• -düşünce-

    ülfet belâlı şey, fakat uzlet sıkıntılı,
    bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?
    insanlar anlaşıldı. cihânın da sırrı yok,
    kalsaydı terkeşimde bugün tek bir altın ok
    en tatlı bir hayâl için atmazdım ufkuma.

    dalsın yakında gözlerim artık son uykuma!

    "yalnız duyan yaşar" sözü, derler ki, doğrudur
    "yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.
    gördüm ve anladım yaşamak mâcerâsını,
    bâkiyse rûh eğer dilemezdim bekasını.
    hulyâsı kalmayınca hayâtın ne zevki var?

    bitsin, hayırlısıyle, bu beyhûde sonbahar!

    ölmek değildir ömrümüzün en fecî işi,
    müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.

    yahya kemal beyatlı

    iç. "kendi gök kubbemiz", istanbul fetih cemiyeti yayınları no: 47 / yahyâ kemal enstitüsü no: 4 / yahyâ kemal külliyatı no: 1, 3.b., istanbul-1967, s. 87-88.
  • düşünceler, meydana gelmek için hem bilgiye hem de boşluğa ihtiyaç duyar (bkz: boşluk), (bkz: sınır) ve (bkz: biçim). bir nevi varlık ve yokluk arasında uzanan bu sancının, bir ikilem doğurmaması için dengeye ihtiyacı vardır. bu dengenin ne yöne doğru bozulduğu ise düşüncenin kaderini belirler. bilginin çeşitliliği ve içeriği, düşüncelerin bağlamlar yahut bağlantılar eşliğinde çıkarımlara uzandığı yolda büyük etkiye sahip olsa da, veri kirliliği, düşüncenin sağlıklı doğumunu engelleyebilir. şayet düşünceler, bilgiye çok fazla tutunursa yorumdan gelen kendine özgü anlamı kaybedebilir ve hatta kimi zaman birer malumattan öteye gidemez. yorumun meydana gelebilmesinin şartı (adına ister "karanlık" ister "sessizlik" diyelim), bir çeşit boşluktur. düşünce, var oluşunun ilk anlarında bilgiye şiddetle ihtiyaç duyarken, boşlukta kendine yer bulamamış; yani yoruma ulaşamamış düşünce de evrimini tamamlayamaz. denilebilir ki düşüncelerin, bilginin aktarımına mı, yoksa yeni düşüncelerin doğuşuna mı hizmet edeceği, düşüncenin, hangi sınıra daha yakın olduğu ile belirlenir.

    çağımızda bilgiye ulaşma yollarının son derece basite indirgenmiş olmasının sağlayacağı aydınlanma potansiyelinin, insanların düşünce dünyalarının büyümesinde bir ivmeye neden olacağı zannedilebilir. fakat bu bir yanılgıdır ve işleyiş tam tersi istikamete ilerlemektedir. yani bilgiye kolayca ulaşmanın ve onu kolayca paylaşabilmenin getirdiği potansiyel, insanların genelinin kapasitesiyle ve bilgi ile kurduğu ilişkinin niteliğiyle sınırlı kalmıştır. bundan daha acı olanı ise sürekli yayılan veri kirliliği, düşüncenin evrimini engellemekte ve (taklit, intihal vb. semptomlar eşliğinde) bir nevi yaratıcı düşünce yetmezliği hızla yayılmaktadır.

    insanlık, hayatın hemen hemen her alanında yoğun bir veri bombardımanın altında kaldı ki yaşanan bu krizde insanların çoğunun, birbirini belirli bir hizaya çekerek dönüştürmesiyle ortaya çıkan tekdüzelik, bir felaket boyutuna ulaştı. dönüşüme direnenler, her geçen gün yeni kategoriler altında yaftalandılar ve daha da ileri gidildiğinde, zan altında bırakıldılar. çünkü tekdüzelik, toplumsal huzur ve güven duygusu ile bağdaştırılırken, onun sınırlarında kalan fikrî her unsur, yıkıcı ve kaotik olarak kabul edilmişti (bkz: kaos). edebiyat, sanat ve felsefe alanlarında, üretkenlik bağlamında görülen bariz kısırlığa rağmen, insanlık, tek tip birey olma yolunda hevesle ilerlemektedir. konunun içeriğinde yer almasa da, arka planda nedenler ve olası sonuçlar bakımından göze çarpan bir gerçek olarak, normları ve değerleri belirleyenlerin tek yapması gerekenin, insanlığın kendi kendini nasıl sıradanlaştırdığını izlemek olduğunu da bu noktada belirtmek gerekir.

