• gözlerimi açtım. her uyandığımdaki gibi, kernelimin boot sekansı başladı.
    ...

    >default location:"ev"
    >status description:
    >...location set to default
    >...time set "öğlen olmuş lan"
    >uyanma.conf hasn't been changed
    >executing -sevgiliye yumul
    >error 31:
    >...an error has occured - yatak contains no sevgili
    >...the request is not supported
    >displaying "gunaydin.ini"
    >"...hay amına koyım..."
    >sabah ereksiyonu is running already
    >date set "december 31"
    >boot process completed succesfully...

    bir anda "bugün yılbaşı amına koyım ve bir sevgilim yok" diye kafama dank etti. "olamaz" diye bağırıp restart attım ama yarım saat sonra tekrar uyandığımda hiç bir şey değişmemişti. bir yılbaşına daha sap giriyordum.

    her adımımda küfür ederek banyoya gittim ve yüzümü yıkadım. diğer günlerden daha çok 31 aralıkta koyuyordu bu şekilde olmak. her insan gibi ben de yılbaşına bazı anlamlar yüklemiştim. güzel bir iş, para, sağlık, mutluluk cart curt, her şeyi bize yeni yıl sağlayacaktı. o yüzden bugün mutlu olmaya çabalayacaktık ama durumum o kadar moral bozucuydu ki kahvaltı bile yapmak istemedim.

    niye böyleydi. niye her yeni yıla böyle balta giriyordum. "bugünün ne özelliği var" diyerek kendimi kandırmaya uğraştıysam da yapamadım. kendimi kandırmayı bile beceremiyordum amına koyım. bugün yılbaşıydı lan, herkesin mutlu olduğu, sevdikleriyle, eşiyle dostuyla geçireceği, beraber kutlayacakları bir şeydi. insanlar günlerce bu geceyi düşleyerek planlar yaparlardı. herkes için mutlu ve de kutlu olan şey benim için yalnızlık senfonisiydi, bitip giden koca bir yılın ardından küfretme günümdü. geçen bir yılı sevdiğini, bitmesini istemediğini söyleyen kimse bulamazsınız, onlar için yılbaşı yeni umutlara yelken açılan gündür. ben her yılbaşında ne kadar sikten yaraktan bir hayatım olduğunu vücudumun her hücresinde hissediyordum.

    istesem de istemesem de yeni yıla sevgilisiz girecektim. yeni yıla nasıl girersen bütün sene öyle geçer felsefesini ne kadar reddetmeye çalışsam da biliyordum, hep bugünkü gibi bir hayatım olacaktı, mutsuz, yalnız, çürük bir elma gibi. hayatımın özetini her 31 aralıkta tekrar tekrar sindiriyordum. biraz nefes alabilmek için hayal kurmaya ihtiyacım vardı. evden çıkmalıydım, burada durdukça aklımdan çıkmayan köhne hayatım, hayal kurabilmek için gereken tüm yaşam enerjimi sülük gibi emiyordu.

    hemen giyinip dışarı çıktım. biraz olsun rahatlamıştım. sağda solda yanıp sönen ışıklar, süslenmiş dükkan vitrinler bir nebze neşe vermişti bana. neşeli bir yalnızdım. keşke bir sevgilim olsaydı. hayat o kadar boştu, böyle tek başına it gibi gezinip durmak o kadar anlamsızdı ki yürüyerek kafa dağıtmak için çok büyük efor sarf ediyordum.

    yürürken, on metre kadar ilerimde duran bir eleman " hey buradayım" diye bir kıza seslendi. kız koşarak geldi, birbirlerine sarıldılar. oğlan kızı öyle bir öptü ki aşklarına oradan geçmekte olan herkes önünü ilikledi, esnaf saygı duruşuna geçti. o kadar ateşli bir öpüşmeydi ki, petrolün tüm ruhu alınmış hali olan asvalt bile ayaklarının altında yumuşadı, eridi, ayakkabılarına bulaştı. bir an gelecek bu asvalt kurumaya başlayacaktı, her ikisi de yeni adımlar atamamaya, yola yapışmaya başlayacaktı ama şu anda çok mutluydular.

    "sikerim lan" diye bastım gittim. iyice moralim bozulmuştu. bozulan moralimle beraber alkol ihtiyacım kabarmış, kendimi bir pubda bulmuştum bile. "sap takılacağına siktir git daha iyi" dermiş gibi bakan garsondan yılbaşı tarifesine geçmiş zamlı bira sipariş ettim. malak gibi içmeye başladım. bugün kötü bir gündü ve bir sevgilim olsaydı ne kadar mutlu olabileceğim düşüncesiyle ofluyordum.

    keşke üniversitedeki sevgili dağıtım haftasını kaçırmasaydım. biliyorsunuz, kayıt haftasından bir hafta sonra bölüm başkanına başvurursanız size fakülteden uygun bir sevgili ayarlar. hiç bir zaman bu dağıtımı yakalayamamıştım, okula gittiğim zaman herkes kumrular gibi olurdu ve ben o moral bozukluğuyla bir daha okula gitmezdim. lan ne olurdu biri zamanında beni arasaydı da "oğlum sevgili dağıtıyorlar üniversitede, bir ara okula gel" deseydi. herkes kendine çalışıyordu, çan vardı amına koyım.

    hızlı içiyordum. hava kararmıştı, millet eğleniyordu. saatime baktım, yeni zelandalı sevgililer çoktan öpüşmüştü, japonyada rusyada milyonlarca insan sevgilisiyle yeni yıla giriyordu. bir kaç saat sonra ben sevgilisizliğin en çok koyan anlarından birini yaşayacaktım. sevgililer günü kadar koyuyordu bugün bana.

    para verip dışarı çıktım. gene boğulacak gibi olmuştum. kendimi karların üzerine attım. buraya kar falan yağmamıştı, o kadar sarhoştum ki asvalt sokak kar gibi geliyordu ve fena üşütüyordu. hatta kendimi ethernal sunshine of the spotless mind filmindeymiş gibi hissettim, karların üzerinde sevgilimi aradım. kör olası çöpçüler aşkımı süpürmüştü, o kadar sıcaktı ki çöpçülerin elleri "ne var bu kadar içecek amına koyım" diye beni yerden kaldırırlarken onlara gülümsedim.

    yürümeye başladım. nereye gideceğimi bilmiyordum, gidecek bir yerim yoktu çünkü. ben de yere oturdum, bir süre "allah rızası için bir sevgili" diye gelene geçene yakardım. kalpsiz insanlar beni görmezden geldiler. ne olurdu bir tur verselerdi sevgililerini. "hey burdayım" diye bağırdım ben de, bir sevgili başını çevirip de koşarak gelir diye bekledim. barlar sokağının güvenlik görevlisi geldi "ne içtin bilader" diye güldü. "sen gelme ulan ayı" diye onu tersledim ve "buradayım" diye bağırmaya devam ettim. o da "siktir git lan milletin huzurunu kaçırma" diyerek beni yalnızlığıma merhametsizce itti.

    havai fişekler patlamaya başladı. sağdan soldan alkışlar ve bağrışmalar yükseldi. dünyada o anda hiç kimse beni umursamıyordu. buruk bir gülümsemeyle yeni yıla girdim. fişeğim olsa patlatırdım ama yoktu. saptım, yeni yıla sevgilisiz giriş yapmıştım. yeni yıldan bir beklentim yoktu. geride kalan yıl gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti, renksiz ve sessiz bir filmdi, hiç beğenmemiştim ama her sene aynı filmi izliyordum.

    neşeli bir müzik başladı, kafam sustu.
    >the system is shutting down...
  • kaynanayla girmekten daha kabul edilebilir bir durum
  • sevgilisiz girmek pek koymuyor aslında, sonuçta yoksa yoktur zaten bir günle bir şey değişmiyor yeni yıl geldiği için. ama o gece yanında 3-4 çift varken tek sap sen olarak bir yerlere gidiliyorsa işte o zaman biraz koyuyormuş. insan hakkaten napcam lan ben orda, gitmesem mi acaba diye düşünüyor bu durumda. saat 12 olduğu anı düşünüyor mesela. herkes ayakta 3, 2, 1.. ve bir bakıyorsun çevrendeki bütün çiftler öpüşmeye başlamış. sen de ortalarında onları izliyorsun. aman ne hoş, eğlenmeye gelmiştik hani kimse böyle kabus sahnelerin olacağını söylemedi..
    bu durum insanda evde oturup 12'den önce uyuma isteği uyandırıyor, haydi onu beceremedin victoria's secret izler bunalıma girerim daha iyi be, en azından gözüm gönlüm açılır.
  • "yeni yıla nasıl girersen öyle devam eder" inancından hareketle, yıllardır sevgilisiz girdiğim için bu döngüyü nasıl kıracağımı bilemediğim gerçekliktir.
  • işsiz ve parasız giriyorum, yemişim sevgiliyi.
  • 27 yıldır gerçekleşen eylem
  • yuzde elli ihtimalle yeni yilda sevgili bulunacagina isaret eder. ama yeni yila sevgiliyle girseydik yuzde yuz ihtimalle onu kaybedicektik. zira eger duvarda bir tufek asiliysa oyunun sonunda o tufek patlar. cogunlukla da gotumuzde.
  • - yilbasina sevgilisiz giriyoruuuuum, kafami duvarlara vurucam, ates cikana kadar da surtecem.
    - hem sevgilisiz, hem akilsiz. gilette double action.
    - efendiaam ?
    - sürt sürt. devam.
  • bence yeni yıla sevgilisiz çıkmaktan iyidir. ne demek bu? varsayın yakın süreçte ayrıldınız bunu mu tercih ederdiniz, yoksa hiç sevgiliniz olmadan, umutla stabil girmeyi mi?

