496 entry daha
  • doksanlı yıllarda eskişehir'de, evimizin hemen bir dönemeç ötesinde kızılcıklı caddesinde bir tekel bayi vardı. cayır cayır çalışan ve içi ağzına kadar yeni rakı ve aile boyu cam şişe coca cola dolu bir buzdolabına sahip olması benim için cazipti. elbette bir çocuk olarak o günlerde tekel bandrollü içecekler ilgi alanımda değildi ama buz gibi soğuk cam şişe coca cola adeta hayatın anlamıydı. (tabi hayatımın daha sonraki evrelerinde o kola denen zımbırtı hem midemin anasını sikti hem de aldığım kiloların baş müsebbibi oldu.)

    babamdan kopardığım her harçlıkta kızılcıklı caddesine uğramam gereken iki yer vardı. öncelikle bu bahsini ettiğim büfenin hemen yanıbaşında buluna atari salonuna gider, start tuşuyla seçilen mavi renkli ken ile chun li'yi yere serip bacak arasını dikizlerdim. tam oyunda dört rakibi yere sermişken orospunun evladı biri gelir karşıma rakip olurdu. bazen yener bazen yenilirdim ama o atari salonundaki umuma açık oyun ruh halinden de pek hazzetmezdim. o atari salonunda alınan anlık zevkten sonra istikametim tekel bayi olurdu.

    bu tekel bayinin bende özel bir yerinin olmasının tek sebebi aile boyu kola şişelerini buz gibi soğutması değildi. dükkanı çalıştıran 60 yaşlarındaki iki amcanın bende yarattığı sempatinin de büyük etkisi vardı. aralarında en fazla bir veya iki yaş olmasına rağmen saçı daha beyaz olan diğerine abi derdi. isimlerini şimdi unuttum hatırlamıyorum. zaten en büyük eksikliğimdir, isimleri ve adresleri çabuk unuturum. ben ne zaman dükkana girip kola şişesine yönelsem, daha fazla beyaz saçlı olan amca elime bir parça ülker napoliten sıkıştırırdı. sürekli gülümseyen, birbirleriyle şakalaşan, müşterisine her daim pozitif enerji veren bu amcalara hayranlıkla bakardım. genelde o yaşlarda çok sık karşılaştığım yaşlı profiline bu amcalar hiç uymuyorlardı. sürekli ağrıdan şikayet etmiyorlardı, her zaman gülümsüyorlardı, şimdiki gençlere ön yargılı bakmıyorlardı.

    bir pazar günü, eskişehir orman müdürlüğü'ne tahsis edilmiş bir alanda piknik yapmak için maile evden çıkmaya hazırlanıyorduk. babam elime para tutuşturdu, bir şişe yeni rakı alacaktım. verdiği paraya baktım gözüm ışıldadı. kalanıyla pekala bir şişe kola da alınabilirdi. koşa koşa tekel bayiye gittim, kapısını zorladım açılmadı. kafamı kaldırdım, beyaz bir kağıda elle yazılmış bozuk bir yazı çarptı gözüme. "cenazemiz sebebiyle kapalıyız"

    şaşırdım, kimin öldüğünü merak ettim. acaba bu sevimli yaşlı amcalardan biri mi ölmüştü? ya da bir yakınları mı? kim ölmüştü? neden ölmüştü? ve çocuk aklıyla 30 saniye sonra odaklandığım şey, ben rakıyı ve kolayı nereden alacaktım amına koyim? geri döndüm, parayı babama uzattım. piknik yerine giderken başka bir tekel bayinin önünde durduk. içeceğimizi oradan aldık.

    aradan bir hafta geçti, bu sefer bir cumartesi günü babamdan aldığım harçlıkla doğruca tekel bayiye gittim. her gün okul dönüşü önünden geçiyordum kapalıydı, acaba bugün açılmış mıydı? dükkana yaklaşınca kafamı kaldırdım, kapının aralık olduğunu gördüm. kalbim hızlandı, merak duygumun karşılığı ortaya çıkacaktı. yavaşça içeri girdim, başım yerdeydi. kafamı hafifçe kaldırdım, bana her gelişimde ülker napoliten çikolata veren beyaz saçlı amca yerinde oturuyordu. göz torbaları şişmişti, müthiş derecede mutsuzdu. parayı uzattım, kola istediğimi söyledim. yüzüme bile bakmadı, buzdolabından çıkardığı kolayı önüme koydu, para üstünü tablaya bıraktı. sessizce çıktım dükkandan. abinin öldüğünü anladım.

    sonraları ne zaman o dükkana bir şey almaya gitsem amcanın artık gülmediğini fark ettim. bir keresinde dükkana girer girmez buzdolabına yöneldim, kapağını açar açmaz şişenin biri yere düşmek üzereydi zor tuttum. o esnada amcayla göz göze geldik, sanki gözlerinden alev çıkıyordu. bağırdı, çağırdı, beni iteleyip tezgahın önüne savurdu. bir daha bu dolaba dokunmayacaksın diye haykırdı. burnundan soluya soluya konuşuyordu, çok korkmuştum. sanki bir adım ileri atsam beni dövecek gibiydi. her geldiğimde beni güleryüzüyle karşılayan, çikolata hediye eden, dünya tatlısı adamdan artık eser yoktu. sürekli çatılan kaşlar, simsiyah bir surat, dükkana girildiğinde her daim hissedilen o hüznün kesif kokusu.

    bir insan bir anda bu kadar değişebilir miydi? hayatın temel anlamı var olmak değil de acaba birlikte var olmak mıydı? meğer yaşlı amcanın bu hayata tutunmasının ana kaynağı kardeşiymiş. bu bir başkasında kardeş değil de hayat arkadaşıdır belki. kiminin çocuğu, kiminin annesi. ben 41 yaşındaki bir adamın annesini kaybettikten sonra bir ayda 20 yıl yaşlandığını gözlerimle gördüm.

    kardeş deyip geçmeyiniz. hepimizin bu hayatta öyle veya böyle ruhunu besleyen, onu ayakta tutan bir kardeşi var. kardeş candır, hayatın damarıdır. aldığınız nefesin demidir, devamıdır. allah kimseyi kardeşlikten ayırmasın.
434 entry daha
hesabın var mı? giriş yap