• birleşik krallık’ta channel 4, amerika’da netflix üzerinden yayınlanan ricky gervais’in yapımcılığını, yönetmenliğini, senaristliğini ve baş rolünü üstlendiği hem güzel hem de çok özel bir dizi.

    güzelliği tabii ki de nesnel bir durum değil. sevmeyeni çok ama diziyi güzel kılan da ‘özel’liği birazcık.

    bu diziden tat alabilmek için öncelikle beklentilere bir ayar çekmek gerekiyor. derek, bir komedi dizisi değil. yerlere yatırdığı noktalar olsa da hem bunlar çoğunlukta değil hem de amacı bu değil. bu beklentiyi oluşturan tabii ki ricky gervais’in bir komedyen olması. ama ricky gervais’i kişisel anlamda takip edenler komedyenliğinden önce insanlık va yaşam şekli üzerine önemli düşünceleri ve söylemleri olan, etrafını değiştirmeye çalışan aktivist kişilikte bir insan olduğunu bilirler. bu dizinin merkezinde de bu var. yani bu bir drama ve evet mesaj kaygısı var. hem de çok… internetteki olumsuz eleştirilerin merkezinde de genelde bu var, mesajını izleyicinin fazla gözüne sokması… bu belki çoğu zaman pek hoş bir şey değil ama bu dizide naïf ve hoş bir şekilde becerildiğini düşünüyorum. çok subtle olmak gibi bir kaygı yok yani zaten temelde. bence özel olmasının sebebi çok mühim ve değerli bir mesajı (ne olursa olsun, dış bir motviasyona gerek olmaksızın iyi bir insan olmak), çekinmeden vermesi.

    internetteki istatistiklerinden anladığım kadarıyla maalesef bu diziyi koca türkiye’de 120 kişi falan izliyor. 2. sezonunun bittiği şu günde hala 1 sezonun sonundan bu yana başlığına entry girilmememsi de bu popülerite problemini çok net ortaya koyuyor zaten.
    oysa ki son birkaç yılda çıldırmış ve ruhu katran bağlamış insanlarla dolu ülkemizde çok ihtiyaç duyduğumuz türde bir dizi bu. belki underrated doğru bir tabir olmaz ama kesinlikle ihtiyaç duyulundan çok daha az izlenen ve bilinen bir dizi.

    bu entryyi okuyan insanlara açık çağrım olsun, bu diziyi izleyin ve izletin. belki başta biraz sıkılacaksıınz, biraz havası ağır gelecek ama dünyaya ve diğer canlılara farklı bir gözle bakmaya başlayacaksınız.

    diziden sevdiğim iki alıntıyla bu çok uzamış entryyi noktalayayım:

    bankacı (b): ben de dünyadaki belki de en iyi bankalardan birinde çalışıyorum.
    derek (d): iyi bir iş mi?
    b: e, birazcık.
    d: ne yapıyorsun orada?
    b: açıklaması oldukça zor. çok zengin insanların parasını yönetiyorum.
    d: neden?
    b: paralarını daha da artırabilsinler diye.
    d: nasıl? zaten zenginler dememiş miydin?
    b: daha zengin olmak istiyorlar.
    d: neden?
    b: daha da çok paraları olsun diye.
    d: niye fakir insanların daha çok parası olsun diye uğraşmıyorsun?
    b: baştan, bir şey yapacak paraları olmuyor çünkü.
    d: e, tamam işte.
    b: sen daha fazla paran olsun istemez misin?
    d: benim hiç param yok ki.
    b: onu diyorum işte. daha iyi bir işin olsaydı...
    d: bundan iyi iş mi olur?
    b: tamam, diyelim ki çok yüksek maaşı olan bir işin var o zaman daha çok şey alabilir, daha iyi bir evde oturabilirsin. daha iyi bir araban olur, mühim biri olursun ve muhtemelen daha da iyi bir iş bulursun.
    d: neden?
    b: daha çok para kazanabilmek için.
    d: neden?
    b: erken emekli olmak için yeterli parayı kazanabilmek için.
    d: neden?
    b: böylece her gün ve tüm gün ne istersen yapabilirsin.
    d: ben şimdi de onu yapıyorum zaten.

    --

    d: (çok sevdiği, ölen bir köpeğin ardından.) geoff demişti ki cennete hayvanlar giremezmiş çünkü ruhları yokmuş. eğer öyleyse, ben de gitmek istemiyorum. ben hayvanların gittiği yere gideceğim.
  • ricky gervais'in bütün işleri gibi harikadır.
  • ricky gervais'in, hakkında "i think i've invented a new genre with derek... crymedy?" dediği dizidir. daha iyi tanımlanamazdı herhalde. dün gece final yaparak ekranlara veda etti.
  • çok geç izlediğim, ve çok çabuk bitirdiğim, izlediğim en güzel şey. (bkz: ricky gervais) olağanüstü bir performans sergilemiş ki bir otizimliyi oynamasına rağmen şaşırıp kalmıyor insan, gerçek bir otizimliyi izliyormuş gibi oluyor.

    ortalama 22 yaşlının kaldığı bir huzurevinde, onları çok seven bir sahibeleri, bir otizmli, ve birkaç yan karakterle, üzüldüklerine üzülüp, güldüklerine gülüyorsunuz. her bölüm ortalama 23 dakika ve toplamda 14 bölüm. "neden yaşıyorum, canım sıkkın, hiçbir şeye sahip değilim, her şey çok kötü gidiyor " vb gibi sendromlar yaşayanların izlemesi gerekir. kahkaha atarken üzülüp, bölüm sonunda hayatınızı gözden geçireceksiniz.

    --- spoiler ---

    bir bölümde derek, çok sevdiği köpek uyutulacakken, neden diye sorduğunda köpeğin böbreklerinin artık çalışmaz olduğunu ve buna mecbur olduklarını öğreniyor. kendi böbreklerini hiç kullanmadığını ve köpeğe vermek istediğini söylüyor ve veteriner "senin böbreklerin köpeğe uygun değil" dediğinde, köpeğe bakıp "üzgünüm yanlış böbreklere sahipmişim" diyor. hayatımda duyduğum ve duyacağım en naif şeylerden biri olarak kalacak.

    kibarlık ve iyi insan nedir ilk kez bu kadar yakından gördüm

    --- spoiler ---
  • üst not: düşüncelerimi umursamayan ama diziyle ilgili birkaç güzel alıntı görmek isteyenler entry'nin en altına bakabilir.

    özet: kesinlikle izlenmesi gereken muhteşem ötesi dizi. ama izleme amacınız gülmek olmamalı, diziyi yalın bir komedi olarak algılamak çok yanlış olur. ben olsam "ufak mizah ögeleri bulunan, insanın içine derinden dokunan dokunaklı bir hikaye" diye tarif ederdim.

    edit: bir üstteki old school fucker adlı yazarın da her söylediği şeye katılıyorum. ağlama kısmı dahil.

    ---

    ilk yayınlandığı kanal channel 4, diziyi tanımlamak için "a bittersweet comedy drama about a group of outsiders living on society's margins." (dışlanmış bir grup insanın toplumun en dış köşelerindeki acı-tatlı komik drama hayat hikayesi) ifadesini kullanmış. güzel bir özet. ama fazlası var.

    derek, ricky gervais'in yarı-otobiyografik komedi drama dizisi fakat şahsen hayatımda daha önce böyle bir dizi izlediğimi hatırlamıyorum. hayatımda izlediğim hiçbir karakter bana derek kadar gerçekçilik, yakınlık, samimiyet göstermedi. resmen gerçek hayatta yaşayan bir grup insanı izliyor gibiydim. kaldı ki verilmek istenen de zaten o. ricky gervais'in mockumentary adlı tekniği (the office'de de kullanmıştı) kullanma sebebi gerçek hayatta yaptığı gözlemleri aktarmak. zaten komedyenlerin birçoğu çok iyi gözlemcilerdir. cem yılmaz da öyle mesela. ricky gervais ise bazı acı gerçekleri çok iyi gözlemeyebilen ve yansıtabilen bir komedyen.

    id, ego, süperego

    dizideki üç ana karakter derek, kev ve dougie bana göre freud'un id, ego ve süperego terimlerini temsil ediyorlar. kevin, id'i temsil ediyor. haz ilkesiyle yönetiliyor. temel amacı tatmin olmak. eğer tamamen id etkisinde yaşarsak gerçek dışı arzuları en etik olmayan yöntemlerle elde etme amacına gireriz. kevin da bunu cinsellik üzerinden yaşıyor. tamamen id etkisinde. dougie kesinlikle ego'yu temsil ediyor. çok basit bir denklemle ego "gerçeklik" demektir. ne id'in arzusal yanılmaları ne de süperego'nun baskıları... ego demek gerçeklik demektir. saf gerçeklik. dougie de çeşitli zamanlarda bastırmaya çalışılan bazı gerçekleri şaak diye yüzümüze (ya da diğer karakterlerin yüzüne) vurur. altta kendisinden birkaç alıntı koydum. son olarak derek ise süperego oluyor. süperego iki şeyden oluşur: (1) iyi ve güzel davranışları için kural ve standartlar, (2) vicdan. derek de hepimizin içindeki vicdanı, güzelliği ve iyiliği ortaya çıkaran karakter zaten...

