• sabah oğlanları kaldıramadım yataklarından. gıdıklamak, garip olaylar anlatmak da işe yaramadı.
    "ilk kalkana haftasonu bilgisayar için 5 dk ekstra." dedim. küçük fırladı hemen, büyük üzüldü hali ile. "kahvaltısını ilk bitirene de 5 dk. o halde." dedim. abisi içerdeyken küçük kulağıma eğildi, "ben özellikle yavaş yiyeceğim, abim önce bitirsin ki onun da 5 dk hakkı olsun." dedi. baktım krebin son lokmasını tutuyor tabağında, abisi kazanınca da gülümsüyor.
    benim hiç olmadı ama sanırım buna kardeş deniyor.
  • kucağımın sahibi, küçük yaşımda üzerinde "annecilik" oynadığım bir tanem.

    eve ilk geldiği gün geliyor aklıma. annem maviş bir battaniyeye sarmış ufaklığı, nasıl çirkin! ben 12 yaşımdayım. kıskanmak bana artık yakışmayacağı için içimden gelen hiçbir yorumu yapamıyorum. ellerini tutup "hoşgeldin" diyorum sadece. sonraki günlerde de hep ve sadece izliyorum uzaktan. o çirkin bebek büyümeye başlıyor, güzelleşiyor, konuşmayı öğreniyor, 3. kelimesi "abla" oluyor.. sokakta oynarken eve koşup tüm teriyle, pisiyle sarıldığında kızamadığım, eşyalarımın hepsine ortak çıkan, özenerek hazırladığım dönem ödevimi parçaladığında bile bir fiske dahi atamadığım, öncelikliliğinden sıkıldığım halde kendimden öne koyduğum biri olup çıkıveriyor.

    şimdi;
    "nur içinde yat" bile diyemediğim canımın parçası..
    7 sene önce bugün korkunç bir trafik kazasında babacığımla beraber hayata gözlerini yuman miniciğim! denize uçan küçük bedenini o kadar aramaya rağmen bulamadığımız bebeğim! mezarına kendi yerine en sevdiği kıyafetlerini koyduğumuz yavrucuğum! özledim! ne güzel doğmuştun, yitmek neden?
  • odevlerini yeti$tirebilmek i¢in 2 gecedir sabahlayan,sonunda dayanamayip sizmi$,sabaha yeti$mesi gereken 14 sayfalik yazisi abisi* tarafindan yazilan,sabaha suprizle uyanacak $ey.
  • her şey çocukken annemin karnının büyümesiyle başladı. annemin kardeşin olacak demesiyle değişik duygular yaşamıştım.

    evin içindeki ilgi ve sevgi dağılacaktı bu beni mutsuz ederken bir yandan da hayatımda bir arkadaş kazanacağımı düşünüyordum değişik bir duyguydu. sonuçta abi olacaktım. küçücük çocuk olmama rağmen olgunluk çökmüştü.

    annemin hamileliğinin sonlarına doğru rüyamda bir kız çocuğu görmüştüm. kız abisi olacaktım. tüm aile isim düşünürken annemler televizyon izlerken bir ünlünün kızının adını duymuştum ve o kızın ismi inanılmaz hoşuma gitmişti. benim ismimle bire bir uyumluydu. anneme kardeşimin adını ben koyacağım ismi bu kızın ismi olacak demiştim. anneminde hoşuna gitmişti ve ismi kabul etti.

    bademciklerim sürekli şiştiğinden sık sık hastalanıyordum. sürekli iğneler yediğim için çok zayıf bir çocuktum. annemler isim konusunda beni kırmayacaklarını söylediler.

    yalnız eklemek istiyorum o zaman ultrasona baktırmadılar ben kız olacak diye herkese söylüyordum belki erkek olacaktı. ben kız abisi olacağıma çok inandım.

    okulların açılmasına yakın cadalozum benim bir ay erken dünyaya geldi. babam iş için izmir'e gitmişti annem hastanedeydi. babaannem anneme refakat ediyordu. dedemle vakit geçiriyordum. kardeşimi görmek için kıvranıyordum.

