9 entry daha
  • kendisinin yunan buluşu olan diyalektik ilminin yunanlardan gayrı ilk temsilcisi olduğunu söyleyen yahudi-hıristiyan kaynakları vardır. misal ambrosius cicero'nun eseriyle aynı adı taşıyan eserinin (de officiis) 1.12. bölümünde "diyalektik unsurları ilk öğrenen kişi, yani eyüp, ne kadar da eski yunanlardan" der. evvelce çeşitli vesilelerle bahsettiğim, rönesans'ın felsefe tarihçilerinden seelmann'ın "türklerde rasyonel felsefenin tarihi" adlı eserinde de bu konu irdelenir ve eyüp'ün "princeps dialecticorum" yani "diyalektikçilerin şahı" olduğu söylenir. ben de bunu bir dilemma olarak görmüş ve kuran'da sad suresi 41. ayetteki eyüp'e başka bir bağlamda yakıştırılan "şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu" sözüyle birlikte değerlendirmiştim, buna göre şeytan'ın dokdundurduğu azabın inançtan önce sorgulamayı gerektiren diyalektik olabileceğini söylemiştim. kaynak: http://jimithekewl.com/2010/11/27/eyup-dilemmasi/

    yakıştırmamı yakışıksız bulanlar oldu, haklılar. tarihsel ve teolojik bilinç bakımından iki farklı söylemi ve yakıştırmayı birbirine kattım, bu bir sorundur ama bilinçli tercih edilmiş bir sorundur, akla gelenin ifadesi, iki karşıt anlatımın yarattığı gerilimin benbişeybuldumheyecanına cuk oturmuş olmasının ifşasıdır. nitekim sorgusuz imanın ve sabrın sembol isimlerinden olan bir figüre diyalektikçilerin şahı demekte gerçek anlamda bir sorun var. yunan usulü diyalektiğin gerektirdiği sabrın yönteme ilişkin olduğu aşikar, oysa eyüp'teki sabır tartışmaya, sınamaya açılmış olan bir argümanın ("tanrı'nın mükafatı için sabredilmelidir") tek yönlü meyvesini almaya dönüktür, ki kurgunun sonuna kadar sağlam kalamaz, hemen başta yitirilir, isyan başlar. eyüp 3. bkz. http://kutsal-kitap.net/…dex.php?id=460&mc=1&sc=457

    sorun gerçek bir diyalektikçiden sonucu belli ve kurgusal bir sorgulama (nitekim sonunda, 42.3'te itiraf eder tanrı'ya: "kuşkusuz, anlamadığım şeyleri konuştum, beni aşan, bilmediğim şaşılası işleri.") dışında bir tarafsızlığı, epokhe (yargıyı, onayı erteleme) duyarlılığını beklemek durumundayız. eyüp kutsal kitap'ta şikayet etmeye başlar, sorular sorar, kendince bir mantık yürütür ama bu tümüyle tanrı'yı görene (eyüp 42.5) kadarki şeytan tarafından sınanmışlığının bir neticesi ve kötü örnekliğidir. buradaki mantıkta da epokhe yoktur, yönü bellidir, egzajere edeceğim, onunkisi insanın istediği şeyin tersini söyleyerek totem yapması gibi bir şeydir. dersiniz ki, sokratesçi diyalektikte de benzer totemgil yanlar var, haklı olabilirsiniz ama en azından sokrates'te ruhsal ilham yok ve diyalektiğin gerektirdiği insan muhatap var. aradaki fark bambaşka.

    bahsetmem gereken bir şey daha var. eyüp'ün sergilediğine inanılan sabır örnek bir davranış olarak tüm yahudi-hıristiyan geleneği önünde önem kazanırken, beri yandan kutlu bir yaşamın mümkünatını gösteriyordu, evrensel ölçüde sadece sabredenin ulaşabileceği bir mükafatın kanıtıydı eylemi. bu yüzden dördüncü yüzyıl başrahiplerinden olan veronalı zeno (tractatus 11.15) eyüp ile isa arasındaki paralelliklerin uzun bir listesini yapmış ve eyüp'ün mesajının isa'nın mesajı gibi evrensellik taşıdığını göstermeye çalışmıştır. bununla birlikte eyüp'ün isa'dan gayrı önem kazandığı bir husus vardır, o da eyüp'ün isa'dan farklı olarak bir gentilis yani "yahudi olmayan" olmasıdır. başka deyişle eyüp bir "yahudi olmayan" olarak sabretmenin mükafatını alarak yahudi-hıristiyan geleneğin hak yönünü tüm yeryüzü sakinlerine açmıştır, bu "yahudi olmayan" birinin aziz olmasına benzemeyen bir şey, neticede bir kahinden, bir peygamberden bahsediyoruz, yani tanrı'yla doğrudan bağlantı kurmuş bir figürden. bu açıdan bakılırsa eyüp zincir-kıran bir figürdür.

    augustinus da bu noktaya dikkat çeker ve kutsal kitap'tan hareketle (eyüp 1.8) eyüp'ün yaşadığı çağda adalet ve inanç bakımından onunla yarışabilecek kimse olmadığını söyler (civ. 18.47). ona göre eyüp diğer soylardan da ruhu'l-kudüs'e layık insanlar çıkabileceğinin kanıtıdır. bu açıdan musa'dan da üstün olan bir tarafı vardır, zira musa tanrı'yla görüşmeden önce onun yasalarını bilmez, oysa eyüp musa'nın yazılı yasalarını görmeden, bizatihi yüreğiyle tanrı'ya ulaşmıştır (sermones 31.2). yazıya, kitaba gerek duymamasının nedeni budur, onun tanrı'ya açılan odaya özel giriş izni vardır. hal böyle olunca, eyüp'ten teorik ve pratik yunan akademik deneyimi olmaksızın salt ruhsal bir yönelim üzerine diyalektik pratiği beklemenin tuhaf olacağını düşünmek durumundayım. "şeytanın dokundurduğu azab"ı inanca köstek olan sorgulayıcı mantıkla eşlememin nedeni bizatihi bu ruhsal yakıştırmanın diyalektik olasılığını kökünden silip atmasıdır. ruh ve ona ilişkin her şey diyalektik değil, hipotetik bir şeydir, sokrates de yapsa böyle, eyüp de yapsa böyle.

    bu arada bu başlıktaki "hz." ne? şu an bundan milyarlarca insan rahatsız olsa yeridir.
20 entry daha
hesabın var mı? giriş yap