• benden 1 yaş büyüktü.

    bir elmanın içerisindeki iki kurt gibiydik. o yedi aylık doğmuştu, ben de biraz daha erken geliştiğimden aynı boydaydık. herkes bizi ikiz zannederdi. oysa o abimdi benim. annemin ördüğü enine çizgili mavi kazaklarımızı giyinirdik. sabahtan akşama kadar futbol oynardık, boğuşurduk. en iyi arkadaşımdı. başka arkadaşlarımız da vardı şüphesiz ama biz hiç ayrılmazdık birbirimizden. tren raylarında başıboş dolaşırdık bazen. çenesinde gamze vardı, arkadaşları bu yüzden ona turgut özal derdi.

    çok başarılı, düzenli, tertipli, saat gibi bir çocuktu. ben biraz daha sarsak ve dengesizdim. babam hep onun okuyup "hakim" olacağını söylerdi. benimse "hırsız, suçlu " olacağımı, abimin beni hapse tıkacağını filan söyler, gülerdi. gülerdik. hiç alınmazdım. kızmazdım. ikimize aynı ayakkabıdan alınırdı. ben 2 ayda ayakkabıyı parça parça ederdim, o ayağına küçülene kadar eskitmezdi. keza ikimize alınan bisikletlerden tabii ki ömrü daha kısa olan benim bisikletim olurdu. he-man' daki he-man oysa ben olsa olsa hayvan adamdım ve dünya güzeli she-ra gibi kızlar ona layıktı bence.

    sonra birgün sene 1991'de yani o 12 ben 11 yaşımızdayken ailecek seyahat ettiğimiz minibüs takla attı. ben sadece omzumda bir sıyrıkla atlattım kazayı. abim, minibüsün altına sıkışmıştı, nasıl ve nerden görebildiğimi bilmediğim ayağına sarılıp dakikalarca kurtarılmasını bekledim. nafileydi. orada ölmüştü benim yeşil elma kokan abim. dünya başıma yıkılmıştı. bir daha ağaçlara dadanıp erik koparamayacaktık, kartopu oynayamayacaktık, teyzemlerin ineklerinin yeni doğacak danalarını sevemeyecektik, birbirimize şut çekip top oynayamayacaktık, yukarı mahallesinin piçlerine karşı beraber kavgaya giremeyecektik, hiçbir zaman bir kıza sarılamayacaktı, çizgi film izleyemeyecekti, çiçek koparamayacaktı, bir daha abim olmayacaktı. diğer yarım ölmüştü. bu dünyada tek başıma kalmıştım. onun sınıfındaki arkadaşlarını ne zaman görsem ağlayarak onlardan kaçtım. onu hatırlatan ne varsa hepsinden ağlayarak kaçtım. annemin karnında 9 ay sabredemediği gibi bu dünyada çok bekleyememiş, erkenden terketmişti bizi. paslı bir çivi çakılmıştı sanki kalbime. bir daha iyileşemedim o günden sonra. dünya nasıl da acımasız bir yerdi. yeni anlıyordum.

    ben asla onun gibi başarılı ve tertipli, düzenli olamadım. hep savruk yaşadım. hep nakavt olmamak için sallandım durdum.

    sonra büyüdüm ben, onun yaşayabildiği yılların çok fazlasını yaşadım. abimken kardeşim gibi oldu. suçsuz günahsız bir çocukken ölmüştü. hayatıma giren her kızı biraz da onun için sevdim. her meyveden biraz da onun için yedim. bisikletimize onun için bindim. tabiatın her güzelliğine biraz da onun için baktım. sonra daha çok büyüdüm. hırsız ya da suçlu olmadım, biraz da abim için "hukuk" okudum ama asla onun gibi asil ve başarılı olamadım.

    tam 23 sene olmuş onu kaybedeli. bir gün bile onu unutmadım. yerine kimseyi koyamadım. bugün bile sokakta oynayan 2 erkek kardeş görsem gözlerim dolar. omzumdaki sızı aradan yıllar geçse de hiç dinmedi. ondan bana, kendimi sahici bir cennette sandığım sonsuz çocukluk hatırası ve üzerimizde mavi kazaklarımızla karlı ve güneşli bir günde kısılmış gözlerle objektife baktığımız fotoğrafımız kaldı.

    not: serserilere adanmıştır.
  • vahe kılıçarslan'ın abisine duyduğu özlemi ve aralarındaki karmaşık ilişkiyi biz sevgili okurlarıyla paylaştığı ölümsüz eseri. istedim ki sadece canlandım adlı kitapta kalmasın, sözlük database'inde de hakettiği yeri alsın bu fantastik ötesi çalışma. o halde buyrun fazla bekletmeden sözlerini de yazayım tam olsun:
    (yasal uyarı: şiir orjinal haliyle sözlüğe aktarılmış olup okuduğunuz her satır kitapda da aynen okuduğunuz şekilde yer almaktadır. lütfen alıcılarınızın ayarıyla oynamayınız, adamı ayar etmeyiniz)

    abi

    abi nerdesin, özledim seni
    gördüm geçenler rüyamda buseni*
    çoğu zaman anlaşamazdık; lakin, biz evi
    paylaşırdık, kıymet bilip koklaşırdık*

    abi hatırlar mısın babam seni severdi
    gördüğüm zaman sıkılırdım, üzülürdüm ben de
    sana belli etmezdim özlüyorum seni de
    kasmadan anlatamazdım bunları bir yerde*

    abi keşke yanımda olsaydın
    yardıma muhtaç insanlara birşeyler yapsaydık*
    örnek olup bu dünyanın sadece topraklardaki
    tohumların alevlendiğin gösterseydik de anlasalardı*

    abi dünleri ararken bugünlere yenilmeyelim
    sevgiye karşı menfaati tercih etmeyelim
    evde büyüklerimizin sözlerini kulak arkası yapmayalım
    şu kısa dünyada kardeşlik kanımızı insanlara yayalım*
  • eger benimki gibi bir abiniz varsa her zaman eksik olacaksınız demektir. hiçbir zaman tam olamayacaksınız çünkü bir tarafınız daima "abi", "nasıl olsa abim var " olacaktır.
    hatırladığım en eski anım olma olasılığı çok yüksek; sanırım 4 yaşındaydım. abimle aramızda sadece 1,5 yaş farkı var, ama kimi zaman o yaş farkı 10 olur, 15 olur, kimi zamansa yas farkı olduğunu bile unuturum. her neyse, 4 yas civarında olmalıyım, abim de 6 civarında işte. tatile çıkmışız ailece. küçük bir odada kalıyoruz 4 kişi. gece ansızın uyandığımı hatırlıyorum, etraf karanlık. annemlerin yatağının boş olduğunu görünce ağlamaya başlıyorum. (çok sonraları annemler bu anıyı anlatınca öğrenmiştim, hemen aşağıda arkadaşlarıyla çay içmektelermiş). sonra abim sesime uyanıyor. "noldu, neden ağlıyorsun ?" diyor bana. annemlerin yatağını gösteriyorum, ağlamaya devam ediyorum. abim yanıma gelip sarılıyor bana, "ağlama, sabah olunca trene biner evimize döneriz". ağlamamın bir anda kesildiğini ve o an "abim"le tanıştığımı hatırlıyorum. aklıma geldikçe hala o an nasıl öyle bir cevap verebildiğine akıl sır erdiremiyorum. 4 yaşındaki bir çocuk ağlarken, 5,5-6 yaşındaki bir çocuk nasıl olur da ona "ağlama, sabah olunca trene biner evimize döneriz" diyebilir ki... işte o gün bugündür ben eksiğim. o gün bugündür bir yarım abimdir benim... ve o gün bugündür başıma her ne gelirse gelsin, "hele bir sabah olsun, abim beni buradan çıkaracak treni de bulur" derim...
  • abi, bir kardes icin, her daim en gercek, ona en yakin, kücük ama büyük bir cizgi kahramandir.

    abi diye adlandirdigimiz bu artist kisi ve kisiler, yillarin gecisi ve yasin haliyle ilerlemesiyle gerceklige dogru kahramanca yol alir, kalbimizin kiyak bir kösesinde büyükce bir arazinin mülkiyet hakkini tek elinde bulundururlar.

    cocukluktan itibaren neseli hayat dersleri veren bu bir nevi hayat gurulari, hayata dair ögrendigi herseyi karsilik beklemeden, büyük bir ciddiyet arti ince ayar bir hassasiyetle tebaasi olan kardes milletiyle paylasir.
    misal bu cinsin en nadide, en sahsina münhasir örneklerinden biri bana;

    - can sikintisinin nasil giderilecegini; evi yere kolonya dökmek suretiyle atese vererek,
    - okuma denen sahane aliskanligi; o zamanlar milliyet gazetesinin verdigi cizgi romanlara bagimli yaparak,
    - paylasmayi; dert, tasa, sevinc, kavga, dövüs, herseyi beraberce yasayarak,
    - sabir denen güzel huyu; aldigi bütün kitap, teksas ve tommiks'leri önce onun okumasini bekleterek,
    - bilim kurgu filmlerini ve robotlari sevmedigimizi; onunla film izlerken,
    - ilk ask'i; biz portakal kabugunda vitaminken, o "aylin, aylin" diye dolasarak,
    - hayatin her aninin eglenceli kilinabildigini; metroda yere oturmus arkadaslariyla kart oynarken gördügümde,
    - iltifat denen incelik sanatini; "kizim sen bana bakma, aslinda fena degilsin bir kac kücük operasyonla huri bile olabilirsin" demek suretiyle,
    - büyümenin insana ancak ne kadar yakisabildigini; kiyak bir sosyolog oldugunda,
    - isine odaklanmanin anlam ve önemini; karsi komsusu hanim teyzenin taklidini yaparkenki örnek ciddiyetiyle,
    - nesenin ne güzel sey oldugunu; girdigi bin türlü sekil ve ince esprileriyle bizi anirta anirta güldürürerek,
    - askin nasil birsey oldugunu leyla ve mecnun masalina dönen yillanmis ama tükenmemis askiyla,
    - azmin gücünü, kendisini "sinek siklet" olarak tanimlayan arkadaslarinin gaziyla bilmem kac firin ekmek yiyip göbek baglayarak,
    - hurafe denen seyi ise; o göbegin bir gün kasa dönüsecegine olan %100 inanciyla,
    - özlemenin katsayilarini; sesi artik daha bir uzaklardan gelmeye ba$layinca,

    bizzat kendisi ögretmistir.

    o göbekler asla kas olmayacagi gibi,
    abisi olan cocuklar hep biraz daha sansli, biraz daha mutlu olacaklar..

    (bkz: özledim ulan)
  • -abi be, kaç senelik abimsin daha abinin ne demek olduğuna yeni karar verdim.
    +mal mısın nesin? ananın babanın senden büyük oğlu demek abi işte.
    -yok abi. abi demek babana anlatamadığın sıkıntını anlatabildiğin, sıkıntını çözen adam demek.
    +o ne demek lan?
    -abi param bitti diye babama söyleyebilirim ama manita hamile yarra yedim diye babama değil sana söyleyebilirm.
    +doğru ta.. hamile? ne hamilesi lan? laaan! yumiyım ne yaptın lan! oğlum ne bok yedin sen. bi lastik takmak çok mu zor?
    -abi bi cahilliktir ettim, ne bok yiyeceğim bilmiyorum.
    +ne yapacaksın, ne konuştun kızla?
    -...
    +olum ne bok yiyeceksin? aldıracak mısınız çocuğu?
    -abii?
    +ne var amına koyim ne var?
    -kız arkadaşım hamile değil.
    +lan ağzını yüzünü siktiğim neyin derdindesin lan. yüreğime iniyordu yüreğime.
    -param bitti be abi. babam da vermiyor. para göndersene bana?
    +itin olur.
    -aslan abim be, eheh.
    +aslan tabii, itoluit.
  • memleketin tarih kokan mistik sokaklarında yürümeyi öğretendir, günlerce hatta haftalarca omzunda taşıyarak sokaklarda bulunan tabelaları elle vurmak yani çocukken çok sevdiğim "lay lay dum" adlı oyunuma hiç sıkılmadan eşlik edendir, candır, bir tanedir. hiç omzun acımadı mı be iki gözüm.

