1121 entry daha
  • kendisiyle çiçeği burnunda bir yazarken yapılmış röportajı buraya alıntılamak isterim; röportaj, gösteri dergisi'nin 1997 yılının haziran sayısında (sayı 199) yayınlanmış:

    ***

    -kitaplarınızda sıradan bir okurun farketmekte zorlanacağı yoğun bir felsefi altyapı görülüyor. bu romanları yazarken, böyle bir amacınız var mıydı?

    elbette felsefe yapmak için bu romanı yazmadım. zaten roman felsefe yapılacak bir disiplin değil; felsefeyi sadece bir felsefe kitabında yapabilirsiniz. ben, sadece roman yazmaya çalıştım; belki bir felsefecinin bakış açısıyla olaylara bakmış olabilirim, fakat felsefi bir sorunu bu romanlarımda incelemedim.

    -roman, felsefe yapılacak bir disiplin değildir dediniz; peki bir felsefeci olarak felsefe ile roman daha genel bir deyişle edebiyat arasında hiç mi ilinti yok ya da nasıl bir ilişki kurulabilir?

    elbette, felsefe edebiyatla ilgilenir, fakat ben kendi payıma felsefe ile edebiyat arasında bir ilişki kuramıyorum. benim için edebiyatla felsefe arasında sözgelimi mühendislikle edebiyat arasında olduğu kadar belki de daha fazla bir mesafe var. kısaca, bunların birbirine çok yakın alanlar olduğunu düşünmüyorum.

    -edebiyatla, mühendislik/teknik arasında fazlaca bir mesafe olduğunu söylediniz, ancak özellikle 'kitab-ül hiyel'i okurken çağdaş jules verne'i okur gibi olduk. kitapta yer alan ilginç teknolojik aletler sizin tasarımınız mı? teknikle ilginiz ne düzeyde? bu çizimler öyle kolay kolay yazılıp çizilecek şeyler değil çünkü...

    kitaptaki tasarım ve çizimler bana ait. bir şeyden zevk alıyorsanız uğraştığınız söylenemez, çünkü zaten zevk alıyorsunuzdur, bu eğlenceli bir şeydir. teknikle ilgili bilgim lise seviyesinde. o yıllarda, bol ansiklopedi okudum, kitabı yazarken de bu tür kitaplarla haşır neşirdim. gerek okurken, gerekse yazarken her şeyden önce zevk almayı amaçladım. bunları çizmek, tasarlamak beni çok eğlendirdi, okuru da eğlendireceğini, düşündüreceğini düşündüm. her şeyden önce, benim her aşamasında zevk almadığım bir kitabı okurun beğenmesini bekleyemezdim.

    -tarihsel olandan yeni bir yazın türü çıkartıyorsunuz. ancak, tarihsel gerçeklerden neredeyse tümüyle farklı olaylar bunlar... bir tarihi gerçekliği alıyor, dönüştürerek başka bir forma aktarıyorsunuz, alternatif bir tarih yazar gibisiniz.

    zaten yazılan her tarih, alternatif bir tarihtir, çünkü tarihçinin yüzde yüz objektif olması çok kolay değildir. fakat tarihçi yazdıklarında objektif olduğu iddiasındadır, bense tarihte(ki) güzel şeyleri, ilginç şeyleri bulmaya çalıştım, eğer bulmadıysam uydurdum. zaten birçok tarihçinin de yaptığı bir şeydir uydurmak. ancak ben okura bunların doğru olduğunu elbette söylemedim, fakat bulduğum şeylerin güzel olmasına çalıştım ya da arka planın güzel olmasına çalıştım, elimden geldiği kadar.

    -kitaplarınızda sürekli eskiyle yeni arasında bir ilişki kuruluyor. bizi şaşırtan, zaman zaman korkutan ama yine de farklı bir tat bırakan, ritmi sürekli değişen eserler. kendinizi günümüz türk edebiyatında nereye yerleştiriyorsunuz?

    ben, iyi bir roman yazdım demiyorum tabii... ama iyi bir romanın, hani lunaparklarda, 'hızlı tren' de denen 'roller coaster'lar vardır ya, öyle olması gerektiğini düşünüyorum. insanlar merkezkaç kuvvetinden hoşlanırlar, belki içten gelen dürtüleriyle merkezden kaçmayı çok severler. insanların çoğunda maceracı bir ruh vardır. ben bu duygulara seslenmeye çalıştım. okuruma bir lunaparktaymış duygusu vermek istedim. bunu başardım mı, tabii bilemiyorum. eğer bu kitaplara bir ad takılacaksa, bir edebiyat çerçevesi içinde değerlendirilecekse, ya fantastik realizm ya da en iyisi, paranoit realizm diyebiliriz.

    -çağdaş bir yazardan beklenmeyecek derecede yoğun bir osmanlıca kullanıyorsunuz. roman kahramanlarınızın yaşadığı dönem itibariyle mi böyle bir dil kullandınız, yoksa eski dilimize ayrı bir ilginiz mi var?

    romanlarımda arkaik bir dil kullanmaya çalıştım. anlam yükü olan kelimeleri seçmek zorunda idim. çünkü eğer tarihsel denebilecek bir bir roman yazacaksanız elbette kelimelerin de bir tarihi olmalı. aslında bu konuda fazla da düşünmedim, diyebilirim. yazarken aklıma geldiği şekliyle yazdım.

    -'kitab-ül hiyel'de günümüz türk edebiyatında pek sık rastlanmayan bir yapı denediniz. örnek aldığınız, izini sürdüğünüz bir yazar ya da yapıt oldu mu, yoksa oturup bu yapıyı kendiniz mi oluşturdunuz?

    'kitab-ül hiyel', günümüz türkçesi ile 'hiyel kitabı' demek. oyunların, oyuncakların, mekanik aletlerin anlatıldığı hiyel kitapları daha önce de yazılmış. musa bin şakir kardeşler, el cezeri gibi teknik adamlar, mekanikle uğraşan bilimadamları, hiyel kitapları yazmışlar. benim yazdığım 'kitab-ül hiyel' de daha çok eski hiyel kitapları formatında yazılmış bir kitaptır. cezeri'nin kitabını açar bakarsanız 'kitab-ül hiyel'e benzediğini görürsünüz.

    -bundan el cezeri'yi örnek aldığınız sonucunu çıkarabilir miyiz?

    hayır, yalnızca eski hiyel kitaplarının biçimini örnek aldım.

    -hiyel kitabı nedir?

    özellikle 8'inci ve 9'uncu yüzyıllarda ortaçağ islâm dünyasında bir çeviri faaliyeti başlar. özellikle de yunancadan felsefe, bilim ve tıp kitapları çevrilir, bir uyanış dönemi başlar. daha önce sözünü ettiğim el cezeri ve musa bin şakir kardeşler gibi bilim adamları ortaya çıkar bu gelişmelerin sonucunda. bu yazarların mekanizmalar konusunda yazdıkları kitaplara 'hiyel kitabı' denir. bazılarının tıpkı basımları günümüzde yeniden yapıldı. hiyel kitapları ve içlerinde anlatılanlar elbette, böyle bir teknoloji kuracak alt yapı o zamanlarda olmadığı için daha çok oyuncak olarak görülüyordu. yani insanları şaşırtmaya, kandırmaya yönelik bir bilim dalı olarak görülüyordu. ancak bir özelliğin altını çizmek istiyorum, bunlar yine de gerçekleştirilebilecek mekanizmalardı, hatta çoğunun gerçekleştirildiğini sanıyorum. oyuncakla bir iş gören alet arası tasarımdır bunlar. 'kitab-ül hiyel'i yazarken, bu hiyel kitaplarını hep düşünmüşümdür.

    -bazı yazarlarda romanın bir düşünsel oluşum evresi vardır. siz romanlarınızı nasıl yazıyorsunuz, böyle bir tasarım evresi var mı yazdıklarınızın?

    romanlarımı ev ödevi yapar gibi çeşitli aşamalarda yazmadım ya da tasarlamadım. insanlar hayal kurarken zevk almaya bakarlar. ben sadece hayal kurdum ve kurduğum hayalleri kağıda geçirmeye çalıştım.

    -izmir'de yaşıyorsunuz ve romanlarınızı yazarken de bu şehirdeydiniz; ancak ilginçtir romanlarınız, istanbul'da geçiyor ve bu şehirle ilgili çok dikkat isteyen ayrıntılara rastlıyoruz. bu bilgileri de istanbul'a giderek romanın geçtiği mekanlardan mı, yoksa çeşitli kitap ve ansiklopedilerden mi derlediniz?

    her iki yöntemi de kullandım. tarih okumaktan büyük zevk alıyorum, yıllardır bu tür kitaplar okurum. istanbul'la ilgili çeşitli kitapları ve haritaları topladım, burada özellikle cahit kayra'nın adını vermek istiyorum. bu okumalardan sonra, eskiden geriye bir şey kalmış mı diye istanbul'u dolaştım. 'puslu kıtalar atlası'nı yazmadan önce galata kulesi'ne çıkıp çevreye baktığımda çok etkilendiğimi hatırlıyorum. bu kitapları doktora tezi yazmam için bana verilen sürede izin alarak yazmıştım. sonuçta doktora tezimi de yazdım, ama bana verilen yedi yıllık sürenin üç yılını bu kitapları yazmak için kullandım.

    -eski istanbul'dan, kitaplarda okuduğunuz istanbul'dan ne kadarını bulabildiniz?

    aradım ama hiçbirini yerinde bulamadım. tabii 300 yıl sonra bir başka yazar bugünkü istanbul'u yazarsa, bugünkü istanbul da o zaman eski istanbul olacak ve bu gibi sorular o zaman tekrar sorulacak. insan bugün geçmişe özlemle bakar, çünkü insan bu gün o kadar reeldir ki biz bugünü hissederiz ve hissettiğimiz çoğu zaman iyi şeyler değil.

    -her iki kitabınızda da 'yazar' olarak farklı bir konumdasınız, bütün bir okuma boyunca sizin 'yazar' olarak hiçbir duygunuza, düşüncenize rastlamıyoruz.

    evet, ben bir yazarım ya da öyle olmaya çalışıyorum. trajik bir kahraman değilim, dolayısıyla benim kendi duygularımın ya da gündelik hayattaki düşünce ve kaygılarımın okur için edebi bir değeri olmayacaktı.

    -roman yazmaya genç yaşta başlayan birisiniz. 36 yaşında iki kitaba birden sahip olmak her yazara nasip olmaz.

    bir insanın gençliği bana kalırsa ne kadar yaşadığına değil neler yaşadığına bağlı olan bir şey. ben çok genç olduğumu düşünmüyorum. bence uçarılık gençliğin değil çocukluğun, çocuksuluğun getirdiği bir şey; bir sanatçı ne kadar yaşlı olursa olsun içindeki çocuk öldüğü zaman ölür, en azından sanatçı kişiliği ölür, diye düşünüyorum. ve bunu herkese tavsiye diyorum, içimizdeki çocuğu öldürmeyelim, çünkü o zaman ne kitap yazabiliriz, ne kitap okuyabilir, ne de hayattan zevk alabiliriz. sonuçta her romanı, her fiction'ı içimizdeki çocuk yazar. gençlerin çoğu çocuksuluklarını bir eksiklik olarak görüyorlar ve yazarken bir büyük gibi adeta 60 yaşındaki bir yazar gibi yazmaya çalışıyorlar; halbuki onun gibi olmak için can attıkları bu yazara karşı çok büyük bir üstünlüğe sahipler en azından çocukluklarını henüz unutmuş değiller. sonuç olarak sanatın bir oyun olduğunu ve sanatçının bir çocuğun oyun oynarken aldığı zevki alabileceğini söylüyorum. sanattan zevk almamızı ve belki de sanat yapmamızı sağlayan şey bu çocuk olsa gerek, diye düşünüyorum.

    -yazarlarınız kim? kimleri ilgiyle okuyorsunuz?

    uzun süreden beri zevk almak için okumuyorum. o yüzden en beğendiğim yazarlar kim, o konuda bir şey diyemeyeceğim. daha çok kim, neyi, nasıl yazmış gibi teknik sorulara cevap bulmak için okuyorum. kütüphanemde birçok konuda kitap var, mühendislik, binicilik, avcılık, matematik... okumanın, ne okursanız okuyun, okumanın kendisi, daha doğrusu bir şeyler öğrenmenin kendisi elbette çok zevkli bir şey. bu arada orhan pamuk'u başarılı bulduğumu söylemeliyim. metin kaçan'ı beğeniyorum ve bir de abdülhak şinasi hisar'ın adını vereceğim size. bunun yanında osmanlı edebiyatında nesir yazan lâtifi ve evliya çelebi de okumaktan haz duyduğum yazarlar.

    -okuruyla yeni buluşmuş genç bir yazar olarak türkiye'de yayıncı-yazar ilişkisini nasıl buluyorsunuz?

    kitap yazdığınızda sizi takdir eden olmuyor fakat kitabınızı bastırdığınızda birdenbire başarılı bir insan oluyorsunuz; önemli olan burada yazmak değil bastırmak, insanlar bunu böyle düşünüyorlar. romanlarımı yazarken, annem, açıkçası, üzülüyordu, oğlumun hali ne olacak, geleceği ne olacak diye kaygılıydı. elbette, türkiye yazar için bir cennet değil. hatta yazar, daha da genişletirsek sanatçı, türkiye'de azınlık durumunda. kabul edilen bir meslek değil yazarlık türkiye'de. hatırlarım, ilk kitabımı bitirdiğim zaman bir akrabam araba almıştı ve ailemin çoğunluğu benim kitap yazdığımı onun ise araba aldığını öğrendiği zaman onu kutladı fakat bana bir şey söyleyen olmadı. ama benim için kitabı bastırmak değil de yazmak çok zevkli. yine de insanlar kitabınızı okuduğunda sevinmeden edemiyorsunuz, en azından bir şeyleri paylaşmış oluyorsunuz. ben, başarı için değil, sadece kafamdakileri paylaşmak için yazdım, sonuçta kitap da bir tür iletişim kurma biçimidir.

    ***

    röportajı dergide yayınlandığı haliyle okumak isteyenler için:

    görsel
    görsel
    görsel
72 entry daha
hesabın var mı? giriş yap