• insanlar bize konuşmuyorsa bizim onları dinlemeyeceğimizi düşünüyorlardır.

    duygusal olarak karşılanmaya, kucaklanmaya, sevgi dolu gözlerle bakılmasına ihtiyacımız var. duygusal olarak karşılanmak, sizin yaşadığınız şeyi anlayan birilerinin olması demektir. sizin neler hissettiğinizi ve bunun sizin için ne demek olduğunu bilirler. bunu genellikle empati ya da aynalama tepkileri aracılığıyla anlarız. başkalarının bizim yaşadığımız şeyi tam olarak anlamaları mümkün değildir. ama en azından çabalamalarını isteriz. yaşadığımız şeyle ilgilenmelerini isteriz. baştan savıldığımızda ya da önemsenmediğimizde ya da o anda hissettiğimizden başka bir şey hissettiğimiz sanıldığında kendimizi izole edilmiş ve yalnız hissederiz. dinlenilmediğimiz zaman, yakınlık hissedemeyiz. bu yakınlık yoksa, sevildiğimiz ve değer verildiğimiz anlar azalır. "o"nun orada olacağına dair güven yitirilir.

    dinlemek lazım... bu çağda aylaklık etmeye, amaçsız etkinliklere, bir kahvede oturup öylesine laflamaya her zamankinden çok muhtacız. çünkü en çok insan ilişkileriyle bir ruhumuz olduğunu fark ederiz. ve karşımızdakinin de bir ruhu olduğunu hissederiz. dinlemek, başkalarının ritimlerine saygı göstermektir.

    insan insana susamıştır. durmak ve dinlemek lazım gelir. öteki için yapabileceğin en iyi şey; susmak ve dinlemek.
  • karşımızdaki insanın acısının bizi yakabilmesinin tek yolu.
    'ben' aradan çıkmadan ötekini dinleyemez ve anlayamayız.

    konuşanın bol olduğu bu zamanda işiten kulak sayısı çok az.
    dinlemeyi bilmeyen ne şifa olur, ne de şifa verir.
    dinlemek, ne söylenileceğini önden bilmek değildir.
    keşfe açık olmak, anlayışlı olmak demektir.
    kimse bize konuşmuyorsa, bizim onu dinlemediğimizi düşünüyordur.
    dinlemek şu dengesiz zamanda hekimliğe soyunmaktır. hem de okul okumadan...

    maalesef bu diyarda dinleyen adam bulmak zor.
    anlat anlat açılırsın derler, sonra seninki dert mi bir de benimkini dinle cevabını alırsın.
    hepimiz kovadaki suyu okyanus zanneden sinekler gibiyiz, boğulmak üzereyiz.
    tek çare var o da dinlemek.

    yalnızca kendi sesini dinleyenler başkasının sesini duyamaz ve dinleyemez...
  • "benim söylemek için çırpındığım gecelerde,
    siz yoktunuz"

    altıncı gün, özdemir asaf
  • erich fromm, dinlemek bir sanattır diyor.
    fromm'un , bu konudaki düşünceleri the art of listening (dinleme sanatı) isimli kitabında yer alıyor. kitap, fromm'un psikanaliz ve psikoterapi ile ilgili notlarının, ölümünden sonra yardımcısı tarafından derlenmesi ile oluşmuş, aslında bu yöntemlerin uygulanmasında dinlemenin önemine değinmek amacıyla yazılmış, bu vesile ile biz sade insana da ışık tutmuştur.

    dinlemek, "şiiri anlamak gibi bir sanattır" ve her sanat dalı gibi kendi kuralları vardır. fromm'a göre bu kurallar aşağıdaki gibidir;

    -bu sanatta alıştırma yapmanın temel kuralı, dinleyicinin dikkatini tamamen vermesidir.
    -dinleyicinin aklında önemli hiçbir şey olmamalıdır. açgözlülük ve kaygılarından mümkün olduğunca arınmış olmalıdır.
    -özgürce çalışan ama sözcüklerle ifade edilebilecek kadar da somut bir hayal gücüne sahip olmalıdır.
    -karşısındaki kişiyle empati kurma yetisine sahip olmalıdır.
    -böyle bir empati şartı, sevme yetisinin çok önemli bir yüzüdür. karşısındakini anlamak, onu sevmek demektir. bu cinsel bir sevgi değildir; kişiye ulaşma ve kendini kaybetme korkusunu alt etme anlamına gelen bir sevgidir.
    -anlamak ve sevmek birbirinden ayrılamaz. eğer ayrılırlarsa, bu düşünsel bir süreç olur ve işin özünü anlamaya giden yol kapalı kalır.

