• - bejan matur hakkında alıntıdır-

    biliyorsunuz geçen günlerde hükümetin de kefil olduğu ve akp yöneticileri ile içli dışlı olan ensar vakfı'nın karaman'daki evlerinde 45 çocuğa tecavüz edildiği ortaya çıktı. olayın çıkması üzerine hükümet hemen defansa geçti. önce sıkmabaş aile bakanı çıkıp "bir kerelik bişey bu. ensar vakfının üzerine gidilmesin" dedi. sonra bu olay ve benzerlerinin araştırılması için mhp, tbmm'de araştırma önergesi verdi. chp ise olayın araştırılması için karaman'a heyet gönderdi. detaylar ortaya çıktıkça olayın oldukça organize ve iğrenç detayları olduğu ortaya çıktı. bu vakfın güya kuran öğrenilen evlerinde 45 çocuk 2 yıl süreyle sistematik tecavüze uğramış. mhp'nin çocuk istismarı araştırma komisyonu önergesi mecliste akp oyları ile reddedildi. turkcell'in de bu vakfın sponsoru olduğu ortaya çıktı. dün tvlere çıkan ensar vakfı başkanı ise "bu olaylar aziz nesin vakfı ve çağdaş yaşamı destekleme derneği'nde de oluyor" diyerek bu vakıf ve bu derneğe iftira attı. buraya kadarı girizgah idi. şimdi asıl mevzuya geliyorum.

    dalga dalga yapılan ergenekon operasyonları sırasında çydd'ye baskınlar yapılıyordu. hatırlarsınız. ensar vakfı başkanı iftirasını atarken bu kumpası kuran cemaatin gazetesi zaman'da yazan bejan matur'un o zaman attığı iftira cümlelerinin aynısını kullandı. bejan matur zaman gazetesinde çydd ve türkan saylan için kelimesi kelimesine şu cümleleri yazmıştı:

    "türkan saylan ise daha baştan hasar bir konu. güneydoğudan devşirdiği kızları askeri okulların genç talebeleriyle eşleştiren saylan'ın on sene sonra hangi salonda nasıl anılacağını sahiden ben de merak ediyorum. insanlığa, kadınlık tarihine bir değer kattığı için mi hatırlanacak saylan? genç kızlara otoriteden bağımsız, hesapsız bir güzelliği, kimliği yaşattığı için mi? nazi subaylarını andıran mühendislik yöntemleriyle ütopyasına uygun bir ırk yaratmak üzere asimilasyon öncülüğü yapan saylan'ı gelecekte kimlerin anacağını sahiden merak ediyorum. türkiye'de yaşanan derin kutuplaşma sayesinde iyi niyetli insanların bile ilgisine mazhar olan saylan gibilerin, siyasi gerilim sona erdiğinde, kimler tarafından sahipleneceği (sahiplenileceği) merak edilmesi gereken bir konu gerçekten!"

    parantez içindeki ifadeyi anlatım bozukluğu olduğu için ben düzelttim. bejan matur'un bu iddiayı bir tarafından uydurduğu muhakkak. ama temelsiz değil. aslında kürt bir aşiret ağasının kızı olan, new york'ta yaşayan, cemaat ve amerikalı düşünce kuruluşlarının (?) düzenlediği, içinde bol bol demokrasi geçen vörkşaplardan beri gelmeyen bejan matur bu bir tarafından sallamanın en iyi örneklerinden biri olmaya aday iddiaları için ilhamı acaba kimden, neyden, nasıl almıştı? anlatıyorum.

