ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
otomobillerde ötv'nin yüzde 80'e yükseltilmesi
-
bize müstehak olan durumdur. isterse akp gitsin, chp gelsin. chp gitsin, abc gelsin.
vergisinin nereye gittiğini sorgulamayan, devleti bir kamu organizasyonu değil başka bir şey olarak gören toplum asla ilerleyemez.
bizi kıskanıyorlar dedikleriniz bu dediğime taaa magna carta'da (m.s. 1215) başladılar.
24 eylül 2014 şantiyede çekilen karınca belgeseli
-
fantastik bir belgesel.
şimdi inşaatcı arkadaşlar bilir, genelde dağ başında oluyor bu şantiyeler. özellikle de yol, içme suyu, doğalgaz şantiyeleri ise. o yüzden de bir takım fantastik mahlukatlar hep çevremizde.
ulan sabah tuvalete gideyim dedim.
o da ne ?
bir yaratık tuvalet fayanslarında ölü olarak yatıyor.
oha lan, bu ne böyle, dur şunun bir fotosunu çekeyim. baktım karıncalar toplaşmaya başlamış.
sonra da iş çığrından çıktı, belgesele döndü.
işte fotoğraflar.
yaratık bu, karıncalar ufak ufak toplanmaya başlıyor. yaratık hala tek parça.
http://i.hizliresim.com/8eqw8a.jpg
karıncalar çoğalıyor.
http://i.hizliresim.com/02lwlb.jpg
antenler falan gidiyor yaratığın.
http://i.hizliresim.com/oz9qjb.jpg
parçalamaya başlıyorlar.
http://i.hizliresim.com/78pwyn.jpg
lan lan, bir kol gitmiş.
http://i.hizliresim.com/ng29on.jpg
e yuh artık, sırtlanmışlar bacağı gidiyorlar.
http://tinypic.com/…php?v=200ryxk>&s=8#.vcmmhappx3v
bakalım sabaha ne kalacak? tembih ettim herkese, son halini de göreceğim.
son durum raporu editi: evet arkadaşlar, öğleye doğru geldim baktım. tembihlemiştim zaten dokunmayın, bulaşmayın, temizlemeyin diye. ne ufacık bir parça ne de tek bir karınca kalmıştı.
anksiyete bozukluğu
-
boşlukta kalındığı dönemlerde iyiden iyiye hayatı mahvetmeye başlayan hastalık. şöyle ki; düşünecek, kaygılanacak onca şey varken kişi sanki cımbızla çekercesine en önemsiz sorunları bulup üzerine gitmeye başlıyor. bu önemsiz sorunlar öylesine büyüyor, öylesine can sıkmaya başlıyor ki sonunda kişi hayatı için gerçekten önemli olayları takmamaya başlıyor.
babadan soğunulan ilk an
-
çok alkol alan bir babaydı. evde de huzursuzluk, tartışma sık yaşanıyordu. hiç detaylara girmeyeyim, bir çocuk ne hissederse onu hissediyordum.
ama hiç unutmuyorum anne tarafımın bir tanıdığı olan kişinin düğününe gitmiştik. dayımla babam düğün sonunda yerlerde oynuyorlardı. ikisi de küfelik olana kadar içmişlerdi. 8 veya 9 yaşlarındaydım daha.
o kadar utanmıştım ki! onun sarhoşluğundan çocuk halimle ben utanmıştım.
zaten ilerleyen yıllarda ev içindeki sorunlar daha da artmış, annem daha fazla dayanamamış, yurtdışına iş vesilesi ile gitmiş ve bir daha da dönmemişti.
beni aldırtmaya çalışmıştı ama velayetim babaya verilmişti. kendi kurtulmak istediği cehenneme beni bırakmıştı.
yıllar sonra "eğer gitmeseydim, dayanamazdım" demişti ama benden dayanmamı beklemişti! ya ben de dayanamasaydım, ya öyle sorunlu bir insan yüzünden yanlışa sürüklenseydim, kendime bir şey yapsaydım?
ama yapmadım, güçlenmeyi seçtim. ufacık yaşımda söz verdim kendime "pes etmek yok" dedim.
anneannemin yanına kaçtım 17 yaşımda. sonrasında bir şekilde hayatımı toparladım derken eşimle tanıştım, uzun bir birlikteliğin ardından evlendik. hani hep denir ya "kız çocukları babasına benzeyen insanları bulur" diye. eşim babamın tam tersiydi.
hayatımda verdiğim en doğru kararlardandı. güzel bir ailem olmadı ama kendim güzel bir aile kurdum. ileride ne olur bilmiyorum ama 2 yıllık birliktelik ve 20 yıllık evliliğin ardından ben de ondan razıyım ve eminim o da benden razıdır.
beraber elele verdik, çok çalıştık, çabaladık ve şimdi birçok şeye sahibim hayatta, şükrediyorum.
yıllar sonra baba kişisi telefonumu bulmuş, beni aradı görüşmek için. 22 yıl aramadı, ne haldeyim sormadı. evlenmişim, çocuğum olmuş, maddi olarak iyi durumdayım, arıyor!
hayatıma sokmadım çünkü aradığında bile sarhoştu. ama onun tarafından olan akrabalarımdan duydum "hayırsız evladım" ben. ne kolay birini yaftalamak hayırsız diye. bir kendi evladıma bakıyorum, içimdeki sevgiye, gösterdiğim ilgiye, verdiğim çabaya bir de kendi babama.
