• herkesin bildiği gibi benim en sevdiğim hayvanlar penguenler. ama fillere duyduğum saygı sevgi bir başkadır.

    fil hayvanı * dünyanın en nazik hayvanlarından biridir bence. hayır bazen bizimkiler de bana fil falan diyor, insan üzülüyor haliyle. ama filler, o koca cüsselerine ve hantal vücutlarına rağmen çok zariftirler. hareketlerinde hiçbir zorlama bulamazsın. misal bir deniz fili, bir mors gibi değiller karada. yok efendim filler zıplayamazmış. zıplamasın efendim! fil bu, hayvanın kilosundan bağımsız bi ağırlığı var! davşan mı sandın sen bunu? zıplayamıyomuş, tepende zıplar inşalla!

    öte yandan, nasıl ki penguen gibi baba istiyorsak, fil gibi anne de istemeliyiz.

    her anne yavrusuna son derece ilgi şefkat gösterir ama, fillerinki başka. çünkü, uzuuuunn, upuzun bir süre hamilelik dönemi geçirirler. 22 ay be, dile kolay. benim anam dokuz ayı anlata anlata bitiremiyor, bu hayvancıklar 2 sene karnında taşıyor yavrusunu. biz üç kilo bebeyi hastanelerde güç bela doğururken, bir kışlık kömür ağırlığındaki yavruyu savan ortasında doğuruyor garibim. tooozz, pisliiiikk, steril bişi yookk... üstelik, göç yollarında perperişan sersefil oluyor yavrular. yazık ya.

    fil yavruları çok şanslı işte. anne, çocuğuna aşırı değer veriyor. koruyor kolluyor, öğretiyor. insan gibiler. misal genç ve deneyimsiz anne bebeğiyle problem yaşayınca anane hemen olaya el koyuyor. kalpleri kırılıyor, acı çekiyorlar. ölünün ardından yas tutuyorlar.

    fil, belgesellerde gözlerine bakmaktan korktuğum tek hayvan. gerçeğini görsem, kafamı kaldırıp bakabileceğimi sanmıyorum onlara. korku da değil aslında. saygı gibi. biraz hüzünlü bi yapıları olsa da, yunuslardaki gibi "dünya sikime minare götüme" havasında mutlu bi havaları da var. bilmenin ve kabul etmenin getirdiği dinginlik ve neşeyi temsil ediyorlar benim nazarımda. zaten, hiç mahzun olmamışların neşesi, gerçekten neşe değildir ki, değil mi sevgili gönül dostları? asdfsa

    sabahın bir vakti felsefi çıkarımlar yapmayı bir kenara bırakırsak, filler çok şahane hayvanlar. insan penguen gibi babası, fil gibi anası olsun ister yani. ister. gerçi, penguen gibi baban, fil gibi anan olursa sen de panda gibi sikişmeye üşenen tembel tenekenin teki olursun asdfgdsa
  • insanı utandıran özellikleri olan canlı.

    insanoğlu bazen bir fil kadar bile olamıyor...

    ********

    filler yas tutarsa

    2 mart 2012’de afrika’daki bir insanın ölümünün ardından, akıllara durgunluk veren bir olay oldu.

    lawrence anthony adında bir çevre korumacı, afrika’da yaşadığı evde ani bir kalp krizi geçirdi ve vefat etti.

    fillerle iletişim kurabilmesiyle, kontrol edilemez derecede agresif filleri sakinleştirmesiyle bilinen anthony, birçok filin hayatta kalmasını sağlamıştı.

    arazilerine girdiği için veya saldırdığı için insanlar tarafından vurulan filler, anthony sayesinde sakinleşmiş ve insanlar için herhangi bir ‘tehdit’ olmayı bırakmışlardı.
    şaşırtıcı olan olay ise, anthony’nin ölümünden 12 saat sonra yaşandı.

    evine, kurtardığı fillerden bir grup tek sıra halinde yürüyerek geldi. 12 saatlik mesafeden geldiği sanılan bu filler, iki gün boyunca evinin etrafında kaldılar.

    bir gün içerisinde başka bir yerden bir fil sürüsü daha geldi, onların da kat ettiği mesafeye bakıldığında, yola lawrence anthony’nin öldüğü an çıktığı anlaşıldı.

    bu iki fil sürüsü, kendilerine bakan, iletişim kurabildikleri, sevdikleri insanın ölümüne yas tutmaya gelmişlerdi.

    filler, ölüme yas tutan ender hayvanlardan biri.

