• turkce'ye "olu cizgi" seklinde tercume edildiginde her ne kadar kulagi tirmalasa da, bu mot a mot ceviri sozcugumuzun etimolojisine gayet yakisiyor aslen. zira deadline kelimesi amerikan ic savasi sirasinda turetilmis, ve linguistik hayatina derme catma esir kamplarinin etrafina (genellikle de kuma) cizilen ve "bu sinirin otesine gecerseniz kursunu beyninize yersiniz" manasina gelen cizgiye verilen isim olarak baslamis. bildiginiz olum cizgisi yani, sakasi yok. odev ya da proje yetistirmenin, elektrik/su faturasi yatirmanin cooook otesinde dertlerden muzdarip insanlar tarafindan telaffuz edilmis ilk, "olu cizgisi" ya da daha dogrusu "olum cizgisi" olarak..
  • bazı insanlar baskı olmadan bir işi bitirip ellerinden çıkaramazlar; "ince eleyelim, sık dokuyalım, pösteki sayalım, şimdi ilham gelmedi daha sonra yazalım, konunun hakkını vermek için her türlü gerekli-gereksiz yayını kütüphanelerin derinliklerinden eşeleyip çıkaralım" diye oyalanıp dururlar.

    böyle kabız ve ömür törpüsü tiplere (mesela "bu satırların yazarı") kesin ve net bir deadline vermezseniz hiçbir verim alamazsınız. onlara her türlü zulüm (teslim tarihi öncesi bitkisel hayat, uykusuz geceler, caffeine overdose, "bu sefer yetiştiremeyecem, rezil olacam, allaam ben niye böyleyim, nefret ediyorum kendimden" krizleri vs.) müstehaktır. huyları kurusun.
  • deadline'lar, daraldıkça insanı da daraltan zamanlar. biliriz ki her şeyin bir zamanı vardır, her şey kendi içinde bitme, sona erme ihtimalini barındırır. ama geniş bir zamanda, nicel değil nitel bir geniş zamanda, bir hat, çizgi, "line" olmayan zamanda, insan sonluluğun içerisinde sonsuzluğu deneyimleyebilir. teamüllerden yola çıkarak biteceği bilgisine sahip olduğumuz olay, hiç bitmeyecekmiş gibi tecrübe edilebilir. örneğin sevdiğim birisiyle bir sohbetin içerisindeyim, bana bir saat vaktim var, sonra gitmeliyim dendiği anda o bir saat benim için geçmek bilmez (kötü sonsuzluk), gönlümden geçtiği gibi konuşamam, konuşmanın birazdan biteceği bilgisiyle kendimi kasarım, ondan bundan bahsederim, dikkatim dağılır, içim kaçar. halbuki baştan öyle bir şey söylenmese de bir konuşmanın belli bir süresi olduğunu bilirim. ama yine de o sonlu sürenin içerisinde sanki konuşma hiç bitmeyecekmiş gibi hissedebilirim. artık kalkmamız, susmamız, uyumamız gerektiğinde de hissettiğim sürenin dolması değil o süre zarfında dolduğumuz gerçeğidir. bu bakımdan deadline'lar demlenmeye izin vermeyen zamanlar. yası tutulamayan ölümler, şenliksiz geçiş ritüelleri, yaz aşkları, günübirlik ya da gecesibirlik ilişkiler, "iş arkadaşlığı", fikren yetiştirilemeyen süresi yetiştirilen yazılar, vaktinde biten ama münbit olmayan bildiriler, etraflıca düşünülmeyip hızlıca karar alınması gerekn toplantılar, randıman düşkünü randevular gibi...
  • miat demektir.
  • birşeyi yapmak için size sunulan son zamandır.
    eger deadline bir ödev/proje teslimi ya da borç yatırmak içinse bu tarih genelde kabusunuz olur.
    (bkz: stres)
  • "i love deadlines. i like the whooshing sound they make as they fly by."
    (bkz: douglas adams)
  • butun sozluklerden kaldirilmasi gereken, nefret edilesi kavram. uykusuz gecelerin, mide kramplarinin, genel huzursuzlugun ana nedeni. zamana karsi anlamsiz yaris, profesorlerin ofislerine son saniyelerdeki cilgin kosusturma.
  • plaza dili ve edebiyatının en can alıcı kelimesidir.
  • "mühlet" ya da "miat" kesinlikle anlamını karşılamaz. bu sözcüklerle arasında, ingilizcedeki "for"-"since" farklılığına benzer bir farklılık vardır. kısacası, "belirgin bir işin bitirilmesi için verilmiş süre" değil, "o işin son teslim tarihi"dir.
  • türkçe'ye "vefat çizgisi" olarak çevireni gördüm.
hesabın var mı? giriş yap