimi kıramadı. uzun bekleyişin son bir saatinde "hep böyle yapıyorsun, gelmezsen bu sefer biter..." tarzı bir kaç mesaj attım. en sonunda arkamdaki mağazaya doğru bir kız yürürken bana uzun uzun baktı ama ben gözlerimi kaçırdım çünkü sevdiğim kızı bekliyordum. çok geçmedi, iki dakika sonra o kız mağazadan çıktı ve bana kısa bir bakış atarak uzaklaştı. bir süre sonra bir mesaj geldi ve "ben geldim, seni gördüm ve o attığın son mesajlar yüzünden geri döndüm" yazıyordu. aman allah'ım böyle bir ızdırap olamaz... benim yanımdan geçip giden oydu ve ben onu hiç görmediğim için tanıyamadım, sadakatimden dikkat edemedim... ona "senin kalbini sikeyim, senin ben vicdanını sikeyim tam altı saat bekledim lan seni" dedim... "o son mesajlar" deyip durdu, bense "lan biz hiç buluşmadık, böyle ilişki mi olur! beni biraz anlasana!" dedim ama siklemedi... bela okudum, beddua ettim, isyan ettim, nefret ettim ve bitti... 25 mayıs günü mecidiyeköy ortaklar caddesinde yaşadıklarımdan sonra her şey bitti. nefret dolu mesajların sonunda kız bana "hattımı kırayım ister misin?" dedi... ona ulaşabildiğim tek araç telefondu ve ne olursa olsun ben yine ona mesaj atacaktım, bunu kurbanını zehirleyen bir yılan kadar soğuk kanlı bir şekilde dile getirdi... bense can çekişen bir av gibi haykırdım "kır lan o hattı!" diye... ilk defa sözünü tuttu, o hattı kırdı ve ben bir daha ona hiç ulaşamadım. telefonuma attığı iki tane resmi vardı ve ben sadece birini silebildim... eve dönerken otobüste birinin ipod'undan manga'nın "cevapsız sorular" parçası çalıyordu ve o parça bir daha hiç aklımdan çıkmadı...

    aradan geçen bir ayda 20 kilo verdim... şekersiz çay ve sigara ile günlerim geçiyordu, saçlarımıysa çoktan kestirmiştim... aklımdan çıkması için kendimi işime verdim, deli gibi çalıştım... kalan son resmini sildim, kalan mesajlarını sildim, kalan gözyaşlarımı döktüm... iş yerindeki rakip stajerleri ve kuyumu kazan uzman personeli sollamaya başladım. bir ayın sonuna doğru gizli bir numara beni arayıp sesimi dinleyip kapatıyordu. sinir olmaya başlamışken açık numara ile beni aradı ve kendini tanıttı. o aşık olduğum kızın kocasıymış... benden ayrıldıktan bir ay sonra evlenmiş o evlilikten korkan kız, daha yirmi yaşındaydı... adamla öyle sert konuşuyordum ki yanımda olsa çıplak ellerimle öldürecektim... adam uslübunu yumuşattı ve kibar bir dille "yani evliyim ve eşimin telefonunda mesajlarınızı gördüm" deyince dizlerimin bağı çözüldü... adam anlatıyordu ama duymuyordum. bir ara adımı zikredince kendime geldim, aramızda nasıl bir ilişki olduğunu sordu bende aramızda hiç buluşma olmadığını, bir aylık bir mesajlaşma geçmişimiz olduğunu, saçma bir internet sitesinden tanıştığımızı ve aklına takılacak bir şey yaşamadığımızı söyledim... yuva yıkacak hainliği yapmaya içim varmamıştı, oysa intikam ayağıma kadar gelmişti... sevdiğim kızın kocasıyla konuşuyordum, acısı bu kadar tazeyken. o adamında canı yanıyordu belli çünkü ona çok güzel mesajlar atmıştım, buram buram aşk kokan, ilham kokan. adam altı ay ayrı kaldıklarını söyledi ve yeni barıştıklarını, ani bir karar ile de evlendiklerini söyledi. benim zamanım o an durdu, adam teşekkür ederek kapattı. ben şoktaydım, yanıma şirketten sevdiğim bir arkadaşım gelip "iyi misin" dedi, durumdan anlattığım kadarıyla haberdardı. kahkahalar eşliğinde "evlenmiş lan" dedim. durdum durdum güldüm, güldüm ve şirketten izin alıp eve gittim. taşlar yerine oturmuştu, o çocuktan ayrılınca boşluğunu benimle doldurmuş ve bir süre ikimizi birden idare etmiş. ilk defa aldatılmıştım, miğdem bulanıyordu. benimle neden buluşmadığı belli olmuştu. eve havada süzülen bir hayalet gibi vardım, hissizleşmiştim. bomboş evde haykıra haykıra ağladım ve o olaydan sonra bir daha hiçbir şeye ağlayamadım...

    gel zaman git zaman şirketteki en iyi personel oldum çünkü kendimi işime vermiştim, çalıştıkça onu unutuyordum. istanbul'da güçlü biri olmaya başladım çünkü kaybedecek bir şeyim yoktu. ister dönsün, ister dursun dünya diyordum, cesur hamleler yapıyordum. her anlamda çevrem genişledi, güçlendim. eski ben öldü, o saflık, o aptallık bitti... istanbul'da ne yapsam başarılı oluyordum. farkettim ki istanbul benim o kızı sevişime aşık olmuş ve beni koruyup kolluyor. düşündüm tekrar sevmeyi, bazı ilişkilerim oldu bu süreçte ama çok kısa sürdü. aslında kalbimde o varken başkasını sevmek bana adice geliyordu, bende işimi sevdim... işimi türkiye'de en iyi yapanlardan biri oldum. şirkette beni sallamayan müdürler gitmeyeyim diye gözümün içine bakıyordu ama o şirket bana o kızı hatırlatıyordu... bir süre sonra ayrıldım ve benim meslektaşlarımın türkiye'de çalışabilecekleri en iyi şirketlerden birinde işe başladım. iş görüşmesi sadece beş dakika sürdü ve işe alındım... gelirim yükseldi, istanbul'un en güzel muhitlerinden birine yerleştim... o kız benim maddi durumum için bırakmıştı anladığım kadarıyla, çünkü telefonda konuştuğum çocuğun konuşma tarzı az çok zümresini belli ediyordu. tabi kızın ailesinin de maddi durumu çok iyiydi. bende kendi kendime intikam yemini ettim, bir gün adımı tevizyonlardan duyacak ve canı yanacaktı. izini ve adresini bilmiyorum, hatta bana söylediği ismi bile belkide yalandı. ama ben ona gerçek adımı söyledim ve kısa bir zaman sonra gerçekten bu intikamı alacağım. yuvasını yıkmadım belki ama adımı duyuracağım...

    aslında artık ona karşı içimde hiç sevgi yok, yolda görsem kalbimin ritmi değişmez. aslında o kıza teşekkür etsem yeridir, bana garip bir ilişki yaşattı ve beni hayal dahi edemeyeceğim yerlere getirdi. tabi bu süreçte canım çok yandı ama başka türlü böyle bir başarı elde edemezim... bazen başımı yastığa koyduğumda aklımda tek bir şey geliyor; bir daha sevebilecek miyim... uykuya dalana kadar bunu düşünüyorum. belki zor olacak ama imkansız değil... bundan sonra birini seversem, bundan sonraki başarılarımı ona ithaf edeceğim, bir çok şeyi onun için başaracağım... bir daha seversem gerçekten o kızdan daha çok seveceğim. yine de umutsuz değilim, benim sevebilen bir kalbim var...

    not: bu yazıyı üşenmeyip okuyan ve üstüne bir de oy veren herkese teşekkür ederim. yazdıkça insan aslında dertleriyle hesaplaşıyor, dertleriyle barışıyor. bu da benim bir nevi tedavim...

    teşekkür: gelen mesajlar için teşekkür ederim, sağolun...

    zorunlu not: saçma bir durum olduğunu biliyorum, o zaman daha 20 yaşındaydım...
  • "şu an burada olsaydın keşke."

    özetle böyledir.
  • sene 2012, mersinde yaşıyordum, çok iyi giden 1 senelik ilişkim vardı. ben istanbula gelmek zorunda kaldım. gelmeden önce de dedim ki bana bilekliğini ver bileğimden hiç çıkarmayayım. kırmızı bir bileklik verdi bana. taktım bileğime, hadi istanbul yolları.

    anadolu çocuğuyum, garip geldi bana istanbul. çok büyük. sabah akşam çalışıp her fırsatta mersin'e gidiyorum. sevdiğimi görmeye.

    ara sıra birileriyle tanışıyorum ama sadece tanışmakla kalıyorum, sevdiğim var diyorum. çok sevdiğim. yaklaşmıyorum kimseye, iş güç ev. bazı geceler de rakı içiyorum, rakıyı çok severim.