    elif imenç (bölük). muşlu bir kürt kızıydı. fakir bir ailesi vardı. çydd bursları ile okumuş, öğretmen olmuştu. daha sonra izmir tireli olan eşi mehmet çağlar bölük ile tanışmış, aşık olmuş ve evlenmişti. çağlar askerdi. elif 23 yaşındayken henüz ataması gerçekleşmediği için sözleşmeli öğretmenlik yapıyordu ayda 300 tl'ye. mehmet çağlar bölük 2010 yılında istanbul halkalı'da askeri servis aracının geçişi sırasında daha 2-3 hafta önce ankara'nın göbeğinde bombalar patlatıp onlarca canımızı alan pkk / tak tarafından düzenlenen bombalı bir saldırıda şehit oldu. o saldırıda ölen 16 yaşında bir asker kızı daha vardı. adı buse sarıyağ idi. buse'yi hatırlatmak için yazdım sadece. elif öğretmen eşinin izmir tire'deki cenazesinde "ben de kürdüm. size mi düştü hakkımızı aramak" diyerek pkk'ya isyan etmiş ve bu isyan medyada uzun uzun yer bulmuştu. üstelik elif öğretmen çydd'nin kardelenler projesinin reklam yüzü olduğu için kamuoyu tarafından da oldukça iyi biliniyordu. işte hisli şair bozuntumuz bejan matur'un türkan saylan ve çydd'ye iftira atmasının ilham kaynağı bu olaydı. size bejan matur'un sıradan insanların küçücük mutluluklarından çıkarmaya çalıştığı irin ve pislik dolu fantezi dünyasının öyküsünü anlatmaya çalıştım.

    elif öğretmen babası şehit düştüğünde 2 yaşında olan kızı eylül ile yaşıyor. kendi isteğiyle atandığı bir askeri okulda öğretmenlik yapmaya devam ediyor.

    hani içinizde bu kadını şair mair diye okuyan, kanaat önderi diye dikkate alan vardır diye anlattım. arz ederim.
  • türkan saylan öldükten sonra onu:

    "kürt kızlarını subaylarla bir araya getiriyor" diyerek pezevenklikle suçlayan meczup.

    bugün saylan hakkında "ortaya çıkarılan" belgelerin sahte olduğu kanıtlandı. tarih onu şair olarak anmayacak. buna izin vermeyeceğiz.

    edit: ne sıfatla anılacağını bilmiyorum. ama iyi sıfatlarla anılmayacak.
  • bugün bir vesileyle şu satırların yazarı olduğunu hatırlatmak borcumdur:

    "türkan saylan ise daha baştan hasar bir konu. güneydoğudan devşirdiği genç kızları askerî okulların genç talebeleriyle eşleştiren saylan'ın on sene sonra hangi salonda nasıl anılacağını sahiden ben de merak ediyorum. insanlığa, kadınlık tarihine bir değer kattığı için mi hatırlanacak saylan? genç kızlara otoriteden bağımsız, hesapsız bir güzelliği, kimliği yaşattığı için mi?"

    zaman çok yakışıyor canım, elif şafak'la öbür gazetenin birine editör ettikleri adamın evlilikleri filan aklımda uçuştu nedense, daha başka şeyler de...
  • türkan saylan gibi hayatını kız çocuklarının okumasına, kadın mücadelesine adamış bir aydın cemaatin itleri tarafından karalanırken, hukuksuzlukla yıldırılmaya çalışırken, cemaat paçavrası zaman gazetesinde kendisi için pezevenk imasında bulunmuş biridir. dün 8 mart'ta kadınlar günü paylaşımı yapmış...

    türkiye'de açık ara en nefret ettiğim insan grubuna dahildir kendisi. bejan matur, hayko bağdat, etyen mahçupyan gibi en ufak vasfı olmayan bu tipler etnikçilik kotasından bir yerlere geliyor, insan muamelesi görüyor. türkan saylan'ın ilerde hangi salonda ne olarak anılacağını bilmediğini yazmıştı. ben kendisinin cemaatin nesi olarak anılacağını çok iyi biliyorum.
  • allahın çocuklugu

    insanın dönüp döneceği yerdir
    çocukluğu.
    sabah ezanı
    bu yüzden
    müslümanlara
    allahın selamını öğretir.
    allahın çocukluğu
    gündoğumunda
    ölüleri anmakla başlar.
    ve anne ölür
    ezanda ölür anne
    selamı üzerine olan her çocuk
    allahı düşünür.

    dili vardır taşların.
    sabahları en çok
    islak bir huzurla
    yatarken onlar
    içleri ıslanmış kadınlar
    pörsümüş yorgun erkekler
    kutsanmak umuduyla
    kıvrılır uyurlar.

    hepsi laf bunların.
    bana kalsa
    ağır bir abdest kokusu
    ince belli sürahiler
    kadınların nemli apışaraları kokan
    pazen donları.
    burada
    sözolmamış sesin kederiyle
    başlar gün.
    ve denir ki;
    kaderinizi sevin
    sevin kaderinizi
    ve hayat için
    tatlı bir tesadüf deyin.

    ağır bir abdest kokusu
    ince belli sürahiler
    kadınların apışarası nemli pazen donları
    ve mantarlı ayakları erkeklerin.
    şadırvanda alaca su:
    damlar
    damlar.
    ellerin beyazlığındadır ölüm
    gövdenin kıvrımında.
    benim erkeğimi isterken titreyen
    içimin suyunda

    ben unuttum her şeyi.
    geldiğim yeri
    annemi, babamı,
    mezarlığa gitmeyi.
    orada yapayalnız kaldı meşe
    ölülerin arasında ölümü en iyi anlatan meşe.

    bir ağaç nerede duruyorsa
    benziyor oraya.
    meşe mesela
    akdeniz’de taşların arasında
    farklı mı taşlardan?
    selvi, ölülerin karanlık bir ah’la
    durdukları son anın ipidir.
    salkım söğüt, yaslı söğüt
    suya kaptırmış içini, kırılgan.
    benzer her şey baktığına.

    *

    ben anneme benzerim
    babama da tabii.
    ve büyük halamın evinde yaşayan kediye de.
    aslında şu yeryüzünü denizlerle düşünmemiz yok mu
    hata ediyoruz.
    dünyanın nefes aldığı bir ilk andı denızleri yapan.
    dağları yapan bir öfkeydi
    böyle söylüyor ilk kitaplar.
    her dilin kendinden önce,
    çok önce bir hayatı var.
    ve onu sadece
    bu kitaplar konuşuyor.
    susarak bakıyoruz biz
    hatırlamayarak.
    şairler bir bok anlamıyorlar aslında
    dünyanın çocuk kalmış bir acısı var
    ve bu ezanda çıkıyor ortaya.
    allahın selamı ölülerin üzerine oluyor
    aşk diye bir şeyin farkına varıyor insan
    dönmeyi öğreniyor
    yerden kurtularak
    durmadan dönerek
    çölde yaşayanlara fısıldanmış bir hakikatle
    kurur toprak

    *

    nehir dediğin çölde kaybolur.
    toprağını gizler nehir dediğin.
    hiçliği tarif eden hiçliği anlar.
    yokluğa bürünmek o ilk anda.
    bir nehir tanıyorum
    kayboluyor
    bir çölün şehvetli karnında.
    bir ayan olma hali belki,
    ona en yakın göl
    kayıklarını tutarak içinde,
    balçığını yutuyor.
    ama biliyor ki,
    bir göl yutunca suyunu
    ortada kalır
    bir göl yutunca balıklarını
    kararır.
    tüm göllerini göremeden yeryüzünün
    öleceğiz.
    ne acı.

    *

    gündoğumuyla gelen huzura da
    günbatımının sancısına da
    yabancısın.
    de ki;
    sabahın efendisi sen değilsin
    kimse değil.
    yol gidenin
    gün dönenindir
    şiir hayatın
    ve görenin.

    allahın selamı
    müslümanların ülkesinde
    ölülerin üzerine olsun diyerek
    kanatır günü.
    insanın çocukluğu annenin ölümüyle başlar
    bitmez çocukluğu annesi ölenin.

    de ki;
    sabahın efendisi sen değilsin
    kimse değil.
    kanamış bir solukla bakmaktan
    yoruldum.
    kimsesi yok kimsenin
  • bugün t24'te röportajı yayınlanan kişi. şiiri hakkında konuşmuş, ama kendisini şu an nasıl anıyoruz biliyor musunuz?

    23 haziran 2010:

    istanbul halkalı'da pkk'nın askeri servise yaptığı saldırıda hayatını kaybeden jandarma uzman çavuş mehmet çağlar bölük'ün cenazesi kaldırılıyor. cenaze kaldırılırken bir kadının çığlığı dikkat çekiyordu:

    "ben de kürt'üm, size mi kaldı hakkımızı savunmak?!"

    bu çığlığın sahibi, uzman çavuşun eşi elif bölük'ten başkası değildi. peki elif bölük kimdi?

    elif bölük, bir kardelen'di. çydd bursuyla okumuş bir kürt kızıydı. hasbelkader mehmet çağlar bölük ile tanıştı ve evlenip izmir'e yerleşti. bir de çocukları oldu.

    peki, bunun bejan matur ile ne alakası var?

    17 aralık 2010:

    cemaatin gazetesi zaman'da bejan matur'un bir yazısı dikkat çekiyordu. o dönem devam eden ergenekon operasyonlarını destekleyen yazıda bejan matur, şunları diyordu:

    "nazi subaylarını andıran mühendislik yöntemleriyle ütopyasına uygun bir ırk yaratmak üzere, asimilasyon öncülüğü yapan saylan'ı gelecekte kimlerin anacağını sahiden merak ediyorum. türkiye'de yaşanan derin kutuplaşma sayesinde iyi niyetli insanların bile ilgisine mazhar olan saylan gibilerin, siyasi gerilim sona erdiğinde, kimler tarafından sahipleneceği merak edilmesi gereken bir konu gerçekten!”

    türkan saylan doğu'da hastalıklarla mücadele ederken doğu'nun d'sini bilmeyen bejan matur, istanbul'larda sağda solda şiir yazan bejan matur, bu iddiaları o geniş hayal gücünden mi alıyordu? belli ki bir şey kanına dokunmuştu. pkk'ya ağız dolu laf eden bir genç kürt kızının yakarışları mı buna sebepti?

    iyi anılmayacaksın bejan matur. buna izin vermeyeceğiz. iftiranın bini bir para. ama biz iftira atmayacağız. sana iftiralarını hatırlatmaya devam edeceğiz.
  • iki devrik cümle ile şair olduğunu zanneden, zaman gazetesi eski yazarı ve türkan saylan'ı alenen pezevenklikle suçlayan kadındır.
    yoldan geçen herhangi bir insanın da yazabileceği sözleri "ayy hakiki şiir" kisvesi ile pazarlıyorsunuz. acıktım, susadım, ebem dikildi yazıp üç nokta da koyunca hissiyat everest'te oluyor galiba.
    ayrıca bu kadın, yüzlerce kız çocuğunu mezhep, ırk bakmaksızın okutan türkan hoca'ya dil uzatmıştır.
    sen kimsin? hayattaki tek meziyeti fetöcü zaman gazetesinde yazmak olan insan, sen nesin ki türkan saylan gibi çağdaş, yardımsever, vatansever bir kadına laf atıyorsun. tarih doğru olanı bulur.
    ot dergisi de bu kadının posterini vermişti...
    ikiyüzlüsünüz... size acıyoruz... ( bejan tarzı şiir gibi oldu bu da )
  • şair değildir. vasat altı şiirleri bu topraklarda tek satır bile anılmamalıdır. türkan saylan için yazdığı nefreti satırlar, karakterini ortaya dökmüştür.
  • hic birsey okumayan fettullah gulen cemaati icin, elif safak'tan sonra 'ikinci put' olma yolunda hizla ilerlemekte olan.
  • selim temo'nun kendisi hakkında birgün gazetesinde kaleme aldığı yazı asağıdadır.

    kimi kürt aydınlarının kürtlerle ilgili algılarında, merkezden bakma eğilimi göze çarpar. kürt halkının şöyle ya da böyle yarattığı bütün “değer”ler, steril bir algı içinden yorumlanır. merkezce kabul görmüş olan yorumcu, içinden geldiği topluma “iğrenme duygusu” ve bir yabancı gözü ile bakar. yorumcu, kürt halkının özgürlük mücadelesine belli ölçülerde destek de veriyordur. ancak kürt toplumunun da erdem, kötülük, siyaset, ideoloji gibi ölçütlerle bakıldığında, dünyadaki diğer toplumların ortalamasını taşıdığını unutur. bu yüzden kürtlükle ilgili hemen her konuyu, bir idealizasyon çerçevesinde kurgular. bu anlamda geliştirilen eleştirinin enstrümanları, jargonu ve örneklemelerinin hiçbirisinin yeni bir tarafı olmadığı gibi, yeterince tanınmayan bir simgeler dünyası karşısındaki hükmü de zayıftır.