hayatta herkesin bir sınavı var. kiminin içine doğduğu aileyle, kiminin kurduğu aileyle, kiminin maddiyatla, kiminin çevresiyle, dış görünüşüyle, sağlığıyla vs.. ama herkesin öyle ya da böyle bir sınavı var. kiminin sınavı ağır, kiminin daha kolay. bazı şeyler kader ama bazılarını da biz seçiyoruz. başımıza gelen kader ama seçimlerimiz bize ait.
o yüzden mümkün olduğunca isyankarlığa yönelmeden durumu kabul edip seçimlerimizi sağlıklı yapmalıyız. başka hayatımız yok çünkü.
ayakta dimdik durmaktan başka bir yol bilmiyorum ben.
sonradan gelen düzenleme:
kimileri de içerliyor, mesaj atıyor "ne de olsa babadır" diye. keşke herkes sizin gibi çiçek çocukluk yaşasa keşke. ama maalesef her evin içi kendi eviniz gibi değil. en son görüşmemizde benim yüzüme karşı "seninle görüşsem de olur görüşmesem de. benim için önemli olduğunu mu sanıyorsun?" diyen bir babayla, yirmi iki yıldır arayıp sormayan bir babayla görüşmediğim için kusura bakmayın kendimi suçlu hissetmiyorum.
bana babalık ettiyse rahmetli k.pederim etti. beni öz çocuklarından ayırmadı, bağrına bastı. gönlüm sadece onu baba biliyor. içimden gele gele de hep "babacım" dedim.
herkes aynı değil. her gün haberlerde görüyorsunuz harcanmış çocukları. çocuk dünyaya getirmek ayrı, anne/baba olabilmek ayrı.
kendi ebeveynlerimden nasıl ebeveyn olunmayacağını öğrendim en çok.
limak-kolin-cengiz-mapa-kalyon ortak girişim grubu
-
özelleştirme adı altında elde ettikleri, aslında türk milletine ait tüm mal varlıkları 1 (bir) kuruş bedel ile kamulaştırılmalıdır,
aldıkları tüm ihaleler namuslu sayıştay denetçileri tarafından tek tek incelenmeli, haksız elde edilen tüm kazançlar yasal faizi ile geri alınmalıdır,
silinen tüm vergi borçları da yasal faizi ile geri alınmalıdır,
bu konuda tek yetkili, türk milleti adına karar veren türk mahkemeleri ( istiklal mahkemeleri ) olmalıdır. ingiltere monarşisine bağlı londra mahkemeleri yok hükmündedir.
bir kez daha hatırlatalım; sivas kongresinde ilan edildiği günden bugüne manda ve himayenin bu topraklarda hükmü yoktur.
mihail tal
-
açık ara en sevdiğim satranç oyuncusudur tal. oyununu genel olarak değerli taşları feda ederek rakibin savunma dengesini bozma üzerine inşa etmiş ve bu sayede bir efsaneye dönüşmüştür. tal'ın hamlelerinin çılgınlığına kıyasla tarihin en saldırgan hücum oyuncusu olan kasparov bile makul ve öngörülebilir bir oyuncu olarak kalır.
ilk dönem maçlarında yaptığı at, fil ve kale fedalarını rakipleri memnuniyetle kabul ederken şöhretinin arttığı sonraki zamanlarda bir piyon bile almaksızın sunduğu vezirini yemekten kaçınmaya başlamıştır insanlar.
satrancın ronaldinho'su, magic johnson'ı gibidir mihail tal. gelmiş geçmiş en büyük satranç dehası değildir belki ama oyunu en estetik oynayan ve izleyenlerde en çok hayranlık uyandıran adam olduğu -bana göre- kesindir.
yazarların paraları yetmediği için alamadığı şey
-
(bkz: çalışmamak)
param olsa alacağım ilk şeydir çalışmamak.
insana mutluluk veren kokular
-
(bkz: kahve)
her türlüsü.
ayşenur balcı'nın periscope'ta soyunması
-
(bkz: ayşenur balcı kim birader)
çocuklarla girilen komik diyaloglar
-
nehir'in annesi beşiktaşlıdır ve kızıyla tezahürat yapmaktadır.
anne: siyah!
nehir: beyaz!
anne: siyah!
nehir: beyaz!
anne: en büyük!
nehir: beşiktaş!
anne: hadi bir daha. siyah!
nehir: ya ben pembe demek istiyorum artık!
akkuyu nükleer
-
sanırım halisülasyon gördüm az önce.
ekranda bisiklet binen elinde uçurtmalar olan çocuklar filan vardı ve sanki yeni bir gofret markasıymış gibi dış ses :
geleceğin bilmemnesi akkuyu nükleer
dedi. bu kafayı yemiş ülkede nükleer santral reklamı filan yapılmıyordur. kimsenin aklına böyle bir çılgınlık gelmemiştir di mi. ne olur hayal görmüşsün deyin.
yemyeşil doğa manzaraları, gülümseyerek bisiklet süren çocuklarla nükleer santral reklamı nedir lan.
düşünmesi bile hastalıklı.
edit: oku, okut, destek ol.
nükleer pahalıya patlar
fukuşima felaketi
(bkz: greenpeace)