    ilk porno filmini izlememe olanak tanıyandır ve bu sebepten dolayı canım babamdan sağlam bir dayak yiyendir.

    -baba:ne yaptınız oğlum bugün?
    -ben:abi beni sinemaya götürdü baba, ama karate filmi acayip yani
    -baba:nasıl yani oğlum anlamadım?
    -abi: ceki cen falan işte baba
    -ben: baba adam hiç giyinmedi sürekli çıplak yani, bir de hiç erkeklerle kavga etmedi hihihihih
    -baba: oğlum ali ne diyor kardeşin?
    -abi: yav baba bakma sen ona
    -ben: baba bir de adam hangi kadınla kavga etse ohhh ohhhh sesler çıkıyordu kadından ihihih
    -baba: vay eşşeoğlu eşşek nasıl bir filme götürdün çocuğu, gir içerideki odada bekle geliyorum
    -ben: baba kendine niye eşşek diyorsun ya
    -baba: sus sen de işbirlikçi seni.
    çenemi tutsam o dayağı yermiydin be iki gözüm.

    mahellenin en yakışıklı olanıdıydı komşu kızlarının hasta olduğuduydu benim canım abim. bir gün eve gelip anneme " anne benim uykum var, yemek hazır olduğunda uyandırırsın" diyerek uyuyan ve yüzündeki o melek gülümsemesiyle bir daha uyanmıyandır benim canım abim. senin bir daha uyanmayacağını bilsem seni hiç uyuturmuydum iki gözüm.

    bu entry melek abim 'e ithafen yazılmıştır.
  • sırf 5 yaş büyük diye bütün çocukluğumu mahveden adam. kabuslar gördüm gecelerce bunun cinli perili hikayeleri yüzünden.

    öptürmek için yapmadığı kalmazdı:
    -seni camiden aldık. hatta ben aldım. annemler almıyodu, ben istedim diye aldık.
    -ben istemesem seni almıyoduk camiden. öp bakıym benim sayemde...
  • bazen insanın canını en çok yakan kişi. bir yerde lafı geçer, lafını bile edemezsin, o derecedesinizdir. abi denildiğinde boğazınıza bir yumru oturur, gözünüz dolar. varken yokluğunu çektirir it. oysaki istersin ki olsun, herkesin abisi arkasında dururken o da senin arkanda dursun. bir şey yapmasına, bir şey demesine gerek yok. varlığını bilsen yeter.

    ben bebekken sürekli kucağında gezdirir, ayağında sallarmış, o gelmeden uyumazmışım falan. tabii bunlar hep bana anlatılanlar, gerçekliğine pek inanamıyorum. ama hatırlıyorum, en çok bu severdi beni.ağzımı burnumu çok güzel yumuştururdu. yani 4-5 yaşımdayken sanki o gelmeden uyuyamayacakmış gibi olurdum.

    ben ilkokuldayken, eve gelsin diye can atardım. gelirdi, o öyle otururken bakardım. bir şey konuşup bir şey isteyeceğimden değil, varlığı yeterdi. sonra askere gitti. ben her gece ağlıyordum. gerçi o bunların hiç birini bilmiyor. geldi, işe girdi. işten sonra bayağı dışarıda takılırdı, geç gelirdi. kapıda anahtarın çevrildiğini duymadan uyuyamazdım. sanki o hep tehlikede gibi gelirdi. nişanlısından ayrıldı, dağıldı. ben de dağıldım o dağılınca. o üzülürken sanki içimden bir şey kopuyordu.

    sonra evlendi. artık kapı sesini bile duymaz oldum. biliyordum, benim farkımda bile değildi. çok şey yaşadı, ben de ona çok üzüldüm, sarılıp ağlamak isterdim, destek olmak isterdim. ama hiçbir zaman bu fırsatı vermedi. hep yokmuşum gibi davrandı.

    şu yaşıma kadar çok şey yaşattı bize. resmen onunla sınandık. hazır devlet memuruyken dükkan açıp batırmadığı mı kaldı, nişanlısından ayrılıp ortalığı dağıtmadığı mı kaldı, karısıyla tartışıp çocukları toplayıp gelmediği mi kaldı neler neler... onca itlik yaptı, hiç gözümden düşmedi. yıllarca gözümde büyüttüm. beni umursamıyordu ama benim kahramanım oydu.

    sonra yıllar geçti, şimdi iki çocuğu var. ama bir kardeşi yok. zaten işi düşmeyince aramıyordu, işine geldi, beş aydır hiç görüşmüyoruz. onca senenin patlamasını yüzüne vurduğumda, ilk kez karşısında konuşabildiğimde, içimden gelen her şeyi söylediğimde kılı bile kıpırdamadı. benim ona söylediklerimin onda birini bana kardeşim bile değil, herhangi biri söylese, yıkılırdım. adam gözünü bile kırpmadı. demedi ki, kes sesini, eşeklik etme, sus, diye. demedi. umrunda olmadı. ağzıma çarpsaydı, yine aramızda bir iletişim olacaktı. beni umursadığını hissedecektim. işine geldi diyorum ya, beni tamamen yok etmek işine geldi.

    beni en çok boşlukta bırakan, beni en çok yaralayan, beni en çok üzen adam, umarım ne ben ona muhtaç kalırım, ne de o bana. ve umarım, beni kendine hasret bıraktığı gibi çocuklarını da bana hasret bırakmaz.
  • benim abim biraz üçkağıtçıdır. yani üçkağıtçı derken; dalavere işlerini hep, çevresindekileri mutlu etmeye yetmeyen imkansızlıkları bertaraf etmek için tercih etmiş, iyi kalpli bir çakaldır. ailemize dönüp baktığımda imkansıza yakın bir gen kombinasyonunu tutturmuş, türünün tek örneğidir.

    abimle benim aramda 5, kardeşim arasında 6 yaş var. yani çocukluğunda bizim gelmemiz için biraz beklemiş, yalnızlık denilen illeti o yaşlarda tecrübe etmiş. o zamanlar ona kim bu şekilde dua etmeyi öğretti bilmem ama; "allah baba bana bir kardeş versin" diye yalvardığını söylerler annemler.

    ilerleyen yıllarda düzeni bozmayacak her oyunda "ben tek, siz ikiniz" diyerek verecekti çoşkuyu ailenin yalnız kovboyu. annem bulaşık yıkarken güreş mi tutulacak; hop, burak'la ben olurduk. antrede futbol maçı mı yapılacak; hop, burak'la ben olurduk. yalandan biraz yenilir ama yine de mücadeleyi elden bırakmazdı. söylemiş miydim? çevredekileri mutlu edecek çakallıkları iyi bilirdi. sorun meleklere, şu dünyada birilerine yalan söylediği için sevap yazıldıysa, onlardan biri de benim abimdir.

    biz ortaokula giderken o lisedeydi. babamın polis ayakkabılarını, polis montunu giyer, apoletleri söküp etrafındaki kızlara rezil olmamaya çalışırdı. çünkü "yokluk" o yıllarda bizim evde kalıyordu. yeni kıyafet alacak paramız yoktu. yine de her şeye rağmen, özgüvenini yüksek tutar, bir yolunu bulup yaşıtlarından geride kalmazdı. kendi kalmadığı yetmez gibi, bir de bizi çağa yetiştirmek için çabalardı. o dönem gümüş bileklik ve kolyeler çok meşhurdu. çok istemiştik ama alacak paramız yoktu. abim bir gün yaşıtlarımınkinden daha kalın bir kolye ve bileklikle geldi eve. çok özel bir gümüş bu dedi; "çin gümüşü". biz tabi, o zamanlar çinde insanların bir kaç dolara günlerce çalıştığını bilecek seviyede değiliz. bütün oyuncakların altında "made in china" yazıyor. yani "bir şey güzelse çinden gelir" mantığındayız. sevinçten delirecek gibi aldık gümüşleri, kullanmaya başladık. bir kaç gün sonra boynumuzda leke bırakmaya başladı aksesuarlar. tabi biz kardeşimle korkup bunu bir kuyumcuya götürelim dedik; neticede abimizin hediyesi, yanlış bir şey yaptıysak bilelim. o gün çin'in gerçek yüzü ile tanışmıştım. abim yol kenarında bir tablacıdan almıştı takıları. çin malı=çin gümüşü. simit parasından artan para ile bu kadarını alabilmişti belli ki. ve yıllar sonra asıl mesajı ancak anlayabilecektim: "birini hayatın gerçekleri pahasına mutlu etme riskini almaya değer görmek; sonunu düşünmeden değil de, düşünerek ve göze alarak birini mutlu etmeye cesaret etmek". bunun karşılığı olamaz sevgili okur. çok düşündüm, bulamadım.

    hemen bir kaç sene sonra, bizim küçük yüreklerimizde yeni hevesler filizlenecekti. o dönem nokia 7110 diye bir telefon çıktı. o telefonda ne buldum hatırlamıyorum. belki de erişilmezliğiydi beni cezbeden ama ben o telefonu deliler gibi istemeye başlamıştım. bir şeyi istemek nedir deseler, ben nokia 7110 derim. gözlerimi kapattığımda "tutku" deseler, gözümün önüne o öndeki kapağı şak diye açılan telefon gelir. benim yüreğime, takıntının, tutkunun ve arzunun tohumu, o telefonun uzak hayali ile ekilmiştir. o telefonla ilgili daha binlerce anlatabileceğim şey var ama ben daha önemli bir şeyi, abimi anlatmak istiyorum. ortaokula giden bir çocuğa "hayır" demek gibi basit bir seçenek varken, abim bana o telefonu aldı. bugün benim çocuğum (henüz yok ama) benden bu kadar ihtiraslı, bu kadar delice bir şey istese, sırf onu terbiye etmek adına talebini karşılamazdım. hele o dönem ailemizin durumunu düşündüğümde, imkansızlığın da bizim evde yatılı olduğunu idrak ediyorum. bugün bile, üzerine düşündükçe bir telefonu bu kadar çok istediğim için kendimden nefret ederim. babamın 18 yıllık dostu bizi dolandırmış, her şeyimizi kaybetmiş, aylarca evde makarna ve bazlama yemiştik. bu da başka bir hikayenin konusudur ama bugün gözlerimi kapasam, bana yokluk deseler, ben o günleri gözümde canlandırırım. işte yokluğun imkansızlıkla aynı yatakta yatmak zorunda olduğu o günlerde, abim bana maltepe pazarından bir 7110 almış getirmişti. telefonu ilk gördüğümde bayılmak üzereydim. tıpkı, üzerinden tam 11 sene sonra abimin "o telefonu biz birinden 2. el aldık sana da diyemedik" itirafını duyduğum gün gibi. ama bu sefer gülmekten tabi. o zor günler geçmiş, istediklerimiz ve hatta hayal bile edemediklerimize sahip olmuştuk. abim itirafı ile bize yine çakallığını göstermişti.

    abim biz üniversitede öğrenciyken nikahlandı, henüz düğün yapamadan da resmi literatürdeki karşılığı boşanmak olan bir tecrübe yaşadı. düğün öncesi telaşesinde ise abimle kapalıçarşıda inci satan bir dükkandan alışveriş yapmıştık. abimin tekrar evlenmesine kadar aradan geçen 6 senelik süre boyunca bizler ne zaman mezkur ayrılık konusu açılsa, o aldığımız inci takı setinden konuşurduk. ve abim her seferinde o inci satan adamla konuştuğunu, muhabbetinin devam ettiğini, cuma günleri ona "hayırlı cumalar" mesajı gönderdiğini söylerdi. tabi biz onun dostluk ve muhabbeti cuma mesajları ile ilişkilendiren tutumunu her daim alaya almayı da ihmal etmezdik. ben evlenmeden önce de, evlilik öncesi geline takı alma sürecinde o inci dükkanının konusu açıldı. abim her zamanki gibi "gidin benden selam söyleyin, yardımcı olsun" gibi bir şeyler söyledi. tabi biz yıllar içerisinde abimin havalı görünmek için böyle yalandan şeyler söylemesine alışmıştık. özellikle polis olduktan sonra, sanki polis olmanın bir avantajıymış gibi "bizim her yerde ahbaplarımız var" ağızlarını çok sevmeye başlamıştı.

    alışveriş sürecinde bir şekilde yolumuz kapalı çarşıya düştü. vitrinlere bakarak giderken de, yıllar önce alışveriş yaptığımız o dükkanın önünde bulduk eşimle kendimizi. içeri girip bir kaç model baktık fakat ben yıllar öncesinde yapılmış ufak çaplı bir alışverişi araya koyup, ekstra indirim talep etmek istemedim. temiz alışveriş, az konuşma ve bitsin bu iş istiyordum. çünkü bilirsiniz, evlilik öncesi süreçte her şey insana eziyetti. fakat, planladığım gibi olmadı, hoş sohbet dükkan sahibi bizi açtı ve muhabbet koyulaştı. ilerleyen süreçte ben, çok da bir beklentim olmamasına rağmen, dükkan sahibine abim için buradan yıllar önce alışveriş yaptığımızı söyledim. "hatırlar mısınız" diye tereddütle ismini söyledim, "polisti" diye de ekledim. esnaf abi ilk başta kapalıçarşı esnafından beklenebilecek "heaaa çağatayı bilmez miyim" bir kaç yuvarlak lafla abimi tanıyor izlenimi verdi. ben tabi ikna olmamıştım ama adam birden "askerden sonra toparladı mı?" diye sordu. ardından gelen bir kaç kritik soruyla daha bizi kendi içimizde "itin burnuna" sokmuştu. abimle "olum cuma günleri sana mesaj atıyor diye adamla ahbap mı oldunuz, bak onlar çoklu mesaj, herkese atılıyor" diye dalga geçtiğimiz için öylesine utandık ki anlatamam.

    bütün bunları komiklik olsun diye anlatmadım.

    abim ailede babamdan en çok dayak yemiş çocuktur. abim örgün öğrenim kariyerinde bu kadar başarısız olmasaydı, bizler kardeşimle birlikte birer mühendis olamazdık. abim bu kadar çok okuldan kaçmasaydı, riski göze almasaydı, bizleri mutlu etmeseydi, bizleri dövenleri belalı arkadaşlarına dövdürtmeseydi bizler bugün buralarda olamazdık.

    abim ailede, çocuğuna babamın adını koymayı düşünebilen tek erkek. babamın adının "hüsamettin" olduğunu düşünürsek, bu kayda değer bir cesaret örneği.

    benim abim, çakaldır, bitirimdir ama hikayesi olan, cesur bir adamdır.

    gündemle ilgili yazmaktan hoşlanmam. kimseye bir faydası olmayacağını görecek kadar çok gündem tartışmışlığım var. tüm bunlar sadece bizleri yıpratıyor başka bir işe yaramıyor. ama tabi bu, gündemden kaçabileceğimiz anlamına gelmiyor.

    bizler sahip olduğumuz bu başarının kayda değer bir kısmını abime borçlu iken, bizler sevdiğimiz büyük şehirlerde, sevdiğimiz dostlarımızla, ailemizle, arkadaşlarımızla yaşamaya devam ederken, abim global güçler, cemaat ve konjonktürel sebepler gereği şırnak'a gidiyor.