    o sabah annemi almaya gittiğimizde arabada dört dönüyordum. kardeşimi görecektim nasıl bir heyecan anlatamam. derken annem kucağında bebekle arabaya bindi. bak bu kardeşin dedi. aman yarabbi o ne güzel bir bebek sarıldım ve öptüm kardeşim dedim. adını oracıkta söylemiştim.

    ilk doğduğunda ona bakmadan duramıyordum. sürekli kardeşimin etrafında duruyordum. amcamlar falan kardeşini götüreceğiz diyorlardı sinirleniyordum. o benim kardeşim kimseye vermem dedim. bir anda altı yaşımda olgunluk ve sorumluluk çökmüştü.

    okula başlamamın kardeşimin doğmasına denk gelmesi nedeniyle annem mecbur benimle ilgilenemiyordu. babam deseniz zaten varlığı ile yokluğu belli değildi. orada zorlukların başladığını gördüm.(bu durumdan asla memnuniyetsiz değilim aksine kardeşimin varlığı yeter)

    derken bizim prenses büyümeye başladı ayaklanıyordu. bir gün bebekken kalçasını kırdığında, dişinde kist çıktığında, salıncaktan benim yüzümden düştüğünde çok ağlamıştım. doğuştan şanssız bir kızdı. bir akşam hastalandığında on yaşında çocuk olmama rağmen nöbetçi eczane aramıştım. iyileşsin diye gitmediğim yer kalmamıştı. onun saçının teline ölürdüm. bazen kızdırıyordum, uğraşıyordum ama çok seviyordum. (abi olmak bunu gerektirir.)

    bizimki büyümeye devam etti. okula benim okulumda başlamıştı. sürekli yanına gidip ona bakıyordum. bir gün deprem tatbikatında direkt onun yanına koşmuştum. bana sarılıp ağlamıştı. tebessümle yazıyorum.

    kardeşim her geçen gün büyüyordu. babasına çok düşkün bir kızdı. babam maalesef onun sevgisini hak etmiyordu. bir ocak akşamı babamı uğurladık. bizi bırakıp gitti. kardeşimin gözyaşlarını asla unutamam. kendi gözyaşlarımı içeri akıtıp kardeşimi teselli etmeye çalıştım. sürekli her olayda böyle oldu. abi olmak bunu gerektirir.

    lise stajında ilk maaşımı aldığımda ona hamburger ısmarlamıştım. benim için bu hayatta en güzel anlardan birisi olabilir diyebilirim. hep anlatır.

    ailemden baktığım bir dönemde okumak için şehir dışına gitmiştim. hayatımın en büyük hatasını yapmış olabilirim. kardeşimin en ihtiyacı olduğu dönemde çekip gitmiştim ancak okumak için gitmiştim.

    döndüğümde liseye başlamıştı. okuldan almaya giderdim bizim cadaloz harçlığını harcamamış işsiz abisiyle harcamak istiyordu. (gözler buğulandı)

    iş hayatına başladım. çok yanlış birisi ile tanıştım(eski karım) kardeşim o insanı hiç sevmedi. bana uygun birisi olmadığını söyledi. kıskançlık yaptığını düşünüyordum ancak o haklı çıktı(hep haklı çıkıyor). askere gittim kız benim sevdiğim şeyleri yemedi, hasta oldu, benimle beraber askerlik yaptı. inanılmaz bir karakteri vardı içten içe ona çok saygı duyuyordum.

    evlendim. boktan bir evliğim vardı ve bitirme kararımı ilk ona söyledim. yine arkamda durdu. en yakın arkadaşım dostum oldu. her sancılı dönemimde yanımda oldu.

    kardeşim genç yaşında çok yoruldu. çocuk yaşta babaanneme baktı, babasız büyüdü hep sorumluluk yaşadı. bu yaşadığı şeyler onun ruh sağlığını bozdu. ilaçlar yüzünden kilo aldı. bazen şu lanet çenem kilolarına laf edip durdum kendime çok kızıyorum bunu yaptım ama hep sevdiğimden yaptım.

    bir abi olarak onun hep yanında olmaya çalıştım. elimden geldiğince korumaya ve kollamaya çalıştım. kardeşimin cesurca kararlarında hep yanında oldum hep olmaya devam edeceğim.

    hastaneye yattığında hiç uyuyamamıştım. pazartesi günü tüp mide ameliyatı olacak ve stresten uyuyamıyorum. sürekli aklımda ameliyatı düşünmek var. bir şey olmayacak eminim lakin hem abisiyim hem babasıyım insan ister istemez endişelenmeden duramıyorum.