    dinlemek, empati kurmak, anlamak ve sevmek.. sıra takip eden bir zincir. birini çektiğinizde denklem çöküyor ve her şey dinlemekle başlıyor.
    insan diğerini dinleyebiliyor mu? uzun konuşanlardan nefret edilmesi bu konuda net fikir verir. aslında kısa da olsa kimse pek dinlemek istemiyor, dinlemiyor. hatta sanırım anlamak da istemiyor ama herkes anlaşılmak istiyor.
    oysa, insan dinlerken bazen kendisiyle ilgili izlere rastlar, kendisini de tanır.
    zaten psikologlar başkalarını anlamanın, kendimizi anlamak olduğunu söylüyor.
    başkalarına olan davranışlarımızın özde kendimize verdiğimiz değeri yansıttığını, anlaşılmayı isterken anlamanın önemini, bunun da dinlemekle başlayacağını göz ardı etmemek gerek. her şey bize geri döner.
    ve olur da anlarsak görürüz ki, anlamak dinlemekten bile daha büyük bir sanat..
  • gerçekten dinleyebilmen için konuşmaya fazla meraklı olmaman gerektiğini düşünmüşümdür hep. birisi konuşurken yüzüne bakıp, lafını bitirse de sıra bana gelse diye düşünüyorsan gerçekten dinlemiyorsundur. bunu fark ettiğim anda susarım ben. hiç dinleme, daha iyi.

    gözlerime bakmıyorsan ben konuşurken, eksik kalır söylediklerim. yaşamın sırrını da versem sana, anlamazsın. kelimeleri kendi kendime de söyleyebilirim, boşluğa bakarak da konuşabilirim, hiç konuşmayabilirim de. ama eğer 'anlat' diyorsan, önce gözümün içine bakacak cesaretin olacak.

    'bu muydu söyleyeceğin?' diye düşünmeyeceksin ben sözümü bitirdikten sonra. dinlemek hak vermek değildir, dinlemek fikrime ya da duyguma ortak olmak değildir. dinlemek benim söylediğime 'ben söylediğim için' değer vermektir. saçmalayabilirim, hiç yaşamadığın ve belki hiç yaşamayacağın şeyler anlatabilirim sana. sana tamamen ters gelen şeylerden bahsedebilirim. 'ne oldu?' diye sormuşsan, ben de anlatmışsam sana olan biteni ya da olmayanı ya da bitemeyeni; haklısın demesen de, saygı duyabilmelisin anlattığımın benim üzerimdeki etkilerine.

    böyle mi öğretildi bana, yoksa doğuştan mı geliyor bu meyilim bilinmez, çok önemserim ben dinlemeyi. sen sana ait olanı paylaşmaya değer gördüysen beni, seni anlamaya çalışmamam gibi bir durum söz konusu değildir. gözlerinin içine baktığım anda anlarsın zaten seni anlamaya çalışacağımı. çok duydum ben şu sözleri; 'ben kimseye anlatmam bunları, neden sana anlattım acaba?' yüreğin anladı, anlattı, ağzının payı yok bu işte... hepsi kalacak aklımda, sen olmasan dahi sözlerin var olacak bundan böyle. ölene kadar da kalacak dimağımda. önemseyeceğimi bildiğin için anlattın. herkes birisi onu gerçekten dinlesin ister. sen beni seçtin.

    'fazla dinliyorsun' dedi geçenlerde bir arkadaşım, ordan geldi aklıma bu muhabbet. belki fazla dinliyorum, kendimi de, başkalarını da. belki fazla ciddiye alıyorum, kendimi de, başkalarını da. belki arkadaşımın söylediği de yanlış değil; 'bu kadar abartma bu dinleme meselesini, çok önemli şeyler anlatmıyor hiç kimse.' biliyorum dışardan bakınca önemsiz görünüyor birçok şey, ama onun anlatmaya ihtiyacı varsa, içi içini kemiriyorsa, dinlemeye değmez mi?

    'kırılmak pahasına bile mi?'

    çoğu zaman 'evet'.
  • “ben hayatımda hiç dinlemedim” dedi. kendisi hakkındaki bu keşfin ardından da sordu “yalnızca ben miyim dinlemeyen yoksa herkes mi böyle?”. “herkes böyle değil, erkekler böyle ve sen tam bir erkeksin sen” dedim.
    dinlemek karşı tarafa verilen bir şeydir ve erkek dinlerse iktidarından bir şeyler kaybedeceği korkusunu yaşar; bu sebeple dinlemekten kaçınır. dinlemek yerine anlatan olmayı, seyredilen, yönlendiren olmayı tercih eder ki; bunu dinlenilmeme, kaale alınmama riskinin ağırlığına rağmen yapar. ilgi cepte, bir kez anlatan rolünü üstlendiysen. ama ya anlattıkların beğenilmezse? işte er kişi bu kaygıyla, olumsuz tepkileri bertaraf etmek için anlatıcılığını sürekli kılar, kişilik özelliği haline getirir, konuşur da konuşur… sıklıkla da güldürme denizine yuvarlar laflarını ki karşısındaki gülmekten olumsuz tepki veremeyecek hale gelsin. bir şeye gülmek için onu doğru bulmaya gerek olmadığından, karşısında anlattıklarına gülen birini gören erkek anlattıklarının içeriğinin olmasa bile anlatma tarzının onaylandığını hisseder. iktidarı onaylansın da, “haklısın” denmese de olur.
    içten içe bilir erkek, karşı taraftan öğrenebileceği bir şeyler olduğunu. ancak bu bilgiye varması için saf özgüvenden yapılmış ince bir tırmıkla eşelemesi gerekir içini. dinlememesi, hep anlatan taraf olmak zorunda hissetmesi, her konu hakkında söyleyecek bir sözü, her soruya bir cevabı olmak zorundaymış gibi davranması olağan ama “doğal” değil. çünkü o, doğal cinsiyetinden binlerce yıl uzakta. iktidar kostümünü üzerinden düşmesin diye öyle bir yapıştırıyor ki, bırakın sosyal hayatını, özel hayatında bile çıkaramıyor onu. aynı şey kadın içinde geçerli ama “kadın” ile “havva” arasındaki mesafe “erkek” ile “adem” arasındaki mesafeden daha kısa.
    işleri zor bu anlamda erkeklerin, yükleri ağır. öyle ki dinlemeyene kaba, dinlemediğini söyleyene dürüst öküz, dinliyormuş gibi görünene samimiyetsiz öküz muamelesi yapılıyor. hem anlatıcı rolünü üstlen, hem eleştirilme riskini göze al hem de öküzlükle itham edil. yazık erkeklere… elini bilekten bükerek konuşmak bile yasak ona. bu sebepten “rahatsız”, bu sebepten “kasıntı”, bu sebepten “kızlar da öküz sever” diye şarkı sözleri var. yine aynı sebepten her tarafta aynı sahne: erkek anlatıyor kadın da dinliyor ya da gülüyor. gerçi “kadınlar güldüren erkeklerden hoşlanır” tezi eğitim gören kadınların artmasıyla birlikte eleştirilir ve ortalıkta “ah sen güldüren erkeklerden hoşlandığımızı mı zannediyorsun” diyen kadınlarla karşılaşır olduk. eh onlar da iktidar sahibi artık ve mesela ekşi sözlük’te erkeklerin anlattıklarına gülmeyip bizzat kendi yazdıklarına gülen kadın yazarlar var. kabul güldürebilenleri de var ama… bu da olağan ve bu da doğal değil. bunların ardından “ahaaa beni güldürebilen bir kadın vay be” nidalarıyla iktidarını uyanık bir biçimde paylaşmayı kabul eden erkekler de türüyor ve bu böyle gidiyor. erkekler, (kadınlar dahil) her şeyi anlatmaya devam ediyor, ama artık kadınlar eskisi gibi dinlemiyor. onlar da konuşuyor. kimse kimseyi dinlemediği gibi, konuşmaktan kendilerini bile dinlemiyorlar. yine de konuşmak iyidir.
  • genelde dinlemeyiz, sıramızı bekleriz.
  • iyi müzik denk geldiğinde dinlemek gibisi yok, keza iyi bir vokal bulunduğunda da. melankolinin de dibine vurmak mümkün, pozitif enerjinin de.

    dinlemek, duymaktan farklı olarak, bazen gözlerini kapatıp boyut değiştirmek demek.. bazen paralel evrenlere selam çakmak..
  • karşıdaki içindekilerini duyurma gereği duyduğunda, duyanın gerçekleştirdiği bir duyarlılık eylemi.

    duymanın bir üstü, duyumlamanın bir altı.
  • en zor eylemlerden biri*.
    duyumun algılanması.
    isitmenin bir kac adım otesi.
    eğer bedenlerimizi dinlemeyi öğrenirsek her şeyin anlamını kavrayabiliriz.
    "konuşmakla meşgulken, 'o' nun sesini duyamazsın! ruhunu kristalleştir."
hesabın var mı? giriş yap