• en sevdiğim eserlerden biri. belki de en sevdiğim bilemedim. bi' kitaptan çok daha fazlası;

    - 'kanunlar doğru oldukları için değil, kanun oldukları için yürürlükte kalırlar. kendilerini dinletmeleri akıl dışı bir güçten gelir, başka bir şeyden değil. mistik olmak işlerine gelir .... kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?'

    - 'bedenin varlığımızdaki payı ve değeri büyüktür. bu bakımdan onun yapısına ve düzenine verilen önem pek yerindedir.'

    - 'insanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa koşa gideriz. insanı öldürmek için gün ışığında, geniş meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz. insanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev, onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. biri günah, öteki sevaptır.'

    - 'mahalle papazının sana emrettiği gündelik işlere sıkı sıkıya bağlanırsın; tanrının, tabiatın emirleri umurunda değildir. bak, bir düşün bunlar üzerinde: bütün yaşamın böyle geçiyor.'

    - 'her işte onun yarısı, ikinci yarısı olmaya o kadar alışmıştım ki şimdi artık yarım bir varlık gibiyim.'

    - 'ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz. onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar. bizi onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize ettiğimiz işkenceler. sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. o da: çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş. insan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: içimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek.'

    - 'kırdım diyorsun zincirlerini; evet, köpek de çeker koparır zincirini, kaçar o da, ama halkaları boynunda taşıyarak.'

    - 'insanın, mümkünse karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün baş başa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş gibi konuşup gülmeliyiz. öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.'

    - 'eski bir yunan atasözü şöyle der; tanrıların bize verdiği bütün nimetlerin hiçbiri katıksız ve kusursuz değildir, onları bir dert pahasına satın alırız.'

    - 'bana öyle geliyor ki insan kendini hüzne bile bile, isteye isteye, seve seve bırakır. insan mahsus da kederli görünebilir, onu demek istemiyorum. üzgün zamanımızda bile gülümseyen, hoşumuza giden, ince ve tatlı bir şeyler duyar gibi oluruz. acaba bazı ruhlar için hüzün bir zevk, bir gıda değil midir?'

    - 'doğada şöyle bir karışma da görülür: ressamlardan öğreniyoruz ki ağlarken ve gülerken yüzümüzde beliren çizgiler ve hareketler aynıymış. gerçekten, resim henüz bitmeden bakacak olursanız çehre ağlayacak mı, gülecek mi bilemezsiniz. daha garibi var: gülme son sınırına varınca gözyaşlarıyla karışır.'

    - 'biz pek şaşkın varlıklarız: filanca hayatını işsiz güçsüz geçirdi, deriz; bugün hiçbir şey yapmadım, deriz -bir şey yapmadım ne demek? yaşadınız ya! bu sizin yalnız başlıca işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir: bana büyük işler çevirmek olanağını verselerdi, neler yapmaya gücüm olduğunu gösterirdim, deriz. önce siz kendi hayatınızı düşünmeyi, çevirmeyi bildiniz mi? bildinizse bütün işlerin en büyüğünü görmek için büyük fırsatlara ihtiyaç yoktur; hangi mevkide olursa olsun, perde arkasında da, perde önünde de insan kendini gösterir. bizim işimiz kitap doldurmak değil, ahlakımızı yapmaktır; savaşmak ülke kazanmak değil, yaşayışımıza dirlik düzenlik getirmektir. en büyük en şerefli eserimiz doğru dürüst yaşamaktır. geri kalan her şey, başa geçmek, para yapmak, binalar kurmak, nihayet ufak tefek eklentiler, yollardır.'

    fark ettim ki etkilendiğim cümleleri yazmaya devam edersem bütün kitabı yazmam gerekecek. o yüzden en önemli kısma atlıyorum. ölüm üzerine yazdıkları belki de en etkilendiğim cümleler;

    - 'bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık! ... nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacaktır. öyle ise, yüz sene daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz sene evvel yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir.'

    - 'başımıza bir defa gelen şey, büyük bir dert sayılmaz. bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır? ölüm, uzun ömürle kısa ömür arasındaki farkı kaldırır; çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur. aristo, hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın saat beşinde ölen ihtiyar sayılır. bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimizi gülünç etmez? ama sonsuzluğun yanında, dağların, şehirlerin, yıldızların, ağaçların, hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür.'

    - 'tabiat bunu böyle istiyor. bize diyor ki: “bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin. ölümden hayata geçerken duymadığımız kaygıyı ve korkuyu, hayattan ölüme geçerken de duymayın. ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının, şartlarının biridir.'

    - 'insanlar birbirini yaşatarak yaşarlar ve hayat meşalesini, koşucular gibi, birbirlerine devrederler.' (lucretius)

    - 'dünyaya geldiğiniz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarsınız.'

    - 'bize verdiği hayatı kemirmeye başlar ilk saatimiz.' (seneka)

    - 'doğumla ölüm başlar; son günümüz ilkinin sonucudur.' (manllius)

    - 'yaşadığımız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır ömrünüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. yahut şöyle diyelim, isterseniz: hayattan sonra ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır. hayattan edeceğiniz karı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.'

    - 'niçin hayat sofrasında, karnı doymuş bir çağrılı gibi kalkıp gidemiyorsun? niçin günlerine, yine sefalet içinde yaşanacak; yine boşuna geçip gidecek başka günler katmak istiyorsun?' (lucretius)

    - 'dört mevsiminin nasıl geçtiğine bir bakarsanız, dünyanın çocukluğunu, gençliğini, olgunluğunu ve yaşlılığını onlarda görürsünüz. dünyanın oyunu bu kadardır. mevsimler bitti mi, yeniden başlamaktan başka bir marifet gösteremez. bu hep böyle gelmiş, böyle gidecek.'

    - 'ölüm size ne sağken kötülük eder, ne ölüyken; sağken etmez, çünkü hayattasınız; ölüyken etmez, çünkü hayatta değilsiniz. hiç kimse yaşamından önce ölmüş sayılmaz; çünkü sizden arta kalan zaman da, sizden önceki zaman gibi sizin değildir: ondan da bir şey yitirmiş olmuyorsunuz.'

    ya siz iyisi mi kitabı alın baştan sona hatmedin. hayatınız eskisi gibi olmayacak emin olun. ha bu arada evet, galiba benim için 1 numara (bkz: denemeler).
  • bir martıyla yer değiştirmeyi nasıl da isterdim, bütün çığlıklarımı gökyüzüne bırakmayı. ve nasıl da isterdim, her birinin deniz üzerinde sayısızca su damlasıyla birlikte, teker teker köpüklere karışıp bir vapurla yol almasını.

    o zaman bir meleğe dönüşebilirdi acılarım, kanatlanıp uçardı kara düşlerimle birlikte. o zaman sonsuza dek hür olurdu martılar, kalbimin içindeki zincirli kuşlarla hiç tanışmamış.

    yeri gelince ölmek de güzel, kendi içinde yeniden ve yeniden doğabilmek. ama sınıra takılmak an meselesi, bu sınırsızlıklar dünyasının rutubetlenmiş ruhları arasında.

    topraklar günden güne kurutuldu, ve o kadar kurudular ki aralarında uçurum kadar büyük çatlaklar oluştu. yolunu şaşırmış uçaklar düştü buraya, ve çiçekler yeşersin diye beklerken her taraf koca bir enkazla doldu.

    korkularımı alıp kaçırsınlar isterdim, fakat onun yerine bulamayacağım yerlere hapsediyorlar. ve niçin onu bir ameliyat sırasında unutulmuş bir makas gibi canımı yakmak istercesine içime gizliyorlar?

