• hikayeyi de ekleyelim de tam olsun;

    orda duruyor. nasıl olsa eninde sonunda göz göze gelicez. ama ilk hareket ondan gelmeli, bekliycem. kahretsin. yine çok güzel, çok…

    aklıma tukureyim, nasıl da terkediştik yaseminle. okulun kantinindeydik galiba. “ sen” dedi, “ hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya aşık olursun” … sana ne kızım gonlumun kahyası mısın gibisinden laflar geveledim… “köpek gibi geri donersin ama” dedi…

    o lafi demeseydi ertesi gun geri dönerdim belki… ne o ne ben dönmedik ve üç yıl sular seller gibi geçip gitti.

    olanca güzelliğiyle hala orda duruyor. beni gördugunü biliyorum. yanına gidip “merhaba” desem çok büyük bir taviz sayilmaz. yanındayım... ilk darbeyi “şişmanlamışsın” diyerek indirdim... karşı saldırı anında geldi, beni öldüren gülümseyişiyle “senin de saçlar gidiyor galiba” dedi...

    arada boşluk kalmadan “gamzeni ne yaptın” diye sordum. “yanagında gamze vardı aldırttın galiba... ya da fondotenlerin altında kalmış gözükmüyor”... kıvılcımlar saçarak ; “hayatımda suratıma fondoten surmedim ben” dedi. güzell, sinirlendi... yumusatmalıyım...

    “o zaman gül bakalım, gamzen yerinde mi gorelim”... hemencecik güldü... yavru kedi mi yuttum, icimi ne cirmaliyor? niye kalbim kut kut atiyor ki? bir guluste boyle olursam, sonrasi napar beni...

    “sahilde yuruyelim mi, banklara otururuz” dedi... iste zafer. belli ki o yavru kediden yaseminde yutmus... yuruyoruz... saatine bakti “iki saat sonra ozkan isten cikar” dedi... ozkan haa… demek ozkan…. kasten ismini yanlis soyleyerek… “ne is yapiyo bu oztan?” dedim… “reklamci” diye yanitladi… “ben taniyo muyum bu ozcan’i?” durdu, kizdi ama belli etmiyor… “tanimazsin, ozkan bogazici’nden”…

    demek ozkan bogazici’nden… iyi… aferin ozkan’a. bravo yani… essoglessek ozkan… ibibik badem… bakislarimdan dusuncelerimi okumasin diye denizi seyrediyorum. “senin minö ne yapiyo?” diye sordu. “minö” ne demek be kizim… benim taktigimi kullaniyo… ben israrla “ipimde diil” muamelesi cekerek herifin adini yanlis soyledim ya… o da benimkinin adini tahrif ediyor. mine yerine minö… pes yani… bari emine dilan de be kizim… yuh yani… feci dalga gecti ****** benle… “gitti, amerika da” dedim.

    cay bahcesindeyiz. o da ne? yasemin’le sarkimiz caliyor… “arapsaci”… ha ha hey… simdi bittin iste kizim... sen dayanamazsin bu sarkiya. kim kime kopek gibi donermis gorucez. hele bir sarkinin orasi gelsin. “... gonlum soz dinlemiyorsevdigimi ver diyor... aaah ask yuzunden... arapsacina donduum, coz beni arap saci, civi civiyi soker, budur bunun ilaci”...

    peki bana noluyo lan? sarkiyi dinlememek icin icimden “gun dogdu hep uyandik siperlere dayandik” marsini tekrar ediyorum... o da kafasini çantasına daldırmış “bir seyler ariyormus” rolu kesiyor.

    sarki yuzunden iki taraftada zaiyat yok... bravo direncine hayranim be kizim... “gitmeliyim” dedi... giit... “kal” mi diycem saniyorsun... “iyi” dedim... “sen bilirsin” ... git... git.... ozkan bekliyordur... yurru.. son bicagi sapladim. “kilo vermeye calis. ozton a benden selam”...

    usulca kalkip masadan uzaklasti. ardindan bakiyormus gibi olmamak icin masa ortusundeki kirmizi kareleri saymaya karar verdim... bir... bes... on...

    allahim... ebekulak ... beykoz da dolasirken ... tam dort yil once yerde bulup ona vermistim… kocaman bir sümüklüböcek kabugu… “bizim koyde bunlara ebekulak derler… yagmurdan sonra cimenlerin ustunde bir suru olur… cocuklar avucuna alip sarki soyler.. al senin olsun, beni hatirlarsin”… simdi o ebekulak iki kirmizi karenin arasinda öölece duruyor… sarki sirasinda cantasini karistiriyordu… o zaman koymus olmali… silah olarak ebekulak cekecegini hesaba katmamistim…

    icimdeki yavru kedi debelendi…
    diyememekle gecen omrume bir de “yasemiin” sozcugu eklendi… yüz kirmizi kare… bin kirmizi kare…

    atilla atalay
  • insani "salyasümüklüböcek" yapan öykü..
  • atilla atalayın hayatında yazdığı en güzel hikayelerden biridir bu. a4'e geçirilse bir sayfa tutup tutmayacağından bile emin olamadığınız uzunlukta bir hikayenin insana bu kadar yoğun duygular yaşatabilmesi insanın tüylerini diken diken eder. okumadan ölmemek lazımdır.
  • 4 sene önce doğumgünümde bu kitabı bana hediye ederek sıdıka ve erayın yanı sıra atilla atalay'ın müthiş yazarlık yönünü ve ağlatısı öykülerini de tanımamı eru iluvatar sağlamıştır. okursunuz kalbinizin sıkıştığını, burnunuzun direğinin sızladığını hissedersiniz. ama tekrar tekrar okumadan da edemezsiniz...
  • diyememeklerle geçen ömürlerden bahseden öykü.
  • atilla atalay'ın dünyaya kattığı güzelliklerden, boğazımıza düğümlediği hınzır hıçkırıklardan biri.

    bir diğeri için: (bkz. öpücük balığı)
  • en sevdiklerimden olmasının rainbow cake yabmamıza izin vermesiyle alakası yoktur. kamu oyuna bildirilir.
  • çok keyifle takip ettiğim bir geek blogu: http://blog.ebekulak.com/
  • ebekulak gibi bir sümüklü böcek kabuğundan hüzünlü bir öykü çıkar mı? ati bey yazıyorsa çıkar valla... üstüne üstük ne zaman "arap saçı" çalsa gözlerinizin önünden pitikareler geçer... içinizden "minö" der gülümsersiniz...
hesabın var mı? giriş yap