    1 sene sonra sevdiğimin tayini izmir'e çıktı. iyi güzel dedim, gittiğimde gezeriz en azından. "tabi aşkım" dedi.

    düzenini oturtana kadar para gönderdim, aramızda para hesabı hiç olmazdı. 3-4 ay sonra bi soğuklaşmaya başladı. anlam veremedim.

    kısa süre sonra işten istifa ettim, yeni iş arıyordum. maddi anlamda sıkıntıdaydım anlayacağınız. ama bunu ona hiç söylemedim. bana verdiği bilekliği okşuyordum ara sıra. sadece bu kadar.

    baktım iş bulamıyorum, barda işe girdim, iki barda aynı anda. gece bir yerde, sabaha karşı başka bir yerde.

    italya'ya tatile gitmek istiyorum dedi, gidelim dedim, başladım para biriktirmeye. bu sırada beni sürekli yokluyordu "ne zaman" diye. ben ise kendi paramı çoktan biriktirmiş onun parasını da biriktirmeye çalışıyordum. onun parasını da ödeyeyim dedim. jest.

    biyometrik fotoğraf randevum 2'deydi, mutlu mutlu saati beklerken 12'de ayrılık mesajı geldi.

    6'daki uçağa atlayıp izmir'e gittim,9 buçuk gibi kapısındaydım, çaldım. açtı. konuşacak bir şey yok dedi. içerden bir gülme sesi geldi. girdim içeri. bir erkek, benden yakışıklı, masanın üstünde mercedes anahtarı.

    çocuk bizi yalnız bıraktı, neden dedim. 6 aydır aldatıyordum, belki bir şeyler düzelir diye tatile gidelim dedim dedi. sonrasında çocuk onu tatile götürmüş ben annesinin yanında diye konuşamıyor sanıyorken floransadaymış. bu ve bunun gibi detaylar dinledim.

    mutluluklar dedim.

    istanbul'a döndüm geldim, havaalanında x-rayden geçerken bilekliği çıkardım yine. x-rayden geçtikten sonra da geri almadım.
  • ikisi de kıskançsa bunalırlar yürümez.

    birisi kıskançsa diğerinin yürütmesi beklenir, çoğu zaman yürütemez.

    ikisi de rahatsa başka kollara giderler yürümez.

    herhangi biri istanbul'daysa asla yürümez.

    herhangi biri çalışmıyorsa mümkünatı yok yürümez.

    velhasıl kelam bu koduğumun ilişki türü yürümez, yürüteniniz varsa yeşillendirsin nikah şahidi olurum sağdıç olurum hatta erkek halimle nedime bile olurum lan. belki bikaç da tavsiye falan ateşlersiniz nasipleniriz :)
  • yazıyorum siliyorum kaç gündür. ne zor değil mi 3 kelimeye kaftan dikmek, kalıba sokmak, ifade edebilmek?

    11 kasım'da 4 sene doluyor uzaktan yürütmeye, 15'indeyse 7 yıl oluyor beraber yürümeye başlayalı. ama evveli de vardır. insan anlıyor çünkü. ilk kez gördüğü zaman anlıyor. diyorsun yani, bu kızla bi şeyler olur diyorsun, kalabalık içinden ayırıyorsun. kimya mı kader mi kısmet mi ne bilmiyorum ama var. bendeki de öyle oldu, ilk kantır oynarken gördüm, dedim ki kendime bu kız başka, bi şey var bunda. bi şey var ama tasvirlemek güç, tarif etmek benim kabiliyetimin çok ötesinde. yanılmadım da üstelik. geç oldu ama güç olmadı. o günden beri de her gün şükrediyorum, etrafımda neler görüyor, nelere şahit oluyorum. en son bugün gördüm bi mesele, insanın kanı donar. ha gün sonunda 'hayat böyle' deyip geçmiyor muyuz? şahsen ben geçiyorum, sülalem raad zira.