    önümde duran koca bir engelim sadece, ters yüz edilmiş devasa soru işaretlerimin ucuna asılmış beklemekte. sağlam olmayan bu duvarların gücü kalmadı artık, bütün bunları günbegün yüklenmeye.
  • francis bacon'a ait olanda ilginç şeyler yer almaktadır.

    benim en sevdiğim kısımlardan biri şudur;

    "kitaplarda size düşmanlarınızı bağışlamanız buyrulmuştur, ama dostlarınızı bağışlamanız hiçbir yerde yazılı değildir"
  • ilkokul 5. sınıfa giderken bir öğretmenim montaigne'in denemeler'inin sadeleştirilmiş versiyonunu hediye etmişti. kitabın bir yerinde insanların büyüdükçe ciddi bir hale büründüklerinden ve aslında hiçbirinin öyle olmadığından sözediyordu yanılmıyorsam. ertesi yıl din kültürü ve ahlak bilgisi dersine giren öğretmen konuştukça aklıma bu geliyordu sürekli. adamın insana ve eşyaya yaklaşımı öylesine ciddiydi ki söylediklerini duysanız 'bu adam hiç sıçmamış,hiç sevişmemiş' diye düşünürdünüz. o adamı beyaz paçalı donu ve çoraplarıyla gece karısıyla sevişirken hayal edip içten içe güldüğümü hatırlıyorum,insanlar gülünçtü. şimdi ise aynı şeyi pek yetkili devlet büyüklerimiz için düşünüyorum zaman zaman. sahi, ağızlarından tükürükler saça saça ahlaka dair konuşmalar yapan bu takım elbiseli amcalar yataktayken de kravat takıyor mu?
  • cogu yazarin u$engecligini kitap haline getirdiginde ona verdigi isim.
  • t. s. eliot'ın "the sacred wood" ve "on poetry and poets" eserlerinden türkçeye halit çakır tarafından çevrilen kitap.* elimdeki baskısı 1988 tarihli. çeviri epey kılçıklı, dil akıp gitmiyor.

    eliot'ın eleştirmen kimliğini konuşturarak "şiir"i biçim ve içerik bakımından ve daha çok klasikler üzerinden sorguladığı yazıları, poetikasını da gözler önüne seriyor. kitaptaki başlıklar şöyle:
    - şiirin toplumsal işlevi
    - şiirin müziği
    - şiir ve dram
    - şiirsel dram olası mı?
    - hamlet ve sorunları
    - yeats
    - bilge goethe
    - ozan swinburne
    - eleştirinin sınırları
    - tam eleştirmen

    "öteden beri bir şiir yazayım, derim; bir şiir ki gerçekten şiir olsun. ozanlık özentisi yamanmasın ötesine berisine. çırılçıplak, kemikleri üzerine oturmuş bir şiir. okununca, şiir varmış yokmuş sezilmesin de, şiirin yöneldiği şey görünsün."*
  • “insan her yerde hep o insandır ve bir insanın özünde soyluluk olmadı mı, dünyanın tacını giyse yine çıplak kalır. … ruhu kaba ve duygusuz olan için, bütün bunlar neye yarar? insanın sağlığı ve düşüncesi yerinde değilse, hazdan, mutluluktan da bir şey anlamaz.”
  • bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş,
    sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış;
    sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu
    zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. bu hikayeyi kim
    uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış
    olacak. gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası
    yoktur. yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta
    kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip
    kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine,
    gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...
    bence en büyük kötülüklerimiz, küçük yaşımızda belirmeye başlar
    ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir. çocuk bir
    tavuğun boynunu sıkar, kediyi, köpeği oyuncak edip yara bere içinde
    bırakır; anası da ona bakıp eğlenir. kimi baba da, oğlunun savunmasız
    bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca
    ve kahpece aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak
    sevinir. oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları,
    kökleridir; çocukta filizlenirler, sonra alışkanlığın kucağında,
    alabildiğine büyüyüp gelişirler. bu kötü yöntemeleri yaşın
    küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir
    eğitim yoludur. önce şu bakımdan ki, çocukta doğa egemendir ve
    doğa asıl yeni tomurcuk salarken katıksız ve gürbüzdür; sonra da,
    hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki: ha altın
    çalmışsın, ha bir iğne. «iğne çaldı, ama altın çalmak aklına bile
    gelmez» diyenlere benim diyeceğim şudur: «iğneyi çaldıktan sonra
    niçin altını da çalmasın?»
    kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi ordan burdan
    alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar: kendimizden çok
    başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi.