    bejan matur’un 11 aralık 2007 tarihli zaman gazetesinde yayımlanan “kürtlerin ve türklerin algısı” başlıklı yazısı, bu çerçevede değerlendirildiğinde, yazarın, bir tür seyyah gibi, bilinmeyen bir ülkeden, hatta bir masal diyarından haberler verdiği görülecektir. “haberle ihbar arasında” gidip gelen söylemi kurar ve kurgularken merkezden bakar, bir tür efendi gibi. sorun olarak gösterdiği hemen her konuda, diğer nedenlerin ya da belki esas nedenin üstünde durmaz. bu algıya göre kürt siyaseti, tek başına var olan, “kendinde” bir siyasettir. bu siyasetin bir siyaset üretememesinin tek nedeni de, kendini dağa endekslemesidir.

    matur, başlıkta kürtlerin algısı derken, sözü hemen de dtp’nin “anlam dünyası”na getirir (hakkını teslim etmek gerekir ki, matur, kürtlerle ilgili olarak yeni kavramlar kullanıyor. “anlam dünyası” bunlardan biri, ancak ezber bir kavram, 1990’lı yıllardan sonra çıkmaya başlayan kimi dergilerin “söyleme boğma” lehçesinden muktebes). bu dünya, ancak kendisi gibi bir seyyah tarafından çözümlenebilir çünkü. ne de olsa ne orada ne buradadır. aslında bu konum, gerçekliği doğruya yakın biçimde görmenin de penceresi olabilir. yani öyle çok kötü bir yer de değildir. ancak matur’un bakış açısı, karşısındakini ifşaata, steril dünyada “kitsch” diye tanımlanacak olan söze ve itirafa kışkırtır. elindeki kayıt cihazı, bir tür işkence aletine dönüşür.

    değişimi insanların mitinge katılmamaları üzerinden fark eden yazar, asıl değişimin farkında değildir. asıl değişim, matur’a bile itiraf edilemeyecek şekildedir ve zihinlerde gerçekleşmektedir. zihinsel değişim, hayatları yalnızca siyasetle, ölümle doldurulan kürtlerin dünyayı fark etmeleridir. dünyayla ilişki kurmanın şartına dönüşen asimilasyonun zincirleri, son dönemde halka halka kırılmaya başlamıştır. siyaset ve ölümle doldurulan gündelik hayat, insani ilişkilerle doldurulmaya başlanmıştır. bu anlamda siyasete ilişkin bir ilgi eksikliğinden söz edilebilir. ancak bu, siyasetin de kürt toplumu içinde “uzmanlaşma”ya başlamasıdır.
    matur, “orada da” geniş bir hoşgörüyle karşılanacağını bildiği için, dtp’li başkana ne vaat ettiklerini sorarken, bir vaat imkânını ortadan kaldıran gerekçe ve nedenler olarak yükselen binaları, parkları, bowling salonlarını gösterir. bu göstergeler matur’un temsil ettiği, adına söz aldığı hayatın öğeleridir. dünyadaki bowling salonlarının hangi toplumsal eşitsizliği ortadan kaldırdığı sorulabilir elbette ya da neden ve gerekçeler arasında gösterdiği parkların, aslında bizzat bir belediye hizmeti olduğu da. belki de bunlarla işaret edilen modernitenin geri, kültürsüz, “pis” toplumun aynı sıfatlarla anılabilecek siyasetini bitirmesini umuyordur. ancak bu neden ve gerekçeler eğer kürt sorununu, kürt toplumunun özgürlük mücadelesini ortadan kaldıracak şeyler olsaydı, devlet ya da inkâr yandaşları bu illeri abu dabi’ye çevirirdi -matur da şiirlerinin altına “four seasons london” değil, “hôtel de bingöl” diye yazardı.

    matur, saydığı öğeleri dtp siyasetinin sonunu hazırlayan öğeler olarak görüyor ve bu müthiş çıkarım üstünden adını belirtmediği belediye başkanına, “tehlike”yi soruyor. başkan da, bilakis, bunları teşvik ettiğini, projelerinin tüm türkiye’ye örnek olabileceğini söylüyor. ama matur, bunu duymuyor bile. diyarbekir kim, örnek olmak kim? bu cevabı herhangi bir biçimde yorumlamadan, yeni bir paragrafa geçmeden, orada, hemen, sözü dağa, imralı’ya getiriyor. çünkü en kolayı bu. örnek olabilecek proje, yeni bir zihin, yeni bir sözcükler kümesi gerektirir çünkü. aynı başkanlar söz konusu alış veriş merkezlerine gittiklerinde sadece alkışlarla karşılanırlar. ama matur’un türkçesi daha iyi ve baskın çıkıyor ya da öyle aktarıyor. “gerek belediye başkanının söyledikleri, gerekse diğer görüşmelerde edindiği” izlenimle, dtp’nin taban kaybettiği belirlemesini yapıyor. iyi de belediye başkanı, örnek projelerinden söz etmişti sadece!