    artık uzak mesafe ilişkisinde aranan özellik sektörde 4 yıl tecrübeye de sahip olduğuma göre 2 kelam de ben edeyim dedim. zor birader, zor, çok zor. özlüyorsun, çok özlüyorsun. herkes biter, birbirinize işkence etmeyin diyor. saat farkınız varsa daha da zor. iletişim çağındasın ama iş oluyor, güç oluyor bir şekilde habersiz de kalıyorsun. mesela bu 4 yılda yaşadığım en yıpratıcı süreç kesilen fiber optik kablolar yüzünden internetin, mobil ağların darbe aldığı zamanlardı. dedim ya, hayat işte, neler olmuyor ki bu olmasın. sonra devam eden hayat var dışarda, çevre oluyor, arkadaşlar oluyor, başka kadınlar, başka adamlar oluyor. kapılmamak zor, aldırmamak meşşakatli. şüphe etmemek, acaba dememek zor. uzakta biri var diye kendini izole de etmemek lazım, gençlik de bir kere geliyor ama dengede tutmak zor. ihtiyacın olduğu zaman koş gel diyememek, hele ihtiyacı olduğunda koşup gidememek zor, çok zor.

    gel gör ki buraya kocaman bir ama koymak zorundayım. ama hayatta güzel olan hiç bir şey kolay değil. ne hayat kurmak, ne birlikte yaşlanmak, ne aile olmak, ne sığınılacak liman, ne yaslanılacak omuz olmak kolay değil. en kolayı ekmek yemek, onu bile çiğnemeden yutmak kolay değil. emek harcamak lazım çünkü. emeksiz adım atamıyoruz, nefes alamıyoruz, emeksiz her şey zor. burada mesele değecek şey için katlanmak zora, gerisi hikaye. onun ayırdına da senden başka kim olabilir, kim seçebilir senden başka?

    ben zoru seçeli 4 sene oldu. 4 sene önce birlikte bir hedef koyduk, başarmamıza çok az kaldı. başardığımızda, dönüp arkamıza bakıp güleceğiz, çektiğimizi sıkıntıya değdi diyeceğiz. ha değmezse, hesapladığımız gibi olmazsa ne mi olur? başka hedef koyar, onu kovalarız. beraber. biz elimizden geleni yaptık, gerisi kısmet. kısmet değilse dayak bile yiyemezsin derler ama ben kendimi şanslı hissediyorum, dayak varsa yerim.

    ha dersen ki niye anlattın bunları, onu da söyleyeyim. burada okuduklarına üzülenler var, acaba diyenler var, korkanlar var. onlara sözüm; hüzünlü bitiyor bu hikayelerin sonları diye genel bir ezber var ama mutlu son da oluyor arkadaş, oluyor. zoru başarmak da oluyor, ezber bozmak da oluyor. bir ihtimal daha var, mümkün. tek mesele bil karşındakini ve iste. sonra gün gelecek, uyanacaksın sabahın kör bir saati, diğer tarafına bakacaksın yatağın ve farkedeceksin ki vuslat için sabretmek bile güzel.

