• dünyanın en çirkin binasının mimari.
    (bkz: gökkafes)
  • istanbulun icine eden binasiyla bu memlekette yasayan, ben dahil, pek cok insanin affetmeyecegi insandir... merak ediyorum o binanin onunden gecerken hakkikaten "afferim lan bana ne guzel is yapmisim" diye dusunuyor mu? hayir, dusunuyorsa, mimarligindan, gozunden ve haysiyetinden suphe edecegimdir...
  • süzer plaza olarak geçen o nadide parça gökkafes'i murat ilter adlı mimarla tasarlamış insan. artık bilemiyoruz binaya o fallik özelliğini veren kırmızı kukuletamsı "başlık" hangisinin cin fikridir. ve bir insan arsa özelliği taşımayan öyle eşsiz bir yere nasıl böyle bir heyula kütle tasarlar, kendisine teklif edilen böyle bir tasarım teklifini nasıl kabul eder, estetik nerededir, tarihe ve şehre saygı nerede kalmıştır, kent bilinci nerede unutulmuştur, ilke kelimesinin bir anlamı var mıdır..

    edit: aldığım bir uyarı üzerine düzeltiyorum: kırmızı olduğunu sandığım başlık artık mavi olmuş. önünden geçerken bakmamaya çalıştığım için kaçırmış olmalıyım bu ayrıntıyı. hala bakınca tüylerim diken diken oluyor da.
  • çükkafesten beterini de projelendirmeyi becermiş

    http://i.imgur.com/zi1am.jpg

    pennsylvania eyalet üniversitesi mimarlık ve mühendislik fakültesi ek binası projesi imiş bu

    olm seviyosanız o kadar gidin kalın bence. harbiden topunuz elele tutuşup temelli okyanus ötesine pennsylvania'ya yerleşseniz de dönmeseniz
  • gökkafesin, istanbul için bir referans noktası oldugunu söyleyerek kendini savunan mimarımsı.
  • gotkafes in ucu her renk degistirdiğinde birilerine dava acan mimar
    (bkz: gokkafes)
  • hiç iyi bilmezdik. zeki olması, varlıklı olması, iyi eğitim alması falan maalesef onu iyi insan yapmıyor, iyi mimar da yapmıyor.

    iyi bir mimarı bırakın, herhangi bir istanbulluyu tiksindirecek bir yapıyı istanbul'un kalbine saplamıştır. "o yapmasa, başkası yapardı" denebilir, doğrudur başkası yapardı. ama işte bu gibi durumlar her meslek erbabı için bir sınavdır. kimi bu sınavı verir, kimisi veremez. doruk bey sınıfta kalmıştır, kimse onun ahlaklı olduğu falan iddia etmesin.

    kendisi bana nazi almanyası emrinde gururla çalışan sanayici, mimar ve mühendisleri anımsatıyor.

