3 entry daha
  • // adına asi'yi takmış olmasına bakmayın; ceketinin önünü iliklemesini unutmuş bir tıbbiye "talebe"siydi o yıllarda. "öğrenci"ler altı yılda, "talebe"ler ise onaltı yılda bitirirlerdi tıbbiye-yi şahaneyi de ondan. o zaman öyleydi, şimdiki gibi miydi?

    şerif mardin, saidi nursi'nin nice mucizeleri bulunduğunu bulguladığı kitabında, "tanrı"yı, ilkin tıbbiye talebelerinin yitirmeye başladığını ve bunu ilk bulgulayanın da said olduğunu yazar. bu nedenle de, saidi nursi, tanrı vahyi ve kuran kelamı olduğunu zırvaladığı risalelerini, ilkin, gözle görülen, mikroskopla incelenen, laboratuvarda elde edilen bulguların temeli üzerine maddi dünyasını kurmakta olan tıp öğrencilerine yöneltmiş, onları bilimin ışığından "nur"un karanlığına "kavuşturmuş"tu. dolayısıyla, ağız ile yutak arasında çiğnenen otlar ve etler üzerine yazılmış ilk risaleler, tıbbiyeye yeni başlayan öğrencilerin oyulan arka beynine, gizli bir tanrı gizi olarak sokulmuştur. üstelik bir kadro tarafından ve koro halinde.

    asi, tıbbiyenin arka bahçesinde ve daha çok da başkentin kantininde, bir başka deyişle nur'un nurundan uzakta, freud, jung, adler'in ışığında "sure"ler yazmış tertipli ve temkinli bir tıp talebesi olarak, üstelik bilimsel sosyalizmin tepsisinde ve özellikle sabah kahvaltılarında "istimal" edilen lam - lamel ve bistürü ile, şiir tedrisatını tamamlamıştır. eğer, bilimsel sosyalizmin tepsisinde, freud değil de, nur "istihsal" edilseydi, asi'nin şiir dosyası, hafız esad'ın fırat'a misillemesiyle kurutulmuş olan asi nehrine dönebilirdi. yani şiir revnakısöner ve bilimi, "ecnebi menşeli" olduğu için "şeriat süzgeci"nden süzmekle meşgul bir "süzgeççi" de olabilirdi.

    ikinci tehlike sürekli kapıda ve pusuda: "şiirin kalbi" denen bir kalb, ve üstünde şiirin beslendiği damarlar vardır. bir başka deyişle, insan anadan çırılçıplak doğar ama, babadan fırlayan şairin elinde kuş lastiği yoksa, kuştan kuşburnu pelveri yapamaz. çünkü şiirin büyüyen koyuğu, onun karanlıktan ağan bir vahiy olmasında değil, erişemediğimiz zihnimizin derinliğindedir. kükremeyin beyler! ben, darwin'i anımsatmanın daha doğru olduğunu vurgulamak istiyorum.

    şu öznel notu da eklemeli: asi ile bizim akrabalığımız farklıdır. bir zamanlar ilhanilhan kitabevini sırtına yüklemiş, tanrıya daha yakın bir kata taşımış(lardı). ben kitap taşıyor sanmıştım, oysa şiir taşıyormuş: "taşınan bir kitabevinin taşınmış hüznüyle". şu daracık yere hangi dizesini alsam diye ikircikleniyorum: "... turgut büyük saat'iyle geçerken / fısıldadı usulca / 'herkes ne kadar da mutluydu oysa'." ve sonra kilisenin durup dururken vuran çanı gibi biter şiir: "ruhumuz göğe biraz daha yaklaştı / söyle kalbim: / kim düğümledi bu ipi kopacağı yerden". ve şimdi alüminyum çerçeve içersinde, taşıdığı kitabevinden taşıdığımız "taşınan kitabevinin hüznü" nice hüzünlerle yanyana duvara asılacağı günü bekliyor gibi. burdan çıkan sonuç şudur ki, taşınan bir kitabevinin hüznünü, bir kez daha ve bu kez şiirin kendisi olarak taşıdık. bir kez daha yıkım nedeniyle. gene biraz daha tanrıya yakın.

    *

    birgün, bir genç adam, selanik caddesinde açtığımız onur kitabevi'nde, katlanmış bir kağıt içinde getirdi "cinayet suresi / ilhanilhan"ı. ilhan'ın son sözleri ilk dizelerde soluk almak için zorlanıyordu:

    körkuyu

    "nefes alamıyorum!"

    "ilhanilhan suresi"yle başlayan hısımlık (ilhan için yazanlar, bizim kavmimiz, hısmımız, kardeşimizdir), benim çoğu zaman "azarlar-gibi" konuşmakta duraksamadığım bir kardeşlikle kucaklaştı. bu nedenle de bin-bir şair içinde, "bin"ini bilmeden "bir"inin şiiri için yazmak istemedim. ama, "sen" dedim, "şiiri" dedim, "pastırma" dedim, "için" dedim, "kurutulan" dedim, "etler" dedim, "gibi" dedim, "tavanarasına mı astın!" "yoksa" diye ekledim, "sen de kasaba doktoru mu olacaksın?" yarım-göbeğini ve genişlemeye başlamış pantolon takımlarını imleyerek.

    çünkü asi, şiir-çekimine göre göğe ağacakken, yerçekimine göre öne doğru genişliyor. doğal ki bedensel olarak. değişen bedenimizden, bedenimizdeki kendimizi koruyabilecek miyiz.

    hişşşt!. . . hişttt!. . .

    20/21 kasım 2000 //

    muzaffer ilhan erdost

    iç. pencere, sayı: 25/ocak-şubat 2001

    www.penceredergisi.com/kose/adresi_siir_25.htm

    ---

    ayrıca,

    (bkz: dagarcik/#1614580)

    (bkz: aliterasyon/#1018232)

    (bkz: ismet zeki eyuboglu/#3576932)

    (bkz: güldünya tören/#3949420)

    (bkz: the road not taken/#8191818)
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap