7 entry daha
  • ahmet yaşar ocak, türk sufiliğine bakışlar isimli kitabının 15. sayfasından itibaren aşağıdakileri aktarır:

    "işte bu kitaptaki yazılarda okuyucunun sık sık karşılaşacağı islâm heterodoksisi, heterodoks islâm, heterodoks müslümanlık gibi terimler de böyle bir farklılaşmanın yarattığı, sünnî algılayışın dışındaki bir ıslâm yorumunun, bir müslümanlık biçiminin adını yansıtmaktadır. türk tarihinde islâm’ın siyaset, ekonomi, hukuk, toplumsal yapı, kültür ve san’at gibi toplum yaşantısının değişik yönleri bir arada düşünüldüğü zaman, ıslâm dünyasının başka yerlerinde de olduğu gibi, islâm’ın sosyal yaşantı ve kültür temelinde iki değişik görünüm sergilediğini görürüz:

    bunlardan birincisi, sosyologların ve antropologların yüksek islâm olarak isimlendirdikleri, ıslâm’ın kitabî esaslarına sadık olup aynı zamanda gelişmiş ve rafine bir kültür ve san’at ortaya koymuş olan “şehirli lslâm”dır. bu ıslâm, türkiye tarihinde ehl-i sünnet veya kısaca sünnîlik denilen yoruma dayanır. ikincisi ise, tarihsel kökeni itibarıyla sosyal taban olarak daha çok kırsal (köyler ve konar-göçer) kesime dayanmakta olup, yine sosyolog ve antropologların popüler islâm dedikleri, kısmen mitolojik inanç ve kültlerle karışık, popüler bir san’at ve kültür ortaya koyan “halk lslâmı”dır. bu halk islâmı’nın türk toplumu arasında iki biçimi vardır:

    birincisi sünnî yorumu benimsemiş halk kesiminin sergilediği biçimdir. ikincisi ise, bizim heterodoks islâm dediğimiz, bugün türkiye'de alevî-bektaşî toplumu tarafından temsil edilen biçimdir. bu noktada sık yapılan bir yanlışa işaret etmek yerinde olacaktır, ki o da şudur: genellikle bazı araştırıcılar şehirli lslâm’ı sünnî, kırsal lslâm’ı ise hetero-doks eğilimli olarak kabul ederler. görüldüğü gibi bu, yanlış bir tasniftir. çünkü türkiye'de halk ıslâmı’na mensup asıl büyük kitle sünnî eğilimlidir; ancak alevî kesiminden ayrıldığı birçok hususun yanında, onunla birleştiği noktalar da vardır. çünkü aynı ortak tabana dayanır; bu ortak taban halk islâmı'dır.

    bu heterodoks islâm meselesi, fuad köprülü tarafından ilk defa çeşitli araştırmalarında ele alınmış, islâm'ın sünnîlik dışındaki biçimleri için kullanılmıştır. e köprülü, osmanlı döneminde bu anlamda kullanılan râfızi terimini belki halk arasında yaygın pejoratif anlamı sebebiyle- tercih etmemiş, bazan doğrudan doğruya bu heterodoks (heterodoxe) terimini, bazan da bunun yerine bâtınilik kelimesini kullanmıştır. ancak ne köprülü, ne abdülbaki gölpınarlı, ne de daha sonraki bilim adamları, bu heterodoks (yahut bâtınî ?) islâm'ın özelliklerinin nelerden ibaret olduğunu, siyasî, sosyal ve teolojik karakteristiklerini yeterince tartışmamışlardır. bu meseleyi 1980 sonrası birtakım yazılarında detaylı olarak ele alan ve tartışan, türkler arasındaki heterodoks islâm'ın hem orta asya kökenlerini, hem orta do-ğu'daki diğer dinî ve mistik kültürlerle ilgisini ortaya koyan, profesör ırene melikoff olmuştur. ancak onun yayınlarının türkçe’ye çevrilmemiş bulunması, faydalanmayı engellemiştir. bunlardan bazıları daha bir iki yıl önce türkçe-ye çevrilmeye başlanmıştır (uyur idik uyardılar, çev. turan alptekin, istanbul 1993, cem yayınevi). biz de bundan yaklaşık bir on küsur yıl kadar önce, bektaşî menâkıbnâmelerinde islâm öncesi inanç motifleri (istanbul 1983, enderun kitabevi) isimli araştırmamızda, yaygın bazı bektaşî menâkıbnâmelerine dayanarak, bu halk ıslâmı’nın alevî-bektaşî kesimi tarafından temsil edilen heterodoks versiyonunun, tarihsel ve dinî kökenlerinin analizini denemiştik.

    işte türkiye’de bu konudaki araştırmaların yetersizliği yüzünden zaman zaman bu terimin gerektiği biçimde kav-ranamaması, siyasî, sosyal ve teolojik boyutlarının yeterince tartışılıp bilinmemesi sebebiyle, birtakım gereksiz tartışmalara yol açtığı uzun zamandan beri gözlenmektedir.

    bir defa şunu unutmamalıdır ki, tarih boyunca islâm’ı kabul etmiş değişik etnik, kültürel ve dinî kökenlere mensup toplumların, onu bu kökenlerden gelen birtakım inanç ve mitolojik unsurların etkisi altında yorumlamaları sonucu yarattıkları bir heterodoks versiyonu vardır. bu, tarihsel ve sosyolojik bir gerçektir. bu heterodoks versiyon, tarih içinde çeşitli zaman ve mekânlarda değişik görüntüler sergilemiştir. bu görüntülerden birisi de, türkler'in islâm’a girişleri ile oluşmaya başlamıştır. işte bizim heterodoks türk müslümanlığı dediğimiz bu versiyon, göçebe türkler arasında ve eski islâm öncesi dinî-mistik inançlar temelinde oluştuğu için, çoğu yerde gelişmiş yerleşik kültür çevrelerindeki kitabî (doğrudan kur’ân’a dayalı) biçiminden farklı bir muhteva ile görüntülenmiştir.

    bu heterodoks türk müslümanlığının -türk tarihi çerçevesinde düşünmek kaydıyla- siyasî, sosyal ve teolojik olmak üzere üç boyutu, bu boyutların, sünnî müslümanlıktan ayrılan üç temel karakteristiği vardır.

    a) siyasi boyut: sünnî islâm, türk tarihinde genellikle devletin, siyasî otoritenin resmi tercihini oluşturmuştur. bunun sebeplerini tartışmak ayrı bir konudur. ama bu, bir tek safevî devleti hariç daima böyle olmuştur. oysa heterodoks islâm, genellikle bu siyasî otorite ile uyuşamayan sosyal çevrelerin ideolojisini teşkil eden “paralel islâm” konumundadır. yani heterodoks ıslâm, sosyal bir zıtlaşmayı da belirler.

    b) sosyal boyut: sünnî islâm’ın çoğunlukla yerleşik çevrelerin dinî tercihi olmasına karşılık, heterodoks islâm büyük çapta konar-göçer çevrelerin inancını oluşturur.

    c) teolojik boyut: sünnî ıslâm’ın kur’ân ve sünnet temeline dayalı gelişmiş, sistematik ve yazıya geçmiş, bir teoloji meydana koymasına rağmen, heterodoks islâm, sistematik olmayan, mitolojik, senkretik ve sözlü (şifahî) bir teoloji, daha doğrusu bir inanç mozayiği oluşturmuştur.

    bu heterodoks türk islâmı’nın üç temel karakteristiğine gelince bunları şöyle gözden geçirebiliriz:

    1) bu islâm biçimi, her şeyden önce bağdaştırmacıdır (syncretique). yani, yukarda da işaret edildiği gibi, orta asya’dan anadolu’ya kadar geniş bir zaman ve mekân sürecinde islâm’dan önce türkler’in bazı inançları (muhtelif tabiat kültleri, atalar kültü), veya sonradan kabul ettikleri şamanizm, budizm, maniheizm, zerdüştîlik, hıristiyanlık, müsevîlik, hatta gnostisizm gibi) birçok dinî ve mistik kültür kalıntılarının, yüzeysel bir islâm ile karışmasıdır. işte biz bu karışıma senkretizm (syncretisme) diyoruz.

    2) bu islâm biçimi, hem bizzat tasavvufî bir karakter arzettiği, hem de islâm öncesi döneme ait mistik bir temel üzerine oturmuş olduğu için, koyu mistik bir yapı sergiler. bu, ll. yüzyıldan itibaren ahmed-i yesevî ve benzeri halk sufilerinin propaganda ettiği popüler tasavvufun yoğurduğu bir müslümanlık anlayışıdır. bu sufi karakter o kadar güçlüdür ki, bektaşîlik gibi bir tarikat olmadığı halde alevîlik, bu mistik karakteri 'bugün bile çok kuvvetli bir biçimde yansıtır.

    3) bu islâm biçimi, aynı derecede kuvvetli bir mehdîci (messianique) karakter arzeder. yani, ezilmiş, haksızlığa uğramış, hor görülmüş bir toplumsal psikoloji temelinde gelişen, günün birinde onu bu durumdan kurtarıp özlediği yepyeni bir düzene, bir “yeryüzü cenneti”ne kavuşturacak ilâhı bir şahsiyetin, karizmatik bir liderin geleceğine inanır. nitekim tarih boyunca bu heterodoks türk müslümanlığı’na mensup çevrelerin merkezi yönetimlere, siyasî iktidar odaklarına karşı geliştirdikleri bütün dinî-sosyal hareketler, istisnâsız bu mehdici, yahut mesiyanik karakteri ortaya koyar. bu karakter, bir ölçüde sünnî halk ıslâmı’nda da bulunmakla beraber, bu kadar güçlü ve temel nitelikte değildir.

    görüldüğü gibi bu heterodoks islâm veya müslümanlık, başlı başına ayrı bir din olmadığı gibi, teolojik birtakım tartışmaların sonunda ortaya çıkan klasik islâm mezhepleri türünden bir mezhep de değildir. yukarda da söylendiği gibi, bir halk islâmî'dir. türkiye tarihi içinde iki form altında belirmiştir: bu formlardan birini bir tarikat olan bektaşîlik, diğerini ise, belki bir mezhep diyebileceğimiz alevîlik temsil eder."
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap