• 1969 yılıydı. deniz gezmiş'lerin dönemi. öğrenci hareketleri her yerde. hukuk fakültesinde* bir öğrenci bütün bu kargaşaya rağmen derslere* devam etmiş ve geçmek için sözlüden iyi not alması gerekmektedir.
    sözlüyü yapacak olan hoca ise 2 gündür oğlundan haber alamamakta, 48 saattir uykusuz gezmektedir. öğrenciye sorular sorar. öğrenci cevap verir. ama hoca uyuklamaktadır. orta not verir. o hocanın asistanı olan bülent tanör: "ama hocam arkadai iyi anlattı" der. "o zaman iyi" der hoca ve uyuklayarak diğer öğrencilerin sözlüsüne devam eder.
    bülent tanör o kargaşalı yıllarda okulunun uzamasını, hocasına itiraz etmek pahasına önlediği öğrenci ileride avukat olacak ve bülent tanör'ü, tıpkı diğer öğrencileri gibi, iyilikle yad edecektir.
    yıllar sonra o öğrencinin oğlu o sözlünün yapıldığı kürsüde prof. dr. bülent tanör'ün öğrencisi olur.

    bülent tanör'ü herkes bilir. siyasi görüşü ve duruşu herkese malumdur. ama yine de hiç kimse onun aleyhine konuşmaz. konuşamaz.
    şimdiki hocaların çoğu gibi doçent doktor olduğunda altına jip, mercedes çekip genç hatun öğrenci tavlamak peşinde koşmadı. holdinglerin davalarına, istenen görüş yönünde hukuki mütalaa yazıp balyasına balya katmadı.
    bir takım hocalar gibi kürsü başkanı olduğu derse yılda iki defa uğrayıp, o uğradığı derste de "parayla satacağım bilgileri burada anlatmayayım diye" kendini kasmadı, öğrencilerini uyutmadı.
    o akademik kariyerini her türlü zorluğa rağmen, uzun süre yurtdışında yaşama pahasına layıkıyla tamamladı. öğrencilerini mümkün olan en iyi şekilde bilgi ve anlayış sahibi yapmaya çalıştı. ders çıkışlarında tıpkı öğrencileri gibi, tıpkı halkı gibi otobüsle evine döndü. rastladığı öğrencileriyle konuştu, onların fikirlerini aldı.
    hele derslerde, istanbul hukuk birinci anfide mikrofon kullanmadan, kendi sesiyle bütün bir ders boyunca sesini en arka sıralara dahi duyurarak ve öğrencileri 1 dakika bile sıkmadan, bir soruyu bile görmezden gelmeyerek, öğrencilerden gelen her tür fikre saygı gösterek ders yaptı. öyle bir adamın karşısına çıkabilecek en ters soru: "peki allah'ın koyduğu kurallar..." diye başlayan sorulardı ki öyle bir soru geldiği zaman mükemmel metodolojistliğini konuşturarak: "burası hukuk, teoloji değil" der ve konusuna devam ederdi.
    her yerde, ilkokulda lisede "inkılap tarihi" diye işlenen dersi "devrim tarihi" diye işlerdi. tıpkı kenan evren gelmeden öncesi gibi.
    yine o derslerden birinde ders arasına yakın bir zamanda sınıfa sordu: "bir sonraki derste faşizmi mi işleyelim bolşevizmi mi?" oylama yapıldı. oylar yarı yarıya çıktı. o da takdir hakkını kullanarak* bir dahaki ders bolşevizmi anlatmaya karar verdi.
    ders arasında kürsünün önünde bir kalabalık peydahlandı. bülent tanör'ün ilk derslerde teşhisini koyduğu üzere: anfinin sağında sağcılar, solunda solcular ve* ortasında merkez parti görüşlü en kalabalık kitle oturuyordu. sağcılardan olduğu belli olan bir çocuk arkasına sağcıları alarak, solcuları temsil eden grupla münakaşaya daldı. bülent tanör derse başlamak için kürsüye çıktığında kürsünün dibindeki kalabalığı fark etti ve "neler oluyor?" diye yarı kaygılı bir biçimde sordu. bir şey yoktu. son birkaç kelime daha edilde ve herkes amfideki yerine geçti.
    hoca derse başlayacakken birkaç öğrenci: "hocam tekrar oylama yapalım" dedi. tanör başta bir anlam veremedi. "demin yaptık ya" diyecek oldu. sonradan beyninde bir şimşek çakmış olacak ki tekrar oylama yaptırdı. bu sefer amfi büyük çoğunlukla faşizmi işlemek istiyordu. böylece herkes anladı kürsünün önünde toplaşan o kalabalığı. bülent tanör ise sadece anlamakla kalmadı, evladıyla gurur duyan bir baba bakışıyla gözleri parladı. sonraki derslerde tekrar böyle bir konu seçimi olduğunda: "ders arasında konuşun, bir dahaki derste oylayalım" diyerek amfinin kolektif karar verme olgunluğunu, gençlerle gurur duyarak tanıdı.*
    sonraki yıllarda konferanslar, paneller derken hocamızı yine sık sık gördük. zaten bülent tanör'ün ve erdoğan teziç'in anayasa derslerine o dersleri 2 yıl önce vermiş 3. sınıf öğrencileri bile girip dinlerdi.
    ama birkaç yıl sonra durum farklıydı, hocamız kemoterapi görüyordu ve günden güne zayıflıyor, saçları dökülüyor, yüzü çöküyordu. fakat beklenmeyen oldu. iyiler erken ölür kuralı tersine işlemiş bülent tanör kanseri yenmişti.
    kanser mikrobunu yendi bu sefer fakat başka olaylar geldi başına. hani nazım hikmet diyor ya "memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak?", sormak lazım: "bülent tanör en çok kimden çekti, kanserden mi iü idaresinden mi?"

    böyle insanlar kolay kolay yetişmiyor. insan hayatta böyle değerli insanlara kolay kolay rastlamıyor.diyojen boş yere eline feneri alıp "adam arıyorum adam" diye gezmedi. namık kemal "yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?" diye az feveran etmedi. şimdi ben de akademik kariyer yapmış hukuk hocalarına bakınca ümitsizliğe düşüyorum. ama biliyorum ki bu satırları okuyan, benimle birlikte bülent tanör'ü, kişiliğini hasretle hatırlayanlar var, biliyorum ki onun bilim adamlığını da insanlığını da kendine örnek alan, adam gibi adam denince aklına bülent tanör gelen insanlar var. işte o yüzden ümitsiz değilim. bütün o sığ insanlara inat, bu memleket daha ne bülent tanör'ler çıkarır.
  • büyük yapıtı osmanlı-türk anayasal gelişmeleri'nin bir yerinde bir öğrencisine, hem de öğrencisinin sınav kağıdına atıf yaparak, bilimsel ahlakını ve nezaketini göstermiş hoca.
  • alemdaroğlu denen intihalciliği sabit olmasına rağmen kendisini bilim insanı zanneden şahıs yüzünden, cenazesi hayatını verdiği okula sokulmamıştı zamanında. sonunda 'iade-i itibar' için bir anma etkinliği düzenlendi.

    http://www.ntvmsnbc.com/id/25307348/

    bu arada kim kimin itibarını iade ediyor o da ayrı mesele. istanbul üniversitesi'nin tanör'ün itibarı hakkında konuşacak haddinin olduğunu hiç sanmıyorum.

    ''bülent tanör'ün bu yıpratıcı süreç içerisinde 1996 yılında ortaya çıkan kanser hastalığı ilerledi. zaman zaman tanör'e karşı bu kişisel takıntı haline gelen tavır, onun tedavi sürecini aksatacak adımlara kadar uzandı. ilaçların yazılması konusunda bir takım problemler üretildi. tanör istanbul tıp fakültesi'nde hastalığının ağır döneminde tedavideyken, tıp fakültesi yöneticilerine onun gerçekten o dönem hastane içinde olup olmadığının tespiti için raporlar hazırlatıldı. kısaca akılalmaz güçlükler içerisinde bülent tanör bugün, yıllar sonra anmasını bu çatı altında yaptığımız bu kurumdan ayrılmak zorunda kaldı, galatasaray üniversitesi'ne geçti... ve cenazesi 40 yıllık üniversitesinde değil, galatasaray üniversitesi'nde yapıldı.''
  • bütün kitaplarını okudum, hala da tekrar tekrar okurum aklıma bir şeyler takıldıkça. kurtuluş kuruluş'ta da, osmanlı türk anayasal gelişmeleri'nde de, türkiye'de yerel kongre iktidarları'nda da, iki anayasa'da da, anayasal gelişme tezleri'nde de o kadar güzel yazmış ki, bugün bile o'nun kadar anlaşılır ve öğretici yazanı bulmak zor. hele bir de o dönem yürürlükte olan yasaların üzerinden türkiye'deki ihlalleri belli örneklerle anlattığı türkiye'nin insan hakları sorunu kitabı var ki, ne zaman okunsa türkiye'de hiçbir şeyin hiçbir zaman değişmediğini/ değişmeyeceğini çok güzel özetler. o örnekler yapılan bunca yeni yasaya rağmen hala var. hoca'ya ve kitaplarında anlattığı insan hakları ihlallerinin mağdurlarına o acıları çektirenler isimleri farklı olsa bile hala iktidarda.

    kendisi benim en sevdiğim anayasa hukukçusudur, bir ülkeyi ve insanları sevmeyi her zaman yanlış anlamış ve bu sevgi uğruna kurşun atmayı da yemeyi de şeref say(n)mış insanlar tarafından yaşamak zorunda kaldıkları da bu ülkenin sonu gelmeyen utançlarından biridir.
  • unutkanlığımız alameti farikamız, yazarken hatırlamak istiyorum:

    bülent tanör kanserle boğuşurken kemal alemderoğlu istanbul üniversitesi'nin rektörüydü [istanbul ve üniversite'den oluşan istanbul üniversitesi, evet]. mediko sevkini bile imzalatmamıştı alemderoğlu...

    biz hâlâ konuşuyoruz yok demokrasi, yok memleket, yok zart, yok zurt...

    kanser olan muazzam bir profesörün sevki... diyorum sana.. aloooooo
    istanbul üniversitesi rektörüydü bunu yapan, hâlâ ortalıkta geziyor işte.... heyyyyyyyyy
    "biz şimdi bir savaş veriyoruz bırakın bilimi milimi" diyordu, bizde bilim milim diyorduk ne halt olacaksa...
    ölüyordu diyorum ölüyordu..... öldü de.... öldü öldü.. bildiğin ölmek varya o işte.... şişşşşşştttt

    hatırlamış oldum.
  • 28 kasım 2002'da aramızda ayrıldığında hem bizleri hem sahici hukuk camiasını çok üzmüştü. haysiyet'i hukuk'un yanına yazmıştı. istanbul üniversitesi hukuk fakültesi'nin sembol isimlerindendi. osmanlı-türk anayasal gelişmeleri (1789-1980) kitabında rahat bir üslupla anayasaların aynı zamanda siyasal ve tarihsel bir belge olduğunu yazmış; ülkemiz anayasa metinlerini tarih-siyaset-hukuk bağlamına oturtarak izah etmişti.

    12 eylül'le ince ince dalga geçer, kaytarmadan, işini yapardı. has bir bilim adamıydı yani. kemal alemdaroğlu'nun kendince "harcamak" için tanör hoca'yla çok uğraştığı bilinmektedir. ancak gelecek nesiller bülent tanör hoca'yı haysiyeti ve kitaplarıyla hatırlarken, istanbul üniversitesi komutanı kemal alemdaroğlu, despotik yönetimi ve intihalleriyle hatırlanacaktır. hoca vefat ettiğinde, istanbul üniversitesi yönetimi vefasızlığın ötesinde bir terbiyesizlikle cenazesine bir çelenk dahi göndermemiştir.

    elbette bülent tanör hoca, türkiye'de hukuk ve üniversite camialarının unutmayacağı bir isim olacaktır. hem yazdıklarıyla, hem söyledikleriyle, hem duruşuyla, hem zerafetiyle, hem de insan hakları konusundaki tavrıyla.
  • 90'lı yılların başında yazdığı türkiye'nin insan hakları sorunu isimli kitabı bugün hala insan hakları konusunda başucu kaynağı olma özelliğini korumaktadır.
  • hukuk edebiyat olsaydı, bülent tanör onun albert camus'sü olurdu. o kadar güzel bir dili, berrak fikirleri ve aydınlık dimağı vardır. bu ülkedeki her düşünen insan gibi, o da cezasını fazlasıyla çekmiştir.
  • 1982 anayasası için ''1982 anayasası, 1961 anayasasının deli gomleği giydirilmiş halidir'' yorumunda bulunmuş büyük hocadır.
  • tanıyamadığım ama çok bahsini duyduğum, çok yazısını okuduğum, kitabının basım aşamasında bizzat bulunduğum, kasım 2002'de vefat etmiş etkileyici anayasa hukuku profesörü.
    yine iühf öğretim üyelerinden olan bir doç.dr. bizzat bana hitaben hakkında şöyle buyurmuştur: "iyi adamdı, hoş adamdı da alemdaroğlu'na çok ses çıkardı, her haksızlığa karşı çıkardı... olmaz ki efendim bu kadar kavgacılık bak adamcağız kanser oldu gitti. ama ben sabrettim, sustum, pustum* bekledim, doçentliğimi verdiler..." (bkz: kalıbına tüküreyim) (bkz: yazıklar olsun)
hesabın var mı? giriş yap