3 entry daha
  • ağacın birine dayatılmış, yarısı hasırdan, yarısı tahta parçalarından yapılmış bir kulübe gözüme ilişti. kimse yok zannederek kapısını açacağım sırada içinden eski püskü şeyler giyinmiş biri çıktı.
    elli yaşlarında zannedilen bu adamın başında yeşil bir takke vardı ki, kırk elli kadar ayna parçaları yapıştırarak süslemişti. birçok kumaş parçaları yamanarak gökkuşağı renklerini gösteren yırtık cübbesinde dahi ayna, teneke kabilinden şeyler dikilmiş, yapıştırılmıştı. bir hâlde ki bu adamı görüp de, daha doğrusu elbisesine bakıp da gülmemek elden gelmezdi. lâkin üzerime çevirdiği bakışında o kadar hoş bir yumuşaklık ve alçak gönüllülük, çehresinde o kadar hüzünlü bir donukluk vardı ki, ben gülmek şöyle dursun,kendisine doğru bir adım attım. kıyafetiyle tam bir tezat teşkil eden bir ciddiyetle, yavaş ve ahenkli bir sesle:
    - safa geldiniz nurum, buyurunuz, dedi.
    ve kulübesinden çıkardığı bir hasır parçasını yere serdi. oturdum, kulübeye yaslanmıştım. ön tarafımızda on beş kadar iri taşlı ve güzel sülüs yazı ile kabirler, sağ ve sol tarafımızda sık dikilmiş ağaçlar bulunuyordu. kulübenin sahibi bir kere daha içeri girdi, mangal hizmeti ören bir çömlek getirdi. bir daha girdi, eski bir kahve kutusu, bir cezve, iki fincan, bir ibrik, bir tütün tabakası, bir kaç teneke kutu çıkardı. kuru otlar ve çöplerle yaktığı ateşe cezveyi sürdü. tekrar:
    - safa geldiniz nurum. nasılsınız, iyi misiniz? dedi.
    - elhemdülillah, dedim.
    bu adamın ciddiyetiyle kıyafeti arasında ki tezat beni şaşırtmıştı. tekrar söze başlayarak:
    - isminiz nedir? dedi.
    - ahmed râci.
    - ahmed râci mi? (gülerek) beşeriyetin ismini zorla almışsınız nurum. beşer cinsi o kadar âciz, zayıf ve muhtaçtır ki, hayatını rica ile geçirir. râci demek insan demektir.
    bu olgunca sözler üzerine bir kat daha şaşırdım. bende sordum:
    - sizin isminiz nedir?
    - benim adım çoktur. her yerde bir isim ve sıfatla anılırım. burada üzerimde ki aynalardan dolayı "aynalı dede" adı ile meşhurum. ama istersen sen "adem baba" de.
    bir miktar düşündükten sonra meydana gelen isteği yenemeyerek dedim ki:
    - azizim! olgun kimselerden olduğunuz meydandadır. böyle iken olgunluğunuzu bu garip kıyafet altında örtmenizin sebebini anlamıyorum.
    - hâlbuki bu pek basittir. herkes süse meraklıdır. herkes bir çok para sarf ederek türlü türlü elbiseler yaptırıyor. ben de bu şekil elbiseden hoşlanıyorum.
    bu cevap hem akla uygundu, hem değildi. düşünme neticesinde fikrimce akla uygun bulamadım ve kendisine fikrimi söyledim. cevap verdi ki:
    - bu davamı akla uygun bulmuyorsunuz. hâlbuki öyle değildir. elli yaşında bir adamın, tanesini on beş, yirmi kuruşa alıp boynuna taktığı ve ismine boyundağı dediği bir yuları akla uygun gördüğünüz hâlde, külâhımı taktığım ayna parçaları neden akla uygun olmasın? tutalım ki, her ikisi insanın münasebetsizliğine, delilliğine delâlet etsin;şu hâlde bile benim deliliğim daha parlak, mantığa daha uygundur.
    birdenbire bana parlak bir fikir geldi. deli kıyafetine girmiş bir hikmet sahibi kimse olmak ihtimali bulunan aynalı dede ile ciddi konular hakkında görüşmek istedim; dedim ki:
    - sultanım! sen viranede gömülü bir hazinesin. ben ise hikmete can atan bir âvâreyim. lütfen istifade etmeme müsaade eder misin? ver, elini öpeyim.
    - el öpmek? (hayretle) niçin? istersen konuşalım. lâkin sözden ne çıkar! şimdiye kadar, kim bilir kaç hayvan yükü kitap okudun; ne anladın? hiç, değil mi? insanların bildiği nedir? zevk ve bencilliklerinin ihtiyaçı ve hakikat konusunda ne bilirler? hiç! akıl orantıları ile hakkı itiraf mümkündür; fakat bilmek, anlamak mümkün mü? ne konuşalım? harfleri bir araya getirmekle hikmet noktası bilinir mi?
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap