• yaratma sonucu ortaya çıkan şey.
  • kreasyon (creation) karşılığı önerilen ve özellikle bilişim alanında pek bir tutan kelime.
  • üretim gibi bir şey. şu zamanlarda 1990-1992 model yaratımlar fena değil.
  • kreasyon dediğimiz şey... ya da eser falan bir nevi...
  • copycat’lerin ulaşamayacağı bir yerlerde gerçekleştirilmesi gereken süreç. ulaşamadıklarına da mundar derler zaten, alıştınız.

    mundar diyen, mundar olacak.

    bu yaratım, asil savaşımla gelecek.

    *yaratımların çok mu birikti? onları koyacak yer bulamıyor musun artık? öyleyse daha büyük bir yuva seçmelisin.
  • bazen ılık sabahların ve opera dinlenen yolların ürünü. eteklerinden tutup aşağı çekmeye çalışanları şöyle bir silkeleyip onlar düşerken uçurumda gözden kayboluşlarını zevkle izlemenin ve güçlü tırnaklarınla yukarı tırmanmaya devam etmenin ödülünü, sonuçta ulaştığın sıcak evde aldığın tüm zamanların sonucu.
  • anababa ve eskilerimizi suçlayıcı yargı ve yorumlarımız bu yaşanmamış seçenek eminliğini içeriyor, deneyim kapalılığını görmezden geliyoruz. olay ve tarih akışının bilinmeze, belirsizliğe yaslandığını, varlığımızın ideal ve sıfır kilometre değil öncüllere tabi olduğunu sonra anlıyoruz. kendi var etmediğim huy, artıeksi ve ilk yaşam öyküsü özelliklerimi ahlaki özgürlüğüm özgünlüğüm için kendi yaratımımmış gibi sahiplenmem gerekir. kendime bir yerden başlamak lazım. öncüllerim berbatsa, bunlar benim yapabileceklerime orantı, dayanak, kontrast sağlar. (bkz: bir adam yaratamamak/@ibisile)

    sohbet etmekle insana, hayata dair önemli hiçbir şey yapılamıyor bile olsa sohbete evet. ve belki akdenizli veveya doğulu olduğumdan bana sohbetler sırasında fiilen yapılan, bulunan, keşfedilen, üretilen çok şey varmış, ortak yaratım harika ve uçucu bir şeymiş gibi geliyor. kaçlarca kişinin edilmiş bir söyleşiyi kaydedemediğine içi yanmıştır. tesellim o söyleşmelerin elde var bir yapılmış olması, kanıtı izi kalmasa da etkisinin tortusunun kalacak olması.

    "öykünü anlat essin gitsin, dallandırma ve ayrıntılandırma," diyen yorumcum. "o zaman naif ağaç altı esintisi hissi insanı çekiyor," diyen. sağol. beni bir bakıma çok özgürleştiriyorsun. ben kolay yazan biriyim. sözcükler dallı budaklı olduklarında bile aslen hızlı koşturulmaları gerekiyor. saatler ve günler boyu madenci gibi işlememeliyim. o başka bir yaratım tipi, benimki değil. benimki su gibi akmalı, su gibi durgun olabilmeli. bu yorumla, hızlı ve hatalı, eksik üretmeyi göze almalıyım sonucuna varıyorum. neden? bir tarafım başak titizi, ve üstüne eğilmeyi abartırsam içinden çıkamayıncaya kadar balçıkla oynarım, balçıklaştırırım. (bkz: yazmak/@ibisile)

    "bhagwan sözcüğü çirkin bir sözcük. ama hindular bunun farkında bile değil. çok özel bir şey olduğunu sanıyorlar. kök anlamına bakarsak, bhag kadın cinsel organları anlamına gelir. ve wan erkek cinsel organları anlamına gelir. bhagwan sözcüğünün anlamı simgesel olarak, dişil varoluş enerjisi içinde, eril şovenistik enerjisi ile yaratımı getiren demektir." osho provokatör mistik

    "ne yazık ki arzuladığımız dünyada hiç kimse arzu ettiği gibi yaşayamaz, fakat iyi ve kötünün çarpıştığı ve birbirlerini tahrip ettiği fiili dünyada hiçbir yaratım ya da yapım ellerimiz kirlenmeden meydana gelmez." carl gustav jung - aspects of the feminine