    ölü fil gördüklerinde kendi gruplarından olsun olmasın, yas tutar, bedeni açıkta kaldıysa üzerini dallarla ve yapraklarla örterler. aynada kendilerini tanır, suyu daha sonra içebilmek üzere çukurlara gömerler ve inanılmaz bir hafızaya sahiptirler.

    anlaşılan o ki, bağlantı kurdukları bir kalbin durduğunu kilometrelerce öteden hissedecek kadar hassaslar.

    anthony’nin öldüğünü nasıl anladıkları bir soru işareti, ama aynı zamanda da gelişleri, kalbin enerjisinin/iletişiminin, tür farkı gözetmeksizin, çok geniş bir alana yayıldığının da kanıtı.

    suat sezgin

    http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22153241.asp
  • bir süredir odamda bir fil var.

    biri getirdi, kıçından ittire ittire kapıdan soktu, bırakıp gitti. bu kadar büyük bir canlının bu kadar yakınınızda olması inanılmaz bir duygu. uslu da bir şey üstelik. onca eşyanın arasında yaşayıp gidiyor. ne bir yere sürttüğünü gördüm ne sağı solu dağıttığını. istese bir hamlede bomba patlamış gibi dağıtabilir her yanı ama gıkı bile çıkmıyor. bazen usul usul cama doğru dönüyor, ağaçların rüzgarda sallanan dallarına bakıyor. bazen de dümdüz duvara döndürüyor o geniş kafasını. orada neye öyle dikkatli bakıyor anlamış değilim. bildim bileli orada o duvar hiç seyredecek bir tarafı olduğunu görmedim. ama fil umursamıyor, en geniş düzlükler, uçsuz bucaksız ormanlar tam da o duvarın hizasından başlıyormuş gibi dikkatle bakıyor.

    tozlu da bir hayvan bu fil. onca tozu benim evimden edinemeyeceğine göre ya içinden çıkıyor bu tozlar, ya da arada bir ben uyurken falan dışarılarda koşturup geliyor. ben bir şeye dalıyorum mesela bazen, kulaklarını savura savura tozutuyor ortalığı. üstüne cibinlik yaptırmayı düşünüyorum sırf bu yüzden. titiz bir adam değilim ama tozun içinde yaşanmıyor. araba örtüsü gibi bir şey de olur belki. ölçülerini bilirsem tam file göre bir kılıf yaptırabilirim. ondan sonra tozutsun istediği kadar.

    ilk geldiği günlerde belki bırakan geri alır diye bir rahatlık vardı üzerimde. sonra zaman geçti ne gelen oldu ne soran. bir insanın filini bırakıp gitmesi için önemli bir derdi olması lazım. yoksa kim filini öylece bırakıp gidebilir. hele ki benim gibi hayatında hiç fil bakmamış bir adama. hatta bakmamaktan da öte hayvanat bahçesinde şöyle bir uzaktan görmüşlüğüm var ancak kendilerini daha önceden. ne yiyecek, ne içecek, nereye sığacak hiç haberim yok. aç olsa aç olduğunu anlayabilir miyim ondan bile şüpheliyim. beni yer mi mesela çok acıksa, yemez herhalde. belki farkında bile değil odanın köşesindeki hayatımın.

    konuşuyoruz bazen fille, çünkü durduğu yerin arkasında kolilerim var. o kolilerde kışlıklarım falan duruyor. biraz şuraya doğru git oradan bir şey alacağım diyorum. o kocaman ayağı yerden kalkar gibi oluyor ama aynı yere basıveriyor sonra yine. sirklerde küçücük tabureye sığışan hayvan benim odamda büyüdükçe büyüyor resmen. orasından burasından uzanıp işimi de göremiyorum çünkü orası burası bitmiyor kendisinin. kulağından kaçınsan hortumu giriyor araya, bacağından sakınsan koskoca göbeği var. odanın çoğunu ona bıraktım kolilerimi de rehin aldı bakışıp duruyoruz.

    tanışma faslını bir atlatabilsek sonrasında mutlaka bir orta yol buluruz. ben kendimi tanıyorum dünyada anlaşamayacağım hayvan yoktur. hele ki bu fil gibi uysalı olursa kreşten arkadaşımmış gibi ahbap oluruz kesin. ama işte o ilk soğukluğu atlatamadık henüz. benim filim değil kendisi bir kere bunu hissettiriyor. benim olsa zaten böyle sakin olmaz hayta bir şey olur. gerçi insanların fili olması da akıl alacak iş değil. kendi istemedikten sonra bir fili bir yerde tutmak büyük zalimlik. bu şimdi kalkıp gitmek istese hiçbir şey diyemem. camı çerçeveyi indirir, duvarı yıkar yine gider gideceği yere. neresinden tutup da durduracaksın zaten.

    büyük değişikliklere daha kolay alışılıyor. evde kedi olsa belki huzurum daha çok kaçardı. bu fil ise sanki bir mobilya gibi hemen kanıksattı kendini. odanın o kısmında olmasını yadırgamayacağım günlerin geleceğini biliyorum. şimdiden alıştım hatta varlıgına. sahibi gelirse üzerine battaniye atarım "şu yöne doğru gitti galiba, bilmiyorum." falan derim. bu fil burada durmaya devam eder.

    tanışırız sonra, birbirimize saygı duyarız, çoraplarımı serbest bırakır, yaşar gideriz.
  • ormanın gerçek kralıdır. neden mi? anlatayım...

    lisede neredeyse tüm lise hayatım boyunca yan yana oturduğum bir arkadaşım vardı yakup adında. çok makara yapar gülerdik. özellikle lise sonda had safhaya ulaşmıştı kıllatmalarımız, milletin en sıkıntılı "2-3 soru çözsem kârdır." anlarını biz kahkahalar eşliğinde, ona buna sararak geçiriyorduk.

    lise sonda bir gün yine her zamanki gibi sınıfa ilk ben geldim, sırama oturdum, kafayı sıraya koyup sınıfın dolmasını bekliyorum. herkes 15 dk içinde dökülürken yakup da sınıfa girdi arada. girerken baktım, düşünceli, durgun. dedim "heralde uyuyamadı falan, bi'kaç dakika sonra açılır." geldi, yanıma oturdu. her gün yaptığımız cam ve kalorifer yanına kim oturcak münakaşasını da yapmayınca, ben hafiften işkillenmeye başladım, bir terslik olduğuna dair hislerim kuvvetlenmeye başladı. nasıl olur da yakup kış günü kalorifer yanını istemezdi?

    ilk 1-2 ders bitti yakup'dan hala adamakıllı ses yok. zorla 1-2 laf alıyorum ağzından açılsın diye ama onlarda keyifsiz dökülen birkaç kelime, işe yaramıyor. durup kafasını sıraya koyuyor, uzaklara bakıyor, sıkıntı yapıyor; yakup'un hayatta yapcağı triper değil bunlar diyorum, uyuz oluyorum. "acaba ciddi bişey mi oldu?" falan diyorum. ama "öyle bişey olsa direk söylerdi zaten." deyip o ihtimalden de vazgeçiyorum. öğle arası oldu, yemek yiyelim diyorum; konuşmuyor bile, "ben istemem." minvalinde jest ve mimikler yapıyor...

    böyle geçen 3-4 saatin ardından, son derslere doğru tam ben umudumu kesmeye başlamışken yakup kafasını, yasladığı sıradan sakince kaldırdı ve şöyle dedi:

    -oğlum aslında ormanın kralı fil ha...

    bir an yakubun suratına baktım. sonraki birkaç saniye cümle üstüne muhakememi yaptım; hakikatten de fil'e kafa tutabilen hayvan yoktu doğada, çok güçlüydü ve akıllıydı. ayrıca bu kadar güçlü olmasına rağmen aslan gibi ona buna zorbalık yapmıyor, ormanı demir yumrukla yönetme planları kurmuyordu, gayet mütevazi bir biçimde ekmeğine koşuyordu. gerçekten de kral hayvandı fil. ormana çok sık uğramasa da ormanın kralı da olabilirdi pekâla. hem ne var ki, aslan da çok uğramıyordu; yakup haklıydı. kafamda bu düşüncelerle geçen birkaç saniyeden sonra yakuba döndüm ve dedim ki:

    -harbi lan...

    bunun üzerine yakup bilge ve muzaffer bir edayla başını hafif sağa sola sallarken ufak bir tebessüm oturdu yüzüne. o andan sonra normale döndü, onu bir daha asla o günkü gibi inzivada görmedim. işte o günden beridir de benim için ormanın gerçek kralı fildir...
  • bu içli hayvanlar aralarından birini kaybettiğinde cenaze töreni düzenlermiş.

    + ey cemaat meftayı nasıl bilirdiniz ?
    - iri
  • yavrularına hortumlarını kullanmayı öğreten pofuduk hayvanlar. yavrusu kurumak üzere olan bir su birikintisinden ağzıyla su içmeye çalışıyor fakat haliyle yüzü gözü çamur içinde kalmış halde, böyle böyle debelenirken yanına annesi geliyor ve kendi hortumuyla bunun hortumunu dürtüyor, sonra suya bakıyor. bir süre sonra yavru kendi hortumunu keşfetmenin verdiği mutlulukla suyunu içiyor. afrika'ya gidip yuvarlana yuvarlana güreşesim geldi şununla.
  • insandan ayrı olarak, duygusal olarak ağlayabilen tek hayvandır.
    (bkz: akla zarar gerçekler)
  • hamilelik dönemleri yaklasik 22 ay süren, bu baglamda allah sabir versin dedirten hayvanlar. ayrica yaklasik bes kilometre uzaktan su kokusu alabilmek gibi bir hassalari var ve bir de ziplayamayan tek memeli türü.
  • küçük, yuvarlak ve beyaz olsaydı aspirin olurdu. (bkz: ösym)
  • kocaman, sarıl sarıl bitmeyen bir hayvan. koridora poposu sıkışabilir diye evde beslemekten çekindiğim.. yerim.
hesabın var mı? giriş yap