hesabın var mı? giriş yap

  • --- spoiler ---

    1-fletcher'ın* elamanı rushing or dragging diye diye dövdüğü sahneyi ve elamanın finalde fletcher'ı mat edip, mest ettiği kısmı şu ana değin 14 kez izledim.

    2-filmden aldığım ilhamla, oğlanın ağzına helvacıoğlu blok flütü dayayıp, süt içtim dilim yandı adlı eseri kusursuz biçimde çalması istedim. bu amaçla çocuğu tokat manyağı yaptım ama nafile bizim oğlanı benzin döküp yaksan çalamaz amk. anca flütün deliklerinden tükrük sıçratmayı biliyor.

    3-fletcher'in orkestrayı yönetirkenki el hareketlerine de hasta oldum. hele o ortamdaki müziği bir an havadan avucuyla toplar gibi yapıp, enstrümanları susturduğu hareket yok mu, işte onu da hanımın çok sesli çenesi üzerinde deniyorum. bir an susup, öyle baka kalıyor yüzüme.

    --- spoiler ---

  • bence bir sonraki hedefleri ayakkabı satıcıları olmalı dediğim canım esnaf çeşidi.

    insanlar ayakkabı alıyor onunla yürüyor, nedendir ne yapmak istemektedirler.

  • valla ben çok koyu galatasaraylıyım ve çok net trabzonun puanı falan silinmeli, 5 yıl falan fenerbahçe maçlarında seyirci olmamalı. bu nasıl bir kin ve nefrettir. bu sadece bir oyun soğutmayın bizi.

  • nişanlıyım diye cevap verip tepkisini ölçmek istediğim jinekologdur aynı zamanda.

  • bir yazı başlığıydı sanırım, kitaplığımı düzene koyarken, atmaya karar verdiğim dergilerden birinde gördüm. o kadar haklı geldi ki. hayatın sıkıcılığı, yaşadığımız depresyonlar, bunalımlar, ayrılıklar, hüzünler, iç sıkıntıları.. anneye anlatsan, anne üzülür çünkü. dayanamaz. karnının ağrıdığını söylediğinde gece uyanıp yanına gelen, kapıdan yüzünü görüp ağrı çekip çekmediğini anlamaya çalışan anne, platonik aşık olduğunuzu öğrense kötü olur mesela. yüreciği kaldırmaz.
    bazı acıları ise anlayamaz nedense. anlayamazmış gibi göründüğü acılar da vardır o anne-çocuk dengesini korumak uğruna. bu yüzden saklı kalır bazı acılar.
    -anne, denir bazen.
    -he annesinin gülü, der. biter her şey.
    nasıl denir ki, anne ben olmayacak bir işe giriştim diye. ya da anne ben bi bok yedim, cezasını çekiyorum, nasıl denir.
    denmez.
    anneye gülümsenir arada.
    şöyle bir bakar anne, "ne o, hasta mısın" der. "başım ağrıyo biraz" denir. "yat uyu biraz" der anne. süt getirir, içirir. odaya gidip kapı kapanınca ağlanır belki. ama anneye duyurulmaz hıçkırıklar.
    annenin sandığı kadar mutlu olamaz kimse. anneye biraz rol yapılır.

  • sinema yaklaşık 120 yıllık bir geçmişe sahip bir sanat dalı, edebiyat ise binyıllardır var. her iki alanda da öyle usta isimler yetişti ki, kendi alanlarını aşıp başka sanat dallarına da etki ettiler. tabi bu tip etkinin dışında farkında olmadan büyük benzerlikler gösteren sanatçılar da mevcut, işte birkaç örnek:

    charlie chaplin-shakespeare: shakespeare edebiyat denen türün tanrısıdır birçoklarına göre. kendisinden sonra gelen hemen hemen tüm yazarları, şairleri etkilemiş, edebiyatın bir sanat dalı olarak yücelmesini sağlamıştır. işte bu da tam da vatandaşı chaplin'in sinemada gerçekleştirdiğiyle benzer bir durumdur. gerçekten de chaplin olmasaydı sanırım sinema belli başlı ülkelerde tıkılı kalmış olacaktı. bir başka benzer noktaları da hem güldürü hem de drama alanında aynı ustalıkla eserler üretebilmeleridir. güldürürken hüzünlendirebilen nadir adamlardandır chaplin. " hüzünlenmek istediğimde arada bir chaplin filmleri izlerim" sunay akın.

    ingmar bergman-dostoyevski: kendi türlerine göre favorilerim olan bu iki dahi sanatçı, teknikten ziyade insana, insan psikolojisine verdikleri önemle tüm dünyayı kendilerine hayran bıraktılar. denilebilir ki, dostoyevski'nin edebiyatta yaptığını bergman sinemada başarıyla gerçekleştirmiştir. şahsi kanaatimce, edebiyatta dostoyevski, sinemada ise bergman'ın üstüne insan psikolojisini daha iyi anlatan yoktur.

    stanley kubrick - james joyce : sinemanın en tartışmalı yönetmenlerinden biri olan kubrick, tartışılamayan bir özelliğiyle james joyce ile büyük bir benzerlik göstermektedir: aşırı titizliği...diğer yönetmenlerin aksine 5-6 senede bir ancak bir film çekebilen kubrick, filmlerinin kusursuzluğunu işte bu detaycılığına borçludur. nitekim aynı dili konuşan joyce da edebiyat tarihinin en titiz yazarıdır. kılı kırk yaran deyimini sonuna kadar hak eden bu iki usta ismin tüm yapıtları işte bu detay farkı nedeniyle başyapıt düzeyindedir.

    alfred hitchcock - agatha christie : polisiye dendiğinde akla ilk gelen isim olan a. christie bitmek tükenmek bilmez enerjisi ve dolayısıyla roman yazmadaki üretkenliğiyle de meşhurdur. bu cümlelerin hemen hemen aynısı hitchcock için de geçerlidir. gerçi hitchcock'un filmleri her ne kadar gerilim türüne sokulsa da, bu filmler polisiye türünü ucundan kıyısından da yakalıyor aynı zamanda.
    edit: adamkurt'un önerisiyle hitchcock karşılığı olarak agatha christie yerine edgar allan poe daha uygun düşüyor, kendisine teşekkür ederim.

  • bu hiç. bi kere benim gördüğüm ateyist, suyu içmiyor, içermiş gibi yapıp yere döküyordu. bir de kahkahalarla gülüyordu netekim. tabi o zaman biz atayist ne bilmiyorduk. teyist sandıydık onu. teyist ne onu da bilmiyorduk ya. tamam biz hiçbir şey bilmiyorduk abiciğim gelme üstüme. suya dikkat..