    “ne yazık ki” sözüyle, dtp içinde bir değişim dinamiği, yeni duruma, yani bowling salonlarına göre siyaset üretebilecek bir irade olmadığını belirtiyor. ardından da dtp’nin merkez siyaseti tıkayabileceğini yazıyor, “kaygılarını” aktarıyor. iyi de dtp merkez siyasete neden ulansın? kürt sorunu gibi, pkk gibi, dersim gibi, zilan gibi, dtp gibi gerçeklikleri ortaya çıkaran şey, bizzat merkez siyaset(i) değil midir? eşyanın doğasına aykırı bir şey talep ediyor matur. bundan sonra, gündelik hayatında son derece mülayim olan insanların “hiç farkında olmadan şiddetin bir parçası, hatta destekçisi haline” gelebildiğini şaşkınlık içinde ifade ediyor. matur da çok iyi biliyor ki, şiddet, kürt sorununda bir “çözüm” olarak kullanılagelmiştir. hem nasıl şiddetin bir parçası olmasınlar ki? şiddeti siz seçmiyorsunuz, gelip sizi buluyor. burada matur gibi kişisel gözlemlerimizden söz edemeyiz, anılarımızla dünyayı algılayan, hatta yorumlayan solipsist denebilecek bir bakış açısı geliştiremeyiz. herkes bu topluma ne korkunç şeyler yaşatıldığını biliyor. herkes her şeyi biliyor aslında. yaşananların bilinmesi, matur’un zihninde bile yeni bir “algı” yaratmazken, tekrar etmenin anlamı yok. yalnızca bir örnek vermek yeterli: 1989 yılında dışkı yedirilen kamil müştak, 13 aralık 2007’de öldü, derin psikolojik travmalar içinde, kıvrana kıvrana. müştak’la birlikte diğer köylülere de dışkı yediren cafer tayyar çağlayan ise, aldığı 3 aylık cezanın parasını vererek serbest kaldı ve albaylığa terfi etti!

    matur, belli ki gazeteci ya da “nasihatçi” kimliği bile taşımıyor, az buluyor. konuştuğu “ve diğer” diye tanımladığı kişilerden birinin şu sözünü çürütmeye çalışıyor: “mutlak şiddetsizlik bir felsefe olabilir; ama biz siyaset yapıyoruz, felsefe değil”. bu söz, aslında bütün süreci özetleyen olağanüstü açıklıkta, çarpıcı bir söz. hatta matur gibi bir şiirseverin de bayılması gereken bir dilsel yoğunluk taşıyor. ancak matur, yukarı mahalleden gelmiş üstü başı temiz çocuklar gibi azarlıyor aşağı mahalle çocuğunu. onun sözünü çürütmek için hindistan’a kadar gidiyor. yazının sonuna doğru ise, başka bir siyasetçiyle tartışıyor ve o da matur’un sokratik dili karşısında “susuyor”, matur onu da susturuyor.

    merkezin derin bir hoşgörüye dayanan yüce gönüllü kabulü ile sazı alan matur’un yazılarından ibret alıyoruz gerçekten. kürtlerin “anlam dünyası”nı, “çözüm” bulma irade ve arayışıyla kıvranan kamuoyu karşısına çıkarırken, “kendinin oryantalisti” bir yaklaşımla, en başta kürtlerle ilgili olan sorunda söz almamızın önünü kesiyor. zülfü livaneli’nin mutluluk romanında olduğu gibi; kızla oğlan sorunlarını profesörün yatında çözümleyeceklerdir! kürtler de sorunlarını, eşiğinde bekletildikleri steril dünya efendilerinin iradesine bırakmalıdırlar. böyle bir onursuzluk hakkı tanınıyor, buna da şükür. ama bu, işin başka bir yönü yine de. kürtler, şimdilik matur’un akıl yürütmeleri karşısında biraz felsefe çalışsınlar. buna “felsefik” yerine, “felsefî” demekle başlasalar iyi olur.
hesabın var mı? giriş yap