    ekleme: bak ben, işbu entarinin ithafen yazıldığı hanımefendinin dest-i izdivacına talip oldum, 1.5 ay önce de evlendik. olunca oluyor demek ki.
  • bir çocuk sevdim 3,5 yıldır, anlatıyorum beyler toplanın diye 50 parçaya bölmeyeceğim hikayemi, olabildiğince özet olacak. 3,5 yıl önce okuldan sıkılma, yaşadığın yerden bunalma gibi ergen takıntılarıyla kalkıp gittim yanına arkadaş olarak, artık o mu beni kandırdı ben mi kanmaya meyilliydim o kısım biraz karışık aşık olarak döndüm yaşadığım yere. arkadaşını kaybetmeme korkusuyla suya sabuna dokunmayan cümlelerle başlayan mesajlar 1 ay sonra aşkım, hayatım kelimelerini içermeye başladı. her ay görüşelim diye söz verdik, teorikte tutuyordu ama ocak başı-şubat sonu görüşmeleri ömrümü yiyordu. yazları daha rahattı tabii, gelip 1 ay kaldığı oluyordu öğrenci olmanın verdiği rahatlıkla beraber geçiriyorduk günlerimizi. ben çeşitli koşullar nedeniyle onun gibi sık sık gidemiyordum yanına, tekrar saydım da şimdi şu zamana kadar 4 defa gitmişim. çok şey yaptı benim için ama bu gelişlerinin kıymeti ayrıdır. 2 yıl böyle geçti, zor mu? evet. bazen özlemek dayanılmaz oluyor mu? evet. etrafınızdakiler bir yandan hayranlıkla ilişkinize bakıp bir yandan çok yıpranıyorsunuz böyle diyor mu? evet. önemli nokta şu; siz bunları sallıyor musunuz? hayır. tabii kontrolden çıktığınız anlar oluyor. bir keresinde alkolün verdiği mallıkla sadece belirli saatlerde uçak olduğu gerçeğini göz önüne almayıp şimdi telefon etsem en erken 3 saatte yanımda olur diye 2 saat ağlamışlığım var. zırıltımı dindiren şey yine onun sesi, yine onun çözümleri:
    -niye ağlıyorsun aşkım?
    +seni özledim
    -yarın geleyim o zaman?
    gelme dedim tabii, o kadar da şımarık değildim. neyse onun okulu bitti, iş arama derdine düştü, bir yandan soruyor sürekli senin olduğun şehirde de iş bakayım mı diye. ben istemiyorum, küfürler bittiyse okumaya devam edelim. diyorum kendi kendime tamam 1 ay beraber kaldığımız oldu, tartışmadık ama ya 1 aylığına gelmiş tartışmaya değmez dediğim olaylar oldu, şimdi temelli geliyor, tartışsak ayrılsak ne yapacak burada tek başına, ben bunları düşünürken karşısına bir iş çıkmış; internetten değil üstelik başvurusu faksla. üşenmemiş gitmiş başvurmuş, bundan sonraki kısım aklımda hep şaka gibi kaldı, asteria görüşmeye çağrılıyorum, asteria işe kabul edildim, asteria pazar oradayım. ben daha ayrılırsak ne olur sorusunun vicdani yükünü cevaplayamadan toplanıp gelecek yanıma. çıktı geldi, şirketin evinde rahat etmedi ev tuttu. 1 saatlik uzağımda ikinci bir evim oldu 1,5 yıl. bir konuda haklı çıktım, tartışmaya değmez dediklerimin hepsini tartıştım ama kavga etmeden, ortak yol bulmaya çalışarak çözdük onun sayesinde. ben ne kadar asabiysem o o kadar sakindi çünkü. kavga edermiş gibi küsmüş gibi yaptık hep ama hiç kavga etmedik, hiç küsmedik. çok iyi bir ev arkadaşı da oldu macerayı seven yol arkadaşı da. salata yapmak, dans etmek gibi asteria benden isteme dediği şeyleri sırf ben seviyorum diye tek tek yaptı. herhalde ben de bir şeyler yapmışımdır ona yoksa 3,5 yıl katlanamazdı. şimdi mecburi bir ayrılık yaşadık askerlik sebebiyle, şanslı, geldiği şehirde şu an. şimdi ben çabalayacağım onun yanına gitmek için ve bir aksilik olmaz ise 5 ay sonra yanında olacağım, 1,5 yıl sonra kocam olcak kendileri. süreler elde olmayan şartlar nedeniyle değişebilir tabii ama plan bu. çıktığımızdan bu yana etrafımızdaki nice çift ayrıldı her gün/her hafta birbirini gören. evet görmek önemli, sarılmak, öpmek çok önemli. ama daha önemli şeyler var bir ilişkiyi yürütmek için; sevmek yetmez her zaman. saygı göstereceksin, tolerans tanıyacaksın, bazen geri adım atmayı bileceksin, sanırım biz bu konuda yetenekliyiz.
    not: olur da beni bırakırsa yaptıklarını siler zaten bana çok acı çektirmişti der çirkefliğimi yaparım :)

    mesajlar üzerine yıllar sonra gelen edit: haziran 2020 itibariyle 12 yıllık sevgilim, 6 yıllık kocam olur bahsi geçen şahıs, bir tane de 1,5 yaşında yer cücesi var evde dolanan, arada baba diyor ona :)
  • 3 yıl kadar bir süre içinde bulunduğum ilişki türüdür.

    o istanbul'daydı, ben ise erzurum'da.

    şimdi 3+5=8. yılımızın içindeyiz ve son 5 yılımızı gayet yakın mesafede geçirdik; o da erzurum'daydı, ben de erzurum'daydım. şimdilerde o istanbul'daki evinde, ben de erzurum'daki evimde ocak ayının 22'sindeki nikâh tarihimizi bekliyoruz. birlikte geçirdiğimiz 5 yıl boyunca hemen şu yandaki koltukta oturuyordu, tırnaklarına bir şeyler yapıyor; temizliyordu onları, oje moje sürüyordu sanırım. sağ elimi uzatınca o yumuşak yumuşak, lokum gibi yanaklarına dokunabiliyordum. çok mutluydum, çok mutluydu; çok mutluyduk ve hâlâ öyleyiz. bu mutluluğumuzu da 22 ocak 2012'de resmiyete döküp karı koca olacağız ve umuyoruz, diliyoruz, yürekten istiyoruz ki ömrümüzü son demine kadar birlikte geçireceğiz.

    bu nedenle, bence internet üzerinden ya da herhangi bir şekilde tanıştığınız, çok az da olsa ne bileyim telefon olsun, kamera karşısı olsun duygusal anlar yaşadığınız o uzaktaki kişilere "olmaz ki ama... hayal kuruyoruz... nereye kadar gidecek ki?.. bitirelim..." demeyin. belki de birlikte olabilme ihtimaliniz vardır? tabii ki ikiniz de her şeyin farkındaysanız ve birbirinizi sırf günübirlik eğlenceler için kullanmıyorsanız...

    yani hiç merak etmeyin, içinizde bir yerlerde saygıya, sevgiye, bağlılığa ve en temelinde insanlığa dair kıvılcımlar varsa, uzakları yakın etmek hiç de zor değil, sizin elinizde...

    uzun zaman sonranın düzenlemesi:

    evet. evlendik. iyi de yaptık. şimdi bugün 115. gününe giren bir kızımız var. kahkaha falan atıyor artık amcaları teyzeleri. kocaman oldu. o bir aşk meyvesi ve her hâlinden aşk meyvesi olduğu belli: mutlu, huzurlu, sağlıklı... adını da "doğa nil" koyduk. doğa'sını hanımın amcasının küçük kızı önerdi, nil'ini de ben, sırf doğa tek kalmasın diye ekleyiverdim. iyi de oldu kanımca, güzel de oldu.

    iyidir ilişkinin uzağı da yakını da. yeter ki sizin vicdanlarınız bir olsun.
  • ''o ağlardı, ben gözlerimi silerdim.''

    zorla yazdırtmayın insana.
  • kuantum fiziğinin romantik bir ilkesi vardır. teori ya da varsayım değil, gerçekliği kanıtlanmış bir ilke -dolanıklık ilkesi.

    bu ilkeye göre, aynı kaynaktan yaratılmış ya da birbirine benzeyen iki foton, parçacık / nesne birbirleri ile sürekli bir dolanıklık halinde bulunurlar.

    bu iki parçacıktan birini evrenin bir ucuna, diğerini de diğer ucuna fırlatsanız bile, sürekli bir etkileşim halinde birbirlerini tamamlayan hareketlerde bulunurlar.
    birbirinden ayrılan iki fotonun dolanıklığını gösteren şu görseldeki gibi:
    görsel

    klasik fiziğe göre hiçbir bilgi ışıktan hızlı yayılamazken, dolanıklığa sahip iki nesnenin birbirleriyle nasıl haberleştikleri henüz büyük bir gizemdir.

    bazı insanlara karşı anlaşılmaz bir yakınlık hissederken, bazılarına sebepsiz yere ısınamamamızın nedenlerinin altında da bu dolanıklık ilkesi olabilir.

    bu ilkede ufak bir sorun var; dolanık bozulmaya çok müsait. parçacıklardan biri herhangi bir yabancı parçacıkla azıcık etkileşime girerse dolanıklık hemen bozulabiliyor.

    yani araya başka bir parçacık sızma yaptığında dolanıklık hemen bozuluyor, bilgi akımı kesiliyor ve siz iletişim kanalınıza birinin sızmaya çalıştığını anlıyorsunuz.

    kuantum fiziğine göre uzak mesafe ilişkisinin yürümesi için aranızdaki dolanıklığın çok kuvvetli olması gerektiği gibi, aranıza yabancı parçacıkların girmesine izin vermemeniz gerekiyor.

    kuantum fiziğinin evrendeki tüm sırları çözeceğini söylemiştim.
hesabın var mı? giriş yap