    demiş montaigne.
    arada sırada herkeslerden uzaklaşmak iyidir.
    yaşasın yalnızlık.
  • usul usul tecavüz ederken zamana parmaklarını geçir kaburgalarına sevgilinin elini tutar gibi.. hisset kanın sıcaklığını ve terlesin ellerin yaz günü el ele tutşmaktan terleyen sevgili elleri gibi..

    son katil olmuş bir insanın bıraktığı kan izlerini takip ederken kararlı bir şekilde, titreyen bedenini bir yudum hayal ile ısıt.. sıcak bir yaz gecesinde seni üşüten tüm ihtimallere yanık küfürler savur ve nereden geldiğini kimsenin bilmediği o his ile savaş..

    bir karmaşa tecavüz ederken beynine, sen kokusuna git kanın.. sıcaklığı ile ürperen bedenini ısıt.. biraz daha yaşamak için biraz daha kan, bir gün için bir insan.. yok et kendi neslini.. her sifon çekişinde binlerce spermi boğarak öldür.. yaşama ihtimali birakma geride..

    satarken hece hece hayatını bir tüccara paranın orospulaştırma sürecine maruz kal.. sat parça parça düşüncelerini ve kiraya ver aklını.. ruhun ile bedenin arasındaki çatışmaya seyirci kalsın gözlerin.. ellerinle yok et insanlığını.. bırak aksın hayat sen bildiğinin aksini yap.. ne bir ümit, ne bir hayal.. bir katliamın ortasında kalmış yaşlı çınar gibi dök yapraklarını, sessizce ağla ama kimseye gösterme acizliğini..

    soğuk demir parmaklıklar arkasından bak kızıla çalan saçları ile hüznünü örten güzele.. istila ederken karıncalar tatlı hayallerini, umutlarını yakarak ısıt yastığını.. düş doldurulmuş taslarda yıkarken her sabah yüzünü, baktığın aynadan geçen başkalarına ait binlerce tutsak bakışı hayal et.. binlerce tutsak gözle göz göze gelmemek için kendinden kaçarken, zamana yenik düşmüş olan cizgilerinin derinliğini hayal et..

    hayattan vazgeçmiş bir hayalin yol açtığı yıkımın şiddetini ölçmeye çalışırken kıyıya vuran bininci dalgada oluşan köpük gibidir zaman.. sen düşlerini serinletmek isterken o tuzuyla yakar antik acıların yaralarını.. bir sızı, bir umut.. (28.11.2009)

    böyle bir şey olabilir ya da olmayabilir.. kararsız kaldım; itirazı olan ya şimdi söylesin ya sa sonsuza kadar sussuz.. hiç olmadı "sözlük yazarlarından denemeler" başlığı mı açsak ha ne dersin?
  • o zaman kalbimin dip sularına yerleşmiş satırları nakşedeyim sana sözlükcüğüm;

    "sorulan sorular arasına, verilmesi istenen karşılığı da ustaca yerleştirmek iyi bir kurnazlık yoludur; böylece karşıdaki pek çekimserliğe düşmeden isteneni söyleyiverir."

    yaa işte iki çıplak da olsa olsa bir hamama yaraşır dildadem, peh!

    (bkz: francis bacon)
hesabın var mı? giriş yap