    çok seviyorum kardeşimi bu dünyadaki her şeyden çok seviyorum. kolunda benim ismimin dövmesi var. bazen kavga etsekte onsuz bir hayat düşünemiyorum. yıkılırım diye düşünüyorum.

    beni bazen bencil bilse de sorumsuz bilse de umursamaz bilse de canı sağolsun öyle bilsin.

    ben gücümün yettiğince ömrümün yettiğince onun abisi olarak her zaman aldığı kararlarda yanında olacağım. hep destek olacağım.

    yazmadığım bir sürü anımız var. tek söyleyeceğim bu dünyada herkes bir yana kardeşim bir yana …

    ben onun hem abisi hem babasıyım.

    yaşam destek ünitem der bana telefonunda öyle kayıtlıyım. iyi ki kardeşim olmuş.

    aylar sonra gelen edit : şu an 65 kiloya düştü güzeldi, fıstık gibi bir kız oldu.
  • 6 yaşındaydım o geldiğinde.

    daha kundakta bebekken; annem işi olduğunda sarardı başıma. "nerden geldi bu ya" düşüncesi hiç çıkmazdı aklımdan o yıllarda. sürekli kusardı yediklerini; doktorlara göre yemek borusu normalden daha dar yapıdaydı. annem hep tabakla gezerdi peşinde. ben tüm ailenin gözbebeği iken, tahtıma rakipti. sarışın, bal rengi gözleri ve gözkapaklarına değen kirpikleriyle çok güzel çocuktu. sürekli konuşan benim aksime sessizdi, çok konuşmaz, çok ağlamaz, sadece iri iri gözlerini açıp bakardı.

    evimizin briketten bahçe duvarı üzerinde yaşandı hala aklımdan çıkmayan o olay. bahçe duvarı yaklaşık bir metre yüksekliğinde, duvarın dibinde öbek öbek, dikenli "orman üzümü" dediğimiz çalılardan var bolca. bir de yemiş ağacı -incir olduğunu öğrendik adının büyüyünce ağacın, ama o zaman "yemiş" bizim için- yazın civciv sıcağı. hemen hemen bu mevsim ki aklıma gelmesi durup dururken ondan belki. öğleden sonra, annemin zorlayarak yatırdığı öğlen uykusundan, annemi uyutmayı başararak yırtmış, soluğu bahçede almışız. bahsettiğim bahçe ağız alışkanlığından bahçe, yoksa evin bitiminden başlayan alan nerdeyse bir tarla ve yemiş o tarlanın sonunda. hatırladığım kare bahçe duvarına çıkışımla başlıyor, kardeşim "abla ben de, beni de çıkar" diye mızıklanıyor. son derece hoşnutsuzum onun da orda oluşundan. çünkü tüm duvar tepeleri, ağaç başları, kuytu köşeler tek başıma hayaller kurarak oynadığım, zaman geçirdiğim yerler. onun kuyruk gibi peşimde dolaşması canımı sıkıyor. elimi uzatıp çekiyorum onu duvarın üstüne. ellerimizi yana açıp dengemizi sağlamaya çalışarak duvarın üzerinde ilerliyoruz. yanımızda orman üzümü öbekleri, dikenli, ayağımızı çiziyor. yemişe ulaşıp, duvarın üzerindeki dallardan toplamaya başlıyorum. aslında o sıcakta kaşındırır adamı yemişin yaprağı. ama umurumuzda mı? o da istiyor dalı tutmak. oralı olmuyorum. mızıklanmaya başlıyor. ve sonra birden hiç planlamadan, sadece öfkeyle ona doğru dönüp elimle itekliyorum duvardan aşağı doğru. ve arkasından bakakalıyorum.

    bir orman üzümü öbeğinin kenarına doğru sertçe düşüyor. ve düştüğü yerden bana bakıyor gene kocaman açtığı bal renkli gözleriyle "balım". hiç ağlamıyor, hem düşmekten hem de orasını burasını çizen dikenlerden canı yandığı halde. bakıyor bakıyor, sonra yavaşça kalkıp o küçük adımlarıyla eve doğru yürüyor. evin köşesinde gözden kaybolana kadar da arada kafasını çevirip bakıyor bana. çocukluğun verdiği acımasızlıkla kendimi haklı çıkarmaya çalışarak bakıyorum ben de ona, hep ayak bağı oluyordu ki bana. sonrasını hatırlamıyorum. dayağını yemişimdir muhtemel annemden bu olayın ama zerre hatrımda değil o kısmı. sadece şaşkın, korkuyla açılmış bal rengi gözler aklımda kalan. upuzun kirpiklerin çevrelediği -ki ortaokulda kesmeye çalışmıştı kirpiklerini "arkadaşlarım dalga geçiyor" diye- gözler.

    26-27 yıl geçti aradan. hep sessizdi kardeşim, hala öyle. evden ayrıldığımda 11 yaşındaydı, her görüşümde değişen, gelişen, büyüyen ve anlamlanan bir ilişkimiz oldu yıllar içinde. öys tercihlerini birlikte yaptık ve çok zor benimsediği, atılıp geri döndüğü, çok çetrefilli, çok sıkıntılı on yıllık bir üniversite hayatı yaşayıp makina mühendisi oldu. şimdi bizden çok uzakta ama hayatından memnun "balım". kardeşim, güzelim, oğlumun biricik dayısı.

    hiç konuşmadık duvarın üzerindeki o olayı. ben hiç unutmadım, onun da unuttuğunu sanmıyorum. ama hiç dillendirmedik. bazen rüyalarıma girdi, düştüğü yerden bakarken ya da eve doğru yürürkenki haliyle. o zaman hiç ağlamamıştım ama rüyalarımda çok ağladım. baba tarafına çeken bendim; az kendini seven, bencil, atılgan, fütursuz yer yer. o aynı annem gibiydi, sessiz, ağır, duygusal. bu olay hayatına nasıl etki etmiştir, neleri değiştirmiştir, ne yaralar açmıştır çocuk yüreğinde hiç bilemedim, bilmekten korktum belki. ama benim için çok büyük bir yara oldu, hala yaradır. ağlayıp haykırsaydı da öyle bakmasaydı.

    ilk defa çıkarıyorum içimden bu dikenli yumağı, ilk defa bu satırların okuru/okurları öğrendi şu an. bu satırları muhtemelen balım da okuyacaktır. o sebeple; çok pişmanım canım benim, çok özür dilerim. o yaştaki "mam" için hiçbir mazeretim yok, hafifletici hiçbir sebebim yok. ama bu yaştaki "mam" için ne kadar değerli olduğunu bilemezsin. seni çok seviyorum, beni affet.
  • bir öğrenci odasında asılı bir posterde anlamını bulan kelime.

    posterde nikeragua da çekilmiş bir fotoğraf var. sırtında iki üç yaşlarında bir çocuk taşıyan sekiz dokuz yaşlarında bir kız çocuğunun fotoğrafı. fotoğrafçı kız çocuğuna
    "ağır bir yükün var" diyor.
    kız çocuğu cevap veriyor
    "o yük değil, kardeşim"
  • bir erkek kardeşim var, başka kardeşim yok. doğduktan sonraki beş seneyi bunu kıskanmakla geçirdim. sonra anaokuluna başladı ve annem babam çalıştıkları için onu anaokuluna götürme, geri alma, yemeğini ısıtma, masal okuma, göz kulak olma görevleri üstüme yıkıldı ve bunun şapşal hallerini gördükçe kıskanmaktan vazgeçip acımaya başladım.
    bu biraz büyünce tabi dili de uzadı ve bu sefer ona türlü işkenceler ve üzerinde deneyler yapmaya başladım, serde hayvanlık var çünkü ve o yaşlarda abla olmak bunu gerektirir biraz da.
    daha sonra boyu uzadı ve ona artık işkence uygulayamaz oldum, bu sefer de dalaşmaya başladık.
    sonra o liseye başladı, ben de üniversite okumaya başka şehire gittim.

