• imam-ı gazali , "tasfiye edilmemiş yani arınmamış bir kalp, sırf zikirle kurtulamaz" der ve bir örnekle açıklar: "şeytan aç bir köpek gibidir. eğer senin elinde ekmek veya et yoksa sırf bağırmakla köpeği kovabilirsin. eğer elinde bir parça et varsa, o köpek de açsa ete hücum edecek, sırf bağırmakla gitmeyecek ve onu senden koparana kadar uğraşacaktır. içinde şeytanın azığı bulunmayan kalp, sırf zikirle ondan kurtulur. ama o azıkların biri veya birkaçı kalpte yer bulmuşsa bunlar zikrin hakikatini giderecek ve kalbe tesirini engelleyecek ve de şeytan çakılı kazık gibi yerinde kalacaktır.

    muttakilerin (takva sahibi) kalpleri ise heva ve kötü sıfatlardan temizlenmiş fakat gaflet sebebiyle zikirden geri kalmışsa, zikre döndüğü anda şeytan kaçar. sonuç itibariyle kalbin kusurlarını sadece zikirle düzeltmek çok güçtür. ilim ve basiret nuru destekli zikir ise insanı hedefe sağ salim, kısa yoldan ulaştırır."

    not: hadiste mümin zikretmeye başladığı anda şeytanın kaçacağı belirtilir; ancak yukarda izah edildiği gibi ayrıntıda işin farklı boyutları vardır. işte tüm bu inceliklere vakıf olamayacak kadar basiretten yoksun olan kişi, kuran ayetlerini veya hadislerini kendi sığ aklıyla değerlendirmeye başlayınca devirdiği çamların haddi hesabı olmaz. ortaya saçma sapan, gerçeklikle alakası olmayan bir kurgu koyar. üstelik bu şahıslar uyarıdan, laftan sözden de anlamaz; çünkü kendilerinin sırf kuran'a ve hadise uyduğunu düşünmektedirler.

    evet bu tiplerden o kadar çok var ki etrafta; kuru akıl kurbanları...tasavvuf düşmanları, selefiler, vahhabiler...
  • adamın biri, geceleri devamlı "allah allah allah" diye zikrederdi. bütün gecesi allah allah diyerek geçerdi. bir gün şeytan bu adama yaklaştı ve ona, “böyle devamlı allah’ı zikretmen ne zamana kadar sürecek.

    sen gece gündüz allah diyorsun, peki bir kere olsun allah da sana "buyur kulum" dedi mi? zikrinin karşılığını aldın mı? madem sana bir karşılık verilmiyor, sen bu kötü halinle ve kara yüzünle ne zamana kadar allah diyeceksin?” diye vesvese verdi.

    bu vesvese adama tesir etti. kalbi karıştı. onu gerçek zannetti. demek ben allah’ı zikretmeye layık bir kul değilim bana karşılık verilmiyor diyerek zikri bıraktı ve uyudu.

    gece rüyasında hızır aleyhisselamı gördü. hızır ona,

    -allah’ı zikretmeyi niçin terk ettin; zikirden niçin pişmanlık duydun? diye sordu.

    adam,

    -ben sürekli allah allah diye zikrettim; fakat bir gün olsun allah’tan “buyur kulum” diye bir karşılık duymadım. ben bu işe layık olmadığımdan ve allah’ın kapısından kovulmaktan korktum, dedi.

    o zaman hz. hızır (a.s) adamı şöyle uyardı:

    -senin allah allah demen, o’nun "buyur kulum" demesidir. o seni zikretmese, sen o’nu hiç zikredemezdin. senin o’na kavuşma arzusu ile amel edip çırpınman, o’nun tarafından sana verilmiş bir cezbedir.

    o seni sevmese, kendi yoluna koşturmazdı. senin allah’tan korkun ve o’na duyduğun aşk, o’nun sana lütfudur. senin her "yâ rabbi" diye inleyişinde, o da sana yönelir, seni dinler ve karşılık verir. allah bir kulun kalbini bağlarsa, o kul allah’ı zikredemez. allah yolunu açmazsa, kul dua edemez. sen başına gelen bir dert içinde allah diyorsan, o sana kendisini zikrettirmek için bu derdi vermiştir. gaye seni kendisi ile meşgul etmektir. korkma, allah de.

    (mesnevi'den)
  • insan hatırlamak üzere yaratılmıştır ki hatırlayacağı şey, aslında kendisidir. yani insanın hatırlama, zikretme eylemi; onun kendinden başka bir şeyi telaffuz etmesi değildir. insan kendisini ayrı, kopmuş, bağımsız bir kimlik olarak algılamaktadır. bu da sufilere göre bir illüzyondur. "insan, başıboş bırakılacağını mı zannetti?" (kıyamet 75/36) ayetinde de ifade buyurulduğu üzere insan başıboş bırakılmış değildir; mesele sadece o irtibatı anlayabilmektir.

    zikir sadece psikolojik bir eylem değildir; bir şeyi dille defalarca tekrarlamak da değildir. isimler, bizim bedenlerimiz gibi yaratılmış varlıklardır. bedenlerimiz nasıl ruhumuza, iç yapımıza nisbetle zar mahiyetindeyse isimler de müsemmaya, isimlerin manasına nisbetle kılıftır. böylece gerçekleri elde ederiz. çünkü yeryüzünün yaratılışında, patriküllerinde, atomlarında yaratıcının isimleri hakimdir. o'nun isimleri alemi çepeçevre kuşatmıştır. onun için sufi; yeryüzünde yürürken dahi, her yerde o'nun isimlerini temaşa ettiğinden, canlı ya da cansız baktığı her şeyde müessiri, eser sahibini görür. kaldı ki sufi ontolojiye göre her şey zihayattır, hayat sahibidir. bütün kainat o küllî canın, küllî ruhun yansımalarından, devranından ibarettir. alemde devridaim etmekte olan küllî ruhu, mükemmel sistemi idrak eden ferdî nefs; o küllî ruha ermek suretiyle gerçek anlamını bulur. çünkü damlanın ontolojik yeri denizdir; damla deryaya katıldığı anda gerçek yerini bulacaktır.
    tasavvufa giriş / mahmud erol kılıç
  • hayırsız bir koca ile başlayan geçim derdi, yedi çocuk...zamanında başı açıkmış. okuma-yazma var ama, bir işe girmek hele de çocuklarla mümkün değil. sesi güzelmiş. kimden öğrenmiş kuran okumayı, ayrıntıları bilmiyorum. zamanla adana'da en sevilen hoca olmayı başarmış. sabancı'ların mevlitlerini okuduktan sonra namı almış yürümüş. sesinin güzelliği, insancıllığı, dert anası olması, sevdirmiş kendini bir şekilde.

    sene 77 (belki 78). yazın okul kapanınca teyzelerimle düştük adana yollarına. anneannenin yanına. ilk torun pek bi tatlı, pek bi kıymetli. konu komşu istanbul'dan gelen hoca'nın torunun görmeye geldi önce. yada ben öyle sandım.

    meğer günlerden cuma imiş. öğle vaktine yakın, mahallenin anneannemden bile tombul iki koltuğa anca sığan teyzeleri, hanım kızları, yengeleri, ablaları sırayla doluşmaya başladılar. yaz, sıcak mı sıcak. herkes kendine bir yer belledi. içeri sığamayanlar damda dışarı dizildi. teyzem yaktı sigarasını oturdu merdivenlere "izle bak bir daha göremezsin" dedi.

    başladık izlemeye. gelen elindeki çıkını kapı girişine bırakıyor, içeri girip selamlaşıyor, bir kenara kıvrılıyor. önce öğle namazı kılındı. ardından anneannem açtı rahleyi, koydu kuranı, başladı okumaya. arada türkçe bişeyler söylüyor. ardından ilahiler. sıcaklayanlara soğuk gülsuyu dağıtılıyor.

    ahret bacıları ilahileri okudukça heyecanlanıyor, içleri geçiyor. ağlayanlar, sızlayanlar, oturduğu yerde terin suyun içine düşüp kendini kaybedenler, ellerini yumruk yapıp göğsüne vuranlar...

    sesler gittikçe çoğalıyor, katılım artıyor, zamanla yüksek sese, ardından çığlıklara dönüşüyor.

    yaradan allah.....

    ilahi gücün etkisine dayanamayan bayılıp kalıyor. giden gidebildiği yere kadar gidiyor. doruğa çıkılmışken, ilahiler yavaşlıyor, yerini sükünet, ardından dualar ve amin amin sesleri alıyor. darmandağın olmuş terli bedenler toparlanmaya, baş örtülerini ve üstünü başını düzeltmeye başlıyor. hoca ile sıra ile helalleşerek bir hafta sonra buluşmak üzere vedalaşıyor.

    herkes gidiyor. çıkınların içinden fasulye, biber, bulgur, pirinç, mısırın yanı sıra istanbul'lu toruna başörtüsü, tülbent, takunya da çıkıyor.
  • kardeşlerimizden birisi (allah razı olsun onlardan) bana şöyle dedi: "ben hiçbir şeyim." ona dedim ki: "ben hiçbir şeyim deme; ben bir şeyim de deme; beni bir şey meşgul ediyor deme; beni hiçbir şey meşgul etmiyor da deme. 'allah' de, harikulade şeyler göreceksin."
    bir başkası da şöyle dedi: "nefsin ilacı nedir?" ona dedim ki: "onu unut ve asla hatırlama. çünkü yalnızca nefsini unutanlar rabbini hatırlar."

    [ bir mürşidin mektupları ] [ şeyh el arabi ed darkavi ]
  • zikir, "allâh'ı anma" diye her ne kadar tercüme edilirse de, böyle bir tercüme son derece yetersizdir.

    1. zikir, beyinde tekrar edilen kelimenin manâsı istikâmetinde, beyin kapasitesini arttırır.

    2. zikir, beyinden üretilen dalga enerjinin ruh'a, yani halogramik dalga bedene yüklenmesini ve böylece ölümötesi yaşamda güçlü bir ruh'a sahip olunmasını sağlar.

    3. zikir, tekrar edilen manâlar istikâmetinde beyinde anlayış, idrak ve o manâların hazmedilmesi gibi özellikleri geliştirir.

    4. zikir, allâh'a yakîn sağlar.

    5. zikir, ilâhî manâlar ile tahakkuku temin eder.

    bu özellikler dolayısıyla kur'ân-ı kerîm de zikir son derece övülen bir çalışma olarak belirtilmiş; ve bu konuda zikre önem vermeyenler şiddetle uyarılmışlardır:

    "rahman'in zikrinden yüz çevirene şeytan musallat olur ve arkadaşi olur. sonra gerçekleri saptirir ve onu hidayetten uzaklaştirir. onlarsa bu durumda hâlâ hidayette olduklarini sanirlar." (43-36/37)

    "şeytan onlari idaresine almiş, allah'i zikretmeyi unutturmuştur. onlar şeytanin grubudur. şeytana tabi olanlar hüsrana uğrayacaklardir." (58-19)

    "allah'i çok çok zikredin" (33-41)

    "her kim, benim zikrimden yüz çevirirse ona dar bir geçim vardir ve onu a'ma olarak haşrederiz" (20-124)

    "beni zikrettiğinizde sizi zikretmekteyim" (2-152)

    "eğer kullarim sana beni sorarlarsa, ben yakinim. bana dua edenin duasina icabet ederim" (2-186)

    "allah zikri, ekberdir" (29-45)

    (a. hulusi'den..)
  • günümüzde zikir konusu maalesef büyük bir hercümerc içindedir ve işin aslından fersah fersah uzaklara düşülmüştür.

    bunda kitleselleşen ve dejenere olan tarikatların rolü büyüktür.

    öncelikle belirteyim, kuran'dan, sünnetden veya tarikatlardan öğrenilen zikirlerin gelişigüzel yapılmasından bir fayda doğması mümkün değildir; hatta pek çok zararlı sonuçlara yol açabilir.

    mesela "limon" kelimesini duyduğumuz anda ağzımız sulanır; çünkü hepimiz limon denilen meyveyi tatmışızdır; halbuki onu tatmamış olan kimseye bin defa da limon kelimesini tekrar etseniz, herhangi bir tepki vermeyecek ve etkilenmeyecektir.

    ilahi isimler de aynen böyledir. her ismin kalpte yol açtığı bir tat, bir müşahade vardır; ancak kararmış ve gafil bir kalp, ismi tekrar ettiğinde sadece papağan gibi lafzını gevelemiş olur, herhangi bir sonuç elde edemez; hatta çok sıkıntılı durumlar hasıl olabilir. niçin mi?