    "*proust'un yaratttığı kurmaca besteci ve piyanist (1820-1896'ya doğru). (...) proust'un yarattığı birçok adın temel özelliği, fransız dilinin fonetiğiyle uyum içinde olması, "fransız kokması"dır. vinteuil seslendirmesi ("ventöy") de bunu en iyi biçimde yansıtır. bu arada proust'un doğduğu yerin, paris'in banliyösü auteuil ("otöy") olduğunu da anımsatalım. (...) anlatıcı, edebiyat alanındaki yaratım yoluna, vinteuil'ün yedili'sini dinledikten sonra koyulacaktır. vinteuil'in şaheserinin bir yedili olduğu, proust'un şaheserinin de yedi ciltten oluştuğu unutulmamalıdır." mehmet rifat - ruhların iletişimi proust ve müzik

    (ilk giri tarihi: 29.11.2016)

    (bkz: yaratmak), yaratma, yaratı, yaratık
  • "kendi varlık planında insan nasıl yaratıyor?
    ilk olarak kendi dışındaki maddelerden bir şey yapar.
    fakat bu işimize yaramaz, çünkü bütün’ün bu şekilde yaratmasına yardım
    edecek onun dışında bir şey yoktur.

    insan ikinci olarak üreme yoluyla kendi türünü çoğaltır ve yaratır. burada öz çoğalma kendi maddesinin belirli bir kısmının taşınması yoluyla olur. fakat bu da işimize yaramaz, çünkü bütün ne taşınabilir, ne ondan bir parçası ondan çıkarılabilir.
    birinci örnekte bir şeylerin ondan alınması, ikinci örnekte bütün’ün çoğalması veya ona eklenmesi diye bir durum ortaya çıkar ki ikisi de saçmadır.

    fakat insanın üçüncü bir yaratma yolu vardır.
    evet insan zihinsel olarak yaratır! üstelik bunu yaparken ne dışındaki
    malzemeleri kullanır ne de kendinin bir parçasını; fakat yine de tini zihinsel yaratıma nüfuz eder." (bkz: kybalion) (bkz: hermetizm)
  • gerçek işlerin insanı, işi eğip bükmeden söyler, yapar, duyar, konuşur, hisseder. gerçek şeyler yaşamayan, yaşamayı bekler. kat kat çaputlarla kaplanmış, mumya gibi olmuş, kendini göremiyor. ipin ucunu bir bulsa, tutup çekecek, işin foyası meydana çıkacak, tüm bilmeceler çözülecek; mumya hayata dönecek.

    ölmeden mezara koydular beni“ diye ağlarken, kendi yaratımını yapmanın yollarının mezardan geçtiğini bilecek. ölüden dirilecek.
  • profilimde sıklıkla frekansın yaratım olduğundan ve ışığın bilgi anlamına geldiğinden bahsettim. şimdi bu iki konuyu birleştirerek daha detaylıca konuşalım.

    ağızdan çıkan her söz, gerek minör çapta olsun, gerekse majör çapta olsun, birer yaratımdır. bir söz söylendiğinde, sözün seslendirmesi frekanstır. sözün harf karşılığı olarak değeri bilgidir, yani ışıktır. bu yüzden frekans değerine göre ışığın değeri değişir ve farklı renk tonları ortaya çıkar. yaratım bu şekilde gerçekleşmiş olur. şaman dönemdeki eski türkler bunu çok iyi bilirdi, bu yüzden üzerinde ağır negatif enerjili olan kelimeleri sözle söylemekten kaçınırlardı. hatta türk mitolojisi deity lerinden birinin ismi "adsız hanım" dır. kötülük tanrıçası olarak kaynaklarda geçer ve görüldüğü üzere ismini dahi anmak istemezler. çünkü her andıkları anda hayatlarına onun enerjisini çağırırmış gibi hissederler. pagan türklerin bu eski adeti, islamiyete geçtikten sonra da değişmemiştir. kanseri "kanser" yerine "kötü hastalık" olarak anmak, cinleri "üç harfliler" diye anmak, tahammül edilemeyen bir konu konuşulduğunda "anma şunun adını" diye agresif tepkiler vermek, vb. geçmişten kalma alışkanlıklar buna birkaç örnek.

    insan aurasının torus şeklinde olduğundan daha önce bahsetmiştik. aynı şekilde insanın ağzından çıkan söz de frekans bazında torus şeklini alır. bu durum özellikle sesli harflerde daha bariz meydana gelir. çünkü sesli harfler aaaa, eeee, vb. şekilde uzatılabilir ama sessiz harflerde bu pek mümkün olmaz. sessiz harflerin sesi çabucak çıkar, uzatmaya pek elverişli değildir biliyorsunuz. kilise korolarında hymns okurken özellikle sesli harfli kısımları uzatarak okuduklarına dikkat etmişsinizdir. bunu yapmaktaki amaç, ilgili söze ait enerjiyi bulundukları mekana iyice yedirmek, orada bulunan insanlar üzerindeki etkisini iyice artırmak içindir.

    sessiz harfleri kağıdın üzerine kalemin ucunun değdirilmesi ve nokta bırakılması gibi düşünebilirsiniz. bu durumda noktaları birleştiren ise sesli harfler olacaktır. böylelikle yaratımın geometrik modellemesi gerçekleştirilmiş olur. ezoterik öğretilerde geometriye vurgu yapılması işte bu yüzdendir, yani yaratım prosesinin görsel kodları oldukları için.

    söze dayalı bir yaratımın kalitesi ve kozmostaki dominansı, sözü söylerken kullanılan alfabenin enerji kalitesiyle son derece yakından ilişkilidir. eğer bir alfabe, sıklıkla düşük frekanslı konuşmalar için kullanılmışsa, artık o alfabe ile söylenen sözden çok da ilahi düzeyde yaratımlar beklememek gerekir. keza bu yüzden birçok majikal çalışmada özel alfabeler kullanılır. austin osman spare gibi şahsına münhasır alfabesini kullanan okültistler de mevcuttur.

    şekil olarak neden özellikle torus olduğunu sorgulamış olabilirsiniz. çünkü torus, şu an bulunduğumuz gerçeklikten başka bir gerçekliğe geçiş kapısı açmak için en uygun geometrik yapıdır. keza solucan deliklerinin yapısı * da torusu andırır. bilindiği üzere solucan delikleri bir evrenden başka evrene geçişi sağlayan köprülerdir. yani buradan yola çıkarak diyebiliriz ki, söz söylendiğinde (sözün kalitesine ve şartlarına bağlı olarak) sesin frekansıyla torus modeli çalıştırılır ve böylece evrenden evrene solucan deliği açılarak geçiş kapısı oluşturulur. sözü söyleyene mevcut gerçekliğini değiştirebilme olanağını sunar.

    tabi böyle söyleyince aklınıza hemen marvel yapımlarındaki görsel efektler gelmesin. burada kastettiğim şey, insanın kendi hayatındaki rutin akışı ve temel yapı taşlarını kökten değiştirebilme gücünü yakalamasıdır. mesela gelişmiş bir ülkenin önde gelen bir şehrini düşünelim. aynı şehrin aynı zaman diliminde bir yanda gökdelenlerin tepesinde milyonlarca dolarlık anlaşmaların toplantısı yapılıp imzalar atılırken, bir yanda aynı gökdelen binasının bir kenarında çaresizce ölmeyi bekleyen bir homeless duvara yaslanmış uyuyor olabilir. dışarıdan baktığınızda bu ikisinin şartları aynıdır, aynı ülkenin vatandaşlarıdır, ama aslında iki farklı gerçeklik yaşanmaktadır. bunlar iki farklı yaratımdır.

    ayrıca söze dayalı yaratım bununla da bitmiyor, sesin kendisi manyetik alan da yarattığı için, tıpkı göle atılan taşın etrafına yayılarak dalgalar yaratması gibi, oluşturulan yaratım da çevresindekileri yayıla yayıla etkiliyor, tıpkı kozmosun genişlemeye devam etmesi gibi. dolayısıyla oluşturulan yaratım ne kadar güçlüyse, manyetik alanı da o kadar güçlü oluyor ve böylece daha fazla bilinç sahibinin hayatını etkiler hale geliyor.
hesabın var mı? giriş yap