    işte o zaman onu sevdiğimi anladım. o da anlamış sanırım çünkü evden ayrıldığım gece anneme nevresimlerimi yıkamamasını, benim yatağımda yatacağını söylemiş. annem onun sabaha kadar ağladığını söyledi sonraları. ben sabaha kadar ağlamadım ama burnum daha önce hiç böyle sızlamamıştı, boğazıma da yutkundukça büyüyen bir yumru oturmuştu.

    sonra yetişkin olduk, zaman zaman beni üzdü, ben ona çemkirdim derken bu yaşa geldik. annemiz babamız vefat etti, biz birbirimize daha sıkı kenetlendik. bir tek ikimiz kaldık şu koca dünyada, ya da bize öyle geliyor.

    bugün doğum günü, yeni yaşı kutlu olsun, bu sene her dileği gerçek olsun.
  • doksanlı yıllarda eskişehir'de, evimizin hemen bir dönemeç ötesinde kızılcıklı caddesinde bir tekel bayi vardı. cayır cayır çalışan ve içi ağzına kadar yeni rakı ve aile boyu cam şişe coca cola dolu bir buzdolabına sahip olması benim için cazipti. elbette bir çocuk olarak o günlerde tekel bandrollü içecekler ilgi alanımda değildi ama buz gibi soğuk cam şişe coca cola adeta hayatın anlamıydı. (tabi hayatımın daha sonraki evrelerinde o kola denen zımbırtı hem midemin anasını sikti hem de aldığım kiloların baş müsebbibi oldu.)

    babamdan kopardığım her harçlıkta kızılcıklı caddesine uğramam gereken iki yer vardı. öncelikle bu bahsini ettiğim büfenin hemen yanıbaşında buluna atari salonuna gider, start tuşuyla seçilen mavi renkli ken ile chun li'yi yere serip bacak arasını dikizlerdim. tam oyunda dört rakibi yere sermişken orospunun evladı biri gelir karşıma rakip olurdu. bazen yener bazen yenilirdim ama o atari salonundaki umuma açık oyun ruh halinden de pek hazzetmezdim. o atari salonunda alınan anlık zevkten sonra istikametim tekel bayi olurdu.

    bu tekel bayinin bende özel bir yerinin olmasının tek sebebi aile boyu kola şişelerini buz gibi soğutması değildi. dükkanı çalıştıran 60 yaşlarındaki iki amcanın bende yarattığı sempatinin de büyük etkisi vardı. aralarında en fazla bir veya iki yaş olmasına rağmen saçı daha beyaz olan diğerine abi derdi. isimlerini şimdi unuttum hatırlamıyorum. zaten en büyük eksikliğimdir, isimleri ve adresleri çabuk unuturum. ben ne zaman dükkana girip kola şişesine yönelsem, daha fazla beyaz saçlı olan amca elime bir parça ülker napoliten sıkıştırırdı. sürekli gülümseyen, birbirleriyle şakalaşan, müşterisine her daim pozitif enerji veren bu amcalara hayranlıkla bakardım. genelde o yaşlarda çok sık karşılaştığım yaşlı profiline bu amcalar hiç uymuyorlardı. sürekli ağrıdan şikayet etmiyorlardı, her zaman gülümsüyorlardı, şimdiki gençlere ön yargılı bakmıyorlardı.

    bir pazar günü, eskişehir orman müdürlüğü'ne tahsis edilmiş bir alanda piknik yapmak için maile evden çıkmaya hazırlanıyorduk. babam elime para tutuşturdu, bir şişe yeni rakı alacaktım. verdiği paraya baktım gözüm ışıldadı. kalanıyla pekala bir şişe kola da alınabilirdi. koşa koşa tekel bayiye gittim, kapısını zorladım açılmadı. kafamı kaldırdım, beyaz bir kağıda elle yazılmış bozuk bir yazı çarptı gözüme. "cenazemiz sebebiyle kapalıyız"