    mutluluk bir ana ait olsa da mutsuzluk bir döneme yayılır. emin olun şu an sevgilisiz çıkanların çoğunluğu "keşke sevgilisiz girseydim" diyordur. "en azından umutlarım olurdu, hayal kırıklığıyla girmezdim" diyordur.
  • takvime baktım, takvim de bana baktı. her sabah spor olsun diye takvimin sahifeleri yırtıyor, üzerlerinde dua ve hadisler olduğu için onları çöpe atmıyor, gidip bir cami avlusuna bırakıyordum. yalnız, takvim sürekli inceliyordu, hiç bitmezmiş gibi düşündüğüm yaprak tomarı gün be gün erimiş gitmişti. hiçbir günün ayın kaçı olduğuna dikkat etmiyordum, bir önemi yoktu, duaları da okumuyor, tarifi verilen yemekleri de yapmıyor, çocuklarıma orada yazılı isimleri koymuyordum zaten.

    elimi takvime uzatıp sayfayı cırt diye kopardım. altından başka kağıt çıkmadı. gözlerimi yumdum. başka sayfanın kalmaması demek, takvimin bitmesi demekti. takvimin bitmesi de bugünün yılbaşı olduğu anlamına gelebilirdi. gözlerimi açtım, ellerim titreye titreye kopardığım sayfaya baktım ve o uğursuz "aralık 31" tarihini gördüm. "abi yuh ya" diyerek olduğum yere çöküverdim. bir yıl daha bitmişti ha, gene yılbaşı gelmişti. hiç sevmem yılbaşılarını, soğuk olur, sağda solda sevimsiz plastik çam ağaçları görülür ve insanlar sevgilileriyle eğlenirler.

    kendi kendime geliştirdiğim "düşünmezsen yok olurlar" tekniğini uygulamaya çalıştım, bugün x aralıktı, hava soğuktu ama çam ağacı yoktu ve insanlar sevgilileriyle eğlenmiyorlardı. eğlenmiyorlardı, hava soğuktu, ellerim üşüyordu, eğlenmiyorlardı, kimse eğlenmiyordu, en alelade günün çalışma stresiyle donatılmış ruhsuz insanlar eve gidip televizyon izleme planları yapıyorlardı, kesinlikle eğlenmiyorlardı, yalnızdılar, kedileri vardı, kedilerini okşuyorlardı, kediler gülmüyordu, kediler de üşüyordu ve bir şey düşünmüyordu.

    bir kaç dakika sonra çayı koymuş, "ne kadar sıradan bir gün" diye düşünmekteydim. o kadar sıradandı ki her zamanki gibi çayı koymuştum, aynı çaydanlığa aynı kaşıkla her zamanki miktardan koyup, ocağın her zamanki gözünü yakmış, her zaman oturduğum sandalyeye oturmuş çayın kaynamasını bekliyordum. bundan daha harika ne olabilirdi ki?

    ne yazık ki o telefonum acı acı çaldı, yüreğini gülün dikenine kaptırmış bir bülbül gibi hazin hazin öttü ve ben bugünün sıradan bir gün olamayacağını ruhumun en derin köşelerinde bile hissettim. korka korka telefonu açtım. "akşama planın yoksa bizimle takılıyorsun, gel çok eğleneceğiz..".

    selamsız sabahsız başlayan hiçbir telefon konuşması sizin için faydalı değildir, bu da değildi, bilhassa zararlıydı. "ne planı la" dedim, gerçi o beni duymamıştı bile çünkü konuşmasını hiç bölmemiş, aynı gaz aynı devirle feryadına devam ediyordu; "...yılbaşını x barda kutlayalım dedik..." dedi, yılbaşı kelimesini duyduğumda tüm o takvim yaprağı, soğuk hava, çam ağaçları ve birlikte eğlenen sevgililer bir anda onca ağırlıklarıyla üzerime çöktü. telefonu kapattım, çaydanlık ötüyordu ocağı da kapattım.

    ya ben, kendimi kapatabilir miydim acaba?

    yılbaşlarından nefret ederim. çocuklar doğumgünlerini, yaşlılar anma günlerini severler. ama ortalama, sıradan bir yaştaysanız bir şeyi seviyor olmanız çok saçmadır, doğumgünlerinizde büyümezsiniz ve henüz seneleri bir bir sayacak kadar da yaşlanmamışsınızdır. cumhuriyet bayramı gibi günlerde kimse 82. ya da 92. kere mi kutlandığını önemsemez.

    yılbaşında bir boktanlık vardı. bana bir şeyleri hatırlatıyordu sanki, durup dururken bana bir şey hissettiren her şey boktandır. mesela bir oyuncak görsem artık çocuk olmadığını hisseder ve o sinirle eve gidip tavan arasından legolarımı çıkarırım. yılbaşı bana bir seneyi daha boş, bir seneyi daha manasız, bir seneyi daha en gudik şekilde geçirdiğimi anımsatıyordu. takvimin yaprakları arasında bir fark yoktu ama 31 aralık yazısının olduğu sayfa son sayfaydı ve takvim yapraklarının bittiğini gösteriyordu.

    geleceğe umutla bakabilmek için, çarşamba ile cumanın farklı günler olduğunu hissedebilmek için, çayın bir tadının olması için bir sevgiliye ihtiyacım vardı, allah kahretsin, 31 aralık bana sevgilimin olmadığını hatırlatıyordu işte. bunu hatırlamasam her şey çok daha az kötü oluyordu. ama hatırlamıştım, bu lanet güne uyanmıştım ve ben, sevecek biri olmadığı için sevemeyen ben, çaydanlık kadar yalnızdım.

    evden kaçtım. çay içip içmediğimi hatırlamıyorum. sokağa attım kendimi sadece. bir takım ışıklar yanıp sönüyordu ve noel baba giysisi giymiş birileri piyango bileti satmaya çalışıyordu. onlardan da kaçtım. barların önünde bir kedi gibi dolanıyordum, hava kararıyordu ve insanlar kol kola buralara giriyorlardı. göremesem de biliyordum, öpüşüyorlardı, düşüncesiz insanlar beni umursamadan dudaklarını birleştiriyorlardı. barların önünden de kaçtım, sahile çıktım. bu soğuk havada kaşkol ve montlarına ama en çok da birbirlerine sarınmış sevgililer sadece birbirlerini düşünerek yürüyorlardı. kasten önlerine çıkıyordum, fark etmiyorlar, çarpınca özür dileyerek yürümeye devam ediyorlardı. sahilden de kaçtım.

    sürekli kaçıyordum. böyle olacak gibi değildi. keşke benim de bir sevgilim olsaydı diye içimden geçirmediğim bir an vaki değildi, o zaman kaçmayacaktım, güçlü olacak, önüme geleni ezebilecektim, doya doya yürüyecektim. en ara sokaklarda rockçı metalci tiplerin bile siktir ettiği berbat bir yere oturup doya doya içmeye başladım. dışarıda hala ışıklar yanıp sönüyordu, şarkılar çalıyordu.

    doya doya içtikten sonra biraz da olsa kendime gelmiştim. cebimdeki tüm parayı kasaya bıraktım ve sokağa çıktım. insanlar öbek öbek toplanmışlar, keriz gibi gökyüzüne falan bakıyorlardı. bok varmış gibi ben de baktım. arkamdan birisi ittirir gibi oldu, sonra "erkek lan bu" diye bir ses duydum ve sesin sahibi uzaklaştı. çok yalnızdım be atam. yılbaşı atamızın türk gençlerine hediyesi miydi, unutmuştum. atatürküm, önderim, nabzımda atıyordu. nabzımı saydım doksan çıktı, sevgili arandım noksan çıktı. knock knock knocking on heaven's door diye bağırdım, sesim duyulmadı, çünkü insanlar "ooon, dokuuuz, seeekiizz" diye bağırıyorlar, birbirlerine sarılıyorlardı. çevremdeki herkes kuşatılmıştı ben de bir elektrik direğine sarıldım.

    "beeeş, döört" diye giderken, direk gözüme hiç de fena gözükmemeye başlamıştı bile. biz de direkle beraber "ikiii, biiiir, heyooooo" diye bağırdık, direğin dudaklarına yapıştım. gözlerim açık öpüşmem, gözlerimi yumdum ve sıkı sıkı sarıldım bırakmadım direği. birileri beni direkten ayırmaya çalışıyordu, topla, tüfekle, ağır sanayi hamleleriyle saldırıyorlardı, hayır, bırakmazdım, dudaklarımla düşünüyordum şu anda...

    gözlerimi yeni yıla fersah fersah girdiğimiz bir anda açtım, her yanım tutulmuştu. eve gittim, yeni bir takvim almam ve çaydanlığa çay koymam gerekiyordu, işe çay koyarak başladım.
hesabın var mı? giriş yap