• entel gorunmek pahasina yazacagim bu pasaji. steinbeck'i severim. bu kitabini da severim. bu pasaji pek cok severim.

    “adem, karısı havva’yı tanıdı, kadın gebe kaldı ve kabil’i doğurdu ve tanrı’nın yardımıyla bir insan yarattım, dedi. daha sonra kardeşi habil’i doğurdu. habil çoban oldu ve kabil çiftçi oldu. kabil dünya meyvelerinden oluşan bir armağan sundu tanrı’ya ve habil’de öte yandan, sürüsünde ilk doğan yavrulardan ve yağlardan oluşan bir armağan sundu. tanrı habil’e ve armağanına beğenircesine baktı; ama kabil’i ve armağanını beğenmedi. kabil çok kızdı ve yüzü asıldı. ve tanrı kabil’e şöyle dedi: “neden kızdın ve suratın asıldı? kuşkusuz iyi davranırsan, yüzün dik olur ve kötü davranırsan, günah kapına dayanır ve istekleri sana yönelir, ama sen, sen ona egemen olursun.

    o sırada kabil, kardeşi habil’le konuştu; ama ikisi de tarladaydılar. kabil kardeşi habil’in üstüne atıldı ve onu öldürdü. tanrı kabil’e şöyle dedi “kardeşin habil nerede?” o yanıt verdi: “bilmiyorum, ben onun bekçisi miyim?” ve tanrı şöyle dedi: “ne yaptın? kardeşinin kanının sesi topraktan bana haykırıyor. şimdi senin elinden kardeşinin kanını almak için ağzını açan toprak tarafından lanetleneceksin. toprağı ektiğin zaman, o sana artık zenginlik vermeyecek. yeryüzünde serseri ve göçebe olacaksın.” kabil tanrı’ya şöyle dedi: “cezam dayanılmayacak kadar büyük. işte bugün beni topraktan kovuyorsun; senin yüzüne görünmeyeceğim, yeryüzünde serseri ve göçebe olacağım ve kim beni bulursa, öldürecek.” tanrı ona şöyle dedi: “eğer birisi kabil’i öldürürse, kabil cezasını yedi kat ödeyecek. ve tanrı onu bulan kişinin öldürmemesi için kabil’in üzerine bir işaret koydu. sonra, kabil, tanrı’nın gözünden uzaklaştı ve cennetin doğusundaki ud toprağında oturdu.”

    adam, lee ve samuel öyküyü tartışırlar, bu, tanrı’nın haksızlığı, suçla, öç almayla, vicdan azabıyla, adam’ın kardeşiyle ilgili. bu kısmı geçip, lee’nin öyküdeki bir tutarsızlığın üzerine gitmesine geliyorum.....

    “tekevvün’ün dördüncü bölümündeki on altı ayeti bize okuduğunuz günü anımsıyor musunuz?” diye samuel’e sorar lee.

    “çok iyi anımsıyorum, uzun zaman önceydi.”
    “yaklaşık on yıl oluyor” diye karşılık verdi lee. öykü beni çok etkilemişti, sözcük sözcük yeniden okudum onu. üzerinde düşündükçe bana daha anlamlı geldi. o zaman bizdeki çevirilerle karşılaştırdım, birbirlerine çok yakın. canımı sıkan tek bir pasaj var. king james çevirisinde, yahova kabil’e sorduktan sonra şunu ekledi: “elbette, eğer iyi davranırsan, yüzünü kaldırırsın; eğer kötü davranırsan, günah kapıda durur ve onun arzuları sana yönelir, ama sen ona egemen olacaksın.” buradaki “sen ona egemen olacaksın” ilgimi çekti, çünkü kabil’e günah işlemene egemen olacaksın, anlamında verilen bir sözcük bu.

    samuel razı oldu:
    “oysa ki çocukları, ona tamamen egemen olamadılar,” dedi.
    lee kahvesini içti:
    “bunun üzerine akıcı bir amerikanca incil edindim. tarihi pek yeniydi ve bu pasajı diğerlerinden farklıydı. orada: “ona egemen ol,” diyor; farklılık da buradan kaynaklanıyor. bu bir söz değil, bir buyruktur. bununla ilgilenmeye başladım, asıl yazarın yazmışolduğu fiilin hangisi olduğunu merak ettim, neden bu konu farklı çevirilere yol açıyordu.”
    ...
    samuel fincanını boşalttı.
    “bu kadar ilgilendiğiniz şeyi bilmek isterdim,” dedi.
    “bu denli önemli bir öyküyü kavramış olan bir insanın, demek istediği şeyi kavradığını ve metnin de karmaşaya yol açmayacağını sanıyordum ben.”
    “insan mı diyorsunuz? bunun tanrı’nın parmağını mürekkebe batırarak yazdığı kutsal bir kitap olduğuna inanmıyorsunuz demek ki?”
    “bu öyküyü tasarlayan kimsenin tuhaf bir biçimde kutsal olduğunu sanıyorum. çin’de böyleleri var.”
    ......
    “size gittikçe daha da çinlileştiğimi söylemiştim. öykümü sizin için anlatmak üzere san fransiko’ya bizim aile birliğimizin merkezine gittim. .... ben oraya gittim, çünkü ailemizde belirli sayıda, çok bilgili yaşlı beyler var. onlardan biri, sizin konfiçyus adını verdiğiniz bir başka bilginin bir cümlesi üzerine yıllarca düşünüp kalabilir. bir sözcüğün anlamı konusunda beni aydınlatacak birini bulabileceğimi düşündüm. onlar, öğleden sonra, iki afyon piposunu içerler, bu onları dinlendirir ve zihinlerini açar. sonra bütün gece derin düşüncelere dalarlar... bu bilgelerden birine sorunumu saygıyla sundum. ona bölümü okudum ve ne anladığımı söyledim. ertesi gece, içlerinden dördü toplandı ve benden kendilerine katılmamı istedi. bütün gece tartıştık. (lee güldü.) size tuhaf gelebilir bu,” dedi. “bunları pek fazla insana anlatmayı göze alamam sanırım. düşünebiliyor musunuz, bu pek saygın dört bay, en genci doksan yaşını aşkındı, ibranice öğrenmeye kalkışmaz mı? kendilerine yardım etmesi için bir haham tuttular...işin kökenine kadar gittiler.”
    “ya siz?” diye sordu samuel.
    “gururlu ve açık ruhlarının güzelliğiyle büyülenip ben de izledim onları. ilk kez soyumu sevmeye başladım. çinli olmayı istedim. her on beş günde bir onlarla birlikte olmak için gittim, buradaki odamda bile sayfalarca yazı yazdım. var olan tüm ibranice sözlükleri aldım...
    “iki yılın sonunda, birbirimize, tekevvün’ün sördüncü bölümündeki on altı ayeti yorumlayabileceğimizi söyledik. benim yaşlı baylarım da, fiilin çok önemli olduğunu anladılar: sen ona egemen olacaksın ve egemen ol. işte o zaman altın damarını bulduk: yapabilirsin. günaha egemen olabilirsin. o zaman yaşlı baylar gülümsediler ve baş salladılar, bu yılların boşa gitmediğini anlamışlardı. ilk adımdı bu. çin ipeğinden kozalarını parçaladılar ve sizinle konuştuğum şu anda da yunanca öğreniyorlar.
    “akılalmaz bir öykü bu” dedi samuel. “bunu iyice anlamaya çalıştım, belki de bir şeyler kaçırmış olabilirim. bu fiil neden bu kadar önemli?”
    yarı saydam fincanları doldururken lee’nin elleri titredi. fincanındakini bir dikişte bitirdi.
    “anlamıyor musunuz?” diye bağırdı sert bir sesle. “incil’in amerikanca çevirisine göre, insanlara, günahlarına egemen olmaları için verilen bir buyruktur bu, buna bilgisizlik diyebilirsiniz siz. king james’in çevirisindeki “ona egemen olacaksın” cümlesinde, insana günaha egemen olması sözü veriliyor. ama ibranice’deki “timşel” sözcüğü, yapabilirsin demektir, seçimi insana bırakıyor. dünyanın belki de en önemli sözcüğüdür bu, “yapabilirsin” sözcüğü. yol açıktır anlamına geliyor. sorumluluk insana düşüyor, çünküü yapabilirsin sözcüğünde yapamazsın anlamı da vardır, anlıyor musunuz?”
    “evet anlıyorum. ama yine de bunun tanrısal bir yasa olduğuna inanmıyorsunuz siz. neden bunun önemli olduğu duygusuna kapılıyorsunuz?”
    “ah!” dedi lee. “size uzun zamandır söylemek istediğim de buydu. bu soruları soracağınızı önceden sezdim ve hazırlandım. düşünceyi etkileyen her cümle ve pek çok insanın yaşamı önemlidir. mezheplerde ve kiliselerde, milyonlarca inanmış insan “egemen ol” buyruğuna uyuyor ve bütün ağırlıklarını itaat etme üzerine veriyorlar; milyonlarca başka inanan da “oan egemen olacaksın sözündeki yazgısına inanıyorlar ve yaptıkları hiçbir şeyin, yazgının akışını durduramayacağını sanıyorlar. ama insanı yücelten ve tanrıların katına çıkaran “yapabilirsin” sözcüğüdür, çünkü o güçsüzlüğü, kirlenmişliği içinde, kardeş katili olma durumunda, önemli bir seçim yapmak zorunda kalır. yolunu seçebilir, bu yolu aşmak için savaşabilir ve yenebilir.”(bkz: john steinbeck)
  • içerisinde, iyilik ve kötülük üzerine şu satırları bulunduran bir john steinbeck gerçeği.

    ''şuna inanıyorum ki, her insan, yüzeydeki bütün zayıflıklarının altında, iyi olmak ve sevilmek ister. gerçekte, kötülüklerin çoğu, sevgiye kısa yoldan ulaşmak için harcanan çabalardır. bir adam öldü mü, yetenekleri, etkinliği, dehası ne olursa olsun, eğer sevilmeden ölmüşse, yaşamı boşa gitmiştir, ölümü soğuk bir dehşet olur. bana öyle geliyor ki, siz ya da ben, iki düşünceden ya da davranıştan birini seçmek zorunda kaldığımızda, ölümü hatırlamalı ve ölümümüz dünyada üzüntü uyandıracak bir biçimde yaşamaya çalışmalıyız.
    bir tek hikayemiz var. bütün romanlar, şiirler, içimizde o hiçbir zaman bitip tükenmeyen iyi-kötü yarışı üzerine kurulmuştur. ve bana öyle geliyor ki, kötülük ölür ölür dirilir, iyilik ise ölümsüzdür. kötülüğün her zaman taptaze bir görünüşü vardır, iyilik ise dünyadaki her şeyden daha çok saygıdeğerdir.''

    bu adamı mezarından uyandırın. uyandırmanız lazım. onunla konuşacaklarım var.
  • bitirip kapağını kapattıktan sonra bitmemiş hissini uyandıran tek kitaptır hayatımda. isterdim ki kate biraz daha acı çeksin. hak yerini bulsun. ne biliyim yansın, iri iri zencilerle gang bang yaptırılsın. "nezaket ve vicdani duygulardan yoksun doğan" bu kadının kötü olmak için hiç bir sebebi yoktur halbuki. kötülük deyince hepimizin aklına gelen ilk şey olan şeytanın bile kötü olmak için bir sebebi vardır. kıskançtır şeytan. bu kadar basit. tanrı'ya gücenmiş, kızmış ve sonunda baş kaldırmıştır "onu* topraktan beni ise ateşten yarattın. ben ona secde etmem!" diyerek. kate'in ise ailesini yakarak öldürmesi, öğretmenini kendine aşık ederek intihar etmesine sebep olması, ona acıyarak evine alan ve evlenen adam'ın kardeşi charles'la yatıp hamile kalması, çocuklarını doğurmak istemediği için kendi kendine kürtaj yapmaya kalkması, doğumdan sonra çocuklarını terkedip gitmeye kalktığında onu durdurmaya çalışan adam'ı vurması...öfff yazarken sıkıldım yahu. neden be ahlaksız kadın neden???
  • habil kabil hikayesinin baska bir açıdan bakılmış hali.
    bundan sonrası -en azından kitap için- spoiler olabilir.

    --- spoiler ---

    öncelikle sam hamilton çok erken öldü. o kadar üzüldüm ki okumayı bırakıyordum az kalsın.

    hikaye birden fazla aile de habil kabil ilişkisini tespit ediyor bence temel kurgusu da bu. oncelikle adam-charles arasında görüyoruz. sonra adamın iki çocugu cal-aron arasında aynı hikaye var. hatta will-tom hamilton arasında bile bu benzerlik kurulabilir.

    hikayenin temelinde ben kabili temize ceken bir kurgu gördüm. suçun işlenmesi için önce şuç tanımını tartışıyoruz(timshel) sonra sebeplerini. allah rolunde adam ki surekli çocuklarından-kullarından- bihaber oldugu için kendini suçlu hissediyor, çok doğru kurgulanmış çoğunlukla hayattan kopuk, çocuklarının anlam veremediği işler yapan kendi içine kapanmış bir karakter. bu anlamda insan algısında bir allah eleştirisi de tespit edilebiliyor.

    çocukların isimlendirilme aşamasında abel-cain yerine seçilen caleb-aaron ise, özellikle aaron, habil kabil kardeşlerde vurgulanmak istenen temel özelliklerin daha da iyi vurgulanmasını sağlıyor. özellikle herkesin "doğal" olarak sevdiği aaron-harun peygamber- göndermesi gerçekten kabilin-cal- neden haklı olabileceğine ışık tutuyor.

    mevzunun kız meselesi olduğunu zaten biliyorduk-islami kaynaklarda da vardır eminim- ama burada tekrarlanması ve sonunda şahsen kabili haklı bulmam bence çok güzeldi. biraz insan yaşadıklarını da gözden geçiriyor sanırım. onun da etkisi olabilir.

    kabili zaten severdim, kan içen kül yiyen bir adamı kim sevmez? sadece aklıma takılan kabil cennetin dogusuna sürüldükten sonra o kızı bir daha gördümü acaba?

    şimdi kabille karşılaşsam soracağım soru belli.

    sonra bir daha gördün mü abi o kızı

    inşallah görmüştür be.

    --- spoiler ---
  • ingiliz progressive rock grubu.
    psychedelic,fusion,progressive ne ararsaniz var albumlerinde.

    albumleri ;

    1 - mercator projected - 1969
    2 - snafu - 1970
    3 - jig-a-jig - 1971
    4 - east of eden - 1971
    5 - the world of easrt of eden - 1971
    6 - new leaf - 1971
    7 - mercator projected / snafu - 1975
    8 - masters of rock - east of eden - 1975
    9 - another eden - 1975
    10 - here we go again - 1976
    11 - things - 1976
    12 - it's the climate - 1978
    13 - silver park - 1978
    14 - son of east of eden live - 1990
    15 - kallypse - 1996
  • james dean'in etrafa en masum bakışlarını fırlattığı, ama ortalığı da dağıtmaktan geri kalmadığı seyredilmesi gereken bir film.
  • james dean tarlalarındaki güneş gibi kavurur, yıkar yakar, damla bırakmaz salla patidir bir oyana savrulur bir buyana dik durduğu gözlemlenemez yere yapışmasına ramak kala başka bir adım atar eziktir ,ezikleştirir...kimseden böyle bir performans beklenemez...
  • elia kazan'ın başyapıtlarından bir tanesi. yalnız sorunlu bir finali var: iyilik timsali evladın finalde tam zıt kutba, "kötü" tarafa yerleştirilmesi, kötünün de aklanması, "iyi"leştirilmesi... tabi bunlar benim düşüncelerim ve yüzde yüz doğru olduklarını iddia etmiyorum. elia kazan önceki filmlerinde de benzer şeyler yapmıştı. on the waterfront'ta kapitalizme övgü düzülmesi gibi. o yüzden bu final pek de şaşırtmadı. aslında film iyiyle kötüyü bu denli keskin bir şekilde ayırmıyor, yansıtmıyor. cal özünde iyi birisi. ama babasından sevgi görmemesi, üstüne üstlük abisinin kendisinden daha fazla sevilmesine ve takdir edilmesine tanık olması onu kıskanç, asabi, serseri birisi haline getirir. film boyunca babasına yaranmaya çalışır, ama ne yapsa boş! finalde de babasından hiç beklemediği bir cevap alınca "e yeter amk" noktasına gelir ve bir trajediye imzasını atar. abisi ise hakikaten iyilik timsali, isa'nın modern bir yorumu (aslında habil'in modern bir yorumu. zaten her entride belirtildiği gibi film de habil ile kabil'in hikayesini anlatır). kardeşi onu sağlı sollu yumruklamasına rağmen hiçbir şekilde kardeşine vurmaz. kardeşi onu dayak yemekten kurtarmak için birilerini yumrukladığında "benim için yumruklama kimseyi. yapacaksan kendin için yap" der. manyak nazilerin öldürülmesine de üzülür. isa onun vücudunda hayat bulmuş sanki. asıl sorun burada. kötü yüzde yüz kötü değilken, iyi yüzde yüz iyi olarak yaratılmış. finalde de iyi iyiliğinin cezasını çeker, kötü piç olmanın faydalarını görür. bu arada kızlar demek ki o dönemde de piç erkeklerden hoşlanıyorlarmış, öğrenmiş olduk. finali dışında gayet etkileyici, dört dörtlük bir film east of eden. sevginin önemi üzerine çekilmiş en sağlam filmlerden.
  • bugün bitirdiğim; dağa, taşa, uçan kuşa tavsiye ederek gerekirse zorla okutacağım steinbeck eseridir.

    bu kitabı okurken karakterler ile beraber uzun yıllar geçiriyorsunuz. onlar doğuyor, yaşıyor, çabalıyor, bizleri şaşırtıyor ve ölüyor. tüm bunlara tanık olurken yıllardır üzerine tartışılan bir soru takılıyor insanın aklına. bir insan doğuştan mı kötüdür yoksa çocukluğundan beri dışlanarak, görmezden gelinerek, emeği hiçe sayılarak kötü olmaya zorlanmış mıdır?

    sorunun cevabı bu kitapta olmakla beraber; kötülüğü bu kadar var edenin kendini iyi zanneden insanların kibri olduğu, kötü bir sonu hak ettiğini düşündüğümüz insanların huzuru bulduğunu, kötü olarak yaftalanan birinin aslında tek isteğinin takdir görmek olduğunu da var. bu eser ile beraber, tekrar okunacak kitaplar listeme bir yenisi daha eklenmiş oldu.
  • john steinbeck bu kitabı yazarken 300 kurşunkalem kullanmış.
    (bkz: cennet yolu)
hesabın var mı? giriş yap