hesabın var mı? giriş yap

  • bu eyleme engel olamıyorum ben. televizyonda ne olduğu mühim değil. o an japon televizyonu olsa kitlenirim.

    siparişimi veririm sonra bakkal amca siparişimi yerine getirmek için hareketlenir. o, büyük plastik kaşığıyla 100 gram fıstığımı koyarken ben ekrana kitlenirim. ki genelde televizyon, tezgahın tam karşısında tepede durduğu için boynumu geri geri giden şöför gibi yapıp öyle bakarım. bakkal isteğimi verdikten sonra ben televizyona bakarak parayı uzatırım, bakkal da parayı alırken bir yandan televizyona bakar. ikimizin de dünya umrunda değildir.. öyle televizyona bakarız. hatta bakkalda yancı bir üçüncü var ise bu eylem üç kişilik bir şenliğe dönüşür. bakkalın dışından gören üç tane adamın yukarıdaki bir noktaya mal mal baktığını görüp adımlarını hızlandırır. çünkü nöbet onundur. o da alışverişini yapana dek tvye kitlenecek ve bu ulvi görevi diğer arkadaşına devredecektir.

  • hiçbir şeyin sonu değil diyen arkadaşlara anlatayım. herkes için bu dediğiniz şey geçerli değil. 25 yaşında okulumu bitirdim. 26sında askere gittim. 27 yaşında iş aradım bulamadım. bulamayınca da 1 sene bütün iş durumlarını kenara atıp sadece kpss'ye odaklandım. dedim ki ben 1 sene bu sıkıntıya katlanıp gerekirse tüm kitapları tarayacağım ve çalışacağım. ortamım değişsin diye de 8 sene yaşadığım erzurum'dan kalkıp izmir'e taşındım. ekim ayında başladığım maratonda sınava kadar pek çok kitabı aldım, her yayından soru çözmeye çalıştım. temmuz ayının 5'ine geldiğimde yaklaşık 35000 soru ve 50'ye yakın deneme çözdüm. son 1 ay her gün dersaneye gidip sabah 8, akşam 5 ders çalıştım. akşam da eve gelip deneme çözmeye veya konu tekrar etmeye çalıştım. benim gibi ders çalıştığını bildiğim türkiye'nin muhtelif yerlerinde en az 10 arkadaşım var. hepimizin tarih neti 15 net civarında.

    demem o ki belki hiçbir şeyin sonu değil ama hiçbir bokun da başlangıcı değil. halbuki ben 1 senelik emeği bir şeylerin başlangıcı olsun diye vermiştim. şu an 1 sene önceye geri döndüm. ösym soru komisyonu zaman makinasını buldu, bilmem kaç bin öğrenciyi 1 sene öncesinin hayattan hiçbir beklentisi olmayan tiplerinde geri döndürdü.

    gerçekten müfredatta ve geçmiş senelerde olduğu gibi sorular olsaydı da yapamasaydım anlardım. yani "buraya çalış" dedikleri yerlerde çalışmadığım ya da gözden kaçırdığım bir yer olsaydı kimseye kızma hakkım olmazdı. şimdi kızma hakkım var ama ben kızdıkça o kurum üste çıkıyor. din, iman bilmem ama insan hakkı diye bir kavram var. onun cezası da bu dünyada çekiliyor. hayatım boyunca hiç beddua etmedim ama şimdi eğer yukarıda biri varsa ve insan hakkını önemsiyorsa umarım bunca insanın emeğini hiçe sayanların cezasını kendi çocuklarından çıkarır. yazık bunca emeğe, paraya, insana.

  • ölüm tarihi 06 kasım 1553'tir.

    babası tarafından boğdurulması, istanbul beyoğlu'ndaki ünlü semte ismini veren üvey kardeşi cihangir'in derin üzüntü yaşamasına ve bunun sonucunda da söz konusu vak'adan 21 gün sonra girdiği şokla 22 yaşında vefat etmesine neden olmuştur. mustafa'nın boğdurulmasında payı olduğu yönünde kamuoyunda kuvvetli kanaat bulunan aleksandra lisovska'nın aynı olay dolaysıyla en küçük oğlunu* kaybetmesi, aslında bu olaylar silsilesi akabinde herkesin**** acı çektiğini göstermektedir; koskoca imparatorluğun geleceğinin değişmesi de cabası.

  • hee kurmaca; hatta lego amk. diye cevap verilecek kadar ciddiye alınabilecek bir iddia.

    gendilerine birkaç soru da benden;

    -savaş gerçekse niye hala sabri ilk onbirde?

    -savaş gerçekse niye çanakkale dardanelspor süper lig'de değil?

    -savaş gerçekse sükut altın mıdır?

    -madem savaş gerçek kim yalan ulan?

    -bu yumurtalardan hangisi daha büyük?

    -kabartma tozu pastayı ne kadar kabartır?

    -krema nasıl böyle güzel kokar?

    -bu kek niye böyle kabardı amk?

    -babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi?

  • sedat peker muhtemelen şu an beyaz gömleği giydi, 6. videoyu çekmek için kamışlı salona doğru yürüyor.

  • 30 yaş ve üstüne gelince ortaya çıkan gerçek.

    çok zor gelir bir zaman sonra hayata yeni insan almak. insanlarla çok güzel eğlenir, muhabbet eder, 40 yıllık dost gibi paylaşımlarda bulunursun. sanki hep böyle devam edecekmiş gibi hissedersin ama ilerlemez o sohbet; kalır orada. telefonlar alınır verilir "mutlaka görüşelim bak"lar yapılır ama en kısa sürede uçar gider bu hiçbir ortak geçmişi olmayan sohbetler.

    hiçbir maya tutmaz hiçkimseyle. yük gibi gelir insanlar.

    iki kişiyle tanıştım bugün. uzuuun bir geçmişleri vardı ve bir iki saate sığdırmak istediler bu geçmişlerini. boş boş baktım "bu bilgileri ben neden dinleyeyim ki?" dedim. herkesin bir hikâyesi yok muydu hem? dünya kuruldu kurulalı gelen trilyarlarca insanın hikâyesinden farklı olan neydi ki onlarınkinden? neden dinlemek için kendimi verecektim ki? ne faydası olacaktı başkalarının yaşanmışlıklarını biliyor olmanın bana?

    böyle düşündüm, boş boş baktım. özet geçsin ve masadan kalkayım istedim en kısa sürede. bir daha görüşür müyüm? bilmiyorum. anormal bir durum muydu peki birinin hikâyesini sana anlatması? tabii ki hayır. sadece ben insanları dinlemekten ne kadar yorulduğumu fark ettim bugün. kimsenin geçtiği yolları merak etmediğimi; bunları dinlemenin en az hayatın kendisi kadar anlamsız geldiğini fark edip, kendime yabancılaştım bir an.

    eskiden detaylı olarak anlatığım kendi ile ilgili kısımları ne kadar özet geçtiğimi de fark ettim bir anda. o kadar doymuşum ki hikâyelere. o kadar bilmek istemiyorum ki kim nedir ne değildir diye. eskiden dinlediğimi göstermek için tebessümle ve ilgiyle baktığım insanlara donuk donuk gözlerle bakıyorum artık...

    insanın 1 üssü n olduğunu ve bu n'leri hiç merak etmediğimi, heyecanlanmadığımı fark ettim...

    mümkünse iki kelime ile anlatsınlar ve gitsinler...

    edit: bu entry'de bahsettiğim iki kişiyi üç yıl sonra hiç hatırlamıyor olmak, tam da entry'nin içeriğini doğruluyor işte...

  • aramaya inandım*, uydum sözlüğe; ama nasıl yazılmamış dediğim bir hayat hikayesine sahip ingiliz müzisyendir.

    kendisi kekemedir. ama bir sebebi vardır.

    yukarıda bir arkadaş bahsetmiş, dövülesi tip, hortumla ıslatılası sopayla dövülesi diye; heh işte bu herifcağız da 8-9 yaşlarındayken o kadar çok dayak yemiş ki, bir gözüne amblyopia teşhisi konmuş, göz tembelliği.

    kabadayılar öyle bir abone olmuş ki arkadaşa, o kadar çok dalga geçmişler ki adam artık sınıfta konuşamaz olmuş ve sonunda bu yediği dayaklar ve mobbing sonucunda kekemelik ve hiç konuşamamazlık durumundan muzdarip oluvermiş.

    sonra babası bu duruma dayanamayıp çözüm arayışına girmiş ve rap ile tanıştırmıştır kendisini.
    özellikle de yine kendisi gibi bütün çocukluğu boyunca kabdayılığın dibine maruz kalan, bununla savaşmak zorunda olan ve popüler olmayan şarkılarında bu hiklayelerinden devamlı olarak dem vuran birisi ile: eminem bildiğin marshall bruce mathers olan nam-ı diğer slim sahdy
    kendisi ile değil tabi ki, müzikleri ile.
    herif bu müzikleri dinleyip şarkı sözlerini ezberlerken kekelemediğini farketmiş ve kendisini müziğe vermiştir.

    sonrasında hayata karşı tutnabildiği tek dalın bu olduğunu anlayan kardeşimiz, barlarda pavyonlarda elinde gitarıyla boy gösterir olmuş ama fakirliği bir türlü yenememiştir. sokakta, parkta yatmış bir dönem homeless takılmış.

    sonra ünlü olmak hayallerine kapılıp yine eminem'in izinden gitmiştir. hikayeyi daha iyi özümsemek için bir ara okursunuz: (bkz: eminem/@chemsuk)
    böylece rotayı los angeles'e çevirmiş ve bir şekilde jamie foxx'un radarına girmiş ve tıpkı dr.dre'nin eminem'in elinden tutması gibi jamie de bu gencimizin elinden tutmuştur.

    sonrası malum.

    hani adama "başarı için ne dersin" sorduklarında demiş ya: "çalın abi, dibine kadar çalın yani canlı konser verin bir gün mutlaka keşfedilirsiniz" diye, yalan yok adamın bildiği bu. zaten çok da ifade edemiyor işte kendisini idare edin artık.