• ilkokul birinci sinifta sahip oldugum mavi renkli hikaye kitapciginin adi. kapaginda hakkaten aglayan nar gulen ayva resimleri vardi. sonra birinci sinifta sahip oldugum pek cok esya gibi sinifta unutup kaybetmistim galiba. (bkz: ayi seklinde kalem kutusu)

    orasi onemli degil ama bu kitapta iki hikaye mi vardi yoksa orijinal hikayeyi (bkz: gulen ayva aglayan nar) degistirmisler miydi nedendi hatirlamiyorum burada bir kiz karakter vardi. corbayi tuzsuz yapiyordu, kayinpederi buna kiziyordu "boyle tuzsuz corba mi olur kalk evlat gidiyoruz" diye. sonra yillar sonra ayni adam baska eve gidiyordu orda peceli bir kadin buna corbayi abarti tuzlu yapiyordu adam kivraniyordu "allah bogazim" diye sonra kadin peceyi cikariyordu ki bir de eski begenmedigi gelini degil miymis. adam sonra hatasini anliyordu "tuzsuz corbaya laf etmem hataydi" diyordu.

    lakin ben bunu anlamiyorum, bir insan ayni anda hem tuzsuz hem cok tuzlu corbayi sevmiyor olamaz mi, kararinda tuzlu corba yok mudur? yani adam uclarda orneklerle terbiye ediliyor ama dogrusu kararinda tuz koymak degil midir? kizin seffaf moderasyona gecmesi zor muydu, corbayi yapan moderatorler biraz daha insan canlisi olamaz miydi?
  • dede korkut' a ait olan bir masal.

    gulen ayva aglayan nar:

    bir varmış, bir yokmuş. evvel zaman içinde, obalardan birinde bir yörük beyi varmış. öteki beyoğlu beyler gibi burnu kaf dağında değil; ne kimsenin bir tüyüne dokunurmuş, ne bir kuşun kanadına: yerdeki karıncayı bile incitmezmiş. daha da ağlayanla ağlar, gülenle güler, sönen ocakları yeniden yakarmış. sakınan göze çöp batar derler. nasıl olmuşsa, bilmeyerek birinin kalbini kırmış. o da : “ilahi yiğit; başka bir şey demem; dilerim allah’tan gülen narla, ağlayan ayva’ nın derdine düşesin.” demiş.
    oba beyinin de yüreğine bir ateştir düşmüş. gayrı, bağlasalar durur mu? demir çarık, demir asa dökülmüş yola; gülen narla, ağlayan ayvayı bulmak için..
    az gitmiş, uz gitmiş; dere, tepe düz gitmiş; derken, bir ırmak çıkmış önüne, yanına, yöresine bakınırken bir çoban ilişmiş gözüne: “ çoban baba ; niye bu ırmak böyle kan gibi?” diye sormuş.
    çoban da : “sorma yolcu; sorma; nice yiğitlerin kanına girdi bu ırmak. günün birinde de telli, pullu bir gelini yedi. dilim varmıyor demeğe... hani şu yaylâ yaylâ konup göçen yörükler yok mu ? ha işte; onlardan iki oba gelip, bu ırmağın iki yamacındaki iki yaylâya konmuşlardı, yaz, bahar aylarında... yörük değil mi, dalları ayrı ama, kökleri bir... birbirinden kız alıp kız veriyor, tuz alıp tuz veriyorlardı. günün birinde de, birinin kızını, birinin oğluna verecek oldular. kırk gün, kırk gece toy düğün ettiler. sonra al bayrak kaldırıp davullar dövdürerek gelin kızı alıp gittiler ama, nasıl söyleyim, köprü yıkıldı, gelin alayı suya döküldü. o gün, bu gün bu ırmak kanlı bir göz yaşı gibi akıyor; şu yıkılası köprü de ecel beşiği gibi hâlâ sallanıp duruyor. ya siz yolcu, demir çarık, demir asa böyle nereye?” diye sormuş.
    yörük beyi de, yarasına dokunulmuş ceylân misâli inlemiş: “sorma çoban baba sorma; ben de bir günahsızın ahına uğradım. öyle bir ateş düştü ki, yüreğimin başına ; yaktı, yandırdı beni. şimdi dağdan dağa gülen narla, ağlayan ayva arıyorum. derdime derman arıyorum.” deyince çobanın kaşları çatılmış: “ a yolcu; demiş eceline mi susadın sen ! gülen narla, ağlayan ayva dediğin bir devin bahçesinde, ağaçlardan bir ağacın üstündedir. el ermez, güç yetmez ona. iyisi mi, ahını yellere, derdini sellere ver de, gel bu yoldan vazgeç oğul.” demiş, daha de ne diller dökmüş ama, yörük beyi:
    “çoban baba; demiş. ben bu başı bu yola koydum bir kere, kader ne ise, öyle olur gayrı. ne olur, biliyorsan o bahçenin yolunu göster bana.” diye yalvarıp yakarınca, çoban dayanamamış: “anlaşıldı oğul, anlaşıldı; öyle bir ateş sarmış ki, yüreğini, gayrı ölüm bile döndüremez seni! şimdi, eğil de kulak ver bana: devin bahçesi, kaf dağının tepesindedir. bura ile oranın arası altı aylık yol... ne sağa eğil, ne sola bükül, ne şu ırmağa ak, ne başka bir dereye dökül; alnının doğrusuna, düpedüz git, bir gün olur, kaf dağına varırsan dağ gibi bir kapı çıkar önüne. “açıl kapım açıl !” dersin, açılır kapı. gayrı girdin mi, girdin bahçeye. bahçenin ortasında bir ağaç göreceksin, bin yıllık bir ağaç. işte gülen narla, ağlayan ayva bu ağacın üstündedir ama, yedi başlı devin de gözleri onun üstündedir. allah bir kuvvet verir de bir vuruşta devin başını düşürebilirsen, o, bin yıllık ağaç da eğim eğim eğilir önünde. sen de gülen narla, ağlayan ayvayı koparırsın dalından. haydi yolun açık olsun.” demiş. yörük beyi eğilmiş, çobanın eline varmış, doğrulmuş kaf dağının yolunu tutmuş. o gitmiş, yol gitmiş, yol gitmiş o gitmiş; tepelerden yel gibi, derelerden sel gibi geçerek kaf dağına yetmiş. “açıl kapım açıl !” demiş, açılmış kapı ! birde bakmış ki, ne baksın. başı göklere değen bir ağaç ! ağacın altında yedi başlı bir dev, dalın da gülen narla, ağlayan ayva...
    yörük beyini görünce nar başlamış gülmeye, ayva başlamış ağlamaya, dev de başlamış homurdanmaya... yörük beyinin tüyleri diken diken olmuş ama, “allah !” deyip yılan dişli hançerine sarılmış, bir vuruşta yedi başını birden doğramış, o zaman bin yıllık ağaç eğilmiş; yörük beyi de gülen narla, ağlayan ayva’ yı koparmış dalından... meğer, gülen narla, ağlayan ayva dedikleri ağlar, güler bir peri değil mi imiş. silkinince dalından, bir kız olmuş hemen... gözleri ahu yazması, boyu selvi dal gibi, acep insan bakmaya doyar mı ki.... yörük beyi bir bakmış, yüreğine su serpilmiş. sonra oturmuşlar bir taşın üstüne, kırk yılan hasretlisi gibi kalplerini dökmüşler birbirine...
    söz sözü açmış, derken yörük beyi: “seni alıp bizim yaylalara götürmek isterdim ama, yürekte var, elde yok. yola, yokuşa dayanamazsın ki ! “ demeğe kalmamış. bir kuş olmuş peri kızı ; yörük beyinin başına konmuş ; o başına konunca, yörük beyi de bir kuş olmasın mı ! kanat kanada dağlardan aşmışlar, bir göz yumup açıncaya kadar yörük yaylasına varmışlar. bundan ötesi düğün, bayram, vurmuş davullar gümbür gümbür; çalmış sazlar, coşkun çoşkun. tam kırk gün kırk gece toy düğün etmiş, onlarda ermiş muradına; biz çıkalım kerevetine .....
  • aslı bir dede korkut masalcağızıdır; adı da "gülen ayva ağlayan nar"dır bu haliyle.. lakin bir de ağlayan nar ile gülen ayva vardır ki, onun da yazarı kemal ahmet'dir; ölümünden sonra nazım hikmet'in de desteğiyle ahmet cevat bey basmıştır bu masalcı kitabını.. kemal ahmet sıkı komünisttir, hatta peyami safa kitap çıktıktan sonra galeyana gelmiş, dırdır edip durmuştur zamanın gazetelerinde..

    işin ilginci, yine aynı öyküyü bir de ahmed kamil bey yazmıştır, hicri 1327'de..

    masala göre, ağlayan nar ile gülen ayva sadece kaf dağı'nın tepesinde yetişir, gidip yerseniz başınız göğe erişir..
  • // (...)

    daha nem olacaktın bir tanem
    gülen ayvam, ağlayan narımsın
    kadınım, kısrağım, karımsın...

    (...) //

    bedri rahmi eyuboglu

    (bkz: kara dut/9) #1200823
  • kara dutum, çatal karam, çingenem
    nar tanem, nur tanem, bir tanem
    ağaç isem dalımsın salkım saçak
    petek isem balımsın a gülüm
    günahımsın, vebalimsin...

    dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
    yoluna bir can koyduğum
    gökte ararken yerde bulduğum
    kara dutum, çatal karam, çingenem

    daha nem olacaktın bir tanem
    gülen ayvam, ağlayan narımsın
    kadınım, kısrağım, karımsın...

    sigara paketlerine resmini çizdiğim
    körpe fidanlara adını yazdığım
    karam, karam
    kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
    sıla kokar, arzu tüter
    ılgıt ılgıt buram buram...

    ben beyzade, kişizade,
    her türlü dertten topyekünü azade
    hani şu ekmegi elden suyu gölden...
    durup dururken yorulan
    kibrit çöpü gibi kırılan
    yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
    artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
    sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum

    netmiş, neylemiş , nolmuşum
    cömert ırmaklar gibi gürül gürül
    bahtın karışmış bahtıma çok şükür...
    yunmuş, yıkanmış adam olmuşum

    karam, karam
    kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
    sensiz bana canım dünya haram olsun

    bedri rahmi eyüpoğlu
  • nazim hikmetin ferhat ile sirinin son perdesinde yer verdigi, ferhat demirdagi delerken ona eslik eden bir kac karakterden bir cift. soyle ki:
    -neye gulersin gulen ayva?
    -senin haline.
    -neye aglarsin aglayan nar?
    -senin haline.
    benzeri diyaloglar karsimiza cikar.
  • kaf dağının ardındaki ejderha gibi bir imgedir.
    masallarda, imkansızı başarmak anlamında kullanılır.
  • nazım hikmet'in kuvayi milliye destanı eserindeki türk köylüsü şiirinde geçen "nasrettin hoca gibi ağlayan bayburtlu zihni gibi gülen" ifadesini çağrıştıran benzetme. (bkz: metafor)(bkz: teşbih)
  • sait faik abasıyanık'ın kumpanya isimli hikayesinde adı geçen tiyatro oyunu.
hesabın var mı? giriş yap