• zihnimce türk televizyonlarındaki en güzel aşk sahnelerinden biri bu dizide geçmiştir. diğeri yeditepe istanbul daki duru ile ömer' in sahneleridir.

    --- spoiler ---
    seni ilk gün ne vakıt gürdüm, sevdım. süleyem mi niçın? o yaprak gibi yeşil, güneş gibi parlak güzlerın içın.ipek gibi yumuşak saçların içın, utangaç dudakların, kızaran yanakların içın sevdım. hem süleyem mi seni daha niçın sevdım? akillı oldugun içın sevdım. akılli insan da ayırir egriyi dogridan. 'ayat bazen üle durumlar yaratır ki.. birbirıni seven iki insan yanliş anlar birbirıni. o gün sen bize ne vakıt geldın, beni yanlış anladin budur egri. oni ben çagirmadim, oni dedem çagirmiş, budir dogri. o benım eski nişanlimdır, bu da dogri. ama benım güzüm seni ilk ne zaman gürdü artık bır şey gürmez bundan büle budur en dogri. zarife seni seveyim.
    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---
    - hayırlı sabahlar babiçko
    + hayırlı sabahlar vahidem
    --- spoiler ---

    birgün bu kadar koyacağını hiç düşünmemiştim. kadın nejat işler'le ilişkisi var diye diziden ayrılıyor, ben zırıl zırıl ağlıyorum. "hayırlı sabahlar" faslını yapmamalıydınız gerçekten.

    edit: bir çemberimde gül oya'da ümit öldüğünde böyle saatlerce ağlamıştım, bir de bu vahide'ye.. "muratbey peynirleri iftaharla sunar" derken bile hüngür şakır ağlıyodum, hayırlı sabahlar babiçko dedirtmeyecektiniz o kıza..
  • -adını söyliyim isteyi misin?
    *benim adimi mi?
    -dur düşünem. senin adın olsa olsa zarife olur.
    *aa nerden bildin?
    -çok zarifsin de ondan. sen benüm adimü söyle.
    *bilmem.
    -bişi söyle.
    *hij bişi gelmi aklima.
    -ben adimi büyük makedon imparotorundan almişim.
    *a buldum. iskender.
    -alexander iskender. büyük iskender. ama sen bana alex de.
    *alex.
    -....

    -sülemezssen süleme....

    diye başlayan alex zarife aşkına şahitlik etmiş dizidir. çok kaliteliydi vesselam.
  • --- spoiler ---

    --- a tribute to death ---

    benim anne tarafı rumeli'nden. büyük dedemi ve onun kardeşini işte böyle bir gece evinin önünde kurşuna dizmişler o zamanlar 9 yaşında olan rahmetli dedemin gözleri önünde, aynı emine'yle pembe gibi. rahmetli anneannem** anlatıp dururdu. ben de yarenlik ederdim anneanneme ama öyle çok derinlerde bir şey hissettiğimden değil. bu vahide vuruldu ya hani çığlıklar göğe yükseldi, sanki o yüzünü hiç görmediğim büyük babaanneler*, büyük büyük halalar bağırdılar kulağımın dibinde. utandım kendimden, kızım dedim 'bi diziyle mi idrak edecektin bunu?' sonra dedim ki yok kızım, bu dizi öyle böyle bi dizi değil, orada duracaksın, bu dizi an itibariyle seni ağlatmaktan kınaç etmiş (bkz: kınaç olmak), ağzına sıçmış bir dizidir.

    o ritüellerin hiçbiri atlanmamış, her şey tamı tamamına rumeli usülü. mezarlığa sadece erkeklerin gitmesi, kadınların siyah değil beyaz başörtü bağlaması, hatta ölenin çok yakınlarının örtüyü tam bağlamayıp öylece başlarının üstünden bırakmaları. **ölünün üstündeki o bıçak, ölüyü* ona en yakın kadınların yıkayıp en yakın erkeğin*** mezara indirmesi, allah'ım o tahtaların dizimine kadar gösterdiler, vicdansızlar!

    hele o oyunculara ne demeli, o oyunculuklara? o hasan* makasa gitmeyen parmaklarıyla oynadı bu gece. hatice*, o nasıl ağlamaktır? hani böyle ağzını kapatamazsın ağlarken acıdan ya, öyle ağladı kadın resmen! fatma*, ben sana ne diyeyim?, ramiz'in* sırtını değil benim göğsümü yumrukladın a kadın! sonra o ramiz'in kızını gömdükten sonra mezarı başında ağıt yakarken sesinin bir titremesi vardı ki of of of. babalar kızlarını gömmemeliymiş bildim. bir adam sevdiceğinin mezarını kazmamalıymış.

    bu bölüm drama derslerinde ölüm nasıl anlatılır sorusuna cevap olarak gösterilmeli.

    ve gecenin gizli kahramanına, goran bregoviç'e... sen ne mübarek bi adamsın be! o ederlezi'yi notalara dökerken beyin kıvrımlarından geçen nörotransmitterlere kurban olayım. aha an itibariyle kalktım ayağa* alkışlıyorum seni.

    farz oldu bu geceden itibaren evet en kısa zamanda rumeli'ne gidip yedi ceddin mezarlarını ziyaret etmek!

    --- a tribute to death ---

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    fatma, vahide'ye bakarak:

    - ne kaa güzel dogurmuşum, tam 2 metro!

    --- spoiler ---
  • annemin vahidenin ölümüne ağlaması o kadar uzun sürdü ki, reklam arasında tuvalete gidip ağlamaya devam ediyor. ölümcül bir hastalığım var da benim haberim mi yok diye düşünmeye başladım.
  • sicak aile hikayesi, icimizden biri vs. diye pompalanan dizilerin hepsinden daha bizden bir diziydi. kendi tarihimi cekmisler de bana gosteriyorlar gibi izlerdim her bolumunu. evde buldugum fotografla aklima dustu gecenlerde, actim muziklerini dinliyorum.

    bunlar diziden fotograflar
    bu da buldugum yer manastir, sene 1954-55, kucaktaki babam.
  • bitmeden önce hakkında yorum yapmamaya yeminli olduğum dizi (idi). ancak geldiği nokta öyle yerlere vardı ki sözümü bozmaya mecbur kalıyorum.

    ben biri balkan, biri kırım kökenli iki insanın evliliğinden doğmayım. yani soyumun iki yanı da ölüm ve sürgün'ü yaşayarak, normal kimsenin değil tecrübe etmek, dinlese aklını kaçıracağı şeyleri görüp geçirerek sağ kalmayı her nasılsa başarmışlar bu günlere gelmişler. manastır kökenli anne tarafım hele, debdebe şeref şataf içinde yaşarken bir anda kendilerini mülteci buluvermişlerdi. ellerinde hiç bir şey kalmadan, sadece canları ve kıyafetleriyle, sırp süngüsü enselerinde, bilmedikleri, görmedikleri topraklara göç ettiler. arkalarında 300 yıllık bir aile geçmişi kaldı. annemin teyzeleri bana anlatırlardı ki, onların anne babaları, tüm atalarının doğduğu, yaşadığı ve gömüldüğü, kendilerinin doğup büyüdüğü ve bir daha asla göremedikleri vatanlarının hasretiyle ömürlerini tüketmişler; radyoda rumeli türküleri çalarken en küçük notayı atlamasınlar diye kulaklarını hoparlöre dayamış halde son nefeslerini vermişlerdi. bu şiddetli tutkuyu aklımda evirip çevirip tartar,ama asla tam olarak anlamlandıramazdım, ta ki geçen nisan ayında makedonya'yı kendi gözümle görene, ata yurdumun toprağını avuçlayıp suyunu içene kadar. bu ülke, bu topraklar için akıl da yitse can da gitse yeğ idi.

    işte o geziyi yapmama ön ayak olan, en başından beri her bölümünü ritüel haline getirip seyrettiğim bu dizi, bana bir bir ayna tuttu. iki sezondur kurgulanan onca felaketli senaryoda ne ağladım ne kahkahalarla güldüm. sadece izledim, anlamak istedim. çünkü orada anlatılan sütçü ramizle kızçelerinin, ittihatçı yurtseverlerin veya altı asırlık komşularını uykularında boğazlamak için bıçak bileylemeleri öğütlenen hristiyan makedonların öyküsü değildi sadece. orada anlatılan benim hikayemdi. bana "asla unutma, asla affetme, bir daha asla izin verme" diye sürekli fısıldayan kendi hikayem. sırf bunun için elveda rumeli ömrüm boyunca benim için sadece bir dizi olarak kalmayacak, bir hafıza anıtı olarak gözümün önünde duracak.
  • hala açıp izlediğimiz efsane dizi. izlerken babannemin ananemin anlattıkları gelir aklıma. çeteler geldiğinde kuyulara sakladıkları genç kızlar. düğünü basıp gelini kaçıran çeteler. insanların tırnaklarını sökmeye kadar bir çok işkence. toprağını evini akrabalarını bırakmış atalarım. göç yolunda ölen bebekler, yaşlılar, hastalar... göçten sonra bir gün döneriz fazla uzaklaşmayalım diyerek trakya'ya yerleşmiş insanlarım. daha da dönememişler. 88 yaşında aklı arada gidip gelen ananem kasabadaki evini tarif eder bize... gideriz ve tarif ettiği yerde buluruz evini hatta akrabalarımızı.. arada özleyince açıp izleriz işte more..
  • burdan dizinin yapımcılarına sesleniyorum. yaz-kış arka plandan arıkuşu sesi geliyor. arıkuşu yaz sonundan itibaren kuzey yarım küreyi terkeder. yani sonbaharda ve kışın makedonya'da arıkuşu olmaz. ornitolojiyle ilgilenenlerin duygularıyla oynayamazsınız. uyarıyorum sizi. kargaları üstünüze salarım. gak.
hesabın var mı? giriş yap