    şaşırdım, kimin öldüğünü merak ettim. acaba bu sevimli yaşlı amcalardan biri mi ölmüştü? ya da bir yakınları mı? kim ölmüştü? neden ölmüştü? ve çocuk aklıyla 30 saniye sonra odaklandığım şey, ben rakıyı ve kolayı nereden alacaktım amına koyim? geri döndüm, parayı babama uzattım. piknik yerine giderken başka bir tekel bayinin önünde durduk. içeceğimizi oradan aldık.

    aradan bir hafta geçti, bu sefer bir cumartesi günü babamdan aldığım harçlıkla doğruca tekel bayiye gittim. her gün okul dönüşü önünden geçiyordum kapalıydı, acaba bugün açılmış mıydı? dükkana yaklaşınca kafamı kaldırdım, kapının aralık olduğunu gördüm. kalbim hızlandı, merak duygumun karşılığı ortaya çıkacaktı. yavaşça içeri girdim, başım yerdeydi. kafamı hafifçe kaldırdım, bana her gelişimde ülker napoliten çikolata veren beyaz saçlı amca yerinde oturuyordu. göz torbaları şişmişti, müthiş derecede mutsuzdu. parayı uzattım, kola istediğimi söyledim. yüzüme bile bakmadı, buzdolabından çıkardığı kolayı önüme koydu, para üstünü tablaya bıraktı. sessizce çıktım dükkandan. abinin öldüğünü anladım.

    sonraları ne zaman o dükkana bir şey almaya gitsem amcanın artık gülmediğini fark ettim. bir keresinde dükkana girer girmez buzdolabına yöneldim, kapağını açar açmaz şişenin biri yere düşmek üzereydi zor tuttum. o esnada amcayla göz göze geldik, sanki gözlerinden alev çıkıyordu. bağırdı, çağırdı, beni iteleyip tezgahın önüne savurdu. bir daha bu dolaba dokunmayacaksın diye haykırdı. burnundan soluya soluya konuşuyordu, çok korkmuştum. sanki bir adım ileri atsam beni dövecek gibiydi. her geldiğimde beni güleryüzüyle karşılayan, çikolata hediye eden, dünya tatlısı adamdan artık eser yoktu. sürekli çatılan kaşlar, simsiyah bir surat, dükkana girildiğinde her daim hissedilen o hüznün kesif kokusu.

    bir insan bir anda bu kadar değişebilir miydi? hayatın temel anlamı var olmak değil de acaba birlikte var olmak mıydı? meğer yaşlı amcanın bu hayata tutunmasının ana kaynağı kardeşiymiş. bu bir başkasında kardeş değil de hayat arkadaşıdır belki. kiminin çocuğu, kiminin annesi. ben 41 yaşındaki bir adamın annesini kaybettikten sonra bir ayda 20 yıl yaşlandığını gözlerimle gördüm.

    kardeş deyip geçmeyiniz. hepimizin bu hayatta öyle veya böyle ruhunu besleyen, onu ayakta tutan bir kardeşi var. kardeş candır, hayatın damarıdır. aldığınız nefesin demidir, devamıdır. allah kimseyi kardeşlikten ayırmasın.
  • ailemden geriye kalan. bir tanecik. hep öyleydi.

    ben istemişim onu. 4 yaşındaymışım. "bir kardeşim olacak. kız olacak. mavi gözlü ve sarışın olacak."

    annemle babam da kırmamışlar beni. onca parasızlığa ve imkansızlığa rağmen kardeşimi vermişler kucağıma.

    pembecik bir kız.

    sarışın.

    ve fakat 20 gün erken doğduğu için uyuyor sürekli, gözlerini açmıyor ki görelim rengini...

    uykusunu tamamlayınca açtı gözlerini: masmavi. tamam işte, benim kardeşim!

    hayatımın her döneminde her şeyden çok sevdim onu.

    beni hep korudu. o ağlayacak diye annem beni azarlayamazdı mesela.

    asla hiçbir sırrımı açık etmedi.

    hiç şikayet etmedi. hiçbir zaman talepkar bir çocuk olmadı.

    annem ya da babam bir şey yapmasını söylediğinde önce bana bir bakardı "ne diyo bunlar? yapayım mı ne dersin?" babında. benden "tamam" işaretini alınca yapardı ne yapılacaksa.

    büyüdü, serpildi, boyu boyumu geçti, dünyanın en güzel kızı oldu.

    baktıkça içim titrer.

    bir tek onun bana kızmasından korkarım.

