• izmir sevgisi ve ozlemini 23.11.2005 tarihli "uzum, incir, izmir*" baslikli yazisinda bir kez daha dile getirmistir. yazidan hosuma giden birkac kesit:

    "...geçen gün eve izmir belediyesi'nin gönderdiği paket de beni öyle aldı savurdu. kuru üzümler, üzerinde "eskisi gibi-taş kırma sulu baskı" yazan bir şişe zeytinyağı, çok eskisi gibi yeşil teneke kutuda susamlı kuru incir.
    konak'taki eski tariş mağazası geldi aklıma. girip çıktım hayalimde. şimdiden bakınca pek havalı olmayan o dükkânın kokusu geldi aklıma. sonra çıkıp mağazadan yürüdüm gittim. pasajdan geçip saptım kemeraltı'na...
    her izmirli çocuğun en az bir kere kaybolduğu dehlizler, özsüt'ün eski, minnacık dükkânında yenen kazandibi. "ikizlere takke!" diye bağıran adamların ikiz çocuğu olan kadınlara sattığını sanırdım kafalarına geçirdikleri sutyenleri. o çocukların takkelerin içinde kalmak için bitişik yürüdüklerini getirirdim gözümün önüne.
    devam ettim sonra... kazandibi yemiş miydik? olsun yiyelim yine. beyaz önlüklü ve göbekli adamlar nasıl da alıp alıp spatulayla atarlardı tabaklara bir yanağı yanık muhallebileri. muhallebi deyince... önceki gece istanbullulara ve ankaralılara tavukgöğsü kazandibinin "esas" kazandibi olmadığını kanıtlamaya çalışırken buldum kendimi. o küçücük dükkânda asılı olan sefer usta'nın siyah-beyaz fotoğrafına saygıyla. şimdi kurdukları zincirlerde var mı acaba o siyah-beyaz fotoğraflar?
    oradan kıvrılıp sinemaya gittim sanki yine. "jaws" mı oynuyordu, "rocky 1" mi, "küçük lord" mu, bir çocuk filmi vardı yine. annem şokellalı ekmek veriyordu filmin arasında sessizce. bu yüzdendir herhalde hâlâ "nasılsın?" diye sorsalar, resmi bir konuşma değilse "çok şokellayım!" diyorum keyfim yerindeyse..."

    "...tariş mağazasının tam arkasına düşüyordu herhalde "gevrekçiler". gevreğe türkiye'nin geri kalanında "simit" denildiği henüz bilinmeyen zamanlarda bu gevrekler galiba daha lezizdiler. şimdi bütün türkiye'yi dolaşırken gittiğim her ilde mutlaka ve muhakkak oranın "gevreğini" yemeye çalışmam bundandır. en son trabzon'da sokakta gevrek dişlerken okurların beni görüp şaşırmaları bundandır. bu merakım sebebiyle bilirim türkiye'nin neresinde ne türlü simit yenir. ama hiçbiri, yeni karamürsel'in arkasında izmir tulumuyla satılan gevrek kadar şahane olamaz elbette..."

    kaynak: http://www.milliyet.com.tr/…3/yazar/temelkuran.html

    not: "cok sokellayim!" deyisi bana bir bu diyarlardan bir terimi hatirlatti sanki. bunu ben daha sevdigim o terim, farkli bir teriyym *...
  • 7 aralik 2005 tarihli, semdinli'deki olaylari* ve genel anlamda güneydogu sorunu/kürt sorununu konu alan siyaset meydani'na konusmaci olarak katilacakmis kendisi. izlemek farz.
  • babam ve oğlum'a yazdığı yazı da güzel bir noktaya dokunmuş. kanaatimce seyirciler 80lerde işkence ve o yıllarda ölen insanların özelliklerini ece hanım gibi görmemiştir.

    insanlar 80'deki işkencelere, işkence sonucu ölen iyi insanlara ağlamadı, aile dramına ağladılar, maalesef yazıda bahsedilen genç nesil 80de kaybedilenlerin farkında değil ve hiç bir zaman da olamayacak. çünkü öyle yetiştirildilerki ne kaybedildiğinin farkındalar ne de kaybedilenlerin değerinin...
  • siyaset meydanında konusanların hepsini istisnasız öfke, küçümseme ve mide bulantısı içinde izlerken, konuşmasıyla içimi açmış, ferahlatmış, saygımı kazanmış insandır.
  • babam ve oğlum için yazdığı yazıyı okuyup, aynı anda başlayan gözyaşlarımızla karşılaşınca kendisine gecenin bu saatinde derin bir sevgi hissettiğim insan.
  • işleri bitirmek için sabaha kadar çalışıp hiç uyumadan 8'de ofise gelip çalışmaya devam ederken, son zamanlarda hayatımla ilgili tonla soru beynimi yerken milliyette bugünkü yazısına denk geldim:

    "bu hayat kimin gerçekten? sanki bu hayatı, bütün bu işleri bir "bitirsen" rahat edip dinlenecekmiş gibi yaşamıyor musun sen de? patlayana kadar tıkıştırıyorsun hayatı ağzına. sonra bünye kusmaya başlayınca..."

    "bir hayat insanın kendi hayatı olsa bu kadar yorabilir mi sahibini hakikaten?"

    tamamı şu linkte:

    http://www.milliyet.com.tr/…8/yazar/temelkuran.html

    işi gücü bıraktırıyor, napıyorum ben kendime böle dedirtiyor, boş duvarlara baktırıyor uzunca bir süre, dikkat..
  • gundemin onunden kosan, akilli, bilgili, duyarli bir gazeteci. iyi haberi koklamasi, bulmasi, ortaya cikarmasi cumhuriyet gazetesi’nde yetismis olmasindan midir, yoksa zaten o bu yetenekte oldugu icin mi cumhuriyet’te yetismistir? kimi zaman yazilariyla kisinin o anki ruh haline somutluk katar. bazen bir dansozun “protokol”une girmis oldugumuzu farkettirir sessizce. (http://www.milliyet.com.tr/…2/yazar/temelkuran.html) akran oldugumuz icin mutlu oldugum, “bizim kusak”in gururu.
  • kendisini topkapı ptt'de bekleyen bir paketi olan kişi. burayı okuyorsa bir gidip baksa fena olmaz...
  • bu konuda ben de zaten böyle yazardım diye hissettiren, ama asla onun gibi yazamayacağımı da bildiğim yazar. bu kadar sıklıkta, bu kadar derine, hem de görev icabı nasıl dalınır? sonra oradan her defasında bir avuç toprakla nasıl çıkılır? derine dalmayıp, yüzeyde gözlem yapmaya karar verdiğinde ise yükselmeyi nasıl başarır? büyük resmi çizerken boyaları nereden bulur?

    perihan mağden'in usturuplusu, iyi aile terbiyesi almışı gibi gelir, ama aynı frekanstadırlar sanki. hiç tanışmamış olanlar için yazılarından bir örnek:

    http://www.milliyet.com/…5/17/yazar/temelkuran.html
hesabın var mı? giriş yap