    şırnak da vatan, görev de kutsal, abim de polis.

    bunların hiç biri artık beni ilgilendirmiyor.

    ben şunu söylemek için burdayım:
    insanın ocağına, yüreğine bir korku, bir telaş düştüğünde; tanımlar, analizler, tespitler, öngörüler, afilli cümleler hiç bir şey ifade etmiyor. eğer bizlere, küçük insanlara bir şey olursa, kimse bizleri konuşmayacak, anlamaya çalışmayacak bile. bizler, gündemin bize verdiği bu acılarla gündem dışı kalacağız.

    felaket tellallığı yapmak değil niyetim. bizler "sus ağzından yel alsın"cıların torunları, çocuklarıyız. kötü şeyler konuşulmaz, eğer başa gelirse çekilir.

    abim yine gelir, yine bizi kandırır, yine bize çakma hediyeler alır. ama o gelene kadar biz onu bir an bile aklımızdan çıkarmayız. o da bir yolunu bulur elbet, hayırlısıyla bitirip görevini gelir.

    benim memurum işini bilir.

    bilirsin de mi lan?
  • gözlerimin tam içine bakıyor. yüzüm eski yüzüm değil, tanınmıyor, kocaman. bir ağırlık hissediyorum. beton gibiyim. kafamdaki sargıdandır diye düşünüyorum. sabırsızlanıyorum. bir an önce açsınlar artık ne haldeyim merak ediyorum. bir şeyin yok diyor. korkma çok güzelsin. korkmuyorum da, sanki o hariç herkes bir garip bakıyor bana.

    çok sonra anlıyorum nedenini. bir nefes daha alsam içime, şöyle derinden, patlamasına kimsenin engel olamayacağı bir yüz var boynumun üzerinde, gözlerim kaybolmuş, saçlarım yok, kafamda onlarca dikiş.

    elimi tutuyor, gözlerini hiç kaçırmıyor benden. komik şeyler söylediğini hatırlıyorum. gülerken çenem acıyor. yorulma sen diyor, ben bekleme odasındayım. hadi uyu.

    uyuya uyuya iyileşiyorum. saçlarımı tamamen kazıtmakla kazıtmamak arasında gidip geliyorum. herkes birşey söylüyor. fikirler küçülüyor, minicik birer toz olup havada uçuşuyor. o sessiz. yine gözlerime bakıyor. ve ben cesaret edemiyorum saçlarımın geri kalanıyla vedalaşmaya. uzamaları için beklemeye karar veriyorum. saç konusu da açılmıyor artık.

    geçenlerde birlikteyiz yine. senin domatesini ada yedi diyor. oğlu. benim domatesim mi diyorum, hangi? anlatıyor: domates fidanı dikmiştim küçük bir kaseye. ada her sabah soruyordu büyümediler mi hala diye. mevsimi değilmiş. meyve vermez o artık at gitsin dedi kime sorsam. işte senin hastanede olduğun dönem. 2 domates alıcam bundan dedim. almadan atmak yok. biri sana diğeri adaya. geçenlerde domates büyüdü. hem de sadece 2 tane. sen yoktun, ada çok sevindi ikisini de yicem diye. beklemek istedim ama sen gelinceye kadar bozulacaktı nasılsa.

    bir şey daha dedi sonra: hani karar vermeye çalışıyordun ya saçlarımı kazıtsam mı diye. kazıtsaydın eğer, ben de kazıtacaktım.
hesabın var mı? giriş yap