    öksüzlüğüne yetimliğine yüreğim yanar.

    kendi derdime dalıp ona annelik babalık yapamayacağım diye ödüm kopar.

    5 yaşımdan beri birlikteyiz.

    5 yaşımdan beri tek dostum.

    5 yaşımdan beri kızım.

    canım.
  • herhangi bir parkın, herhangi bir salıncagına en çok yakışandır o.

    sıcak bir agustos günüydü annem ve babamı arabaya binerken gördüm. sokagın öbür ucunda oyundayım. ''nasıl olsa gelirler' diyerek önemsemedim.
    akşam oldu babannem eve çagırdı. gittim..
    annemle babam yoktu. babannem gülümseyerek ''sana bi süprizimiz var'' dedi. yemegi yedikten sonra kardeşimin dogmuş olabilecegi düşüncesiyle ve biraz da pabucumun dama atılması endişesiyle *uyudum.
    sabah kahvaltı eder etmez babannemle, dedemle düştük yollara. hastaneye, annemin yanına.
    koridorun başından annemi gördüm yatagında.
    dedemle babannemi de görünce oturmak için hamle yaptıgını bi de.
    girdik odaya, sokulamadım annemin yanına. ''gel'' dedi ''bak bu kardeşin''.
    korktum bakmaya ilk önce ama sonra,
    minnacık, kapkara, kıpkırmızı, bambaşka, çok çirkin bi bebek annemin kucagında.
    eve geldik..
    varlıgından pek memnun degildim. bunu her fırsatta söylemeyi ihmal etmiyordum ama her defasında ''geri götürcez biz onu'' sözlerine kanıp sabrediyordum.
    gün geçtikçe bu kapkara, kıpkırmızı, bambaşka ha bi de çirkin çocuga alışıyordum.
    daha bi güzelleşiyor muydu ne?
    onun için yaptıgım yokoluş planlarımı babama anlatıyordum ama o da hiç yardım etmiyordu bana.

    pencereden aşagıya atma planı;
    -ben sandalyeye çıkayım, sen kardeşimi kucagıma ver olur mu baba?
    -pencereden soguk geliyor, üşür ama kardeşin.

    severken öldürme planı;
    -kafası * ne kadar yumuşak baksana baba, azıcık daha bastırsam nolur acaba?
    -hiç büyümez, hep bebek kalır sonra, yapma.

    sessiz, uslu, utangaç, esmer bir çocuk oldu sonra. ilk adımını, benim yanıma gelmek için attıgı gün; sevdim onu,
    kış ortasında kapiş * diye agladıgın gün de,
    kaylay düşey düşey düşey düşey aylayım * şarkısını söyledigi gün de,
    yere düşen mandalina kabugundan özür diledigi gün de,
    herhangi bir parkta,herhangi bi salıncak sırası beklerken, elimi sımsıkı tuttugunda bi de..

    çok sevdim sonra o karaçocugu. hiçbir zaman ilgilenmedim onunla, hiç bir oyunuma dahil etmedigim gibi hiçbir oyuncagımı da paylaşmadım. her fırsatta çimdirdim, sarıldım, ısırdım, bazen elinden tuttum, saçını çektim, uyurken izledim ve yine uyurken içimden sevdim.

    sonra büyüdük..

    ve yine o uyurken yani şimdi en çok o karaçocugu özledim.
    ve yine hep oldugu gibi; ''annemle babam iyi ki onu geri götürmemiş'' diyerek kendimi şanslı hissettim.

    şşşt karaçocuk uzaklarda olsan bile iyi ki varsın.
hesabın var mı? giriş yap