    çünkü ilahi isimlerin hem kalbe/melekuta, hem de nefse/beyne bakan yüzü vardır. gafletle yapılan zikir, kalpte nurani dalgalar oluşturmaz; lakin beyinde nâri(enerjetik) dalgalar oluşturur. bu da size meleki kapıların değil, cinni kapıların açılması demektir. dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan da olursunuz.

    peki bunun çözümü nedir? tarikat ehli bu sıkıntıyı talim-i esma yoluyla aşmıştır. yani bir tâlip, kendi kendine zikir yapmaz; gider esma nurlarına mazhar olmuş, müşahadeye kavuşmuş bir zata müracaat eder. o zat da, talibe zikir telkininde bulunur ve çekmesi gereken isimleri ve miktarı tam olarak ona bildirir. telkin esnasında kalpten kalbe bir nur transferi olur. mürit isimleri zikrettikçe o nur, bedeni, kalbi, nefsi istila etmeye başlar ve meleki kapıları açar. elbette arka planda cinni kapılar da açılır; çünkü yapılan zikirden nefs ve beyin de etkilenir; ancak bunun pek bir zararı olmaz; zira müridin etrafı, nurdan bir kalkanla çevrilidir ve cinler ona müdahale edemezler; ancak yine de impuls'larını ulaştırırlar ve vesvese verebilirler.

    günümüzde çoğunlukla olduğu gibi, esma taliminde bulunan şahıs kâmil değilse, talimi takliden yapıyorsa, şarlatanın tekiyse, ondan zikir alan kimse, cinlerin eline düşer ve onların maskarası olur. artık ondan her türlü sapıklığı bekleyebilirsiniz. kendi kendine zikir yapanın da hükmü aynıdır. tabii, burada yanlış anlaşılmaya mahal vermeyelim. zikir yapar yapmaz kişi hemen bu duruma düşmez. belli sayılarda ve uzunca sayılabilecek belli bir sürede devam etmesi gerekir.

    hz. peygambere ittibaen, sünnette belirtilen sayılarda ve şekilde yapılan zikirlerin, kişiyi yanlış noktalara götürmesi pek mümkün değilse de, kayda değer bir sonuç alınması da mümkün olmaz; zira gaflet ve uykuya yatmış latifeler(kalpteki ince hissiyat) sebebiyle, zikir veya tesbihat dış yüz taklitten öteye gitmez.

    tabii bu noktada, "hemen kendimize müşahade ehli bir zat bulup, ondan zikir alalım ve maksadımıza ulaşalım" fikri çıkmasın. günümüzde hem öyle bir zatı bulmak zordur, hem de talim-i esma yolu, hak olsa bile, bu devrin insanında istenen sonucu vermemektedir; çünkü zikir, esasen bir kalp odaklı çalışmadır, aklın ondan hissesi pek yoktur. batı düşüncesinin dünyayı istila etmiş olması ve akılları menfi bir şekilde programlaması, kalbin tasfiyesinin, arındırılmasının önünde büyük bir settir. eski devirlerde böyle bir problem olmadığı için, tarikatlardan belli sonuçlar alınabilmiştir; ancak günümüzde pek bir verim elde edilememektedir.

    bu sebeple günümüzde ilim ve tefekkür yöntemi, akıl-kalp yolu ön plana çıkmaktadır. her şeyden önce, tefekkürle gaflet izale edilmeli, akla format atılmalı ve batı'dan gelen tüm virüslerinden temizlenmelidir. ondan sonra yapılan namaz, oruç, kuran okuma gibi ameller rahatlıkla istenen sonucu verecektir. bu yolda, kuran'dan alınmamış veya sünnetde varid olmamış zikirlere veya virdlere itibar edilmez.
  • yolun başında zikir, ortasında kuran, sonunda da namaz gerekir demiş büyükler...
  • (bkz: çeken bilir)
  • tefekkür kalbin zikridir, aşk ruhun zikridir, marifet sırrın zikridir.
hesabın var mı? giriş yap