    ricky gervais derek karakteriyle ilgili "hayatımda oynadığım tek kahraman karakter" demiş. gerçekten de derek gerçek bir kahraman. çünkü sadece gerçek kahramanların gösterebileceği niteliklere sahip. mesela affetmek, bağışlamak, unutmak, nezaket, saflık...

    aslında her bölümde duvara asılmalık 2-3 söz olsa da maalesef ancak altıncı bölümde bu sözleri not etmeye başladım. dolayısıyla ilk sezonun altıncı ve yedinci bölümünden bazı harika alıntılar bırakıp gidiyorum:

    --- spoiler ---

    (dougie kendisiyle ilgili konuşmaktadır)
    this is my life. these are my mates... but i'm the daft one. i'm the daft one because they come with those daft ideas and it's me dragged in every time. it's me on the end of it. sorting out shit all the time... it's me feeling sick 'cause i've been breathing thinner all day rubbing off "twat" of a crab. you've never heard that sentence before, have you?*
    trtr - işte benim hayatım bu. bunlar benim arkadaşlarım. ama saçma olan benim. saçma olan benim çünkü onlar akıllarında ne zaman saçma bir fikir olsa ben de içine çekiliyorum. sonunda ben de işin içinde oluyorum. arkalarını toplayan hep benim... bir yengecin üzerindeki "götoş" yazısını silebilmek için tüm gün tiner koklayıp hasta olan benim. daha önce hiç böyle bir cümle duymamıştın değil mi?* - trtr

    (derek ve kevin yaşlılar için duran duran taklidiyle bir gösteri yaparlar.)
    kevin: there is nothing funny about duran duran, though, they are laughing at us!
    derek: don't matter why they are laughing. i never mind when old people are laughing, just as long as they are laughing. it makes me laugh. it makes me happy.
    trtr - kevin: bu arada duran duran komik bir şey değil, bize gülüyorlar. derek: neye güldüklerinin bir önemi yok. insanlar güldüğü sürece neye güldüklerini hiç önemsemem. (çünkü onların gülmeleri) beni de güldürür. beni de mutlu yapar. - trtr

    (dougie yine hayatın gerçekleriyle ilgili konuşmaktadır)
    you only got to watch those documentaries on telly, those depressing people in india. it is dreadful isn't it? but that's why they put those people on telly. to make people like me feel good about myself. and i mean, it works. the story of the locals who have to walk 20 miles to get bread... that cheers me. i realize, i have a tesco in my doorstep...
    trtr - tek yapman gereken televizyonda hindistan'daki insanların depresif hayatını anlatan belgeselleri izlemek. ama o insanları televizyonlara koymalarının sebebi de zaten bu. benim gibi insanları kendimle ilgili iyi hissettirmek. açıkçası işe de yarıyor. bir ekmek almak için 30 kilometre yürümek zorunda kalan insanları izlemek... beni neşelendiriyor. hemen evimin yanında bir market olduğunu hatırlıyorum. - trtr

    (dougie'ye dua edip etmediği sorulur)
    pray? no, i don't bother... no one listens to me anyway, do they? no, i just have a mourn instead. that's my way of getting it out. that's what it is, isn't it, a posh mourn... to pray...
    trtr - dua etmek mi? yok, ben öyle işlerle uğraşmam. nasıl olsa kimse dinlemiyor, yalan mı? onun yerine sızlanırım. sızlanarak rahatlarım. aslında zaten dua etmek de sızlanmanın gösterişli hali değil mi? - trtr

    (kevin özeleştiri yapar)
    i'm not a failure because i didn't succeed. i am a failure because i didn't try.
    trtr - ben başarılı olamadığı için başarısız olan insanlardan değilim. ben denemediği için başarısız olanım. - trtr

    (kevin derek hakkında konuşmaktadır)
    derek took the best shortcut you can. the only shortcut that is good. the only shortcut that works. and that is kindness.
    trtr - derek (hayatla ilgili) en güzel kısayolu kullanıyor. iyi olan, işe yarayan tek kısayol. nezaket. - trtr

    --- spoiler ---
  • -bir solucanın başı neresi kıçı neresi nasıl anlarsın?
    -nasıl?
    -un dolu bir kaba koyup osurmasını beklersin
    -ya öksürürse?
  • çocukluğu çok özel durumda doğan akrabasını çoğu zaman kollamakla geçen beni derinden etkileyen yapım.

    siz özel insanların onlar hakkındaki düşüncelerinizi bilmediklerini fark etmediklerini zannediyorsunuz. oysa ki öyle değil. biliyorlar ve daha da dehşet verici şey bizi affediyorlar.

    bilinç açısından gerideler ama ruhları bizden daha yüce.