    onu hatırlıyacağız. nasıl bir mimar olmamalıyız? mesela doruk bey gibi olmamalıyız. o şekilde hatırlayacağız.
  • aynı zamanda odtünün ilk mezunlarından ve 1 öğrenci numaralı mezunuydu. huzur içinde yatsın.
  • mimar mehmet doruk pamir; doruk bey, doruk abi, mentorum, arkadaşım, yaşamayı, yemeyi, içmeyi ve gezmeyi öğreten doruk hocam ile 2014 yılında tanıştık. merdiven çıkamaması canını sıkıyordu. o sıralar ben kendisinin ingiliz erkekten arkadaşı attila bey'in tedavisi ile meşguldüm. fizyoterapist tavsiyesini attila bey vermiş mekanı cennet olsun, iyi ki de vermiş. gözlemleyebildiğim evrendeki en naif, en mütevazı, en neşeli, en dost canlısı, en zeki insan ile tanışmıştım. çok kısa sürede çözdük problemini ama o kadar iyi anlaştık ki doruk bey ile, "biz haftada bir egzersiz yapalım ben zaten morukladım, zararı olacak değil ya" dedi. ondan sonra her hafta sonu kahve, egzersiz, kahvaltı rutinimiz başladı. arkadaş olmuştuk aslında, benim ikinci dünya savaşına hep bir ilgim vardır çocukluktan beridir, silahları, kişileri, dönemin özellikleri hep çeker beni, ama bunları konuşabilecek bir arkadaşım olmamıştı. ne tesadüf ki, doruk bey'in ikinci dünya savaşında kullanılan, tanklar, uçaklar, lokomotifler hatta gemi ve denizaltılar için koleksiyonu vardı. ve bu adam aslı ile ölçü ve görünüş bakımından bire bir olan bu onlarca maketin neredeyse tamamını kendi elleri ile yapmıştı. hepsinin çıkış yılını, özelliklerini, güçlü ve zayıf yönlerini ezberden müthiş bir akıcılık ile bilebiliyordu. hayran olmuştum, ucundan kıyısından öğrendiğim üç beş şeyi konuşacak kimseyi bulamazken, sadece dinlemek istediğim biri çıkmıştı karşıma. çok güzel bir abrams tankı da hediye etti bana, anlamıştı en çok tankları sevdiğimi. onlar hakkında fikir beyan edebiliyor diğerlerini sadece dinliyordum. rafinelikte çığır açan başka bir zevki de filmlerdi. ama bu bizim anladığımız abi şu filmi izle fenaydı cinsinden bir ilgi degildi bu. onlarca film önerdi, tamamını izleyemedim ama izlediklerimden biri bile kötü değildi. film listesini ayrıca vereceğim. bu filmleri öyle bir yerden bakarak da söylemiyordu. şöyle arkaya yaslanıp önce oynayan başrolü seviyorsa ikinci başrolü de söyleyip sonra filmin adını, yılını ve yönetmenini söylüyordu. yüze yakın film için bunu yapabilen bir zihni vardı. beni en çok şaşırtan bu filmlerin tamamının film müziğini bir çırpıda mırıldanabiliyor oluşuydu. emin olamazsa sen bulabiliyorsun aç bakalım müziği böyle miydi diye sorar ve hiç yanılmazdı. ondan daha iyisi shazam'dı, çok kıskanmıştı o programı, trt 3 de çıkan bir parçanın adını hatırlayamadı, yapmaması gereken bir şey yaptı ve bana sordu. :) ben nereden bileceğim tabi, ama eşim shazam'ı öğretmişti ve telefonumda vardı. hemen dinlettim ve parçanın adını söyledim gözleri açıldı tabi, nasıl bildiğimi anlattım programı onun telefonuna da kurdum, çalan klasikleri önce tahmin ediyor sonra oradan kontrol edebiliyordu. tavsiye ettiği filmlerin müziklerini büyük bir zevkle dinler, "bak şimdi keman girecek' derdi ve girerdi. bunu dediği filmi 1949 izlemiş olabiliyordu. daha 10 yaşındayken üst katındaki amerikalı bir beyin getirdiği filmleri izlemiş, mıh gibi kazımıştı aklına. müze tavsiyeleri yapılacaklar listemde tabi, herkes paris'te louvre müzesi derken o centre de pompediu'ya git ve şurada soğan çorbası iç gel demişti. onun dediği yere gidebilmek için sevgili eşim fulya ile paris'teki sarı yelekliler gösterilerinin en pik yaptığı günde, yanan arabaların olduğu sokaklarda 3 km yürümüştük. ama öyleydi doruk bey, gerçek bir entelektüeldi. en başta dürüstdü, o zekânın altında ezilmemişti. 6 yaşında bugünkü boğaziçi üniversitesinin olduğu yerdeki amerikan kolejinin sınavlarını kazanıyor, mülakata çağırıyorlar. soru basit niye burada okumak istiyorsun diye soruyorlar, küçük doruk tereddütsüz "annem de buradan mezun, yakın da oturuyoruz o nedenle" diyor. o ana kadar içeri giren her çocuk şöyle büyük adam olacağım böyle başbakan olacağım bilmem ne derken o sadece düşündüğü şeyi söyleyebilmiş ve adamlar hemen kabul etmişler. nitekim babası amerikalılar ciddi adamlar değiller oğlum diyip kendisini ingiliz erkeğe yazdırmış. ara ara bana ingiliz kahvaltısı ismarlaması da bu yüzdendir. çok erken yaşta babasını kaybetmesine rağmen kendisini bu kadar yetiştirebilmesi, odtü mimarlık, massachusetts ve harvard masterları hayran olunmayacak gibi değildi. daha garibi bunları anlatırken basit bir işten bahseder gibi söyleyip geçer üzerinde durmazdı. amerika'daki döneminde eşi melis pamir ile yaşadığı başkasının çantasını yanlışlıkla alma anısını anlatırkenki çocukça mutluluğu komik kavramını bizden çok daha iyi kavradığını gösteriyordu. oksimoron kelimesine hastaydı, oksimoron olan her durum ilgisini ayrı bir çekerdi. uçak mühendisi veya filolog da olabilirdi. uçak marketlerindeki bernoulli ilkesini anlatırken veya bir kelimenin kökünü kovalarken ki heyecanını görmeniz gerekirdi. melis hanım'ın her gün çözdüğü bulamacalara katkısı tartışılmazdı. çok şanslıyım ki, hayatımdan 8 sene de olsa bir doruk pamir geçti. sizlere anlatmaya kıyamadığım anıları, tavsiyeleri, to do listleri ile hep benimle olacaksın doruk abi, roma'da, münih'te, berlin'de, londra'da, varşova'da, petersburg'ta tavsiye ettiğin bütün müzelerde ve restoranlarda senin baktığın yere, senin gibi bakmaya çalışarak, senden bir şeyleri yaşatacağım. diş hakkım olsun, hoşçakal.
  • 1938 istanbul dogumlu. odtu mimarlık mezunu. 1962- 1966 yillari arasinda `harvard university de urban design ve grafik uzrine master yapan mimar. akademik kariyeri de gayet zengin olan bu mimar, huysuzlugun ve aksiligin en cok yakistigi insandır.
hesabın var mı? giriş yap