    düşünce dünyalarında yaşanan bu kuraklığa yahut verimsizliğe neden olan iletişim krizinin nasıl var olduğunu ve etkilerini anlamak adına, meselenin temeline inmek; yani en başa dönerek bilgi ile düşünce arasındaki ilişkiyi daha ayrıntılı şekilde irdelemek önemlidir. bilindiği üzere düşüncelerimizin varoluş şartı, insanî bilinçtir; bu anlamda bilinçsiz bir varlık, düşünemez. bilinç, düşünceyi bilginin rehberliğinde; yani algılayabildiği verilere ve imgelere dayanarak üretir. ilk olarak algılanan nesneler, kişiler ve olaylar üzerine bazı ilkel tepkiler oluşur, akabinde anlama, yani idrak etme şekline göre, bu tepkiler üzerine düşünceler inşa edilir. söz konusu nesneler, kişiler, olaylar ve hatta olgular olduğunda, düşüncenin bu şekilde gelişmesi son derece gereklidir. gözlemler ve yapılan çıkarımlar üzerine gelişen düşünceler söz konusudur ve bu, bilginin iletimini de fazlasıyla kolaylaştırmaktadır. bu basamaklar, bugünün toplumlarındaki popüler insan profili ile birlikte düşünüldüğünde, tekdüzelik ve onun seviyesi daha iyi anlaşılabilir.

    insanların çoğunun düşünceleri kişiler, olaylar ve olgular boyutunda kalır, çünkü soyut düşünmek aklı zorlamayı gerektirir ki bu da dişe dokunur bir kâr marjı, kahkaha ya da pohpoh vaat etmez. coğunlukta oluşan bu düşüncelerin, anlama boyutunda ne derece verimli şekilde oluştuğu sorunu tartışmaya açık olmakla birlikte, analitik ve eleştirel düşüncenin yerine, pratik şekilde sonuca ulaşma ethosu göz önüne alındığında, düşüncelerin ne kadar sağlıklı olabileceği sorgulanabilir. bu sağlıksız metodu bir kenara bıraksak, yani çözümlendiğini düşünsek bile düşünceler, toplumun genelinde soyut düzeye, yani kavramlar düzeyine erişemeyecektir. hâlbuki yaratıcılığı tetikleyen, soyut düşüncedir. bilgi aranırken takınılan popüler tavır, kişiler ve olaylar zemininde dolaşmaktır; kavramlar âlemi pek ilgi çekici değildir, "can sıkıcıdır", "kafa açar" (çünkü hayatlar, derslerini almış olmakla övünürler). insanların, basitçe elde ettikleri bu veriler hakkındaki fikirleri, bilgiye tutunmuş ilkel tepkiler hâlinde kalır; "nerede, ne oldu?", "kim, ne yaptı?" sorularının cevapları heyecan vericiyken, "neden ve nasıl?" soruları o kadar ilgi çekici olmaz, bu soruların cevabı da en kestirme şekilde verilip geçiştirilmeye çalışılır. bu tip düşüncelerin çokluğunu, onları yayan insan sayısının fazlalığı ve iletişim imkânlarının genişliği ile birlikte düşünüce, sonuç cidden korkutucu.

    toplumlar dönüşürken, belirli dinamikler, son hızla insanların birbirlerini dönüştürmesine hizmet ediyor. durum böyle olunca, çoğunluğun normlarının ve değerlerinin etkisi her geçen gün daha fazla hissediliyor. insanlar kendilerini, çoğunluğun düşünce kalıpları içinde, güvende ve de huzurlu hissediyor. aksini iddia eden düşüncelerin sahipleri sindirilmeye çalışıyor. günümüzde yaratıcı düşünce kısırlığına sebep olan unsurların ilk basamağı olarak bu düşünce setini sayabiliriz.

    diğer yandan, toplumun genel anlayışının düşüncelere vurduğu zincirleri kıran kişilerin önündeki engellere değinmek gereklidir. düşünceleri genel kanı itibariyle huzursuzluk verici ya da herhangi bir biçimde olumsuz şekilde değerlendirilen bu insanların önündeki bir engel olarak, yine veri kirliliğini görmek mümkündür. günümüzde bilgiye ulaşılabilecek platformlarda, gerçeklikten uzak "fast food" bilgilerin çokluğu, merak edilen bir konu üzerine araştırma yapmayı ciddi anlamda zorlaştırmaktadır. bilgi kaynağı konusunda seçici davranılıp belli kriterlere göre eleme yapılsa dahi, bu sadece düşüncenin evriminde bir basamaktır. elde edilen bilgilere sıkı sıkıya tutunmuş düşünce kalıpları, toplumun genelinin sahip olduğundan sınıfsal olarak ayrılsa da, kendi içinde özgünlüğe kavuşmaktan yoksundur. gümünüzde entelektüel anlamda yapıldığı düşünülen, kişiler arası konuşmalarda yahut burası* gibi platformlarda paylaşılan metinlere bakıldığında, bunu fark etmemek elde değildir. seçilmiş olduğu görülen bilgilerin konuşmalarda yahut metinlerdeki yoğunluğu, aktarıcının soyut düşünce üretmekten ve yorumlamaktan mümkün mertebe kaçındığını gösterir. nitekim bu durumda paylaşılanlar entelektüel bir malumattan öteye de gidememektedir. amaç sadece mevcut olan bilginin aktarımıysa izlenen yolu mazur görmek mümkündür ki bu yine de, aktarılan düşüncelerin büyük ölçüde "bilginin hamalı" olmaktan öteye geçemediği gerçeğini değiştirmez. insan bilginin ihtiyaçlarına nasıl cevap vereceğini idrak edemediği müddetçe, bir bilgi taciri olmaktan; ilettiği düşünceler ise bilgiyi taşıyan makineler olmaktan ileriye gidemez.

    bilginin ihtiyaçları değerlendirilirken elbette bilginin ait olduğu boyut çok önemlidir. söz konusu, doğa bilimleri olduğunda elde edilen veriler kimi zaman analiz edilerek değerlendirilir, kimi zaman bilimsel metot izlenerek, kontrollü deneylerle onaylanır ya da yanlışlanır. doğa bilimlerinin bulgularının aktarımında düşüncelerin büyük ölçüde bilgiye tutunması kaçınılmaz. fakat bu alanda vizyon ve misyon hususunda oluşturulan düşünce setinde sorunlar yaşanabilir. sonuçta amaç ve izlenecek yol söz konusu olduğunda, insan faktörü ön plana çıkar ve bu yüzden de, bu konudaki düşüncelerin evriminin tamamlanmasına ihtiyaç vardır. beşeri bilimlerde ise bilginin gerçekliği konusunda yorumun üstlendiği görevlerin tartışılması bile, yorumun bu alandaki değerini anlatmak adına yeterlidir. bu alanlarda bilgiyi doğrudan yansıtan düşünceler, bilginin aktarımında büyük kolaylık sağlarken, iletişimin etkinliğini ve verimini düşürebilir. yoğun alıntılarla, olaylarla, olgularla bezeli bir anlatım, düşünmeye fırsat vermeyeceğinden, anlama sürecini baltalar. hâlbuki anlatıcı, düşüncelerini yer yer yorumlarıyla destekleyebilmiş olsa okur, düşünmeye fırsat bulacaktır ve bu yorumlar yer yer yeni düşüncelerin önünü açacaktır. peki bu yorumların doğabilmesi ne gereklidir? belki de gerekli olan ilk unsur, veri trafiğinden uzak ve yorumların düşünceler arasında kendine yer bulabileceği boşluktur.

    bu boşluğun oluşmasına en çok fırsat veren alanların başını ise felsefe, edebiyat ve sanat çekmektedir. her biri hakikate kendi metotlarıyla yürümeyi tercih etse de biri akılla, diğeri hem akıl hem ilhamla, ötekisi saf ilhamla yaşar; sonuçta yoruma ihtiyaç duyarlar. hatta yorum ve soyut düşünceler, üretkenliğin eseridir. bu alanlardaki üretkenliğin artması için, zihinde mümkün olduğunca boşluk yaratabilmek de gereklidir. bilgi konusunda gerekli seçiciliği göstermenin zaten başlangıçta sergilenmesi gereken bir tutum olduğunu bilerek, elde edilen verilerin zihinde oluşturabileceği kargaşanın da önüne geçmek gerekir. bunun için insan, kimi zaman yorumlayabileceği kadarıyla yetinmesini de bilmelidir. bu boşluk hem karanlık hem de sessizlik olarak transpoze edilebilir. mesela insan, felsefe ile ilgilenirken karanlık noktalar bulmalıdır. özne, akımları ve bu akımların önde gelen isimlerini incelerken yoğun bir aydınlanmaya maruz kalırsa bir karanlık nokta bulup oraya sığınmalıdır. kendince orayı aydınlatmak için uğraşmalıdır. yeri geldiğinde dışarıdan gelen seslere kulağını tıkayıp mağarasına kaçmalıdır. düşüncelerinin şarkısını orada bestelemeye çalışmalıdır. bu şekilde akıl, duygusal aşkınlığı yakalayabilir ve gerçek anlamda yaratıcılığını ortaya koyabilir.
  • düşünceler zayıf birer fiildirler; fiiller zahire çıkacak kadar güçlenmiş düşüncelerdir.

    düşünceler sürekli işlenir, tekrar edilir ve yeteri kadar üstünde durulursa, zahir plana çıkacak gücü toplamayı başarırlar.

    hatırlanmayan, tekrar edilmeyen, üstünde durulmayan düşünceler gün geçtikçe solarlar, sonunda yok olurlar. işte bu hakikate istinaden negatif düşüncelerin (vesveselerin) üzerinde durmuyoruz. hatta onlara bırakın karşı çıkmayı, cevap dahi vermiyoruz. zira karşı çıkmak, cevap vermek bile bir tür ilgilenmek ve üzerinde durmak işlemi olduğu için onlara güç verecektir. böylece güçleri nispetinde negatif yayın yaparlar yani bir nevi sürekli bize bedduada bulunurlar. yeterince güç toplamayı başarırlarsa da günahlar ve haramlar olarak fiil düzeyine çıkarlar. bunlar fiil olduğu için kendimize etmiş olduğumuz büyük beddualar hükmündedirler; çünkü en güçlü dua, fiili olan duadır. sonuçta da bunlar geri besleme yoluyla düşünceyi çok daha olumsuz yönlere kaydırırlar; yani vesvesenin yoğunluğu artmış olur ve kısır döngüye kapılıp battıkça batar hale geliriz.

    bu mekanizmayı aynıyla olumlu yönde de istihdam edebiliriz. zaten düzenli ve disiplinli mesnevi okumaları yapmamız bu mekanizmayı müspet yönde kullanmak içindir. yine aynı nedenle, bilinçaltı kirli kimselerin yazdıkları kitaplar okunmamalıdır. zira bunlar bizim bilinçaltımıza şer tohumları ekerler. bestseller romanlar, hikayeler okumak , abuk sabuk tv dizileri seyretmek tahrip edicidir.

    not: dikkat ederseniz aslında hiçbir şey birbirinden kopuk değil; hayatımız hepsi birbirine bağlı dua denilen iç içe süreçlerden oluşuyor.
  • düşünce, yuvarlanan bir tenekedir. liseli bir çocuksundur, kravatını gevşetir tekmeleye tekmeleye eve gidersin. dışarıdakiler tenekeyi boş sandıkları için hatalıdırlar,onu ve o yolu aklındaki dünyayla doldurmuşsundur.
  • "düşüncenin doğasında iletilmek vardır : yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. düşünce çimen gibidir. ışığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür."
    ~ursula k leguin~ | ~the dispossessed~
  • beynin urettigi elektrik akimlarinin genel adi.
  • "düşünceler insanın canını acıtmıyor; biraz sersemletiyor o kadar. şiddet değil, süreklilik insanı yıkıyor."
    (oğuz atay, "tehlikeli oyunlar"dan)
  • zihnin, beyin kasesinde rastgele olta gibi takıldığı ve /ya kasten kopça gibi ilişiverdiği holografik şekiller, kelimeler vesaire vesaire vesaire. ve sonra şanzımanlı arçelik çamaşır makinesinde yıkanan çamaşırların langır lungur döngüsü gibi ordan oraya yer etmiş karelerin ya da yeni oluşturulan senaryoların savrulması eylemi. yorucu.
  • ilk olarak 1981 yılında ağlamak güzeldir albümüyle tanıdığımız süfer ve senfonik bir şarkı.
    sözleri sezen aksuya, müziği atilla özdemiroğluna ait..

    bakalım düşünceye düşünce neler söyleniyormuş?

    istesen de yok desen de
    düş misali bir an gözlerinde
    islanır bir şey yutkunursun
    sarılır boynuna hissetmesen de

    gel demek bu kadar mı kolay
    git demek bu kadar mı kolay
    gün gelir istekler ihtiraslar insanı boğar

    sevmenin de sevilmenin de
    bir bedeli var aşar tenimizi
    duygularına dur desen de
    susturmak ne mümkün düşüncemizi

    gel demek bu kadar mı kolay
    git demek bu kadar mı kolay
    gün gelir istekler ihtiraslar insanı boğar

    dıdım dım dım..
  • maddenin en üst bir yansıması yahut başka bir açıdan bilinç.
hesabın var mı? giriş yap