    ricky gervais para, pul, şöhret ve kredisini isimsiz bir senaristin elinde olsa kolayca üstü çizilecek projesini gerçekleştirme riskini alarak tehlikeye atmış. ben de geç keşfettim. ama şu netflixin seri ve birbirine benzer yapımlarından çok başka bir yerde derek.
  • ricky gervais'in dehasının ve oyunculuğunun tavan yaptığı dizi. hayatımda hem eğlenceli hem de bu kadar duygusal olan başka bir şey seyretmedim. 1. sezon finalini ağlamadan izleyebilen insanlıktan çıkmıştır. körün gözüne sokmadan yaşlılık ve iyi insan olmak üzerine verilen mesajlar da bir hayli önemli diye düşünüyorum.
  • tarif edemediğim hisler yaşatan çok çok güzel dizi. öyle güldürürken ağlatıyor ya da duygudan duyguya sokuyor insanı falan değil.

    ilk saniyesinden son saniyesine kadar aynı hisle izliyorsunuz ama o his kuru kuruya gülmek ya da hönkürerek ağlamak değil.

    diziye girip çıkan kamu hizmeti cezası almış insanlardan birisiniz aslında. diziyi izlemek öyle zor öyle güzel.

    izleyin anlayacaksınız.
  • ricky gervais'in sadece iyi bir komedyen olmadığına, hayata dair mükemmel bir perspektifi olduğuna kani olmanızı sağlayan yapım.

    --- spoiler ---

    1. sezon 5. bölümde huzurevinin hemşiresi ve müdiresi olan hannah'nın eski bir okul arkadaşı geliyor. bu kadın baya böyle başarıyla kafayı bozmuş, zengin ve hannah'ya tepeden bakan onu aşağılayan bir kadın. hannah ise tamamen egosuz, kendisini işine adamış, yaptığı işten mutlu olan, hırsları olmayan, görece başarılı bir kariyeri olmayan birisi. ama gayet sosyal, sevecen, alçak gönüllü vs. yine de bu kadın bir müddet hannah'nın canını sıkmayı ve kendi hayatını sorgulatmayı başarıyor. bu iki insan arasında geçen diyaloglar ve hannah'nın o arkadaşı hakkında izleyiciye bildirdiği görüşler (röportaj formunda) oldukça manidar.

    hannah hayatını sorgulattığını itiraf ediyor ancak diyor ki; arkadaşımın(adını unuttum şimdi) 8 odalı evi var, 6 haneli geliri var, bilmem ne bilmem ne hırkası çantası vardı vs. ama gördüğüm kadarıyla hiç arkadaşı yoktu. daha da önemlisi 8 odalı evinde annesine bir yeri yok ve annesini huzurevine bırakıyor.

    hannah'nın dostlarım dediği insanların tamamı kendi zekası veya gelirinden altta kimseler. öyle ki çoğu iğrenç bulacağınız tipler. o sinameki kel hademe, sapık kev ve hafif engelli derek. hannah o havalı kadınla konuşurken kev'i bile özlediğini söylüyor ve gittikleri geziden geldiğinde koşup onlara sarılıyor. çünkü hannah bu insanlarla gerçek bir bağ kurmayı başarmış. paradan, mevkiden veya eğitimden daha önemli olan şeyi sosyal bağlanmayı tecrübe ediyor.
    --- spoiler ---

    bu yazıyı normalde yazmayacaktım zaten bana göre bir entry olmadı bu. ancak sözlükte sürekli bir hipergami, the red pill, makam/mevki muhabbeti gözüme çarpıyor. bu hırsla dolup taşan insanların içindeki o asla dolmayacak olan boşluk bu aslında, adını kendim uydurdum ve buna sosyal bağlanma diyorum ben. dostluk ve arkadaşlık değil sadece. sosyal bir yaratık olan insanın samimi bir aile ortamı veya kendi olabileceği bir sosyal ortamı olmadan asla mutlu olamayacağı gerçeğini gözardı ediyoruz. öyle ki her şeyi evrimsel psikolojiyle açıklamaya çalışan insanlar bile bunu gözardı ediyor. muhtemelen evrimsel psikolojimiz içinde güç ve şehvet arayışından daha fazla bir başka insana bağlanmak, bir konfor alanı oluşturup bu alan içinde egomuzdan sıyrılmış biçimde çocuklar kadar saf halde kendimiz olabilmek arayışı da var. instagram malları, tinder motorları, facebook paylaşımları ve linkedin başarı hikayeleri bunları size veremez. bu insanlar bana kalırsa özbenliğini yitirmiş birer maske, birer kabuktan ibaretler. çünkü insanı insan yapan bir çok şey bu saplantıların içinde kayboluyor. insanlığınızı kaybetmeyin, elinizdeki tek gerçek şey bu.
hesabın var mı? giriş yap